1 nolu alt komisyon tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 2,81 Mb.
səhifə34/39
tarix27.12.2018
ölçüsü2,81 Mb.
#87124
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   39

  • Hükûmet sistemi -biraz önce söylediğim gibi- benim düşünceme göre Anayasa’nın en sorunlu alanlarından bir tanesi. Benim özellikle üzerinde çalıştığım bir konu olduğu için, raporu hazırlayan diğer arkadaşlarımdan bağımsız olarak bu düşünceyi ifade ediyorum. Anayasa’nın Hükûmet sisteminin temel mantığının, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle bu mantığın bozulduğunu düşünüyorum. Bu yönde ne yapılabilir? Hükûmet sistemi sorununu üç temel aşamada ele almamız gerektiğini düşünüyoruz: Yasama, yürütme üyelerinin seçilme usulleri, görevden gitme usulleri, anayasal ve siyasal yetkileri.

  • Yasama ve yürütme organlarının oluşumunda ayrı ayrı seçimler yapılması, birbirlerini görevden alamamaları ve yetkilerini kullanırken fonksiyonel ayrılık ilkesi ile çalışmaları, Başkanlık sisteminin bir temel özelliği. Bu üç özellik Başkanlık sistemini esaslı biçimde parlamenter sistemden ayırmaktadır.

  • Parlamenter sistem ise genellikle tekil bir demokratik meşruiyet şeması üzerine oturur. Demokratik olarak seçilen parlamento içinden bu parlamentoya karşı siyasi sorumluluğu bulunan bir bakanlar kurulu çıkmaktadır. Başbakanın atanma biçimi, hükûmetin kuruluşta güvenoyuna ihtiyaç duyulması, güvensizlik oyunun birlikte yani kolektif olup olmaması, yalnızca yeni başbakanın seçimine bağlı olarak ortaya çıkabilmesi, bireysel siyasal sorumluluğun bakanlar için kabul edilip edilmemesi gibi hususlar parlamenter sistemlerde ülkelerin siyasi özellikleri çerçevesinde değişkenlik gösterebilmektedir. Çok değişik alt türlerine rastlayabiliyoruz parlamenter sistemin, bu biraz önce saydığım unsurlar bakımından. Ama ortak bir özellik yeri de var, o da hükûmetin parlamento içinden çıkması ve parlamento tarafından düşürülebilmesi. Yani parlamentoya karşı siyasal sorumluluğa sahip bir bakanlar kurulunun bulunması, aynı zamanda da bir cumhurbaşkanının bulunması.

  • Bu iki sistem arasında karma özellikler gösteren bir diğer sistemse yarı Başkanlık sistemidir. Bu sistemle de parlamentoya karşı siyasi sorumluluğu bulunan bakanlar kurulu yanında, yürütme içinde siyasi güç ve yetki kullanabilen seçilmiş bir cumhurbaşkanı da bulunmaktadır.

  • Şimdi, bizim sistemimiz, Hükûmet sistemi tercihlerinde mevcut Anayasa’dan bağımsız olarak Başkanlık sistemiyle ilgili bir değerlendirme yapmak istiyorum. Başkanlık sistemi, katı bir kuvvetler ayrılığı sergilemektedir. Başkanlar birlikte çalışamadıkları meclislerin erken seçime gitmesini sağlayamadıkları gibi, artık toplumsal desteği bulunmayan bir başkanın da yasama tarafından düşürülebilmesi söz konusu olamamaktadır. Bu biçimiyle esneklikten yoksun bir yapıdır Başkanlık sistemi ve hâkim siyasi çoğunlukların elinde toplumdaki diğer tüm kesimlerin keskin biçimde iktidardan dışlamasına yol açmaktadır. Yasama ve yürütmenin ayrı ellerde bulunması durumunda da sistem tıkanmaları oluşabilmektedir. Bu nedenle, Başkanlık sistemi her durumda daha baştan ciddi sorunlara gebe bir sistemdir. Tıkanma hâllerinde yani yasama ve yürütme organlarının birbiriyle çalışamadıkları durumlarda ki bu tüm Başkanlık sistemlerinde çok ortaya çıkan bir sorundur. Amerika, bunu kendine özgü siyasal özellikleri ile kısmen aşabilmektedir, birleşik devletler. Latin Amerika’da ise bu tıkanmalar demokrasi dışı yöntemleri beraberinde getirebilmektedir ya da günümüzde rastladığımız bir eğilim bu, başkanlara yasa gücünde kararname yapma yetkisi tanınması. Bu şekilde, yasama meclislerinin neredeyse sistem içinde ağırlığını sıfırlayarak tıkanıklıkları aşma yöntemi. Özellikle Başkanlık sisteminde nispi temsil sistemi varsa yasama organının oluşumunda, siyasal bölünmeler ve farklılıklar parlamentoya bir ölçüde yansıtabilmekteyse mevcut farklılıklar yürütmenin oluşumuna yansıyamamaktadır. Yani yasama organının içine dâhil ettiğiniz farklı çoğunlukları yürütmeye dâhil edemiyorsunuz, yürütme muhakkak tek siyasi özellikten oluşur gözüküyor. Bu tarz yapılarda başkanlar parlamenter azınlık hükûmetlerine benzer bir konumda kalıyorlar. Oysa heterojen özellik gösteren toplumlarda iktidarın geniş düzeyde paylaşılması siyasal istikrar için bir zorunluluktur. Siyasal istikrar, hükûmet istikrarından farklı olarak geniş biçimde tatmin olmuş siyasal, toplumsal grupların varlığını gerektirmektedir. Başkanlık sisteminde yürütmenin yapısı bunu baştan imkânsız hâle getirmektedir. Amerika Birleşik Devletleri gibi iktidarın ideolojik farklılıkları yansıtmayan iki ana grup arasında gidip gelmediği, kısmî bir sayısal çoğunluğun yanında ciddi toplumsal, sınıfsal fark ve bölünmelerin bulunduğu toplumlarda parlamenter sistem, iktidarın paylaşımına imkân sağlayan esnek yapısı ile istikrara hizmet etmektedir. Ayrıca, dünya literatüründeki genel eğilim parlamenter sistemin bu iktidarı, bu esnek yapısı sebebiyle, yani koalisyonların daha kolay kurulabilmesi ve yaşayabilmesine hizmet eden yapısı sebebiyle demokrasiye de daha açık bir hükûmet sistemi olarak kabul edilmektedir.

  • “Parlamenter sistemlerin esnek yapısı” derken kastettiğimiz şey, fesih, erken seçim gibi demokratik yollarla krizlerin aşılabilmesi, krizlerin varlığı hâlinde halkın hakemliğine gitmeyi sağlayan formüller bunlar. Yani birbiriyle çalışamayan bir yürütme ve yasama ortaya çıktığında sandığa gidebilmek bir esneklik sağlamakta ve bu parlamenter sisteme özgü bir unsur olmaktadır. Demokratik katılımla birlikte istikrarı besleyecek formüllere çok daha açık bir yapıdır parlamenter sistem. Öte yandan, parlamenter sistemlerin bir dezavantajı olarak ortaya atılan koalisyon hükûmetleri, hükûmet istikrarsızlığı gibi sorunlar aslında hükûmet sistemi ile doğrudan ilgili olmayıp, bölünmüş siyasi parti yapılarından kaynaklanmaktadır. Üçten fazla etkin siyasi partiye sahip çok partili siyasal sistemler, bu yapılarının gereği olarak bölünmeyi parlamentoya taşıdıklarında, içlerinden birinin tek başına hükûmet olamaması gibi sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Bu durum özellikle mevcut bölünmüş yapıyı manipüle etmeden parlamentoya yansıtan nispi temsil sistemleriyle birlikte koalisyonlara neden olmaktadır.

  • Ancak, unutmamak gerekir ki hangi hükûmet sistemi benimsenirse benimsensin, özellikle coğrafi olarak bölünmüş yapılar parlamentoya yansıyacaktır ve zorlayıcı bir etki yaratmak için demokratik temsilde zafiyet yaratma pahasına çoğunluk sistemi benimsense dahi bu değişmeyecektir. Çünkü coğrafi bölünmede o bölgede bir çoğunluğa sahipse bir grup bu yine Parlamentoya yansıyacaktır.

  • Başkanlık sistemlerinde de koalisyonlarla karşılaşıyoruz aslında. Başkanlık sistemlerindeki koalisyonlar şu şekilde ortaya çıkıyor: Doğrudan hükûmet içine alınmadan dışarıdan desteklemek suretiyle ortak bir politika oluşturmaya çalışıyorlar. Doğrudan hükûmet içine alınarak da yapılmaya çalışılıyor kimi zaman ama Başkanlık sisteminin yürütme yapısı başkan ve sekterlerinden yani bakanların konumu Bakanlar Kurulundaki, parlamenter sistemdekinden farklı olduğu için, başkan ön plana çıktığı için ve başkanın da tek bir kişi ya da partiye ait olacağı belli olduğu için koalisyon yapılarının yürütülmesinde, iktidarın yürütme içinde paylaşılmasında sorunlarla karşılaşılıyor. Latin Amerikan örneğinde, özellik nispi temsili benimsemiş Latin Amerika ülkelerinde çok sık karşılaşılan bir şey koalisyon, Başkanlık sisteminde ama yürütmede çok ciddi sorun var ve istikrarlı yasama politikaları üretemiyorlar, daima kısa vadeli yasalar yapılabiliyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde de bu şekilde olduğunu görüyoruz. Yasama organının üçte 1’i sürekli iki yılda bir seçime gidiyor. Bu, yasama politikası bakımından çok yerinde bir yöntem değil.

  • Arkadaşım geldi. Tam zamanında geldin. Evet, bitiriyorum ben de.

  • Bu bakımdan, Başkanlık sisteminin parlamenter sisteme göre hayatta kalması çok daha zor, ciddi zorluklar yaratabilmektedir. Hâlbuki parlamenter sistemlerde koalisyonların yaratacağı tehlikeler kurucu güvensizlik oyu gibi yöntemlerle, kimi istikrarsızlığı azaltıcı anayasal formüllerle azaltılabilmektedir. Bu bakımdan, çoğulcu demokrasiyi destekleyecek bir hükûmet sistemi arayışına girdiğimiz zaman Türkiye’de bölünmüş yasama çoğunluklarına sahip Başkanlık sistemlerinde başkanın icraatlarını kolaylaştıracak bir uzlaşma zemini yaratılmasındaki güçlük ve mevcut örneklerde karşılaştığımız sistematik anayasal krizlerin sayısı ve bu sistematik anayasal krizlerin Başkanlık sistemi içindeki çözümlenmesindeki güçlükler bizi Başkanlık sistemini dezavantajlı bir sistem olarak görmeye itmektedir. Meclislerin bu denli geri plana itildiği bir yapı demokrasi için de elverişli bir yapı değildir kanımızca. Anayasal ve siyasal kontrol ve denge mekanizmaları zayıf ülkelerde bu tip durumlarda çok çabuk biçimde kontrolsüz, keyfî, hukuk dışı yönetimlerin ortaya çıkabildiği görülmektedir. Bu bakımdan, parlamenter sistem ülkemiz için en uygun sistemdir diye düşünüyoruz.

  • Bu sitem içinde cumhurbaşkanının konumuna gelince, “Mevcut Anayasa’daki dinamik bozuldu.” dedik. Eğer cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinden bir geri dönüş olmayacaksa, halk tarafından seçilmiş bir cumhurbaşkanına sahip bir parlamenter sistemde yaratılabileceği ve bunun da işleyebileceğini düşünüyoruz. Yani cumhurbaşkanı halk tarafından seçilmiş olabilir ama sistem parlamenter kalmaya devam edebilir, temel savımız bu. Bunu yapmak için, tabii, yarı Başkanlıkla parlamenter sistem arasında bir noktada bulunuyor şu anda Türkiye, cumhurbaşkanının yetkisizleştirilmesi, iktidarsızlaştırılması gerekiyor. Parlamenter sistemin cumhurbaşkanı siyasi iktidarı kullanan bir cumhurbaşkanı değil. O zaman şunu sorabilirsiniz: “Halk tarafından seçilmiş bir cumhurbaşkanı nasıl olup da siyasi iktidardan uzak kalacak?” Bunun dünyada bazı örnekleri var, İrlanda gibi, Avusturya gibi. Seçilen ve siyasi iktidar kullanmayan cumhurbaşkanları olabilmekte. Bizim önerimiz anayasal yetkilerinin mümkün olduğu kadar minimalize edilmesi, cumhurbaşkanının sosyal bir iktidar kullanan konumda olması yani toplumu birleştiren, devletin birliğini temsil eden, bu bakımdan siyasi gücü Başbakana ve Bakanlar Kuruluna terk eden ama sosyal birtakım görevler üstlenmiş ve halk tarafından seçilmiş bir cumhurbaşkanı olabileceği kanısındayız. Ama hemen şunu belirtmek isterim: Esasen parlamenter sistemin yapısına en uygun olan cumhurbaşkanının Meclis tarafından, yasama Meclisi tarafından seçilmesi olmaktadır, eğer bir geriye dönüş olamayacaksa 2007 referandumundan.

  • Burada cumhurbaşkanının -mevcut Anayasa’daki bir eksiklik bu- kişisel suçlarından ve vatana ihanet suçundan kaynaklanan cezai sorumluluğunun açıkça düzenlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Cumhurbaşkanı bakımından cumhurbaşkanının sembolik konumda kalabilmesi için tüm siyasi partilerin cumhurbaşkanının bu konumda olduğunun bilinciyle aday gösterme sürecine dâhil olması gerektiğini düşünüyoruz. Yani adaylar gösterilirken birincil konumda bulunan, siyasi kimlik taşıyan adaylar yerine, devlet adamı kimliği ön plana çıkan, yahut da lider konumda bulunmayan siyasiler tercih edilmelidir diye düşünüyoruz, aksi takdirde lider konumda bulunan bir cumhurbaşkanı defakto siyasi bakımdan güçlenebilmekte Fransa örneğindeki gibi. Yani anayasada yazılı olmadan da siyasi iktidar odağı hâline gelebilmektedir.

  • Ayrıca, bir önerimiz de cumhurbaşkanıyla parlamento çoğunluğu arasında ileride bir çatışma yaşanması durumunda, halkın seçtiği cumhurbaşkanıyla halkın seçtiği parlamento arasında bir çatışma yaşanması hâlinde bu çatışmayı çözmeye yönelik formül. Bu aslında şu demek: Parlamento çoğunluğuna dayanan hükûmetle, başbakanla cumhurbaşkanı arasında bir çatışma yaşanırsa ve bir kriz çıkarsa bunu nasıl aşabiliriz? Bizim önerimiz yasama meclisinin nitelikli çoğunlukla Cumhurbaşkanlığı seçimlerini yenileyebilmesi. Böylece cumhurbaşkanı konusunda yani başbakanla ve parlamento çoğunluğuyla anlaşamayan cumhurbaşkanı erken seçime götürülebilecek, ancak cumhurbaşkanı seçimden başarıyla çıkarsa yasama meclisi seçimleri yenilecektir. Yani bu krizlerde halkın hakemliğine başvurmak suretiyle krizin çözülebileceğini düşünüyoruz. Tabii, cumhurbaşkanının tek başına kullanabileceği hiçbir yürütmeye ait yetkisi olmaması gerektiğini düşünüyoruz. Tüm yetkilerinin Bakanlar Kurulunun ortak imzası ve Bakanlar Kurulunun siyasi iradesi doğrultusunda kullanılması gerektiğini düşünüyoruz. Tek başına kullanabileceği atama yetkilerinin yasama organına ya da işte yargıya ilişkinse yargıya ait kurullara bırakılabileceğini düşünüyoruz. Anayasada da anayasal yetkilerin minimalize edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

  • Yasamaya ilişkin kısaca öneriler, milletvekili seçilme yeterliliğine ilişkin 76’ncı maddedeki suç ve cezaların kapsamının daraltılması gerektiğini, seçilme yeterliliğine ilişkin süresiz öngörülen kısıtlamalarda suç ve ceza niteliği ve ağırlığıyla orantılı sürelerle sınırlı olması gerektiğini düşünüyoruz.

  • YSK’nın Türkiye’ye özgün bir model oluşturduğunu, bu modelin muhafaza edilebileceği, ancak YSK’nın daireler ve genel kurul biçiminde yapılandırılması. Daire kararlarına karşı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 13’üncü maddesi ve İHAM kararları doğrultusunda etkin başvuru yolunun gereklerini karşılayacak biçimde, genel kurula itiraz yolunun açılabilmesi, YSK’nın yeni anayasada “Yargı” başlıklı bölümde düzenlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Yasama dokunulmazlığı ve meclis soruşturması kurumları bakımından da Türkiye’de neredeyse temiz siyaset ve hesap verilebilirlik bakımından bir mutabakat bulunmaktadır. Burada yasama dokunulmazlığının sorgulanamaz ve yargılanamaz biçimindeki kovuşturma engellerinin yeni düzenlemede kaldırılmasını savunuyoruz, sadece “gözaltına alınamaz, tutuklanamaz, hapsedilemez” biçiminde olmalı. Yani gözaltına alınmadan, tutuklanmadan yargılamanın devam edebileceğini düşünüyoruz. Yani yargılama durmasın, sadece sorgulama olabilsin, yargılama olabilsin ama gözaltına alma, tutuklama ve hapis olamasın diye düşünüyoruz. Bakanların görevleriyle ilgili işledikleri suçlardan dolayı yargı önünde hesap vermelerini sağlama amacıyla öngörülmüş olan meclis soruşturması kurumunun, Türkiye’deki uygulamada görev başındaki bakanlar bakımından bir işlevi kalmamıştır. Daha çok eski bakanlar hakkında oluyor ve eski bakanlar hakkında da zaman aşımı ve delillere ulaşamama gibi durumlar oluşuyor.

  • Temiz siyasetin hâkim olabilmesi açısından meclis soruşturmasının işlevselliğinin artırılması gerektiğini düşünüyoruz ve yeniden bu yönde düzenleme olmalı. Meclisin ilgili bakanı Yüce Divana sevk ya da sevk etmeme kararlarının, itiraz biçiminde Anayasa Mahkemesince denetlenmesi gerektiğini savunuyoruz.

  • Diğer bir çözüm de meclis soruşturmasını yapacak olan komisyon görevinin bir yargı yerine -yani Yargıtayın bir dairesi olabilir- bırakılmasıdır. Bu da, bu konuda siyasi değil yargısal bir karar alınmasını sağlayacaktır.

  • Ben burada bitiyorum, sözü arkadaşım Burak Çelik’e bırakıyorum, o tamamlayacak raporumuzu.

  • Saygılarımla.

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ AR. GÖR. BURAK ÇELİK – Çok teşekkür ediyorum.

  • Elde olmayan gecikmeden dolayı tekrar özür diliyorum. On birde bindiğim uçaktan “Teknik bir arıza var.” diyerek kalkış aşamasında indirdiler. On ikide bindiğim uçakta, bire kadar uçağın içinde bekledim havalanmadan, iki de ancak burada olabildim.

  • Ne kadar zamanım var acaba, ona göre devam etmek isterim.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Mümkün olduğu kadar kısa…

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ AR. GÖR. BURAK ÇELİK – Kısa tutacağız, tamam. O zaman ben de zamanı biraz idareli kullanmak bakımından burada yer alan şeylerin bazılarını…

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Normal olarak süremiz tamamlandı.

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ AR. GÖR. BURAK ÇELİK – O nedenle şey yaptım. O zaman bazı şeyleri burada yazsa da söyleyerek, hızlıca değinerek geçeceğim, zaten raporumuzda ayrıntılı olarak var.

  • Ben bizim raporumuzun “idare”, “yargı”, “Anayasa ve uluslararası hukuk” ve “Anayasa ve ekonomi” yönetimi başlıklı bölümlerini sunacağım.

  • “İdare” başlıklı bölümde, dediğim gibi, kısa geçmek istediğim için bazı şeyleri sadece söyleyerek geçeceğim, ayrıntıya girmeyeceğim. Kimi kurumların yeniden yapılandırılması gerektiğini, bu yapılanmanın yeniden ele alınması gerektiğini düşünüyoruz. Bunlar arasında Kamu Denetçiliği Kurumu, yerel yönetimler, üniversiteler ve YÖK, Diyanet İşleri Başkanlığı ve RTÜK geliyor. Çok kısa söyleyecek olursam, Kamu Denetçiliği Kurumunun kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun biçimde düzenlenmesi, bunun uygun biçimde işlemesinin kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ilkelerine Anayasa’da güvence altına alınması gerektiğini ve yine kamu baş denetçisinin seçiminde de mutlak olarak nitelikli çoğunluk aranması gerektiğini düşünüyoruz. Yerel yönetimler ya da mahallî idarelerle ilgili olarak da biz üniter devlet yapısının korunması gerektiğini düşünmekle birlikte, yerel yönetimlerin idari özerkliğinin artırılmasından yanayız ve bunun Anayasa’yla güvence altına alınmasından yanayız.

  • Yine üniversitelerle ilgili olarak üniversitelerin idari, mali, bilimsel özerkliğinin Anayasa’da güvence altına alınması, Yükseköğretim Kurulunda bu özerkliği sağlayan ve üniversiteler arasında koordinasyonu sağlayan bir yapı olarak örgütlenmesi gerektiğini düşünüyoruz.

  • Diyanet İşleri Başkanlığının da inanç çoğulcuğunu güvence altına alacak şekilde yeniden yapılandırılması gerektiği kanısındayız. Benzer biçimde yeniden yapılandırılması gerektiğini düşündüğümüz bir kurum da Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, bu Kurulda da Kurulun yapılanmasında örgütlü meslek kuruluşlarının, sendikaların, sivil toplum kuruluşlarının ve akademik kuruluşların da Kurul içerisinde temsilinin ve Kurulun bağımsız ve özerk bir şekilde yapılandırılması gerektiğini düşünüyoruz.

  • İdareyle ilgili bazı bölümleri geçiyorum ama birkaç şeyi belki söyleyebilirim burada. Biz idari yargıyla ilgili olarak yürütmenin durdurulması koşullarının yumuşatılması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü bilindiği gibi Anayasa’nın 125’inci maddesinin beşinci fıkrasında yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi için işlemin uygulanması durumunda telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ya da idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması koşulları birlikte aranıyor. Bunun yerine, biraz daha bunu yumuşatmak için ivedilik arz eden bir durumu gerektirmesi ve hukuka aykırılık şüphesinin bulunmasının yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi için yeterli olduğunu düşünüyoruz.

  • Yargıyla ilgili olarak özellikle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Anayasa yargısı üzerinde duracağız, raporda da ağırlıklı olarak bunlar üzerinde durduk. Çünkü Türkiye’de yargı bağımsızlığı tartışması bilindiği gibi 1982 Anayasası kabul edildiğinden beri hep gündemde ve yargı bağımsızlığıyla ilgili olarak da en fazla tartışılan kurumlardan birisi Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ki 2010 Anayasa değişikliğine karşın bu tartışmanın sona ermediğini, tam tersine belki de alevlenerek sürdüğünü söylemek de olanaklı. Bizim, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu yargı bağımsızlığının kurumsal güvencesi durumuna getirmek için önerdiğimiz şeyler şunlar: Birincisi, Kurulun iki daire biçiminde çalışabileceğini düşünüyoruz 1961 modelinde olduğu gibi, Yüksek Hâkimler Kurulu ve Yüksek Savcılar Kurulu biçiminde. Bu tercih edilmez de Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu biçiminde tek bir yapının korunması yeğlenirse bu durumda da Fransa örneğinde olduğu gibi hâkimlerin özlük işlerinden sorumlu ayrı bir daire, savcıların özlük işlerinden sorumlu ayrı bir daire hâlinde çalışmasının uygun olacağı kanısındayız. Biz Kurulun yargı mensuplarının özlük işleri ve yargının örgütlenme ve işleyişiyle ilgili her konuda asıl söz sahibi olan organ konumuna getirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

  • Yine Kurulun yapılanmasıyla ilgili kimi önerilerimiz var. Cumhurbaşkanı tarafından Kurula üye seçilmesi yöntemine bir son verilmesi, bunun yerine kurulun yargıç, savcı olmayan, yargı mensubu olmayan üyelerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ve başta nitelikli çoğunluk olmak üzere çoğulculuğu güvence altına alacak yöntemlerle seçilmesi gerektiği kanısındayız.

  • Yine Kurulun yapılanmasıyla ilgili olarak bilindiği gibi en fazla tartışılan konu Adalet Bakanının Kurul üyeliği meselesi. Şimdi, ilkesel olarak Adalet Bakanının Kurulda bulunmasının, Kurul üyesi olmasının tek başına yani yalnızca Kurul üyesi olduğu için bunun yargı bağımsızlığına aykırı olduğunu söylemenin çok kolay olmadığını düşünüyoruz. Ama bununla birlikte, Türkiye’deki uygulamaya bakıldığında ve sadece Kurul içindeki yeri açısından değil, Adalet Bakanının ve Bakanlığın sistem içindeki konumunu bir bütün olarak göz önünde bulundurduğumuzda Bakanın Kuruldaki varlığının sembolik olmaktan çok uzak olduğunu ve gerçek, fiilî bir ağırlığı olduğunu düşünüyoruz ve bu durumun yargı bağımsızlığıyla bağdaşmadığı kanısındayız. 2010 Anayasa değişikliğinde de bizim kanımıza göre Adalet Bakanının konumunda kimi iyileştirmeler olmuş olmakla birlikte aslında bazı noktalarda Kurul daha önce bakan sıfatıyla kullandığı yetkileri şu anda başkan sıfatıyla, Kurul Başkanı sıfatıyla kullanmakta, Kurulu temsil, soruşturma izni verme gibi yetkiler… Bu nedenle, biz Adalet Bakanının ve Adalet Bakanlığı Müsteşarının, ki özellikle müsteşarın üyeliğinin karşılaştırmalı hukukta hiç örneği yok, bu üyeliklere son verilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

  • Yine Kurul içi itiraz mekanizmasıyla ilgili de kimi iyileştirmeler yapılması gerektiği kanısındayız. Çünkü bu konuda yapılan değişikliğe karşın Kurul içi itiraz mekanizmasının hâlâ Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 13’üncü maddesi anlamında bir etkili başvuru yolu oluşturmadığını düşünüyoruz. Bu nedenle, bu kurumun, bu mekanizmanın da yeniden düzenlenmesi ve disiplin kararını veren daire üyelerinin hiçbir biçimde itiraz hakkındaki görüşme ve oylamalara katılamamasının öngörülmesi gerektiği kanısındayız.

  • Son olarak Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluyla ilgili, Kurulun yalnızca meslekten çıkarmayla ilgili kararlarına karşı değil, her kararına karşı yargı yoluna başvurulması gerektiğini düşünüyoruz.

  • Yargıyla ilgili olarak ikinci üzerinde durmak istediğim kurum Anayasa Mahkemesi. Burada da önce Anayasa Mahkemesinin yapılanmasıyla ilgili bazı şeyler söyleyeceğim, daha sonra görev ve yetkileriyle ilgili. Anayasa Mahkemesine Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından üye seçilmesi esasının korunması gerektiğini düşünüyoruz. Bununla birlikte son turda da olsa basit çoğunlukla üye seçilebilmesi yönteminin kaldırılması ve seçimlerde bir nitelikli çoğunluk aranması gerektiği kanısındayız.

  • Öte yandan, cumhurbaşkanına, gösterilen adaylar arasından üye seçme yetkisinin kaldırılması, doğrudan doğruya sınırlı sayıda üyeyi Anayasa Mahkemesine seçme olanağı tanınması gerektiğini düşünüyoruz. Görev ve yetkileriyle ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin, iptal davası açma hakkının genişletilmesi gerektiği kanısındayız. Burada da yalnızca ana muhalefet partisi ve iktidar partisi meclis gruplarına değil, Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan siyasi parti gruplarına ve Meclise girememiş olmakla birlikte son milletvekili genel seçimlerinde belli oranda oy almış bulunan siyasi partilere de iptal davası açma hakkının tanınması gerektiğini düşünüyoruz.

  • Yine 1961 Anayasası’na benzer biçimde organ davası hakkının da iptal davasıyla ilgili olarak getirilmesi gerektiği ve üniversiteler, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, TRT, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu ve yerel yönetimler gibi kurumlara da kendi görev alanlarını ilgilendiren konularda Anayasa Mahkemesine başvurabilme olanağının tanınması gerektiği kanısındayız.

  • Yine Anayasa’nın 152’nci maddesinin dördüncü fıkrasındaki on yıl yasağının kaldırılması gerektiğini ve uluslararası antlaşmalar bakımından ön denetimin getirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

  • Yine Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkileriyle ilgili olarak olağanüstü hâl ve sıkıyönetim kanun hükmünde kararnameleri için tanınan yargı bağışıklığının kaldırılması ve bunların da Anayasa yargısına konu olabilmesi gerektiğini, yine Türkiye Büyük Millet Meclisinin Meclis soruşturması sonucunda verdiği kararlara karşı Anayasa Mahkemesine başvuru olanağının tanınması gerektiğini ve Anayasa Mahkemesinin Yüce Divan görevinin kaldırılması, bunu Yargıtayda oluşturulacak bir özel kurula Yüce Divan görevinin bırakılması gerektiğini düşünüyoruz.

  • Bireysel başvuru ya da anayasa şikâyetiyle ilgili olarak da kimi önerilerimiz var. Bir kere, bu kurumun adının değiştirilmesi ve içeriğine uygun biçimde anayasa şikâyeti olarak düzenlenmesi gerektiğini düşünüyoruz bunun. Çünkü her bireysel başvuru bilindiği gibi anayasa şikâyeti niteliğini taşımıyor. Öte yandan, bu hakkın kapsamı ve koşullarına ilişkin temel esasların da yasa koyucunun takdirine bırakmayacak bir biçimde Anayasa’da düzenlenmesi gerektiği kanısındayız.

  • Yargıyla ilgili olarak değinmek istediğim son husus askerî yargı konusu. Biz Askerî Yargıtay ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesi gibi yargı birliğini bozan kurumların varlıklarına son verilmesinin uygun olacağını düşünüyoruz.

  • Anayasa ve uluslararası hukukla ilgili de kısaca bazı şeyleri söyleyerek geçeyim. Uluslararası hukukun iç hukukumuzdaki yeri konusu bu alanda bu konuda yapılan çeşitli değişikliklere rağmen hâlâ zaman zaman tartışmalı ve karışıklık yaratır nitelikte. Bizim bu karışıklıkları engelleyebilmek için kimi önerilerimiz var, bunların birincisi yalnızca milletlerarası antlaşmaların değil, aynı zamanda milletlerarası antlaşmalar gibi uluslararası hukukun bir diğer asli kaynağı olan uluslararası teamül kurallarının da iç hukuk hükmünde olduğunun Anayasa’yla düzenlenmesi gerektiği.

  • Yine bir başka şey, uluslararası kuralların doğrudan uygulanabilirliğini sağlamak amacıyla Anayasa’ya “kişiler için haklar içeren uluslararası antlaşma hükümleri ve uluslararası teamül kuralları tüm yürütme ve yargı organları ile idari makamlar tarafından doğrudan uygulanır” biçiminde bir düzenlemenin konulması. Anayasa’nın 90’ıncı maddesinde yer alan temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmalar yerine de insan haklarının bütünlüğünün altını çizen ve uluslararası planda daha güçlü bir karşılığı bulunan “insan hakları” kavramının yer alması gerektiği ve insan haklarına ilişkin milletlerarası antlaşmalara yasalar karşısında bir üstünlük tanınması gerektiği kanısındayız.

  • Bu konuyla ilgili olarak son söyleyeceğim şey, Anayasa’nın başlangıcında Lozan’a atıfta bulunulmasının uygun olacağını düşünüyoruz ve “Bu anlaşmada ifadesini bulan tüm hakları ve barışçıl ilkeleri korumak kararlılığıyla bu anayasayı yapıyoruz.” gibi bir ifadeye yer verilmesinin uygun olacağını düşünüyoruz.

  • Son olarak anayasa ve ekonomi yönetimiyle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Son yıllarda birçok Avrupa ülkesinin ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki federe devletlerin ekonomi yönetimlerini anayasal ilkelere bağladıkları görülüyor. Bu da uluslararası yatırımcıların güveninin tesisi açısından olumlu bir rol oynuyor. Bu anayasal ekonomi yönetimiyle ilgili ilkelerin başında “anayasal borç limitleri” olarak adlandırılan, özellikle Almanya örneğinden esinlenerek uygulamaya konan ilkeler var. Bunların birinci işlevi konsolide bütçe açıklarına bir limit getirmesi. Bilindiği gibi Avrupa Birliği de azami bütçe açığının gayrisafi millî hasılanın yüzde 3’ü olacağını düzenlemiş durumda, çeşitli Avrupa ülkelerinde hatta yüzde 3’ün altında oranlar da var. Biz de Anayasa’ya bu tarz bir hüküm konmasının yerinde olacağını düşünüyoruz.

  • Yine bu anayasal borç limitleriyle ilgili, bunun ikinci işlevi de genel borç stokunu sınırlamaya yönelik işlev görmesi, bunların. Kimi Avrupa Birliği ülkelerinde yine İspanya, Polonya, Avusturya gibi, bu tarz ülkeler anayasalarına toplam kamu borcunun gayrisafi millî hasılanın yüzde 60’ını geçemeyeceği gibi hükümler eklemiş durumdalar. Türkiye’de de özellikle Avrupa Birliğiyle uyumu da sağlamak bakımından bu tarz bir düzenleme getirilmesinin yerinde olacağını düşünüyoruz. Tabii, bu tarz bir düzenleme getirilmesi durumunda olağanüstü hâlleri, ciddi ekonomik krizleri ve büyük çaptaki doğal afetleri içeren bir istisna hükmüne de yer verilmesi uygun olacak.

  • Yine ekonomi yönetimiyle ilgili özellikle son dönemde Avrupa Birliğinde yaşanan krizlerin de ortaya koyduğu bir gerçek, bu alanda faaliyet yürüten istatistik kurumlarının bağımsız bilgi sağlama işlevinin son derece önemli olduğu yönünde. Bu nedenle -bizim özellikle burada Türkiye İstatistik Kurumunun bağımsızlığı son derece önemli- biz TÜİK istatistik kurumunun Türkiye Büyük Millet Meclisine bağlanmasını, örneğin American Congressional Budget Office örneğinde olduğu gibi ve başkanının Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilebileceğini düşünüyoruz.

  • Yine ekonomi yönetimiyle ilgili olarak üzerinde durmak istediğimiz bir başka husus, Rekabet Kurulu, Merkez Bankası, İMKB gibi kurumların özerkliklerinin anayasal koruma altına alınmasının önemi. Tabii, burada sadece ekonomik yönetişime ve kamu maliyesine ilişkin ilkelerle yetinilmemesi ve aynı zamanda ekonomik eşitsizlikleri azaltacak ya da dengeleyecek hükümlerin de anayasaya eklenmesi önemli. Burada da en önemli kurumlardan birisi tabii ki Ekonomik ve Sosyal Konsey. Biz Konseyin işlevlerinin artırılması, üye yapısının anayasada belirlenmesi ve bu yapıda çalışanların örgütlerinin de Konsey yapısı içinde en az yüzde 50 oranında temsilinin sağlanması gerektiği görüşündeyiz.

  • Son olarak değinmek istediğim şey de bölüşüm politikalarını güçlendirmek için sendika hakkı ve toplu sözleşmeyle ilgili kimi hususlar. Kamu çalışanlarının sendikal haklarına ilişkin hükmün Uluslararası Çalışma Örgütünün konuya ilişkin düzenlemeleriyle uyumlu hâle getirilmesi ve kamu çalışanlarına grevli ve toplu sözleşmeli sendika hakkı tanınması gerektiğini düşünüyoruz.

  • Teşekkür ederim.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Evet, arkadaşlar, ben de teşekkür ediyorum, sağ olun.

  • Gerçekten çok kapsamlı bir konsültasyon metni olmuş.

  • Rıza Bey, sorunuz var mı?

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Yani çok teşekkür ederim, bu çok iyi bir sunuştu, çok geniş kapsamlı ve tercüme bir deyim olacak ama düşünmek için çok yemek verdi bize. O kadar çok söyleyecek şey var ki şimdi birkaç tanesine değineyim yani tartışma değil de soru, çünkü biz tartışmıyoruz, aslında tartışmak isterdim bunları, fakat tartışmıyoruz, yasak tartışma, soru şeklinde…

  • Bu, vatandaşlıkla önerinizi söylerken şey dediniz, “Eşit biçimde bir araya gelmiş” deyimini kullandınız. Ben yani kişisel olarak katılıyorum, vatandaşlıkla birlikte eşitlik ilkesi de olması, kullanılmalı, bu doğru, fakat bu şekilde mi kullanılmalı acaba eşitlik ilkesi? “Eşit biçimde bir araya gelmiş vatandaş” ne demek? Yani “eşit haklara sahip” mi demek, yoksa nasıl eşit? Yani eşit biçim, biraz açar mısınız bunu.

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ DOÇ. DR. ŞULE ÖZSOY – Eşit haklara sahip demek. İfade etmek istediği şey, Anayasa’da bir hak temelli bir anlayış ve bu hak temelli anlayışta uzlaşmış ve bu uzlaşmaya eşit biçimde katılmış, aynı zamanda bu haklardan da eşit biçimde faydalanan vatandaşlar.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Hak temelinde bir eşitlik burada. Anladım, evet.

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ DOÇ. DR. ŞULE ÖZSOY – Evet.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Biçimsel bir eşitlik değil.

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ DOÇ. DR. ŞULE ÖZSOY – Değil, hayır.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – “Din dersi zorunlu olmamalı.” dediniz, sonra dediniz ki: “Eğer din kültürü ile din dersi arasında böyle bir şey yapılacaksa, iki ders olacaksa o zaman din dersi seçimlik olabilir, bütün dinlere ağırlık veren, bütün dinleri öğreten din kültürü zorunlu olabilir.” Tabii, şimdi, bu iş çok karıştı. 4+4+4’te de bir seçimlik din dersi var. O 4+4+4’teki seçimlik din dersiyle sizin söylediğiniz din dersi aynı şey mi? Yani zaten seçimlik olarak 4+4+4 kanununda bir din dersi konuldu, o zaman buna gerek kaldı mı, zorunlu din dersine gerek kaldı mı?

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ DOÇ. DR. ŞULE ÖZSOY – Bizim söylemek istediğimiz Anayasa’dan “zorunlu din dersi” ibaresinin çıkarılması yani Anayasa’da böyle bir düzenleme olmaz.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Ama yerine bir şey konulmalı mı?

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ DOÇ. DR. ŞULE ÖZSOY – Yerine bir şey koymak durumunda değiliz yani zorunlu olmaması gerektiğini düşünüyoruz. Bu zorunluluğun zaten Anayasa eliyle getirilmemesi gerektiğini düşünüyoruz ama isteyen ailelerin din eğitimi alabilmesi de bir anayasal hak ama bunun devlet eliyle herhangi bir dinin, indoktrinasyon yapacak şekilde öğretilmesi biçiminde olmaması gerektiğini düşünüyoruz. Ne demek istiyorum, bundan kastettiğim, bir dinin kurallarının zorunlu din dersi biçiminde empoze edilmesi, ona uygun bir eğitim politikası benimsenmesi temel hakları ihlal edecektir diye düşünüyoruz. Ama böyle olmamakla birlikte, din eğitimi alınmasının da bir hak olduğunu kabul ediyoruz, sadece bu tarz bir zorunlu din eğitiminin temel haklar bakımından doğru olmadığını düşünüyoruz.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Zengin kararını okuduğunuz zaman şunu görüyorsunuz: Böyle bir ayrım yapılmış olsa bile, yani din kültürü ve din dersi ayrımı yapılmış olsa bile, din dersi seçimlik olsa bile bu din dersinin o, Zengin kararındaki kriterlere göre okutulması gerekecek yine.

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ DOÇ. DR. ŞULE ÖZSOY – Evet, tabii.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Hangisi, zorunlu olan mı?

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Zorunlu olanı, din kültürü zaten…

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ DOÇ. DR. ŞULE ÖZSOY – Zannediyorum şunu demek istiyorsunuz, sözünüzü kestim: Çıkanların seçmesi biçiminde değil de, derse katılmak isteyenlerin seçmesi biçiminde bir yöntem ve seçim usulünün ayrımcılık yaratmayacak şekilde olması gerektiğine ilişkin…

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – İşte aynı zamanda o, Zengin kriterlerinin de o zorunlu olmayan, seçimlik olan din dersinde de geçerli olması lazım yani eleştirel olması, objektif olması, işte çoğulcu olması filan gibi…

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ DOÇ. DR. ŞULE ÖZSOY – Tabii, tabii, evet.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Diyanet İşlerinin de şöyle bir şeyi var mı acaba? Diyoruz ki: “Diyanet İşleri Başkanlığı bütün dinlere, bütün inançlara eşit mesafede olsun, hepsini kapsasın.” filan… Fakat yani gayrimüslim inançlar yani Ortodokslar, Katolikler, Yahudiler Diyanet İşleri şemsiyesi altına girmek isteyecekler mi? Böyle bir mesele var yani.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Lozan’a dayanan şey var galiba, uluslararası hukuktan kaynaklanan bir statüsü.

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ DOÇ. DR. ŞULE ÖZSOY – Ayrıca, zaten Lozan’a dayanan… Tabii, yani zaten onu yapmamız mümkün değil, kiliselerin yapıları…

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Ama talep ederlerse olabilir tabii.

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ DOÇ. DR. ŞULE ÖZSOY – Zannetmiyorum.

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ AR. GÖR. BURAK ÇELİK – O nedenle, önerimizde, tabii, Lozan’dan kaynaklanan ayrı bir konumları da var ama o nedenle, ben burada biraz hızlı geçerken, zamanı tasarruflu kullanmak bakımından bazı bölümlerini söylemeden geçtim. Biz o nedenle şeyi savunuyoruz, metinde de öyle yer alıyor aslında. Farklı inanç gruplarının isteklerini de göz önünde bulundurarak yani o tarz bir talep İslam içindeki diğer şeylerden gelirse onlar da göz önünde bulundurularak belki değerlendirme…

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Talep ederlerse olabilir, çünkü Lozan’da gayrimüslimler için ayrı bir hukuk kurallarından oluşan ayrı bir sistem kabul edilmiş, fakat onlar daha sonra, Türk Medeni Kanunu kabul edildikten sonra bu haklarını kullanmaktan vazgeçmişler.

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ DOÇ. DR. ŞULE ÖZSOY – Yani bunu güvenceli bulmayabilirler. “Böyle bir şey isterler mi?” derken…

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Diyanet İşleri Başkanlığı özerk mi olmalıdır yoksa olmamalı mıdır?

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ DOÇ. DR. ŞULE ÖZSOY – Diyanet İşleri Başkanlığının, tabii, siyasi iktidardan belli ölçüde özerk olması gerektiğini düşünüyorum ben. Yani doğrudan doğruya bir din hizmeti veren bir kurumun doğrudan doğruya siyasi birtakım amaçlarla yönlendirilmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Bunun bir kamu hizmeti olarak ele alınmasını ve arkadaşımın söylemek istediği, yapısının da tek bir dine özgülenmemesi, bu kamu hizmetinin eşit biçimde tüm vatandaşların hizmetine açılabilmesi anlayışını taşıması, daha çok İslam’ın diğer mezhepleri bakımından tartışma söz konusu. Zaten dinler bakımından belli ölçüde…

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Mezhepler bakımından tartışma, Alevilik’i kastediyorsunuz.

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ DOÇ. DR. ŞULE ÖZSOY – Evet.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Mezhep olarak…

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ DOÇ. DR. ŞULE ÖZSOY – Başka mezheplerde olanlar da bu kamu hizmeti şemsiyesinden faydalanmak isteyebilirler.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Peki, bu bağlamda tekke ve zaviyelerle ilgili kanun hakkında ne düşünüyorsunuz? Çünkü “Alevilik” dediğimizde bunu da içeren bir yorum kısmı var bunun.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Hangi zaviyeden baktığınıza bağlı.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Teorik anlamda bir mezhep olarak nitelendirilmiyor tabii şeyde.

  • Siz ne diyorsunuz Rıza Bey?

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Hangi zaviyeden baktığınıza bağlı.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Zaviyenizi de söyleyerek söyleyin.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Aleviler kaldırılmasını istiyorlar tabii, yani kendileri bakımından.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Ama bir bütünlük yok tabii onlarda da, kendi içlerinde farklılıklar var.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Yani Alevi Bektaşi Derneği buraya geldiler, söylediler zaten, tekke ve zaviyeler yasağının…

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Bize gelenler de var.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Size gelenler de var, onlar kalmasını istiyorlar.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Kalmasını isteyenler ama bu şekilde temsilin çeşitlendirilmesini isteyenler var.

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ DOÇ. DR. ŞULE ÖZSOY – Şimdi, biz, tabii, üniversitem adına konuşacak durumda… Yani raporda böyle bir konuyu tartışmadık. Kendi adıma cevap verebilirim, o da şu olur: Aleviler adına konuşamam burada, sadece ben bütün vatandaşların anayasal haklardan eşit faydalanması gerektiğine inanan bir kişiyim, bir hukukçuyum. Bizim burada söylemek isteğimiz şey de bir kamu hizmeti din hizmeti almak. Yapılan harcamalarda da o eşitlik bazı çerçevesinde devletin birtakım kaynak aktarımları söz konusu. Kamu hizmetinin de eşit biçimde tüm inanç sahiplerine iletilmesini sağlayacak bir formül sağlanması ve tabii, bu formüle ulaşılırken bu inanç gruplarının temsilcilerinin görüşünü almak gerekir. Bizim üniversitemiz bu inanç grupları adına konuşabilecek konumda değil, durumda değil. Zaten, Alevi Bektaşi dernekleri görüş beyan etmişler, biz daha fazla bir şey söyleyemeyeceğiz bu konuda.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – İki konu üzerinde daha iki soru daha soracağım, ondan sonra sormayacağım. HSYK’da seçimle ilgili olarak dediniz ki: “Yargıç olmayan üyeler Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmelidir”. Peki, yargıç olan üyeler…

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ AR. GÖR. BURAK ÇELİK – Yargıç üyeler yargının kendi içinden yapacakları bir seçimle, şu andakine aslında biraz benzer bir şeyi savunuyoruz, yargının her kademesini temsil edecek bir biçimde ama burada yüksek yargıyla yargının alt dereceleri arasında daha dengeli bir oran olması gerektiği kanısındayız ve çoğunluğu yargıç üyelerin oluşturması gerektiği kanısındayız yani yargıç ve savcı, yargı mensubu olan üyelerin.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Adalet Bakanlığı bürokrasisindeki yargıçlar seçimlere girebilmeli mi sizce?

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ AR. GÖR. BURAK ÇELİK – Girememesi gerektiğini düşünüyoruz yani bunu çok da yine kendi aramızda tartışmamıştık, burada ben kendi adıma belki konuşabilirim, girememeliler diye düşünüyoruz. Çünkü birtakım şeylerde, yargıyla ilgili Avrupa Birliği istişari ziyaret raporlarında, hatta Venedik Komisyonunun hem Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluyla ilgili hem de yasasıyla ilgili hem de Hâkimler ve Savcılar Yasası’yla ilgili raporlarında da o Adalet Bakanlığı bürokrasisi içerisinde çalışan yargıç ve savcıların aslında bir süre sonra yürütmeyle bürokratlaştıklarını ve yargıç kimliklerinden koptuğu yönünde de eleştiriler var ki bu eleştirilere de katılıyoruz. Tabii ama kişisel olarak… Tabii, şöyle bir şey de var, orada nasıl bir formül öngörülebilir onu bilemiyorum, tabii, şimdi, “Seçime katılamazlar.” denilir ama belki Hâkimler ve Savcılar Kurulu seçimlerinden bir süre önce de oradaki görevlerinden istifa edip tekrar yargıya dönmeleri durumunda, ki orada aslında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun çok da büyük etkisi yok bildiğiniz gibi, kanuna göre otuz gün içerisinde yanlış hatırlamıyorsam onları uygun bir yere yerleştirmek durumunda. Dolayısıyla biraz da aslında herhâlde yasaklarla çok da fazla işleyebilen bir süreç değil, yargı kültürüne de bağlı bir şey olduğunu düşünüyorum kişisel olarak, onu da belirtmem gerekiyor.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Yani benim de diyeceğim buydu. Yani ebediyen mi üye olamamalı? O zaman Bakanlık bürokrasisinden seçilen hâkimlerin hâkimlik sınıfından ayrılmaları gerekecek. Bu genel bir tercih olmayabilir, çünkü Bakanlıkta görev yapanlar arasında kısa süreli görev yapanlar da varsa bir iki yıl yapıp tekrar mesleğe girenler de var.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – En azından bu olabilir. Mesela istifa etmiş…

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – O olabilir tabii.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Son sorum, uluslararası teamül kuralları koymak gerekir mi 90’ıncı maddeye, uluslararası teamül kuralları zaten bağlayıcı değil mi?

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ DOÇ. DR. ŞULE ÖZSOY – Tabii, uluslararası hukukun iç hukuka aktarılması bizde sözleşmelerin aktarılması biçiminde düzenlediği için 90’ıncı madde… Biz bu formülü tartışırken üniversitemizin uluslararası hukuk öğretim üyelerinden görüş aldık ve 90’ıncı maddenin dar biçimde yazıldığını ve genişletilmesi gerektiğini düşünüyorlar ve biz de onların görüşü doğrultusunda bunu ekledik. Çünkü gerçekten de 90’ıncı madde sözleşmelerin iç hukuka aktarılması yolunu düzenliyor ama tabii, oradan bizim anladığımız Türkiye'nin tekçi sisteme sahip olduğu, dolayısıyla o bakımdan da iç hukuk, uluslararası hukuk ayrımı olmayan tek bir hukuk düzeni biçiminde uluslararası hukukun üstünlüğüne dayanan tek bir hukuk düzenini benimsediğini de 90’ıcı maddeden yorum yoluyla çıkarıyoruz ama arkadaşlarımızın düşüncesi bunu daha net biçimde Anayasa’ya sokmak ve vurgulamak. Çünkü bazı teamül kurallarının uygulatılmasında, savunulmasında karşılaşılabilecek zorlukları aşmak amacını taşıyor bu öneri.

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ AR. GÖR. BURAK ÇELİK – Anayasal dayanak belki oluşturmak özellikle yargıda bu yorumlanırken gibi düşünüyorlar.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Teşekkür ederim.

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ AR. GÖR. BURAK ÇELİK – Biz teşekkür ederiz efendim.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Rıza Bey vasıtasıyla bazı konuları konuşmuş olduk ama ben bir şey soracağım. Bu yerel yönetimlerin güçlendirilmesiyle ilgili olarak 1921 Anayasası’na atıf yaptınız, o dediğiniz üniter yapıyla yeni bir anayasa ne kadar bağdaşır? Bir bu, bir şey daha soracağım. Üniterlik bizim Anayasa’mızda var mı?

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ DOÇ. DR. ŞULE ÖZSOY – Biz, tabii, 3’üncü maddedeki formülü, Anayasa’mızın 3’üncü maddesindeki formülü “ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” şeklindeki biçimi Anayasa…

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Bölünmez bütünlük üniterliğe eşit midir, yoksa üniterlik dışında da bölünmez bütünlük korunabilir mi?

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ DOÇ. DR. ŞULE ÖZSOY – Anayasa Mahkemesi bu şekilde algılıyor, açıkçası biz de bu şekilde algılıyoruz, üniter yapıyla. “Devlet ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.” ifadesi neden bu şekilde algılanıyor? Egemenliğin bölünmezliği -yani dikey kuvvetler ayrılığı olmayışı- üniter devletin bir özelliği. Bu bakımdan, tek bir ulus, tek bir ülke, onun alt birimlere sahip, bölünmemiş olması, bu aslında dolaylı biçimde üniter yapının tarifi, bence de gerçekten 3’üncü madde ülkesi ve milletiyle bölünmezlikten bu üniter yapıyı tarif eden bir formül, o bakımdan, yer aldığını düşünüyorum ben de. Çünkü diğer yapı federasyon diye düşünürsek eğer, orada federe devletlerin her biri aslında ayrı egemenlik sahasına, ayrı yasama, yürütme organlarına… Bu bakımdan, ayrı anayasaları, o anayasalara tabi ayrı devletin insan unsuru bakımından da birtakım bölünmemeler var. O bakımdan, Anayasa’da yer aldığını düşünüyorum. Açık biçimde de yazılabilir yani bu formülü yeterince net bulmuyorsa eğer…

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – 1921’le…

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ DOÇ. DR. ŞULE ÖZSOY – 1921 Anayasası’nın yapıldığı ortam, yapan meclisin oluşumu, yerel kongre iktidarlarından gelen katılımlar… Size söyledim Burak’ın tezi, heyecanlanıyor şimdi, bir şeyler söylemek istiyor, ona da söz bırakacağım. Tabii, 1921 Anayasası siyasi bakımdan bir özerklik vermiyor ama idari bakımdan ciddi bir özerklik var, nahiye yönetimlerine verilmiş bir alan var, bir yönetim alanı. Biz de bu tarz bir şeyin aslında, hani kimilerine göre bu bölgeli devlet modeli de olabilir, bence orada bir siyasi özerklik de var bölgeli devlet modelinde, 1921’de belki o yok ama ona doğru kayan bir şey. Tabii, katı tek yapılı merkezî devletle federal devlet arasında bu tip bölgeli devletin değişik tiplerine, türlerine rastlanabilir, bunlar da aslında üniter devlet olarak kabul ediliyor. Örneğin, Britanya bir bölgeli devlet ama baktığınız zaman bir üniter devlet olduğu vurgusu da var, İspanya, İtalya gibi. İşte böyle ara bir formül tabii, saf, salt, katı bir üniter model olmadığı açık.

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ AR. GÖR. BURAK ÇELİK – 1921 Anayasası benim yüksek lisans tezimdi, o yüzden Şule Hanım hissetti heyecanlandığımı. Ama söylemek istediğim şeylerin büyük çoğunluğunu da söylemiş oldu. 1921 Anayasası’yla ilgili birkaç düzenlemeye ben de dikkat çekecektim. Birincisi, vilayetler, kazalar, nahiyelerle ilgili bölüm ki oralarda gerçekten geniş bir özerklik, hatta eğitim işlerine kadar şeye bırakan, tanıyan…

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Tevsii mezuniyet…

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ AR. GÖR. BURAK ÇELİK – Evet, yetki genişliği, tevsii mezuniyet tanıyan bir sistem var. Katı bir merkeziyetçi yapı değil ama aynı zamanda dikkat çekeceğim bir başka husus da umumi müfettişliklerle ilgili maddesi o dönemde çok uygulanmamış olmakla birlikte daha sonra uygulanan. Dolayısıyla 1921’in öngördüğü sistemin ben çok merkeziyetçi bir üniter devlet olmamakla birlikte yine de üniter devlet içerisinde hatta bölgeli devlete kadar gidebilecek geniş özerklikleri öngördüğünü, dolayısıyla söylediğimiz sistemin aslında 1921’le telif edilebilir nitelikte olduğunu düşünüyorum.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Aslında Osmanlı Devleti de federal bir sistem değil yani geniş anlamda üniter bir sistem, özellikle yasama açısından, yargı açısından baktığımızda üniterlik söz konusu. O bakımdan, yani üniterlik daha çok herhâlde yasama ve yargıda kilitleniyor, idari anlamda üniterliği daha esnek yorumlamak gerekir belki.

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ AR. GÖR. BURAK ÇELİK – 1921’in öngördüğü sistemde de dediğiniz gibi yasamada tek, yani tek yasama, tek yürütme, yargı yok zaten.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Peki, teşekkür ederiz.

  • GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ AR. GÖR. BURAK ÇELİK – Biz teşekkür ediyoruz.

  • Kapanma Saati: 15.33











  • Yüklə 2,81 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
  • 1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   39




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

    gir | qeydiyyatdan keç
        Ana səhifə


    yükləyin