H.Ü. REKTÖR YARDIMCISI PROF. DR. ALİ ÇAĞLAR – Efendim, zatıaliniz dışarıdaydı, ben sadece küçük bir noktada hatırlatma yapmak istiyorum: Aslında bu aşağı yukarı bitmiş durumda ancak bizim henüz Senatomuzda tartışılmadı. Bu, önümüzdeki günlerde Senatomuzda tartışılarak daha sonra çok ufak tefek değişiklikler söz konusu olabilir.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Tekrar bize gönderirsiniz.
H.Ü. REKTÖR YARDIMCISI PROF. DR. ALİ ÇAĞLAR – Tabii.
Üniversitemizin görüşü olarak basın toplantısıyla Türkiye'ye, kamuoyuna ayrıca sunulacaktır. Sadece Senatomuzdan geçmediğini, henüz değerlendirilme aşamasında olduğunu arz etmek istedim.
Teşekkür ederim.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Çok teşekkür ederiz.
Selam götürün efendim.
Kapanma Saati: 14.56
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.00
---- 0 ----
MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Sefalar getirdiniz.
Anayasa değişikliği veya yeni bir Anayasa deyince geçmişte parlamentoda sizin de içinde yer aldığınızda hatta başkanlığınızı yaptığınız o çalışmaları da anımsıyoruz. O bakımdan şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi bu dönemde sizin de çok yakinen takip ettiğiniz gibi grubu bulunan siyasi partilerimizde eşit sayıda üyenin katılımıyla bir uzlaşma komisyonu kurarak yeni Anayasa yapım çalışmalarına başladı. Altı aya yakın bir süredir de kamuoyunun bu konudaki önerilerini alıyoruz. Şimdi, Türk Parlamenterler Birliğinin bu konudaki önerileri bizim için son derece değerlidir. Sözü bu bağlamda size veriyorum.
Buyurun efendim.
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ BAŞKANI HASAN KORKMAZCAN – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Benim komisyonunuza katkı sunabileceğim hususlar öncelikle Anayasa yapım süreciyle ilgili deneyimlerimi aktarmak olacak. Mutlaka daha önce de aynı türden öneriler getirenler olmuştur. Zaten başta siz olmak üzere önceki yıllardaki ortak çalışmalara katılmış arkadaşlarımız da var. Burada öncelikle şunu belirtmem lazım: Türk Parlamenterler Birliği olarak kurumsal bir görüş belirlemedik, onu aktarma yetkim de yok. Bunun birkaç sebebi var: Birincisi, zaten sizin yaptığınız çalışmalar sonuçlandığı vakit bir bakıma Parlamenterler Birliğinin görüşlerini güncellemiş olacaksınız.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Çünkü sizin birlikte şu anda burada temsil edilen partilerin üyeleri de sizin birliğinizin üyesi. Doğru, haklısınız.
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ BAŞKANI HASAN KORKMAZCAN – Bütün partilerin üyeleri aynı zamanda Parlamenterler Birliğinin üyeleri. Onun için ayrı bir Anayasa taslağı veya buna benzer öneri paketi geliştirmedik ancak bütün üyelerimiz titizlikle süreci izliyorlar, geçen yıl zaten bütün üyelerimize bir genelge göndermiştik, bireysel olarak da görüşlerini iletebileceklerine dair, bize de iletebileceklerine dair. Onların bazıların yayınlıyoruz. Eğer biz bir kurumsal görüş ifade edelim dersek bütün partilerin resmî temsilcilerini çağırarak bir sempozyum filan düzenlememiz lazım onun da henüz vakti gelmedi. Siz hazırlık aşamasındasınız. Onun için, benim ifade edeceğim hususlar biraz da kendi geçmişteki çalışmalarımın yansıtılması, onlardan esinlenerek de bu sürece ne gibi katkı sağlayabilirim sorusunun cevabı şeklinde olacak.
Bir Anayasa süreci bazı sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarını da izliyorum, üniversitelerin çalışmalarını, bazılarına da katılıyorum kişisel görüşlerimi ifade etmek üzere. Buralarda öncelikle süreci zorlaştıracak bazı gelişmeler görüyorum, o konudaki açıklamaları ifade edeyim. Bu süreçte beklentiler çok yüksek yani toplumda, üniversite çevrelerinde ve siyasi çevrelerde bu Anayasa’dan bir mucize bekleyen kesimler var. Beklentinin yüksek olması çözümleri zorlaştırır. Geçen İstanbul’da 80 bilim adamının katıldığı bir toplantıda ifade ettim, toplantının sonunda daha doğrusu söz aldım, eğer bu toplantının verdiği mesajla Meclis bir anayasa değişikliği yapacak olursa 7-8 tane, 20 tane filan Anayasa yazmak lazım ayrı ayrı. Çünkü Anayasa dediğiniz hukuk metni bir sistem bütünlüğüdür. O temelde neyle başlamışsanız çatısının da ona uygun olması lazım. Hâlbuki birbirinden çok farklı temeller koyan, çok farklı çatılara ulaşmayı isteyen talepler var. Bu nasıl ayıklanabilir, tabiatıyla onun siz ihtisas komisyonu olarak önümüzdeki süreçte çarelerini düşüneceksinizdir tahmin ediyorum.
Siyasi süreç tabiatıyla Anayasa çalışmalarını etkiler. Bu bakımdan Anayasa değişikliğini gündemine almış bir Parlamentonun siyasi faaliyetlerini de bu amaca ters düşmeyecek bir şekilde düzenlemesi gerekir. 1971 yılında 12 Mart Muhtırasından sonra zamanın Hükûmeti bir Anayasa taslağını Meclise empoze etmek istedi. Taslak hazırlanmıştı, çift aylı gizlilik derecesinde grup yetkilerine bu taslağı verdiler, biz onları inceledik. Öyle bir şeyi kabul etmemiz, hele bunu kısa süre içerisinde Anayasa metnidir diye ortaya koymamız demokrasiye, Parlamentoya, parlamenter düşünceye aykırı olurdu. Bizden istenileni yerine getirmemiz mümkün değil yani Parlamentoyu kapatmadı 12 Mart ama kapatmış olsa ondan daha iyi olurdu yani. Kendi elimizle bunu yaptıracak ve 168 maddelik, zannediyorum, bir taslaktı. Bunun üzerine bu taslağı Meclise getiren rahmetli İsmail Arar, Adalet Bakanı, grup temsilcilerini toplantıya çağırdı, gittik dedik ki: “Biz, gruplar olarak böyle bir şeyi yapmayız yani bunu zorlamanın anlamı yok.” Ama Anayasa değişikliği yapılması konusundaki ihtiyaçlara bizim aramızdaki partilerin bir kısmı zaten inanıyor, Adalet Partisi o günkü Anayasa’nın Türkiye’ye bol geldiğini ifade ediyor, Cumhuriyet Halk Partisi “Anayasa iyidir, hiçbir değişiklik yapılmasın.” diyor, Demokratik Parti daha orta bir yolda, Millî Güven Partisi, onlar da askerlere daha yakın bir anlayış içindeydiler yani daha geniş kapsamlı bir değişiklik yapılsın. Partilerin de kendi arasında uzlaşma olmamasına rağmen şartlar o hâle getirdi ki on beş gün sonra biz Partiler Arası Komisyon olarak toplandığımızda artık bir demokrasi cephesi oluşturuyorduk. Yani o taslağı bir tarafa bırakıp kendi Anayasa değişikliklerimizi yapacak olgunluğa gelmiştik. İki yıl içinde 55 maddelik…
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Coşkun Kırca mı hazırlamıştı efendim?
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ BAŞKANI HASAN KORKMAZCAN – Efendim o hazırlığa kimlerin katkısı olduğunu bilmiyorum. Bize Genelkurmay karargâhından gelmişti yani Adalet Bakanı vasıtasıyla. Olabilir, Sayın Kırca’nın katkısı da olabilir. Sonuçta yani “Bu Anayasa’yla ülke yönetilmez.” diyen Adalet Partisiyle, “Anayasa’nın kılına dokundurtmam.” diyen İsmet Paşa dahi oy birliğiyle 55 maddede uzlaştık. Yani sizin komisyonunuzun böyle bir tarihî görev yapabileceğine ben inanıyorum yani o kadar zıt görüşler olsa bile.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – O döneme göre bu değişiklikler makul ve mantıklı değişikler miydi?
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ BAŞKANI HASAN KORKMAZCAN – O 55 madde öyledir. Mesela Anayasa’nın 147’nci maddesi. Biz sadece oradaki dengeyi kurmak konusunda askerlerin görüşleriyle mücadele etmedik, bir taraftan da Anayasa’daki özerklik, Anayasa’daki yargı yetkisini vesaireyi yanlış anlayan kurumlarımız vardı yani ilkokullardaki öğrencinin notları tashih eden bir Danıştay vardı, o yetkiler devam etsin istiyorlardı.
Anayasa Mahkemesi bir açıklama yaptı: “Anayasa değişikliğine Mecliste uğraşıyorlar ama önemli değil, biz hukukun temel prensipleri, evrensel prensipler ışığında onları istediğimiz gibi düzeltiriz yani esasına gireriz.” diyorlardı. İlk oradan başladık zaten, 147’nci maddeyi değiştirdik. “Ya biz boşuna mı çalışacağız. Yani burada çalışacağız Anayasa Mahkemesine gidecek, onlar bildikleri gibi bir Anayasa yapacaklar.” dedik. Ama on altı gün sürdü 147’nci maddenin müzakeresi. Sonunda benim hazırladığım metin işte oy birliği sağladı, İsmet Paşa’dan da onay aldık, “Korkmazcan Formülü” diye de ifade edildi. Anayasa Mahkemesinin yetkilerini olumlu bir cümleyle kısıtlamış olduk yani Anayasa değişikliklerinin esasına giremeyeceği prensibi o zaman girmiştir Anayasa’ya.
Yani Meclisin yaptığı 12 Mart değişiklikleri her şeye rağmen demokrasi doğrultusunda bir dengelemedir. Geriye gidiş olmamıştır. Zaten Anayasa değişikliğinden sonra cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de Meclis aynı tavrı sürdürdü ve 12 Mart rejimi o sürecin sonunda bitmiş oldu. Yani 73 seçimlerine girdiğimizde iki yıl sonra artık Türkiye normal bir rotaya girmişti. Şimdi, bu süreçte tabiatıyla bu tür zorluklar yok. Yani içinde bulunduğumuz ortamda sivil toplum görüşlerini ifade edebiliyor, siyasi partilerimiz 1982 Anayasası üzerinde yapılmış bir dizi değişikliği yapmış olmanın deneyimine sahip. Biliyorsunuz 1991’de ilk defa toplu bir Anayasa değişikliği gündeme gelmişti. 95’te 18 maddelik Anayasa değişikliği oldu. 95-99 arasında da biz o Anayasa değişiklikleriyle ilgili uyum kanunlarını çıkardık. Bu kitabı şunun için getirdim, Türk Parlamenterler Birliği 1991’den sonra yapılan Anayasa değişikliği taslağının asıl hazırlayıcısıdır sivil toplumla beraber. 27 maddelik bir ıslah paketi hazırlamıştık biz. Biliyorsunuz Anayasa’nın geçici maddesiyle konsey üyelerinin yetkisi beş yıl daha devam etti. O beş yıl biter bitmez konsey üyelerinin yetkisi bitince artık Anayasa değiştirilebilir, ortam müsaittir diye biz harekete geçtik, sivil toplumla yaptığımız çalışmaların sonucunda 27 maddelik bir taslak çıktı ortaya. Ancak bu taslağı Anavatan Partisinin 292 milletvekilinin oyu değiştirmeye, gerçekleştirmeye yetmiyordu. Onun için muhalefetten ricalarımız oldu. Ana muhalefet partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, daha doğrusu Sosyal Demokrat Halkçı Partiydi, onlar kabul etmediler; rahmetli Erdal İnönü, Süleyman Demirel Bey tekrar Meclisteydi 87’den sonra, onlar da kabul etmediler, kaldı şey. Biz Anavatan Partisi olarak muhalefete düşünce 91’de, ben grupta tekrar dedim: “Geçmişte bir Anavatan’ın Anayasa değişikliği ve projesi vardı, bunu gündeme getirelim.” Orada da itirazlar oldu. “Biz muhalefetiz niye karışalım. İktidar prim yapar.” filan gibi şeyler söylendi ama direndik ve o 95’deki değişiklikler böyle gerçekleşti. Bu süreçte o türlü bir ihtiyacı duymadık Parlamenterler Birliği olarak çünkü Anayasa değişikliği yapılması konusunda Mecliste grubu bulunan siyasi partilerimizin mutabakatı var. Bu mutabakat çerçevesinde sivil toplumdan bir öncülük yapmaya, zorlamaya filan da ihtiyaç yok. Asıl işin öncülüğünü Türkiye Büyük Millet Meclisi yapıyor. Bu sebeple önümüzdeki süreçte beklenti yönetiminde hata yapılmazsa bu değişikliklerin gerçekleşebileceğine ben inanıyorum.
Burada, kaynaklar konusunda birçok hazırlıkları inceliyorum, sivil toplum kuruluşlarının ve üniversitelerin. Bizim son dönem kaynaklarına daha çok yöneliyorlar. Hâlbuki Anayasa’nın metni ve ruhu ortaya konulurken bizim kendi millî deneyimimiz göz ardı edilmemelidir. En önemli tarihî kaynak benim özellikle vurgulamak istediğim, sadece Senedi İttifak’tan başlamaz Türkiye’de anayasal süreç yani “hukuka uygun devlet” kavramı olarak alırsak işi, illa yazılı bir Anayasa tarzında düşünmezsek bu 940’daki Tuğrul Bey’in Abbasi Halifesi’yle yaptığı görüşmeyle başlar. Orada hem laik devletin bir başlangıcını tespit edebiliriz hem de hukuka uygun devletin. Yani halifeye Tuğrul Bey, eğitim ve devlet işlerinin hukuka uygunluğunda danışmanlık yapma görevini vermiştir ama devlet fonksiyonlarına o dinî kurumsal kimliğiyle karışmasını da yasaklamıştır. Zaten Osmanlı Devleti de klasik bir teokratik devlet değildir çünkü Selçuklu Devleti’nin geleneklerini bir ölçüde sürdürmüştür. Bizim Senedi İttifak’ımız, Tanzimat Fermanı, efendim, meşrutiyetin ilanı, Kanuni Esasi biraz bu tarihî şeylere dayanıyor. Hiçbir İslam toplumunda kolayca olamayan şeyler burada olmuşsa bu devlet geleneğinin etkisi var. Bunun için 1876 Kanuni Esasi’sini o kültürün mirasçısı olarak çok iyi değerlendirmemiz lazım. Kanuni Esasi uygulanabilmiş olsaydı ruhuna uygun tarzda, oradaki ayrılıkçı güçler bunu Anayasa’yı uygulanamaz hâle getirecek tavırlar sergilememiş olsalardı herhâlde Osmanlı modernleşmesi çok daha rahat bir ortamda, en azından İngiltere’nin oluşturduğu milletler topluluğu gibi barışçı bir ortamda gerçekleşebilirdi. Ben Kanuni Esasi’ye çok önem veriyorum, oradaki çözümlere.
Ayrıca saltanatın ilgası…. Bir de bu süreçte bazı yanlışlıklar var, bazı partilerimiz ve kurumlarımız yanlışlıklar üzerine bir kanaat inşa ediyorlar, o devam edip gidiyor yanlışlık düzeltilmesi. Mesela 1921 Anayasası tamamdı, herkesin ihtiyacını karşılıyordu. 24’e geçince oyuna getirildik filan diyenler var, böyle bir şey yok çünkü 21’den 24’e gelinceye kadar saltanatın ilgası olayı var. O bir, 21’le 24 arasında bir çelişki yoktur, arada boşluk da yoktur. Yani bir zaman iyiydi, ondan sonra tersine döndü filan gibi bir durum söz konusu değil. 307 sayılı 30 Ekim 1922 günlü bir kararı var Meclisin ki bu yani anayasal bir hukuk metni olarak değerlendirilir literatürde. Onun dışında 308 sayılı 2/11/1922 günlü Büyük Millet Meclisi kararı vardır. Bu karar da millet kavramının tarif edildiği bir metindir. 2/11/1922 günlü bu metinler Türk Anayasa metinlerin Suna Kili’nin kitabında 95’inci ve 96’ncı sayfalarda var.
Bir de yanlış tartışılan konulardan birisi vatandaşlık konusu. Bu vatandaşlık kavramı bir kere 1876 Anayasası’nda da var. Vatandaşlık kavramı İkinci Dünya Savaşından sonra işgal altında bulunan ve işgal kuvvetlerinin empoze ettiği Alman, İtalyan ve Japon Anayasalarında da var. Orada millet de bir anlamda tarif edilmiş. Şimdi, bizim vatandaşlık kavramımız Almanlarınkinden farklı, çok daha demokratik, çok daha ileri yani biz dün sabah vatandaşlık işlemlerini tamamlamış, nüfus kâğıdını almış bir vatandaşımıza hiçbir ayrım yapamayız hatta milletin adını kullanmaktan da menedemeyiz. Yani herhangi bir şu asıllı Türksün filan da diyemeyiz. Hukuki bir kavram bu. Etnik, kültürel, o ayrı bir konu. Anayasa hukuki bir kavram olarak vatandaşı belirliyor. Bunu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de aynen benim gibi anlıyor. Bizim Yargıtayımızın Hrant Dink kararını da bu gerekçeyle bozdu. “Yargıtay Türk vatandaşı olan bir Türk’ü Türklük kavramını ayırarak, onun azınlık olduğunu ileri sürerek suç işlemiş konuma getirdi, bunu yapamaz.” dedi Türk Anayasası’nın şeyine göre. Meseleyi böyle algıladığımız takdirde yani Türklük kavramı bir hukuk metni olarak ortaya konulduğu takdirde Alman Anayasasından daha ileridir diyorum çünkü Almanlar vatandaşlığın tarifini işgal altındayken bile Alman Cermen ırkına dayandırmışlar. İşte, şu tarihte Alman vatandaşı olan, sürgünde olan, işgale uğramış bölgelerde olanlar Alman sayılır. Bizim şu anda Almanya vatandaşı olan Türkleri de işte Alman saymıyorlar yani bir farklı görüyorlar. Nasıl hukuki sonuçları oluyor onu bilemiyorum ama bir farklı değerlendiriyorlar. Japon ve İtalyan Anayasalarında zaten Japonluk ve İtalyanlık vurguları vardır çünkü milletin adı olmadan bir devlet oluşturabilme imkânı yok yani çünkü millet siyasi bir kavram hukuk yönünden ve devletler hukuku yönünden de öyle. Bu çerçeve şunun için önemli: Bu bilgiler dışında efendim dünyada bunları tarif eden yok, şunu yapan yok, bunu yapan yok tarzında bir yanlış bilgiyle hareket edilirse sonucunda uzlaşma mesafeleri açılabilir endişesindeyim. Bence buralardaki bilgiler kamuoyuyla da paylaşılmalı mukayeseli olarak, sonuçta Türkiye’de demokrasiye, insan haklarında mükemmeliyeti sağlayacak bir arayış içindeyiz ama yanlış yerde aramayalım. Eğer yanlışlıklar içerisine gidilirse umduğumuzun çok aksine sonuçlar doğabilir. Mesela bu 66’ncı maddedeki şeyi kaldırıp işte etnik çeşitliliklere, vesaireye vurgu yaptığımız takdirde bunun uygulamada ne gibi sonuçlar getireceğini, eğitimde ne gibi sonuçlar getireceğini filan bugünden kestirmek mümkün değildir. Bizim tarihî gelişimimiz böyle. 1876 Anayasası’nı bir imparatorluk şeyi olmasına rağmen esas alarak bunları söylüyorum.
Resmî dil konusu da böyle. Osmanlı Anayasası Türkçe bilmeyen, lisan-ı Türki üzeredir bütün müzakerat filan diyor. Türkçe bilmeyen bir kere kamu hizmetine giremiyor. Ayrıca “Milletvekilleri ikinci defa aday olmak isterlerse Türkçe okuma yazmayı da öğrenmek zorundadır.” diyor. Anayasa’ya bunu koymuş. Neden? Millî bütünlüğün sağlanabilmesinin en önemli vasıtası dil kamusal olarak… Ha burada ana diller dediğimiz -azınlık dili diyemiyoruz bizim kendi hukuki yapımız itibarıyla- Türkiye’de bulunan herhangi bir vatandaş grubunun konuştuğu, galiba en küçük grubun konuştuğu Ubıhça, onun dahi korunması için devletin yapabileceği bir şey varsa onu yapsın, bir kültür değeri olarak onların korunması gerekli. Bütün dillerin öğretilmesi, sadece dilin değil o dil etrafında oluşmuş kültürün, edebiyatın dünya zenginliğine kazandırılmasını devlet üstlensin fazlasıyla. Hatta bunların her biri net olarak algılanabilsin toplumdaki güzel sentezler oluşturabilelim yani neyin nereden geldiğini bilerek oluşturabilelim. Bu konularda Anayasa’ya değişik hükümler konulabilir ama çerçeveyi bozmadan bunun yapılması zorunluluğu var.
Bir de Meclisin yetkileri konusu… Yani bu Anayasa değişikliğini kim yapacak? Meclis yapacak tabiatıyla. Bizim başkaca bir anayasal uzlaşma olup da Meclisin dışında veya Meclise ortak getirilecek kurumlar olmadığı müddetçe şu anda Meclis yapacak. Meclisin yetkilerinin hukuk çerçevesinde kullanılması zarureti var. Bazı öneri sahipleri, bazı kurumlar sanki Meclis istediği her türlü şeyi yapabilir yani hukukun dışına da çıkabilir gibi birtakım telkinlerde bulunuyorlar. Bu telkinler biliyorsunuz 27 Mayıstan sonra 27 Mayıs Darbesini yapanlara… İstanbul Üniversitesi hocaları tarafından yapılmıştı. Şimdi, onun başlattığı sürecin sancılarını yaşamaya devam ediyoruz. Meclis bu Anayasa değişikliği yetkilerini mevcut Anayasa’nın verdiği yetkiler çerçevesinde yapacaktır. Bunun dışındaki taleplerin hukuki geçerliliği yoktur, bu gerçeğin dışında da bir beklenti oluştuğu için yani kaldı ki Anayasa yapımında en önemli bağlayıcılardan birisi siyasi tarihimizdir, hukuk tarihimizdir ve kültürel tarihimizdir. Her Anayasa bir millî anayasa olacaksa. Bu tarihler de bizi bağlar, oralara da bakmamız lazım. Günlük ihtiyaçlara göre ve konjonktürel birtakım modalara göre Anayasa yapılmaz. Dünkü Anayasa Mahkemesinin kuruluşu yıl dönümündeki konuşmalarda da hep bunlar vurgulandı yani biz Anayasa’yı konjonktürel yapmamalıyız. Geçmiş dönemde son elli, altmış yılda maalesef Türkiye’de bu türlü şeyler oldu yani Anayasa yapımında kestirmeci yöntemler ortaya konuldu. Bunların da sistemimize yüklediği yüklerin hâlâ ağırlığı altındayız. Halka dayalı bir Parlamento o metotların tamamen dışında hareket etmekle mükelleftir. Belki birtakım talepler bu değişiklik sürecinde karşılanmayabilir ama olgunlaştıktan sonra gelecek Meclise giderken onlar tartışılarak olgunlaştırılabilir.
Ben yüksek heyetinizin ve komisyonumuzun tarihî bir görev yaptığına inanıyorum. Geçmişte bu türlü bir görevde bulunmuş kişi olarak her zaman emrinize amadeyim. Yani spesifik konular çıktığında da sadece ben değil dışarıda temaslarım oluyor bizim uyum komisyonunda filan henüz yaşayan arkadaşlarımızla onlar da her türlü taleplerinize açıktır. Beni dinlediğiniz için saygılar sunuyorum. Derli toplu bir sunum yapamadım, bir metin de sunamıyorum size ama bu biraz da söylenmesi gerekenleri zaten biliyorsunuz güvencemden geliyor.
Teşekkür ediyorum.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Efendim, biz de çok teşekkür ederiz. Söyledikleriniz bizim için son derece değerliydi çünkü sizin bu sunumunuz aslında bir tecrübe paylaşımıydı. Ve dikkat edilmesi gereken hususlarla ilgili geçmişten de, yaşadığınız örneklerden de yararlanarak önümüze bazı ufuk açıcı ifadeler getirdiniz o bakımdan çok teşekkür ediyorum.
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ BAŞKANI HASAN KORKMAZCAN – Ben teşekkür ederim.
FARUK BAL (Konya) – Evet, Sayın Başkanım çok teşekkür ediyoruz. Hakikaten tecrübeyle bize önemli bir ışık tuttunuz. İnşallah bu tecrübeyi Anayasa’ya yansıtabilecek bir uzlaşma ortamını hep beraber buluruz.
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ BAŞKANI HASAN KORKMAZCAN – İnşallah.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Ben de çok teşekkür etmek isterim. Gerçekten böyle bir şeye
Yansıtabilecek bir uzlaşma ortamını hep beraber buluruz.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Ben de çok teşekkür etmek isterim.
Gerçekten böyle bir şeye ihtiyacımız da vardı galiba. Biraz böyle geçmişten gelen bir ışıkla önümüzün aydınlatılması gereğini duyuyorduk. Çok sağ olun, bu ihtiyacı karşıladınız için çok teşekkür ederiz.
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 15.32
______0______
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Efendim hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Sivas Dernekler Federasyonunun Türkiye Büyük Millet Meclisinde yürütülmekte olan yeni Anayasa çalışmalarına göstermiş olduğu bu ilgi nedeniyle başta Sayın Genel Başkan olmak üzere sizlere şükranlarımızı sunuyoruz. Sizin bir hazırlık yapmanız ve buna bizzat Parlamentoya kadar gelerek sunuyor olmanız bizim için son derece değerlidir. Şimdi, saat dördü çeyrek geçeye kadar bir zamanımız var, çünkü daha sonra bizim üst komisyon toplantımız olacak burada.
Şimdi, sözü Sayın Bulut’a veriyorum, buyurun efendim.
Önce, çok kısa olarak Federasyonla ilgili bir malumat verir misiniz bize.
SİVAS DERNEKLER FEDERASYONU GENEL BAŞKANI ZEKİ BULUT – Sivas Dernekler Federasyonu 4 Eylül 2003 tarihinde kurulmuştur. Altında da sekiz yüz küsur tane İstanbul’da derneğimiz var, sekiz yüze yakın da Türkiye genelinde derneği olan bir kurumuz. Üye derneklerimiz hep il bazında, il düzeyinde olan derneklerdir. 2003’ten beri de ciddi bir şekilde çalışmaktayız. Ki Anayasa’yla ilgili daha önce vicdani ret ve bedelli askerlikle ilgili çalışmalarımız olmuştu, zatıalilerinize hep göndermiştik. Yani Türkiye'nin meselelerini kendi meselemiz bilerek çalışma gayreti içerisindeyiz. Sivas Dernekler Federasyonu ruhu 4 Eylül 1919 Sivas Kongresi’nden alınan bir ruhla ayakla kalmaya çalışıyor, ülkeye bir şeyler üretmek için de gayret içerisindeyiz efendim.
Önce teşekkür ediyorum, bizleri buraya kadar çağırdınız. Bizler de sekiz aylık bir çalışmamızın ürününü sizlere takdim ettik, sizlere gönderdik, sizler de bizleri çağırdınız, bizi çok mutlu ettiniz. Sivaslılar adına öncelikle çok teşekkür ediyorum hepinize, bütün üyelere, Başkanımıza çok çok teşekkür ediyoruz.
Sivas Dernekler Federasyonu Anayasa’yla ilgili zaten takdim ettiğimiz dosyalarda da göreceksiniz, bizim için önemli olan şey 4 Eylül Sivas Kongresi’nde alınan kararların hayata geçmesiyle beraber bugün de, yarın da hayata geçişini ve devamlılığını arz eden konular bizim için çok önemli. Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısı, bağımsızlığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları, var oluşu, manda kabul edilemez oluşu… Asla ve asla manda kabul edilemez, asla Türk Bayrağı altında, yanında bir başka bayrağın da dalgalanmasına asla göz yumamayız. Böyle bir anayasa da istemiyoruz Sivas Dernekler Federasyonu olarak.
En önemlisi de malumunuz Avrupa’ya baktığımızda, Fransa’da, İngiltere’de, İtalya’da bütün mahkemelerinde ana dil diye maalesef hiçbir mahkemede kullanılmıyor. Baktığınızda Fransa ve İtalya’nın hemen hemen anayasasında on altı tane “millî” diye geçen rastlarsınız anayasasında. Biz istiyoruz ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin 1876’da, 1922’de, 24’te, 60 ve 82 anayasalarında da nasıl millî duruşunu koruyabildiyse aynı şekilde devam etsin istiyoruz. Çünkü 1, 2, 3’üncü maddelerinin de kayıtsız şartsız değişmemesinden yanayız. Milliyeti Türk’tür, dili Türkçedir; bu konuda asla taviz verilmemeli. Tabii ki yerel diller evinde vatandaş bir şeyler yiyordur, içiyordur, konuşuyordur; bundan hiçbir kaygımız yok ama resmî kurumlarda mutlaka ve mutlaka Türkiye Cumhuriyeti’nin, Türk milletinin esamesi okunmalı ve net kalmalı diye düşünüyoruz.
Bir de en önemli şeyler tabii bizler fikirlerimizi üreteceğiz, sizlere sunacağız, karar verecek olan yüce Meclisimizdir ama şunda da mutluyuz. Sivil toplum kuruluşlarının düşüncelerini ortaya koyarak, düşüncelerini benimseyerek bizleri böyle dinlemeniz gerçekten Türkiye’de bir çığır açılıyor diye düşünüyoruz. Bu çığır açılırken de bütün siyasi partilerimizin, iktidar partimizin, ana muhalefet partilerimizin ve sivil toplum kuruluşlarının, umut ediyoruz, beklentimiz, bu milletin geleceğiyle ilgili verilebilecek kararların endişe taşıyıcı bir karar olmayacağını biz canla başla inanıyor ve güveniyoruz. Onun için de size çok çok teşekkür ediyoruz.
Gelişmiş ülkelerde, Fransa’ya gidiyorsunuz Fransızca bir adres sormazsanız vatandaşı bile size maalesef cevap vermiyor, İngilizce cevap vermiyor. Amerika’ya gidiyorsunuz keza öyle, her yerde öyle. Artık malumunuz, artık Amerika’da bile kanun çıkardılar, 2021 yılında “Türk Amerikan” diyemeyeceksiniz, “Fransız Amerikan” diyemeyeceksiniz. Bizim ülkemizde de maalesef böyle olmalı. 1876 yılında Osmanlı Meclisinde çıkarılan bir yasayla ilgili Abdülhamid Han’a duyumlar geliyor, İngiltere’den yardım istiyor orada bir paşa ve paşayı çağırıyor Abdülhamid Han, diyor ki: “Nasıl ki Kur-an’ı Kerim’i Arapça okuyacaksak, benim topraklarımda da Türk milletinin varlığı, dili Türkçe ve Türkçe okunacaktır. Bundan hiç kimsenin endişesi olmasın, hiçbir şekilde de bu kanunu Meclise getirmeyin.” Dolayısıyla Sayın Başkanım, biz de bunu istiyoruz. Şimdi arkadaşımız size bir sunum yapacak, burada da göreceğiz, hep beraber de izleyeceğiz. Sivas Dernekler Federasyonu 4 Eylül ruhunu taşıyacak bir anayasa istiyor.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Peki, çok teşekkür ediyoruz.
Günal Bey, buyurun.
SİVAS DERNEKLER FEDERASYONU GENEL BAŞKAN YARDIMCISI GÜNAL YALÇIN – Sayın Başkanım, Sayın Bakanım, değerli konuklar, değerli arkadaşlar; saygılarımızı, hürmetlerimizi sunuyoruz. Bizleri kabul ettiğiniz için, düşüncelerimize değer verdiğiniz için şükranlarımızı arz ediyoruz.
İzniniz olursa Anayasa’yla ilgili değişiklik hakkındaki sunumumuzu sizlere arz etmek istiyorum. Takdim planımızı perdede görülen başlıklar altında sunacağız. Bir cümleyle kendimizi ifade edeceğiz. Anayasa’yla ilgili hususlara geçmeden önce genel bir bakış olan genel durumu sadece maddelerini ifade edeceğiz. Anayasa bizce nasıl olmalı, giriş ve genel esaslar anlatıldıktan sonra Anayasa’yla ilgili başlangıç kısmı, devletin adı ve temel nitelikleri, temel hak ve hürriyetler, devlet yönetimi ve teşkilatı, sonuç ve değerlendirme başlıkları altında sunacağız efendim.
Sivas Dernekler Federasyonu perdede görülen amaçlarla kurulmuş, faaliyetlerini sürdürmektedir. Sekiz yüz adet derneğin çatısını oluşturmaktadır. Merkezi İstanbul’dadır, tek yürek, tek ses olmaya çalışıyoruz. Gençlerimizi yararlı bireyler olarak topluma, geleceğe hazırlamaya çalışıyoruz.
Sayın Bakanım, Sayın Başkanım; bu perdede gördüğümüz konular hakkında bilgi sunmayacağım. Bizim için önemli olan, dikkate almamız gereken konular diye düşünüyoruz. En önde Türkiye'nin stratejik konum ve önemi hepimiz tarafından bilinmekte, dikkat çekmek istiyoruz. “Küresel güçler” dediğimiz dünyada ne kadar sermaye güçleri varsa, siyasi güç varsa büyük güçlerden bahsediyoruz. Onların dünya üzerindeki genel ve Türkiye’mizin de bulunduğu bölgesel hedefleri ve enerji kaynaklarının kullanımını dikkate almak gerektiğini düşünüyoruz. Bildiğimiz Haçlı Seferleri ve yıllardır değişmeyen Haçlı zihniyetinin dikkate alınmasını değerlendiriyoruz. Yine oryantalist düşünceyle Şark meselesi bilinen bir mesele. Yıllardır bizlere Batı gerici baktı. “Türkiye, Türklere bırakılmayacak kadar kıymetlidir.” düşüncesi her zaman onlar için vazgeçilmez bir düşünce olmuş ve devam etmekte; bunu bilmek lazım. Yine malumları olduğu üzere, küresel güçlerin tek dünya düzeni amaçları ve bunun için siyasi organizasyonlar, askerî ve ekonomik teşkilatlanmaları aralıksız devam etmektedir.
Hepimizce bilinen misyonerlik faaliyetleri, istihbarat faaliyetleri malumları. Papa II. Jean Paul yanılmıyorsam “birinci bin yılda Amerika’yı, ikinci bin yılda Avrupa’yı, üçüncü bin yılda da Asya’yı Hıristiyanlaştırmak istiyoruz, ana amacımız bu. Beraberinde de ekümeniklik ve Hıristiyan kulübünü dile getirmeye çalışıyoruz.” Tabii çeşitli yerlerde ekümeniklik pek bilinmese de bizce bağımsız Türkiye Cumhuriyeti devleti içerisinde, İtalya’da olduğu gibi bir devlet kurulması, dinî amaçlı bir devlet. Bu bizce, Sivas Dernekler Federasyonu tarafından hoş karşılanmamakla beraber, bu amacın Anayasa’ya yansımasının önemini dikkate sunmak istiyoruz.
Yine ülkemizin olduğu kadar bölgenin ve dünyanın başına bela olan büyük İsrail hedefi, büyük Ermenistan hedefi ve Kürdistan hedeflerini dikkatlere sunmak istiyoruz.
Anayasa bizce nasıl olmalı? Anayasa çok önde gelen, önemli bir yasa olmakla beraber, 1’inci maddesi başlangıç kısmıyla beraber “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.” Bu ne demektir? Bizce cumhuriyetten başka bir şey değildir, yani krallık değil, monarşi değil, diktatörlük değil cumhuriyettir. O zaman cumhuriyet önemli. Sayın Bakanım, biz dün bir yangın yaşadık, ciddi bir yangın. İtfaiye anında müdahale etti. Devletin gücünü orada gördük, son derece mutlu olduk. Hiçbir özel teşkilat bu şeklide teşkilatlanmaz, bize o desteği veremez. Devletin varlığını, devletin gücünü ancak devleti olmayanlar anlayabilir. Biz devlet sahibiyiz, devletimiz de olsun, adı “Türkiye Cumhuriyeti devleti” olsun. Bunun başka anlama gelecek hiçbir şeyin konmamasını arzu etmekteyiz.
Cumhuriyetin temel ilkeleri var, yine Anayasa’da malum tartışılamaz olsun istiyoruz.
Türkiye devletinin kuruluş felsefesinden sapmamalı, kuruluş öncesinde kurtuluş ve bilahare de kuruluş. Sayın Başkanım, sizin de çok büyük onurla, onu hissediyoruz, yaptığınız Meclis Başkanlığınız; bu Meclis kurucu Meclistir, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran bir Meclistir, yer yüzünde birçok millete nasip olmamıştır, büyük Türk milletine nasip olmuştur. Bu felsefeden uzak durduğumuz takdirde, dünü hatırlamadığımız, balık hafızalı olduğumuz takdirde bedel ödeyenlerin, ecdadımızın kanlarını hatırlamadığımız takdirde sanırım yeniden İstiklal Marşı yazmaya, yeniden devlet kurmaya çalışacağız, başlayacağız. Biz bu endişeyle yola çıktığımızı düşünüyoruz.
Başlangıç kısmı ve ilk dört maddesi aynı şekilde muhafaza edilmeli. Bunları neden söylüyoruz? Sayın Başkanım da sundular, çeşitli yerlerde Anayasa’yla ilgili değişiklik konusunda toplantılar düzenleniyor, seminerler düzenleniyor; “Bu Meclis Anayasa’yı tümden değiştirsin. Bu maddeleri tartışmaya açalım.” şeklinde düşünceler hâkim. Malum, sizler bunları daha iyi biliyorsunuz. Bizlerin düşüncesi, bunlar bu şekilde olmasın, omurga olmazsa üzerine yapı yapmak mümkün olmayacaktır; temeli ve omurgası sağlam olsun diye düşünüyoruz.
Türkiye’de yaşayan bütün insanların oluşturduğu çatıya “millet” diyoruz. Geçmişte bir hedefte birleşmiş, millî birliğini kurmuş, bütünlüğünü tesis etmiş, geleceğe de bir ideal ile bakan, yaşayan topluma bir ülkede “millet” diyoruz. Bu millet bölünmesin, bütününe biz “millet” diyoruz, hiç kimseyi soyuna, cinsine, ırkına bakmaksızın ayırt etmiyoruz. Bunun bölünmemesinden yanayız. Biz zaten bir çatı altında yaşamışız, İstiklal Harbi’ni biz yaşamışız, devleti biz kurmuşuz. Dolayısıyla, siz ayrısınız diyenlere de inanmak istemiyoruz.
“Üniter devlet yapısı yine tartışılmaz.” diyoruz.
Parlamenter sisteme dayalı demokrasiden vazgeçilemez. Zira, bir kişinin yanlış yapması, bir kişinin hatalı davranması mümkün olabilir, hissî davranması mümkün olabilir ama çoğulcu demokrasi sisteminin yanlış yapma şansı olmaması gerekir diye düşünüyoruz hele bu çağda. Dolayısıyla, parlamenter sistemden ve demokrasiden vazgeçilmemesi gerektiğini değerlendiriyoruz.
Hepimizin malumları “Hukukun üstünlüğü -sizler hukukçusunuz- yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı evrensel standartlara uygun olarak güvence altına alınmalıdır.” şeklindeki düşüncemizi dile getiriyoruz.
Din, dil, ırk, cinsiyet, biraz önce ifade ettiğim gibi vatandaşların eşitliği esas alınmalı. “Temel hak ve hürriyetler -bilahare yine dile gelecek, ama ana başlıklar altında söylüyoruz- Anayasa’da güvence altına alınmalıdır.” şeklinde düşüncemizi ifade etmek istiyoruz. Bu haklar perdede görüldüğü gibi, üzerinde fazla durmak istemiyoruz, bilinen konular diye geçmek istiyorum izniniz olursa. Yerleşme, seyahat etme, basın hürriyeti…Tabii yolda gelirken arkadaşım dedi ki: “İşte aileye karşı, kadınlara karşı -özür diliyorum hanımefendi- sıkıntılı anlar yaşıyoruz.” İnsanlar, kadınlarımız öldürülüyor, çok fazla dile getiremiyoruz ama ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Onların güvence altına alınmasında sosyal devlet olarak fayda var diye düşünüyoruz.
Milletin bölünmez bütünlüğü tartışılamaz. Burası önemli. Etnik kimliklere siyasi ve hukuki statü tanınmamalı. Eğer etnik kimlik, bütününe biz “Türk” diyoruz, öyle düşünüyoruz ayırt etmeksizin. Eğer bir ırkî temele dayalı bölünmüşlüğü kabul edersek birisi de “Ben istiyorum” dediğinde “Evet” dediğimiz takdirde, bir diğerinin de onu isteme hakkı doğacağını, dolayısıyla bölünmeye yol açacağını düşünüyoruz.
Kişi hak ve özgürlüklerinin etnik temelli kolektif haklara dönüştürülmemeli.
Türkçe dışındaki dillerde ana dil olarak eğitim yapılmamalı. Mutlak suretle Belçika’nın bugün düştüğü duruma düşeceğimizi değerlendiriyoruz. Bölünmenin ana sebebi, aynı dili konuşmayan, aynı duyguları paylaşamayan insanların ayrışması kaçınılmazdır.
Vatandaşlık maddesi değiştirilmemeli ve “Türk milleti” vurgusu Anayasa’dan çıkarılmamalı.
Mahallî idarelerin güçlendirilmesi adı altında Türkiye'nin idari yapısının değiştirilmesi düşünülmemeli. Yerel yönetimlerin mahallî Parlamento alarak çalışacağı özerk bölgelere ayrılması düşünülmemeli. Eğer böyle olursa Türkiye'nin huzur ve güvenliği tehlikeye düşecektir, etnik bölücülüğün önü açılacaktır. Bölücü örgütün siyasi gündemi ve emirlerine hizmet edilmiş olacak ve dolayısıyla da mevcut üniter yapı bozulacaktır.
Parlamenter sisteme dayalı demokrasiden eğer vazgeçersek yaşayacağımız sıkıntılar tarifi mümkün olmayan sıkıntılardır, onarılması mümkün olmayan sıkıntılardır. Yasama, yürütme ve yargı erklerinin ayrılığı ilkesi hepimiz tarafından bilinen ama maalesef siyasi hesaplarla, düşüncelerle kendi düşüncemizin daha öne çıkması arzusundayız. Fakat yine bunu yaparken de yarın bu iktidarın değişeceğini, başka iktidarların geleceğini hesap etmiyoruz. Kalıcı sistem olması lazım ve süreklilik arz eden bir sistem olması lazım. Bu erkler mutlak suretle ayrılmalı, siyasi ağırlık hissedilmemeli.
Hukuk devleti, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, hâkimin teminatı ilkeleri güçlendirilmeli.
Başkanlık ve yarı başkanlık sistemi diktatörlük olacağı şeklinde… Ki, biraz önce sunmaya çalıştım, “diktatörlük” derken Türkiye Cumhuriyeti bunu kabul etmez, Türk milleti bunu kabul etmez, Türk toplumuna uygun bir yapı değildir. Türk milleti hoşgörülüdür ancak dünyada örnekleri vardır, bizim de başımıza gelebilmesi mümkündür. Parlamenter demokratik sistemden şaşıp başkanlık veya yarı başkanlık sistemine geçersek başımıza böyle bir tehlikenin geleceğini değerlendirmekte fayda var.
Siyasi mülahazalar dikkate alınmamalı. Belli bir siyasi düşüncenin ihtiyacının karşılanması yerine bütünün ihtiyacı karşılanmalı.
Millî ve tam bağımsız olmalı, Türkiye'nin geleceğini kurmalı. Türkiye Cumhuriyeti devleti her zaman, her anlamda tam bağımsız olmalı. Bütün münasebetlerini, siyasi, ekonomik münasebetlerini bağımsız bir eda ile yapabilmeli. Birisinin arkasında veya gölgesinde kalmamalı. Dünyadaki özgür devletlerin yapmış olduğu görüşmeler gibi masada, kendisi yer alabilmeli. Türk milletinin onurunu inciten hiçbir yaklaşıma izin vermemeli. Bunun yolu da tam bağımsızlıktan geçiyor.
Her kesimin görüşünün alındığı imajı verilerek… Sizlere minnettarız, teşekkür ediyoruz tekrar bizlerin de görüşlerini alıyorsunuz. Ancak halkta şöyle bir düşünce var, buraya gelirken devlet yöneten büyüklerimizle konuştuk, onların da düşüncelerini aldık, “Ne diyorsunuz, biz neden davet ediliyoruz?” dedik, üzülerek söylemek istiyorum Sayın Başkanım, Sayın Bakanım, “Efendim, görüşler alınacak. Şu kadar görüş aldık ama yine onlar istediklerini yaparlar.” diye bunu sizinle hassaten paylaşmak istedim. Böyle bir düşünce var, bunu yok etmenizi, bu düşüncenin kırılmasını istirham ediyoruz, arzu ediyoruz Sivas Dernekler Federasyonu olarak.
Tek devlet, tek vatan… “Tek devlet” derken mevcut Türkiye Cumhuriyeti devleti, “tek vatan” derken üzerinde bizlerin yaşadığı topraktan bahsediyoruz. Misakımillî’de ifade etmekte burada fayda var, milletimizin millî andına bağlı kalmamız lazım. O malumları bu vatan topraklarının dışında kalan yerlerimiz de var, orayı geçiyorum. Tek millet, bölünmeyelim, hepimiz kardeşiz, barıştan yanayız, sevgiden yanayız.
Tek dil üzerinde durduğumuz gibi, sizler sağ olun bizleri dinliyorsunuz, sizleri de biz anlıyoruz, sizler de bizleri anlıyorsunuz; dil birliği olmadığı takdirde gelecek birliği mümkün değildir.
Tek bayrak hepimizi zaten ifade ediyor, şehitlerimizin kanlarıyla verdiğimiz bayraktır, özgürlüğümüzü ifade etmektedir. Bu ülke vazgeçmesin. Sayın Başbakanımızın da sürekli bu vurguları yaptığının farkındayız, bu bilinçteyiz, bunun da bilinmesini arzu ediyoruz.
Şimdi, efendim, Anayasa’ya giriş yapmak istiyoruz. Şimdi, sözlük ifadesi…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Başlangıç bölümü mü bu?
SİVAS DERNEKLER FEDERASYONU GENEL BAŞKAN YARDIMCISI GÜNAL YALÇIN – Girmeden önce, başlangıç bölümüne gelmedik Sayın Başkanım, genel bir açıklama.
Biraz önceki sunduklarımız genel bir bilgiydi, bu giriş. Anayasa perdede görüldüğü şekilde ifade edilmekte. “Bir devletin yönetim biçimini belirten, yasama, yürütme, yargılama güçlerinin nasıl kullanılacağını gösteren, yurttaşların kamu haklarını bildiren temel yasa, kanuniesasi” şeklinde Türk Dil Kurumu sözlüğünde ifade edilmekte. “Türk milletinin toplumsal, ana sözleşmesidir” şeklindeki düşüncemiz hepimiz tarafından kabul edilmiş bir ifadedir. Anayasa’nın bir toplumsal sözleşme niteliğinde olması için Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş ve var oluş gerekçesine ters düşmemelidir.
Anayasa olabildiğince gereksiz ayrıntılardan uzak, açık ve net hükümler içermeli, terim ve kavram bütünlüğü sağlanmalı. Yasalarda bulunması gereken madde ve esaslar Anayasa’da yer almayabilir.
Partilerarası uzlaşma komisyonu baskılardan uzak olmalı, iş aceleye getirilmemeli, hele takvime bağlanmamalı. Toplumda bütün kesimlerde yeterince tartışılmalı ve zaman tahdidi konulmamalı.
Anayasa değişikliği fırsat olarak değerlendirilerek cumhuriyet karşıtlığı içerisinde olabilecek düşünce ve akım sahiplerince cumhuriyetle hesaplaşma, cumhuriyeti yok etme fırsatı olarak değerlendirilmemeli. Cumhuriyetin yok edilmesi hissi dahi uyandıracak yaklaşımlardan katiyetle uzak durulmalı. Bu hususta demokrasi araç olarak kullanılmamalı ve takiye yapılmamalı.
İşgal altındaki vatanımızın kurtuluşu döneminde ecdadımızın Kuvayımilliye ruhuyla göstermiş olduğu kahramanlıklarla topraklarımız kurtarılmış ve Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve Türk milletinin kendi ihtiyaçlarından ve kendi iç şartlarından, o günkü iç şartlarından dolayı 1921, 1924, 1961 ve 1982 anayasaları yapılmıştır.
1982 Anayasası 1987 yılından itibaren, malumları, günümüze kadar çeşitli zamanlarda değişikliğe uğramış ve yüz sekiz maddesi üzerinde değişiklik yapılmıştır. 1982 Anayasası, yapılan bu değişiklerle bazen ihtiyaçlara uygun hâle getirilmeye çalışılmış, bazen de siyasi iradenin baskısıyla değişmelere uğramıştır. 1982 Anayasası’nın değiştirilmesiyle yeni dünya düzeni kurmak isteyen küresel güçlerin emellerine hizmet edecek yeni Türkiye ve yeni Anayasa oluşturmak istenilmektedir.
Sayın Başkanım, biraz önce sunduğum gibi, inşallah bu kanaatimiz silinecek; bu hassaten bizler için çok çok önemli. Bunun Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından silinmesini arzu etmekteyiz. Türk milletinin ihtiyaçları doğrultusunda Anayasa yapılmamakta, Türkiye’yi küresel güçlerin istekleri doğrultusunda dönüştürmek istendiği düşünülmektedir.
Yeni dünya düzeni için asırlar önceden İlluminati ve CFR teşkilatları kurulmuş amaçları dünyayı perde arkasından denetlemek ve tek dünya düzeni yaratmaktır.
ABD’nin küresel egemenliğinin sürekli kılınması için egemenlik denizaşırı ülkelere yayılmalı, dünyanın bütün ülkelerinde kamu üretiminin önü kesilmeli, tüketim ekonomisi teşvik edilmeli ve demokrasi yaygınlaştırılmalı prensibi esas alınmıştır. Burada demokrasi yaygınlaştırılmalı ama sözde demokrasi; insanları kışkırtmak amaçlı kullanılan bir yaklaşım biçimi, gerçek demokrasi değil.
CFR, örgütlenmesini perdede görülen başlıklar altında tamamlamıştır. Bu tür çalışmalarını da sürdürmektedir. CFR çekirdek merkez kadroları Bilderberg grupları; Avrupa, Amerika ve Japonya’dan oluşan üçlü komisyon ve Ting Tang düşünce kuruluşları. Onursal Başkanlığını David Rockefeller’in yaptığı CFR ve masonik küresel sermaye kuruluşlarının temel amaçları perdede görüldüğü gibidir. Amerikan tekelci sermayesinin dünya egemenliğini askerî güce dayalı olarak sürdürmesi. Ki, Zbigniyev’in veya çeşitli Amerikan düşünürlerinin düşünce sistemlerinin açıklamalarından elde edilerek ortaya konan şeylerdir. Bunlar gizli saklı da değildir, kendileri dile getirmektedirler. Bunlar bilindiği hâlde eğer biz siyasi mülahazalar peşinde koşarsak onların amaçlarına hizmet etmiş oluruz diye düşünüyoruz. “Dünya halkla değil, jet çağının elitlerince yönetilmeli, yöresel halkla değil.” Ulus devletlerin ortadan kaldırılması ve ulusların emperyalist çekirdek örgütler aracılığıyla yönetilmesi, “özgürlükçü demokrasi” adı altında bir sahte demokrasinin dünya halklarına dayatılmasıdır. Rusya’nın çözülmesinden sonra çeşitli renkteki devrimlerin yapılış amaçları bunu göstermektedir.
Türkiye Cumhuriyeti demokratikleşme ve özgürleşme adı altında tarihinde görülmemiş örtülü bir tehditle karşı karşıyadır. Kendisine küresel sermayelerin, küresel siyasi güçlerin uygun bulduğu bir elbise giydirilmek istenmektedir; buna “Yeni Türkiye” denmektedir. Hâlbuki Türkiye'nin Türkiye olmaktan çıkarılıp makas değiştirerek tanınmaz hâle getirilmesinde Anayasa bir araç olarak kullanılmaktadır. Anayasa ve yasalarda ülkenin ihtiyaçları doğrultusunda gerekli olan değişiklikler yapılmamakta, dıştan kumandalı bir dönüştürme planı uygulanmaktadır. Şu hâlde, konuya bütüncül ve geniş bir ufuktan bakılmalı, sonucu sadece hukuk tekniği ve madde değişikliği olarak görülmemeli.
Hepinizin yakından bildiği Suriye
Hepimizin yakından bildiği, Suriye, Irak, İran ve Türkiye’den belli toprak parçaları alınarak ABD kontrolünde ve onun karakolu olabilecek federe, bağımsız, özgür bir Kürt devleti kurmaya çalışılmaktadır. Bugüne kadar seslendirilen başta Büyük Orta Doğu Projesi olmak üzere diğer uluslararası projelerin amacı Orta Doğu’da sınırların ve ülkelerin küresel güçlerin isteklerine göre şekillendirilmesidir. Condoleezza Rice’nin “22 tane burada bağımsız devlet olacaktır.” ifadesi hâlâ hafızalarımızda yer etmiş ve silinmemektedir.
Genel esaslar: Anayasa toplumdaki marjinal grupların sesi olmamalı. Yapılan araştırmalarda yüzde 5 ile yüzde 8 arasında değişen etnik taassup sahibi bir grubun ırkçı, bölücü, terör ve onun siyasallaşan terör baskısıyla isteklerini topluma kabul ettirmesi düşünülemez ve kabul edilemez. Bu ve bunun gibi nedenlerle anayasada herhangi bir değişiklik yapılamaz; bu, demokrasi değildir. Çağdaş ve ileri demokrasinin gerektirdiği değişiklik ihtiyaç duyulduğunda Türkiye Büyük Millet Meclisinde her zaman yapılır ancak bunun için hiçbir kesimin baskısını Türkiye Cumhuriyeti devleti kabul edemez. Farklılıklar bütünü zedelemediği ölçüde demokrasi işleyebilir. Sosyal bütünleşmenin olmadığı yerde demokrasiden söz edilemez, sadece teoride kalır.
Millî kimlik bir ülkede mevcut etnisiteleri de kapsar. O millî kimlik Türk kimliğidir. Etnisiteler ile milliyet çelişmez ve rakip değillerdir birbirlerine. Türk kimliği Türkiye’de etnisite kapsamında değildir ve etnik çağrışım yapmaz. Farklılıkları kutsallaştırarak vatandaşlara ve devletin varlığını reddederek, etnik ırkçılığa varan sapmaları teşvik ederek, silah bırakmamış terör örgütüyle müzakereye girişerek, hatta uzlaşarak, insanları birbirine ötekileştirerek ve garip açılımlarla demokratik bir anayasa yapılamaz. Böyle bir yol sosyal bütünleşmeyle de çelişir. Hiçbir ciddi devlette çözülme ve etnik bölünme, demokratikleşme ve özgürleştirme olarak kabul edilemez; bunun, hiçbir ciddi devlette yaşanmış bir örneği yoktur.
Terör konusunda ülkemizin özel şartları diğer birçok ülkeden farklıdır. Devletin egemenlik haklarını, toprak bütünlüğünü, millî varlığını hedef alan bölücü ve ırkçı terörün vatandaşlarımızın en önemli insan hakkı olan yaşama hakkına yönelen tehdit ve saldırılarının hızını artırdığı bir ortamda anayasa çalışmalarının yapıldığı göz ardı edilmemelidir. Teröre teslim olmuş, teröristlerin taleplerine boyun eğmiş görüntüsü veren bir Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Hükûmeti düşünülemez. Hükûmeti ve devletimizi itibarsızlaştırır. Bu teslimiyetçi tutum geleceğimizi çizmemizde telafisi mümkün olamayacak, onarılamayacak aksaklıklar ortaya çıkartır.
Sözde özerklik ilan ederek Türkiye Cumhuriyeti’ni tanımadıklarını söyleyen bölücü, ırkçı teröristlerin siyasi kanadının amacı çok açık olarak bellidir, kendileri de ifade etmektedirler. Küresel güçlerin desteğiyle demokratik Kürdistan’ı kurmayı, topraklarımızı bölmeyi amaçladıkları bilinen bir gerçektir. Zaten bölücü terörün küresel güçler tarafından desteklenmesinin amacı da budur. Küresel güçlerin tek dünya düzeni için ve bu bölücü, ırkçı terör örgütü PKK ve onun siyasallaştırılması ile küresel güçlerin Türkiye'nin bölünmesi ve Kürdistan’ın kurulması amacı açık ve nettir. Anayasa’nın 127’nci maddesi kullanılarak bölgesel özerklik sonucunu doğurabilecek madde değişikliklerine gidilmemelidir.
Dillendirilen ve planlanan bir başka husus, Güneydoğu’nun bölünerek federatif bir yapı oluşturulmasıdır. Anayasa’da belirtilen “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.” maddesi yerine, bölünmüş, federatif bir yapı ortaya çıkartılacaktır. Oluşturulacak yeni bir yapıyı yönetmek için başkanlık sistemi getirilecektir. Bugün, başkanlık sistemine geçilerek başkan olmak isteyenlerin kişisel talepleri ve hırsları için Türkiye’yi bölmeye ve cumhuriyeti değiştirmeye gerek yoktur. Türkiye Cumhuriyeti’nde devlet başkanı, cumhurbaşkanı olmak isteyen her hak sahibi için yasal düzenleme mevcuttur. Küresel güçlerin emellerine hizmet edecek bölünmeyle, kişiye hizmet edecek oldubitti ile devletimiz, milletimiz karşı karşıyadır. Yüzde 50 oy dolaylarında oy potansiyeline güvenerek cumhuriyetimizin ortadan kaldırılması düşünülmemeli, zira, bu rakamlar her an değişebilmektedir.
Millî hukuk dışlanarak evrensel hukukun ele alınması, sosyal yapımızın ve ülke gerçeklerinin hesaba katılmaması uygulamada boşluklar ve çelişkiler doğurur, egemenlik devredilmiş olur. Egemenliğin kısmen de olsa devri söz konusu olamaz. Çok açık bir şekilde içlerine almayacaklarını her defasında beyan eden Avrupa Birliğinin… Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurumsal yapısının bozulması, kurumlarının ve onun işleyen düzeninin bozulması, Türk milletinin ihtiyacı olamaz ve Türk milleti buna izin vermez. Bir ülkenin millî birlik ve bütünlüğünün tartışmaya açılmaması insan hakları konusunda bir eksiklik değildir. Hiçbir ciddi ve demokratik ülkenin buna izin vermemesi o devletin meşruiyetini zayıflattığı şeklinde yorumlanamaz. Nitekim milletlerarası birçok sözleşmede millî devletin toprak bütünlüğünün korunması esas alınmakta, etnik, dinî, ırki esaslara ve düşmanlık duygularına göre örgütlenmeye sınırlar konmaktadır. Bizdeki eğilimin aksine, teröre ve etnik ırkçılığa özgürlük tanınmamaktadır. Türk, tarihinde ırkçılık yapmadı, Türkiye’de Türk’e karşı ırkçılık yapılmamalıdır.
Son dönemde de emperyal bir devlet olmaya zorlanmaktadır ülkemiz. Bize millî devlet ve üniter yapıdan uzaklaşmamız, çok kültürlü bir yapı kazanmamız, anayasamızı buna göre yaparak Orta Doğu ve İslam aleminde yeni imkânlar kazanabileceğimiz telkin edilmekte. Yeni Osmanlıcılık çok değişik tuzaklarla doludur. Suriye ve Libya politikasında değişme, terör örgütüyle mücadele yerine müzakereye girişme, Orta Doğu’daki rejimlerin muhaliflerine sahip çıkma gibi gelişmeler sebepsiz değildir. Dış politikada millî duruşumuzun olmaması, millî menfaatlerimize dayalı dış politika yerine komşularımızla sıfır sorun politikası sağlıklı olarak yürümemektedir. Atatürk’ün veciz sözü, perdede olduğu gibi görülmektedir: “Yurtta barış, cihanda barış.”
Batılı ülkelerde yürümeyen, yürütülemeyen ve bölünmelere neden olan çok kültürlülük ve bunu çağrıştıran ifadelere, kolektif ve grup haklarına yer verilmemeli. Türk milleti ne çok kültürlülük tanımlarına uygun ne de tesadüfen bir araya gelmiş bir topluluktur. Millî Mücadele’yi başarıp, cumhuriyeti kuranlar da tesadüfen bir araya gelmediler. Oldukça homojen yapılarda çok kültürlülük uygulamaları güç kaynağı değil, çatışma kaynağı olabilir. Son zamanlarda gündeme sokulan “anayasal vatandaşlık”, “çok kültürlük”, “Türkiyelik” kavramları millî devlet olarak örgütlenmiş Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerinin kökten değiştirilmesi çabası olarak değerlendirilir.
Anayasa’nın başlangıç kısmında “Devletin adı ve temel nitelikleri” başlığını arz ediyorum Sayın Başkanım, Sayın Bakanım. Başlangıç kısmı mevcut hâliyle korunabilir ya da millî devlet, üniter yapının korunması şeklinde ilave edilebilir. İlk üç maddesi, yine daha önce arz ettiğimiz gibi, 4’üncü maddesiyle beraber korunmalı. Ülkenin bölünmez bütünlüğü ilkesinden değişik sebeplerle rahatsız olup farklıları dışlama ya da bastırma olarak görmek anlaşılabilir değildir. Anayasa değişiklikleri devletin ülkesi ve milletiyle bölünmesi, sonlandırılması amacıyla yapılmamalıdır.
Milletleşme biyolojik bir tasnif değildir. Millî seviyede ortak bir yaşama tarzına kavuşturulmalı, millî mutabakatlar geliştirilmeli, millî seviyede ortak kabul ve retlerin, ortak payların ortaya çıkarılması gerekmekte. Milletleşme, her türlü etnik mezhep, aşiret, boy ve bölge taassubunun aşılarak millî seviyede “biz” duygusunun hissedilmesidir. Demokrasi etnik bağnazlık kabul etmemektedir.
Laiklik ilkesi özgürlük boyutuyla ele alınmalı, din ve devlet işlerinin ayrılığının yanı sıra din hürriyeti boyutu da Anayasa’da korunmalıdır. Devletin din ve inançlar karşısındaki tarafsızlığı da garanti altına alınmalıdır. Laiklik ve bireyin vicdan hürriyeti teminat altına alınmalıdır.
Millî devlete, millî kimliğe karşı alternatif kimlik ve egemenlik alanları açmak, demokratikleşme değildir. Egemenliğin Türk milletine ait olduğunu belirten 6’ncı maddesi mutlaka korunmalıdır. “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” sözü, Atatürk’ün veciz sözü akıldan çıkarılmamalıdır.
Devlet, Türkçeden başka bir dilde eğitim ve öğretim yapmamalı, Türkçeden başka bir dil Türk vatandaşlarına ana dil olarak öğretilmemeli. Resmî dil millî birliği oluşturan en önemli unsur. Anayasa’da ana dilde eğitim verilmeyeceği hükmü olmalıdır.
“Aile, Türk toplumunun temelidir.” ifadesi Anayasa’da yer aldığı gibi korunmalıdır. Manevi ve ahlaki değerleri yıpratıcı ve bozucu aşırı liberal düzenlemelerden mümkün olduğu kadar kaçınılmalıdır.
Perdede gördüğümüz ifadeler Anayasa’mızda, mevcut Anayasa’mızda yer alan terimlerdir, ifadelerdir; Türk, Türk milleti, Türk devleti, Türk vatanı, Türk varlığı gibi. Bu terimler bizlerin tamamını, bizlerin bütününü hiç ayırt etmeden ifade eden terimlerdir. Bunlar değiştirilmeden aynen korunmalıdır.
Sayın milletvekillerimizin ve Sayın Cumhurbaşkanımızın etmiş olduğu yeminler Anayasa’da aynı mevcut hâliyle korunmalıdır. Vatana ihanet ya da menfaat temin etmek maksadıyla bilerek ve isteyerek organize, örgütlü bir şekilde ormanları yakmak suçları için ceza getirilmeli. Zira, Sayın Cumhurbaşkanımız için vatana ihanetten suçlama yapılabiliyor, yasada olduğu gibi ancak bu suçları işleyenler için bir hüküm yok.
Temel hak ve hürriyetleri biraz önce de sunmuştuk. Yükseköğretim hakkından mahrum bırakılmamalı insanlar kılık kıyafeti nedeniyle. Ferdi ihmal etmeyen, toplumu da dışlamayan bir anlayış çerçevesinde insan haklarına dayanan devlet anlayışı olmalı. Başkalarının haklarına saygı gösterme yükümlülüğü olmalı. Evrensel düzenlemeler dikkate mutlak surette alınmalı. Özel hayatın gizliliği, zira son dönemlerde çok önem arz etmekte, mutlak surette korunmalı.
Kuvvetler ayrılığı prensibine değinmiştik. Yürütmenin yargıya etkisi ve baskısı olmamalı, yargı tam bağımsız olmalı. Adalet Bakanı ve müsteşarlar Savcılar Yüksek Kurulunda olmamalı düşüncesine sahibiz.
Diyanet İşleri Başkanlığı siyasi vesayetten kurtarılmalı, cumhuriyet ve Atatürk düşmanı din adamı yetiştirilmesine engel olunmalı. Atatürk yaşamış, hakkın rahmetine kavuşmuş bir kişidir, bir insandır ama bize kendi isminden, kendinden ziyade onun düşünce ve fikirleri önemlidir. Onun yaşaması, onun hayat bulması önemlidir bizim için. Din, simsarların ve cemaatlerin eline bırakılmamalı. Cumhuriyet karşıtı cemaatlerin faaliyetlerine izin verilmemeli. Cumhuriyet bizim için yaşam biçimidir.
Parlamenter demokratik sistemden vazgeçilmemeli. Seçmenin oyu Meclise yansımalı, temsilde adalet tesis edilmeli. Ciddi sıkıntılardan birisi, toplum arasında sürekli konuşulmakta. Buna çözüm bulunmadığı takdirde, kuvvetler ayrılığı prensibine uyulmadığı müddette bu sıkıntılar devam edecek diye düşünmekteyiz.
Siyasi partilerin kapatılması zorlaştırılmalı ancak vatana ihanet ve cumhuriyet ve laikliği ortadan kaldırmak isteyen yıkıcı, bölücü örgütler için de partiler kapatılmalı. Yine, parti kapatma yetkisi hukukçuların elinde, cumhuriyet başsavcılığının yetkisinde olmalı.
Milletvekilliği dokunulmazlığı, kürsü dokunulmazlığıyla sınırlandırılmalıdır. Milletvekili işlediği suçtan sorumlu tutulmalı.
Olağanüstü yönetim olağanüstü durumlar için gerekli olacağı için yine Meclisin yetkisiyle olacağından dolayı kalmalı. Yargı yolu açık olmalı.
Devletin kuruluş amacı ve felsefesi daima göz önünde tutulmalı.
Sonuç ve değerlendirme olarak, Sayın Başkanım, Sayın Bakanım; süreye de riayet etmek üzere biraz da hızlı geçtik.
Anayasa ülkenin ihtiyaçlarına cevap verebilmeli. Ismarlama ve dış dayatmalı bir nitelik taşımamalı. Burada “dış dayatma” diyoruz, zira, bundan önceki yaşamlarımızda da, siyaseti takip ettiğimizden, günü takip ettiğimizden şu düşünceye sahibiz: Sanki –bunu burada söylemekten hicap duyuyorum aslında Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında- Türkiye Cumhuriyeti hükûmetleri bağımsız değil, birileri bir işaret veriyor, sürekli sizlerden de duyuyoruz, Meclisten de duyuyoruz, okyanus ötesi veya işte Amerikan, emperyalistler… Neden? Biz kendi kendimize bir şey yapamıyor muyuz? Bu güç bizde var. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin son sözü: “Muhtaç olduğunuz kudret damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur.” Bu söze sadık kaldığımız takdirde, inandığımız takdirde hiç kimsenin dayatmasına, içteki siyasi çekişmelerden de kaynaklansa, şahsi siyasi menfaatlerimizi bir tarafa bırakarak, millî menfaatlerimizi, ülke menfaatlerini ön planda tutmak hepimizin hedefi olsun diye düşünüyoruz.
Bölücü ve ırkçı terörün dayatması ve talepleri karşılanmamalı. Zira, o insanlar da, ülkede yaşayan bütün insanlar da bizim, hepimizin kardeşi, hep beraber kardeşiz; kışkırtmaya, başkasının aile bütünlüğümüzü yıkmasına izin vermemeli, onlar da ailenin birer bireyleri; onların talepleri terör örgütü dayatması şeklinde Türkiye milletine, Türk milletine ve Türkiye Cumhuriyeti’ne dayatma olarak gelmemeli, Türkiye Cumhuriyeti bunu kabul etmemeli.
Parlamenter demokratik sistem vazgeçilmez olduğundan sürdürülmeli. Bölünmeyi amaçlayan, bölünmeye hizmet edecek federasyon, özerklik, başkanlık, yarı başkanlık sistemlerine izin verilmemeli, demokrasi teröre yenik düşürülmemeli, tam bağımsızlık ve millî egemenlik korunmalı. Uzlaşma sürecinde kimlik arayan, mensup olduğu devleti, milleti ve vatandaşlığı reddeden, etnik manada temsil kabiliyeti olmayan bir grubu tanıma adına Anayasa’da yer vermek bir milleti millî kimliği etniklik seviyesine indirmek toplumsal bir intihardır. Özellikle burasını intihar olduğundan dolayı siyah olarak koyma ihtiyacı hissettik. Düşündürücü Sayın Başkanım. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına -bir kere daha yazmışız- “Türk milleti” denir. Tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak ne pahasına olursa olsun korunmalıdır.
Ülkemizin asıl sorunlarının sebebi mevcut Anayasa olarak gösterilmemeli. Anayasa’da sorunlar varsa bunlar düzeltilebilir, kendi meselemizdir, arzu ettiğimiz takdirde biz onu millet olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak düzeltiriz ama kendi şartlarımız gereği uzlaşma oluştuğu, millî mutabakat sağlandığı, millî mutabakat, millî menfaatler gözetildiği takdirde.
Anayasa ve uygulanması çiğnenmemeli. Keyfî tutumlar, partizanlık ve kısır kamplaşma örneklerinin asıl sorunlar arasında olduğu görülmeli. Cumhuriyetin bizden sonraki nesillerine, birbirinden rövanş alma peşindeki güç mücadelelerini, ülkenin asıl sorunlarını tartışamayan kısır kamplaşmaları miras olarak bırakmamalıyız, güzel bir gelecek bırakmalıyız. Bu yanlış süreç Anayasa tarihimizde maalesef tepki anayasacılığını ortaya çıkarmıştır.
Anayasalar dönemlik ve mevsimlik değil, kalıcı belgelerdir. Bu bakımdan bugüne veya yarınlara ışık tutabilmelidir. Sadece mevcut siyasi ortamın etkisinde kalarak, bir fikir akımlarının güdümüne girerek Anayasa yapılmamalı.
Yeni Anayasa hazırlama çalışmalarının, bu gerçekler ve ilkeler ışığında yürütülerek Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş felsefesi, varoluş gerçekleri ve temel nitelikleri korunarak sürdürülmesi ve sonuçlandırılması gerekmektedir. Aksi takdirde bir defa daha dış güçlerin tuzağına düşerek millî varlığımıza büyük zararlar vermiş oluruz.
Sayın Başkanım, Sayın Bakanım, sayın milletvekillerim; şunu söylemek isteriz son cümle olarak da: Birçok sivil toplum örgütlerinden, iş dünyasından, siyaset dünyasından, akademi dünyasından görüşler alınıyor. Anayasa’nın değiştirilmesi sıkıntı olan maddeleri sol tarafa koysak, görüş bildiren kurumları da sağ üst tarafa doğru koysak, “Acaba hangi maddelere daha çok sadık kalınsın?” diye bir oylama yapılsa, ortaya çıksa, onu bizim milletimiz duysa, sonuç itibarıyla ben merak ediyorum şahsen, ilk üç maddenin değiştirilmesini arzu eden, gerçek manada arzu eden sayı ve çoğunluk var mıdır? Biz Sivas Dernekler Federasyonu olarak, buna ulaşmayacağını, dolayısıyla azınlığın çoğunluğa hükmetmesinin ve dış destekli taleplerin Türkiye Cumhuriyeti devleti için, Türk milleti için uygun hareket tarzı olmadığını, millî menfaatlerimizin, dile getirmiş olduğumuz gibi korunması gerektiğini düşünüyoruz.
Saygılarımızla arz ediyoruz.
Bizleri sabırla dinlediğiniz için teşekkür ederim.
Süreye de dikkat etmeye çalıştım ama az aştım Sayın Başkanım.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Peki, çok teşekkür ederiz.
Biraz sonra Sayın Meclis Başkanımızın riyasetinde bizim Uzlaşma Komisyonumuzun haftalık toplantısı olacak. O bakımdan saate bakmak durumundayız.
Ben teşekkür ederim.
Ancak, izin verirseniz birkaç cümle söylemek istiyorum: Bu Uzlaşma Komisyonu Parlamentomuzda grubu bulunan dört siyasi partinin temsilcilerinden oluşmaktadır. 12 Haziran seçimlerine giderken tüm siyasi partiler Türkiye için yeni bir Anayasa vaadinde bulunmuşlardır. Bu siyasi partiler, bu masada temsil edilen siyasi partilerden hiçbiri böyle bir vaadi ve burada bulunuşlarını dış emperyalist güçlerin talebi üzerine yapmamışlardır. Sunumunuzdan böyle bir sonuç çıkıyor. Ben böyle bir izlenim aldım. Ne benim partim ne Milliyetçi Hareket Partisi ne Cumhuriyet Halk Partisi böyle bir talimatla hareket eden partiler değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin birliğini, bütünlüğünü, bundan doksan yıla yakın önce kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti devletini ortadan kaldırıcı hiçbir girişime bu Parlamentoda bulunan bu siyasi partiler ve onların milletvekilleri izin vermezler. Siz ne kadar hassassanız bu konularda bilesiniz ki biz sizden daha fazla hassasız çünkü biz buraya kendimiz gelmedik, bizi millet gönderdi. Dolayısıyla bize oy veren insanların üzerimizde sorumluluğu var, sizden daha fazla bunları düşünürüz. O nedenle endişeye mahal yok. Vehimlerimize ve korkularımıza dayalı olarak da hareket etmeyelim. Türkiye'nin mevcut potansiyeline güvenelim ve geleceğine de güvenelim.
Tabii, bir hazırlık yapmışsınız, eksik olmayın, sundunuz ama biz tartışmalara katılmıyoruz Komisyon üyeleri olarak yani şu doğrudur, şu yanlıştır diye bir şey söylemiyoruz çünkü bütün bunları Anayasa yapım sürecinde biz arkadaşlar olarak kendi aramızda değerlendireceğiz. Bu önerileri değerlendireceğiz. Sizden önce başkaları da geldiler, işte Hacettepe Üniversitesi geldi, onlar da farklı şeyler söylediler, sizler de farklı şeyler söylediniz. Bir ortak aklı yakalamaya çalışıyoruz, Türkiye için bir ortak aklı yakalamaya çalışıyoruz, Komisyonumuzun da görevi ve sorumluluğu budur.
Ben teşekkür ederim. Tabii, Sivas Dernekler Federasyonu olarak bu konuya ilgi göstermeniz ve buraya kadar gelerek böyle heyet hâlinde sunmanız da takdire şayandır. Ben arkadaşlarıma da söz vereyim.
Rıza Bey, buyurun.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Aynı hassasiyeti ben de taşıyorum Sayın Başkan, sizin söylediğiniz sözleri paylaşıyorum.
Tabii, dıştan kumandalı hareket eden birtakım kişilerin bulunduğu suçlaması ağır bir laf, bunu kabul etmemize imkân yok fakat bundan benim anladığım, herhâlde kastedilen bu değil.
SİVAS DERNEKLER FEDERASYONU GENEL BAŞKANI ZEKİ BULUT – Kesinlikle değil.
RIZA TÜRMEN (Devamla) – Kastedilen herhâlde dış etkilerdir, yoksa, bizi dıştan kumanda eden hiçbir şey yok, aslında bunu siz de biliyorsunuz, ben de biliyorum, biz de biliyoruz. Bunda herhâlde kastedilen dış etkilerden fazla etkilenmememiz yolunda bir dilek, ben bunu böyle anlıyorum.
Çok teşekkür ederim verdiğiniz bilgiler, yaptığınız sunuşlar için.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Faruk Bey, buyurun.
FARUK BAL (Konya) – Tabii, Türkiye –ben de tebliğ sunacak hâlde değilim ama- Anayasa gibi ciddi bir konuyu gündemine getirip tartışırken tek başına bırakılmıyor, dışarıdan da birtakım itmeler, dürtmelerle de karşı karşıya kalacağımızı ben varsayıyorum. Bu vesileyle Sivas Kongresi ruhunu yani “Manda ve himaye kabul edilemez.”, “Milletin geleceğine ancak kendisi karar verecektir.” şeklindeki ruhu Anayasa yapımına katkı olarak sunduğunuz için hepinize teşekkür ediyorum.
SİVAS DERNEKLER FEDERASYONU GENEL BAŞKANI ZEKİ BULUT – Biz teşekkür ediyoruz.
Bir şey söyleyeyim, arz edeyim: Biz yüce Meclise güveniyoruz, güvenimiz tamdır.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Böyle olması lazım.
SİVAS DERNEKLER FEDERASYONU GENEL BAŞKANI ZEKİ BULUT – Tabii, Türkiye'nin bir gerçeği var, biz bu gerçeğin üzerine de bir çalışma yaptık. Biz bütün milletvekillerimize sonuna kadar güveniyoruz. Bu bir katkı payıdır. Bu katkı payından okunur, süzülür, süzülür, süzülür, bir sonuç elde edileceğini umut ediyoruz ama yine de söylediğim gibi, Sivas Dernekler Federasyonu 4 Eylül 1919’daki Sivas ruhunu arıyor bu Mecliste, o ruhu da burada görüyor. Sizlere güvenimiz tamdır, onda bir sıkıntı yok ama dış güçlerden kastımız da şu: Mutlaka sizler bunu iyi düşünüyorsunuz ama uyanık olmakta da fayda olduğunu düşünüyoruz, etkilenmemekte fayda olduğunu düşünüyoruz ve teşekkür ediyoruz.