13. AĞIr ceza mahkemesi ( cmk 250 maddesi İle yetkiLİ ) duruşma tutanağI



Yüklə 0,76 Mb.
səhifə5/11
tarix02.08.2018
ölçüsü0,76 Mb.
#66114
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11

Sanık Mehmet Demirtaş söz istedi, verildi: “ Sayın başkanım sayın heyet, bir televizyon spikeri, bir televizyon spikerini üç yaşındaki çocuğuna şunu soruyorlar, babanız ne iş yapıyor, üç yaşındaki çocuk sabah haberlerini dinliyor, dinliyor ve verdiği cevap şu, öyle konuşuyor işte. Biz buradan koğuşumuza döndüğümüzde yanılmıyorsam 13. dalga veya 12 dalga da tutuklanan arkadaşlar şöyle diyorlar ne yaptınız, konuştuk, geldik diyoruz. Anlatsam faydası yok sussam gönül razı değil. Ama yirmi yedi aydır susuyoruz. Bir beyanımda adım soyadım dışında iftiraname ve eklerinde doğru yazılan hiçbir şey bulunmamaktadır demiştim. Bu doğrultuda 05.05.2009 tarihli oturumda yaptığım talep gereği TİB den telefon döküm kayıtlarının celbini talep eden dilekçeme verdiğiniz olur ile kayıtlar 04.08.2009 tarihinde tarafıma verilmiştir. Peki bu kayıtlar ne arz etmektedir. Mahkeme oluru ile istenilip de gelen hiçbir belgenin suça konu edilen hiçbir şey ile alakasının olmadığı, aksine sanık sandalyesinde oturan insanlara atılan iftiraları sanık lehine belgeler nitelikte olduğunu, bu gelen belgede birçok evrakta alıştığımız gibi uydurulmuş olduğunu ispatlar nitelikte, etkisi ne olur diye düşündüğümde kendi kendime verdiğim cevap kocaman bir hiçten öteye geçmemektedir. Ama yalan uydurma evrakları her bulduğumda deşifre etmeye devam edeceğim. Gelen evrak telefon kayıtlarının dökümüdür ve şunu demektedir. Tarih 12.06.2007 dir. Saat 17,24’te Mehmet Demirtaş Cep telefonundan aranır, Beykoz dadır. Arayan yiğit Büfe çalışanı Burhan Yılmaz’dır ve telefonu polis memuru alır. Çünkü arattıran polis memurudur. Mehmet Demirtaş’a arama yapacaklarını, acil gelmesini söyler, saat 17,24 tür. Mehmet Demirtaş telefonu kapar ve 17,29 da avukatı olan Yusuf Çolak ı arar, gelen evraktan da anlaşılacağı üzere Yusuf çolak Beyoğlu’ndadır. Anadolu yakası uzak kalacağından Mehmet Demirtaş a çağırıldığı yere gitmesini söyler ama silahını da al öyle git demez. Çünkü Mehmet Demirtaş günün 24 saati silah taşıma ruhsatı olan bir insandır ve silahı zaten üzerindedir. 17.57 de Mehmet Demirtaş’ın telefonuna polis tarafından el konulmuştur. Akşam trafiğinde köprü yolundan yarım saat gibi bir zamanda çağrılan yere giden Mehmet Demirtaş şu an kaçma şüphesi ile yirmi yedi aydır tutuklu bulunmaktadır. Mehmet Demirtaş’a ait telefon 17.57 den 20.59 a kadar kapalı tutulur. Çünkü 17,57 de apar topar gözaltına alınır ve Dudulu polis merkezine götürülür. Telefon dökümlerine bakıldığında mesai saatleri içerisinde hatta dışında da Mehmet Demirtaş’ın telefonunun arama ve aranma aralığı maksimum yarım saati geçmez. Ama 17,57 den 20.59 a kadar ne arayan ne de aranan kaydı vardır çünkü telefon polis memurundadır ve bu meyanda tertibin nasıl hazırlanacağı hararetle tartışılmaktadır. Malumunuz CD ortaya çıkmıştır. Ve anlayana her şeyi anlatmaktadır. Onlarca polisin imzası bulunan ve her birinde saatlerin farklı olduğu düzmece tutanaklar sahte. Sorgumda vermiş olduğum ifademin doğru olduğunun kanıtıdır bu belge. Düzenlenen sahte tutanaklarda işlem saatinin 18.50 -19:21,19:40-20.30-20.40-20.50 gibi değişik saatlerde olduğunu gösteren onlarca yalan beyan vardır. Başka bir belgeli yalan ise şudur. 26.05.2009 tarihli celsede Ümraniye Başsavcılığına müzekkere yazılıp artık alışılagelmiş düzmece bir evrakın tüm dosyasının istenmesini talep etmiştim. Ben bu talebi yaptığım an iddia makamı peşinen red talebinde bulunmuştur. Oysa hakkımda müessir fiil ve silahlı tehdit suçlarından dosya olduğu yazılıdır ve cumhuriyet savcısı tarafından imzalanmıştır. İmzayı atan cum. Savcısı Tahsin Uyavdır ve Ümraniye cumhuriyet başsavcılığında görevlidir. Ben heyetinizden Ümraniye başsavcılığına yazı yazılmasını istemiştim. Ama cevabı peşinen huzurdaki savcıdan almış olduk. Cevaba birazdan döneceğim, istenen evrak 04.08.2009 tarihinde mahkemenizce tarafıma kapsamlı dosya halinde verilmiştir. Ancak dosyayı incelediğimde suçun silahlı tehdit ve müessir fiil olmadığı, imar kirliliğine neden olmak olduğu, davanın görülmüş olup hükmün de verilmiş olduğu, dikkat buyrun bu dosyanın Mehmet Demirtaş a değil, durak Akpınar adında hiç tanımadığım birine ait olduğunu gördüm. Sayın başkan, temel ile Cemal hava indirme tugayına asker olarak vatan borcu ödemeye giderler, uçuş öncesi komutanları eğitimlerini anlatır ve konu paraşüt ile atlamaya gelir, komutan çocuklar üzerinizdeki paraşüttür, elinizde ed iki paraşüt açma düğmesi vardır, biri açılmazsa yedek paraşütü kullanacaksınız ve aşağıya jip göndereceğiz sonra birliğe döneceksiniz der, sıra uygulamaya gelir, temel uçaktan atlar ve akabinde cemal, biraz sonar temel seslenir, ula cemal paraşüt açılmadı, cemal; komutanı dinlemedin mi yedeği aç yedeği, temel biraz sonra bir daha seslenir, ula cemal yedek de açılmadı, ha bu adamların bir dediği öbür dediğini tutmayı ister misin aşağı jip göndermesinler birliğe yürüyerek dönelim. Sayın başkan bu dosyadaki evrakların bir dediği öbür dediğini tutmuyor ister misiniz sizi emekli etsinler. Biz de burda kürek mahkûmu gibi oturarak ölelim. Sayın başkan burada önemli olan şudur, talebime iddia makamı peşinen red demiştir. ve gerekçe olarak da matbu hata mı, maddi hatamı ne derseniz deyin, onu göstermiştir. Sayın başkanım, gelen dosya müessir fiil dosyası değildir ki imar kirliliği dosyasıdır. Adliyeler maddi matbu hataların yapılabileceği yerler midir? Şimdi bu yirmi yedi aylık esarette bir maddi veya matbu hata olarak açıklanabilir mi bu ne pervasızlıktır. Maddi ve matbu hatanın aranacağı tek yer vardır, o da bu hataları yapanların diplomalarıdır. Ben ne Taşkın ı nede Pekgüzel i tanımam. Beni onlar sorgulamadı. Onlar da tutuklamadı. Ben doğru bildiklerimi anlayana izah etmeye çalışıyor ve bu zulmün bitmesini istiyorum. Biliyorum şimdi bu açıklamam sonrasında Sayın Pekgüzel cevabi olarak hemen şunu söyleyecektir, bahse konu evrakın üst bölümünde de patlayıcı madde bulundurmak yazmaktadır. Ve o yüzden tutuklandınız diyecektir. Neticede milyon tane evrakın içinden bu evraka hemen cevap verebilmesi de manidardır. Bende diyorum ki Nasrettin Hoca ya demişler ki hocam bir tepsi baklava gidiyordu, hoca bana ne demiş, adam ama hoca sizin eve gidiyordu, hoca bu sefer de e o zaman sana ne demiş. Şimdi patlayıcı madde bulundurmuşmuş, bana ne. Benim ikametim veya bana ait olan bir yer mi bahse konu yer. Hayır. Ama karakoldaki tertibin CD si var, o zaman iki kere bana ne. Hiç kimsenin görme imkanı olmayan, namahrem materyalden haber var mıdır, vardır. Ağaç nerde balta kesti, balta nerde suya düştü, su nerde inek içti, inek nerde dağa kaçtı, dağ nerde yandı bitti kül oldu. Ben burda olanlar insanların birisi dışında diğerlerini burada gördüm. Sizleri onlardan daha çok gördüm bir anlamı varsa tabi bu kapsamda kağıttan oluşan boş dosya işte böyle evraklarla doludur. Bunu siz de biliyorsunuz 27 aydır tutuklu esirim. Delillerden bahsedilmekte ama gösterilememektedir. Neden resmi var kendi yoktur, burada adaletin ismi var kendi yoktur. Bu artık su götürmek gerçektir. İsteğim talebim şudur, işbilir polisler evimi aramak için geldiklerinde yani beraber gittiğimizde onları ormana ağaç kovuğuna değil, apartman dairesine götürdüm yani bir evimiz bir ailemiz bir yaşantımız mevcut. Bana göz ile görülebilir delillerim sunulmazsa sunulamazsa cezamın kesilmesini ve adalet arayışımı başka yerlerde sürdürmek istiyorum. TCK ve CMK da burada olan uygulamalara denk gelemedim. Acaba özel olarak Silivri de tarla ortasında kurulan bu salonda SCK mı yani Silivri ceza kanunları mı geçerlidir. Bunu da ayrıca öğrenmek istiyorum. Sayın başkan, duruşma başlangıcında müdafilerden biri sizlere böyle tarihi bir mahkemeyi yönetip tarihe geçeceğiniz için sizleri kıskanıyorum demişti. Siz de ona hep beraber avukat bey hep beraber olacağız ne olacaksak demiştiniz. Bu gün ne olup ne olmadığımıza şöyle bir değinmek istiyorum. ben kendi adıma kurumsal baskı ile vicdanlar arasına sıkışmış bir davanın esirlerinden biri oldum. Savcılar Ergenekon savcıları olarak rengi henüz netleşmeyen tarih sayfalarında yerini almış durumda. Dava ne oldu ki davanın ne olacağını 12.06.2007 tarihinde cengâver bir polis memuru söylemişti aslında. Tüm duymak isteyenlere ama henüz yedi dakika yirmi saniyelik bir CD’yi yetmiş günde inceleyemeyen Adli Tıp Kurumunu bekliyoruz. Tertibin aktörleri ilk günden ne olacağının karanını vermişlerdi. Burada bir noktanın altın çizmeyi onurlu bir insan olarak kendime borç biliyorum. Sanık kürsüsünde Erzurum da memur olduğunu söyleyen dava savunmasından çok yol parasını savunan, burada görmüş olduğum genç bir insan savunma yaparken sanıklardan birinin emniyette baskı yapıldı mı sorusuna evet yapıldı. Anama avradıma küfür ettiler, dedi. Ben o esnada sayın savcılarımıza bakıyordum. O zaman müdahale etmediğim için büyük bir vicdan azabı çekiyorum. Çünkü o çocuk bunları anlatırken savcı Pekgüzel her zamanki gibi gülüyordu. Ortada gülünecek bir durum yoktu aksine belki de dava başlangıcından bu güne en kötü sahnesiydi. Ama önemsizdi çünkü sonun ne olacağını bilen polis memuru da savcıya hakime galiz küfürler edebiliyordu. Ve biz adli tıp ı bekliyorduk. Bu da önemsizde çünkü soruşturma Ergenekon olacaktı ve oldu. Sayın başkan sabahın aydınlığı lambaya hacet bırakmaz, benim açımdan güneş 90 celse önce doğmuştur. Bunu hep beraber seyrettik. Tabi ki ışığı görmek isteyene bu duruma itiraz ediyorum. Esaretimin 27. ayındayım. 2007/1536 nolu dosya ile başladığı rivayet edilen. Ve son dosya numarasını bilemediğim iftira yalan dolan hile desise düzmece evrak ile kapsamlı bir hale sokulup incelenmesi mümkün olmayan son haline gereği düşünüldü deyip matbu gerekçelerle devam eden esaret halime itiraz ediyorum. İtirazımı saçma sapan bulunan samimi beyanlara değil, bir katilin bir uyuşturucu tüccarının öz yeğenini pazarlayan bir karakter yoksununun beyanlarına değil, Ceza Muhakemeleri kanununun tutuklulukta geçecek süre bölümünde madde 102/2 değişik 6.12.2006-5560/18. maddesine dayanarak ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresi en çok iki yıldır, bu süre zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabilir, uzatma süresi toplam üç yılı geçemez. Madde 102/3 bu maddede ön görülen uzatma kararları, cum. Savcısının şüpheli veya sanık ile müdafiinin görüşleri alındıktan sonra verilir. Hükümlerine dayanarak itiraz ediyorum. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Anayasası madde 138 Hakimler görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasa kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler der. Ben verilen kararların hukuk kitaplarında yazan kanun ve kurallara uygun olmadığını düşünüp yaşayıp itiraz ediyorum geçen sürenin safahatını anlatacak değilim yalnız yüz küsür celse boyunca anlatmaya çalıştığım tamamı doğru olan beyanlarımın dikkate alınmadığını düşünüp itiraz ediyorum. Kendi halinde yaşayan sabıkası olmayan evinde işyerinde bürosunda öz cümle kendi mülkiyeti zilliyeti ve illiyedinin olduğu hiçbir yerde suç unsuru içeren hiçbir şeye rastlanamamıştır belgelerle kanıtlamış bir insan olarak itiraz ediyorum. Şefkat merhamet beklemeyim yirmi yedi ayı hapiste geçiren bir birey olarak esaret ile devam edip infaza dönüşen bu duruma itiraz ediyorum saygılarımı sunuyorum.”

Sanık Kemal Kerinçsiz söz istedi, verildi: “ Değerli başkanım, sayın üyeler, öncelikle bu görüntü kaydı alınması konusunda ilk celselerde verilen karara itiraz etmek istiyorum. Mahkeme 20.10.2008 tarihli celsenin 4 nolu ara kararında ifade ve sorgu işlemlerinin teknik imkânlarından faydalanılarak kayda geçirilmesini CMK 147/1-h, CMK 219. maddesine göre karar vermiştir. Bu karar doğrudur, hiçbir itirazım da yoktur. Mahkeme ifade ve sorgu dâhil tüm mahkeme işlemlerinin ses kaydını alabilir. Ancak mahkeme bununla yetinmemiş, görüntü kaydı için aynı sayılı kararın ikinci paragrafında CMK 52.3.58.180.5.219. maddesi uyarınca tanık ve gizli tanıkların dinlenmesinde gerek duyulduğunda bir daha tekrar ediyorum efendim gerekçeniz, tanık ve gizli tanıkların dinlenmesinde gerek duyulduğunda görüntülü ve sesli kayıt sistemlerinde yararlanılmasına ilişkin ara karar tesis etmiştir. gerekçe sadece ve sadece tanık ve gizli tanıkların dinlenmesinde, mahkemenin bu kararı doğru değildir. yasa hükmünü genişletmiştir. Bahsedilen hükümlerde mahkemenin huzurunda dinlenen tanıkların görüntü kaydının alınacağına ilişkin bir hüküm yoktur. CMK 52/3 gerekçe olarak gösterdiniz, sıraladığınız madde numaraları, çocukların, duruşmaya getirilmesi mümkün olmayan, gerçeğin ortaya çıkarılması için zorunlu olan kişilerin tanıklığında kayıt zorunludur, demiştir. İkinci gerekçe olarak gösterdiğiniz, CMK 58/3 gizli tanıkların dinlenmesi sırasında ses ve görüntülü aktarma yapılır denmiştir. Ancak gizli tanıklara mahsusu bir maddedir, üçüncü gerekçeniz, CMK 219. maddesinde duruşma tutanaklarının kaydı konusunda bir hükümdür. Ama görüntü kaydına ilişkin bu maddede herhangi bir ibare yoktur. Görülüyor ki bu hükümler mahkemenin vicahında normal yolla dinlenebilecek tanıklar için görüntü kaydının alınabileceği konusunda herhangi bir hükmü içermemektedir. Bu sebeple mahkeme normal tanıkların vicahında dinlenmesinde görüntü kaydı yapılmasına kati surette izin veremez. Bu karar vermiş oluşturmuş olduğunuz bu karar, tüm oturumun görüntüsünün kayda alınacağına ilişkin bir anlamda taşıyamaz. Ancak mahkeme 27.10.2008 tarihi celsenin başında henüz yoklama yapmadan sessiz sedasız vermiş olduğu bir kararı açıklamıştır. Tutanağın birinci sayfasında ve birinci paragrafında daha henüz yoklamaya geçilmeden şu cümleye yer verilmiştir; "Oturumun teknik araçlarla kayıt altına alınacağı bildirildi". Mahkeme 23.10.2008 tarihli celsenin 4 nolu ara kararında; aynen şu ifadeyi kullanmıştır görüntülü kayıt içeren kişisel bilgisayarlar dışında diğer bilgisayarların müdafiiler tarafından duruşma salonlarında kullanabilecekleri konusunda bildirim yapılmasına denmiştir. 27.10.2008 tarihli celsenin 39. sayfasında beyanda bulunan sanık Behiç Gürcihan bu konuda şu talepte bulunmuştur; savcılık makamındaki bilgisayarların orda, iki tane kartı olduğunun tespitinin ayrıca kamera sisteminin de internet bağlantısı olduğunun ve bu kabloların internete bağlanmak için kullanılabileceğini dolayısıyla mahkemeniz huzurunda buradaki duruşmanın dışarıdan ister Zekeriya Öz, ister başka bir teknik ekip tarafından izlenip izlenmediğinin tespitine" şeklinde talepte bulunmuştur. Mahkeme 28.10.2008 tarihli celsenin 7 nolu ara kararında;".yargılama görüntü ve sesli sistemle yapıldığından aynı bilgisayarlarda Uyap sistemi ve internet bağlantısı var ise bu sistemlerin devreden çıkarılmasına 5 nolu ara kararında;.teknik araçlarla yapılmakta olan ses ve görüntü kayıtlarının verilmesi yönündeki taleplerinin CMK 183. maddesi aykırı olduğundan reddine denmiştir. Bu açıklamalar muvacehesinde aşağıdaki saptamaları yapmak mümkün olacaktır. Bir öncelikle CMK'nun tüm hükümleri dikkate alındığında, hiçbir maddede duruşmaların istisnalar haricinde görüntü kaydının yapılmasına ilişkin bir ibare yoktur. İstisnaları az önce belirttim. Yasamızda bu istisnalar CMK 52/3, 58/3, 180/5, 196/4 maddelerinde belirtilmiştir. Bunların dışında mahkeme kesinlikle duruşmaların görüntü kaydının yapılmasına karar veremez. CMK 183. maddedeki yasak sadece sanıklara, basın mensuplarına, savcılara değil yargılama makamına da getirilmiştir. Siz kendinizi bundan bila istisna tutamazsınız. Mahkemenin 1,2 ve 3. celselerdeki ara karar ve açıklamalarından sanki üçüncü celseye kadar görüntü kaydının alınmadığını, ancak üçüncü celsenin başında verilen bir ara karar-bildirim, ben ona tam ara karar diyemiyorum, karışımı bir beyanla görüntü kaydının alınmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Mahkemenin öncelikle şu sualleri cevaplandırması gerekmektedir. Mahkemenin birinci ve ikinci celselerinin görüntü kaydı yapıldı mı? Yoksa verdiği ara kararından sonra yani üçüncü celsede mi görüntü kaydı başladı? Mahkemenin 3. celsede verdiği tüm celselerin görüntü kaydının alınması kararı ile 20.10.2008 tarihli celsenin 4. sayılı ara kararındaki görüntü kaydının ancak celsenin belli bölümlerinin tanıklarla ilişkili olarak, yapılacağına ilişkin ara kararı birbirine ters düşmüyor mu? Mahkemenin 20.10.2008 tarihli celsede sadece tanık ve gizli tanıkların görüntü kaydının yapılmasına karar vermiş iken 27.10.2008 tarihli celsede ne oldu da bu görüşünden sessiz sedasız sanık ve müdafiilerinin hiçbir görüşünün almaksızın tüm celselerin görüntü kaydının alınmasına yasa dışı olarak karar verilmiştir. Sayın mahkemeye soruyoruz. Celselerin tüm görüntülerin yasanın hangi hükmüne istinaden kayda alıyorsunuz? Yaptığınız bu kayıt işlemi yasanın aşikâr bi şekilde ihlalidir. Mahkemenin 27.10.2008 tarihli celsede oturumu açar açmaz sanık ve müdafilerin sözlü görüşlerini almaksızın ki daha önceki celsede de bu konuyu açıp ta herhangi bir şekilde sanık ve müdafilerinden bir görüş de almadınız. Yani bir ön hazırlık yapılmadı bir önceki celsede. Hiçbir görüş almadınız. Oturumun teknik araçlarla kayıt altına alınacağı bildirildi, kararının hukuken irdelenmesi Önem taşımaktadır. Öncelikle mahkemenin celseye oturum başlar başlamaz yazdırdığı bu cümlenin hukuki mahiyeti nedir bunu çözümlemek gerekir. Bu bildirimin bir ara karar olduğunu kabul ettiğimizde bu ara kararın CMK 33. maddesine uygun olarak verilmesi zaruridir. Ancak bu ara karar duruşmada mı verilmiştir? Yoksa duruşma dışında düşünülüp, heyetin kendi arasında müzakere ederek duruşmada dikte ettirdiği bir ara karar mıdır? İkinci ihtimal olduğu açıktır. Ancak bu durumda ara karar olabilmesi için CMK 33. maddesine uygun şekilde tesis edilmesi gerekir. Bu hükme göre; Duruşmada verilecek kararlar, Cumhuriyet savcısı, duruşmada hazır bulunan müdafii, vekil ve diğer ilgililer dinlendikten sonra. Yazılı ve sözlü görüşü alındıktan sonra verilir denmiştir. Bu hüküm karşısında mahkemeye bir daha sormak istiyorum, Siz bu konuda savcıların, sanıkların, müdafilerin görüşünü almadan nasıl böyle bir ara karar tesis edebilirsiniz. Ortada usulüne uygun alınmış bir ara karar olmadığından- bugüne kadar alınan tüm görüntü kaydının ortadan kaldırılmasına karar verilmesini arz etmekteyim. Heyet bu bildirim niteliğindeki usulsüz ara kararına istinaden aldığı yasaya aykırı görüntüler nedeni ile görevini bir noktada kötüye kullanmıştır. Sanıklar bugüne kadar yasa dışı alınan bu görüntü kayıtlarını mahkemenizden talep etmelerine rağmen talepleri reddedilmiştir. Doğrudur, O zaman mahkemeden şunu sorma hakkımız doğmaktadır. Bu görüntü kayıtlarını neden alıyorsunuz ve nerede kullanacaksınız. Pratik cevaplar, bu sorunun cevabı değildir. 3. celsede resen verdiğiniz usulsüz ara karar kimin isteği üzerine tesis edilmiştir? 27.10.2008 tarihli celsenin başındaki cümlenin yapısına ve kararın veriliş şekline baktığımızda şu sonuçlara da varmak mümkündür. Üçüncü celsede kayıt alınacağı bildirildiğine göre demek ki ilk iki celse görüntü kaydı yapılmamıştır. Çünkü kararınız üçüncü celsededir. Bu tespitimiz doğru mudur yoksa ilk iki celsenin görüntü kayıtları var mıdır? Mahkemenin bu soruyu mutlaka bir cevap vermesi gerekir. Mahkeme sürecinin iktidar baskısı ile yönlendiğinden bir şüphem olmamakla birlikte, acaba mahkemenin ses, görüntü kayıtları da bir başka merkezden izlenerek, duruşma sürecine aktif müdahale edilerek yönlendirmeler mi yapılıyor. Bu soruların mutlaka cevap bulması gerekir. Tüm bunlar sürecinin yürütme ve kendini bağımsız gören yargı tarafından el ele birlikte yürütüldüğünü açıkça göstermektedir. Ancak bunun toplumu ve sanıkları kandırmaya yönelik bir orta oyununa dönüştüğünü söylemek zorundayım. Bu karar, bir mahkemenin ara karar tekniğine de uygun düşmemektedir. Oturum açılır açılmaz sanık, savcı ve müdafi’e söz vermeksizin dikte ettirilmesi, celsenin sonuna bırakılmaması zamanlama açısından ilginçlik gösterdiği gibi, adeta sanık ve müdafilerin dikkatinde kaçırırcasına bu şekilde verildiği anlaşılmaktadır. Çünkü bu zabıtlar bize celseler sonra verilmiştir. Hele ilk birkaç duruşmanın zabıtları çok sonra verildiğini biliyorum. Kaldı ki yazılım tarzı da ara karar tekniğine uygun değildir. Bu ara kararın makul olarak yazılımı şu şekilde olmalıdır. Oturumun teknik araçlarla kayıt altına alınmasına karar verilip, huzurdaki savcı, sanık müdafilerine tefhim edilmiştir, denmesi gerekirdi. Bu anlamda bu ara kararın tesisi iyi niyetli bir girişim olarak görülemez. Kaldı ki mahkemenin iyi niyetli ya da kötü niyetli olması tartışılamaz. Çok önemli de değildir. Yargılama makamından istenen yasaları özüne uygun olarak tatbik etmesi ve keyfiliğe varan uygulamalara müracaat etmemesidir. Sadece görüntü alınması konusunda değil hemen tüm ara kararlarda ve muhakeme sürecinde keyfilik ve yasa dişilik kurumsal uygulamanın bir parçası haline getirilmiştir. Mahkemeden defalarca bu görüntülerin aynı anda başka merkezlere aktarıldığı ve duruşmaların aynı anda Ergenekon tertibini üretenler tarafından izlendiğini beyan etmemize karşılık maalesef mahkeme bu beyan ve göz ardı etmiş, bu itirazlarımızın incelenmesine dahi gerek duymamıştır. Oysa söz konusu ses ve görüntü sistemi üzerinde yapılacak teknik bir bilirkişi incelemesi sonucunda bu itirazlarımızın gerçekliği teyit edilebilirdi. Mahkeme bu konuda kendisinin de şüphelendiğini 28.10.2008 tarihli celsenin 7 nolu ara kararı ile ortaya koymuştur. Bu ara kararında Uyap sistemi ve internet bağlantısı var ise bu sistemlerin devreden çıkarılmasına denmiş, 7.11.2008 tarihli celsede de duruşma salonundaki sistem Uyap ve internet sisteminin dışına çıkarıldığına ilişkin ara kararında beyanda bulunmuştur. Ancak teknik bir bilirkişi marifeti ile yapılacak bir meselenin mahkeme tarafından nasıl çözümlendiği belli olmadığı gibi bu hususun davanın taraflarınca denetlenebilecek şekilde belgelendirilmeden çözümü kabul etmek doğru değildir. Çünkü bu konuda mahkemece ne yapıldığı belli değildir. Teknik konudaki itirazların çözümünü ben yaptım oldu zihniyeti ile yerine getirilemez. Eğer bu konuda samimi iseniz yapacağınız bir bilirkişi incelemesine karar vermektir. Bu ses ve görüntü aynı anda başka mahfiller tarafından yasa dışı bir şekilde izlenmekte ve savcılar kanalı ile güç odaklarınca davaya müdahale edilmektedir. Davanın yürütümü dışarıdan yapılmaktadır. Bu anlamda mahkemenin bu konuya seyirci kalması muhakemenin malum güç odakları tarafından aynen soruşturmada olduğu gibi etkili olduğunu teyit etmektedir. Netice itibari ile Tüm celselerin görüntü kaydının alınması CMK 52/3, 58.3.180.5, 196/4 maddelerinde belirlenen istisnalar haricinde CMK 183. maddesine aykırıdır. Bu sebeple 27.10.2008 tarihli ara karardan rücu edilerek, alınan tüm görüntü kayıtlarının mahkemece Anayasa'nın 17 ve 20. maddeleri uyarınca imhasına ve görüntü kaydetme yasağı konularak uygulanmasına, görüntü kayıt sisteminin iptaline ve sökülmesine, İlk iki celsede görüntü kaydının alınıp alınmadığının sanıklara tefhim edilmesine, Duruşmalarda alınan görüntü kaydının Uyap ya da İnternet yolu ile başka bir yerlere aktarılıp duruşmanın aynı anda başka bir mahalden izlenmesinin mümkün olup olmadığı tamamen teknik bir konu olup mahkeme heyeti tarafından bilinmesinin mümkün olamayacağından ayrıca görüntü sisteminin Adalet Bakanlığı tarafından kurulmuş olmakla, bakanlığın ve iktidarın bu davaya ve sanıklara olan ön yargılarının da dikkate alınarak teknik tesisat üzerinde uzman, tarafsız bilirkişilerce inceleme yapılarak kurulduğu ve görüntü aldığı tarihten itibaren görüntü naklinin yapılıp yapılmadığının tespitine karar verilmesini arz etmekteyim. Kaldı ki halen ülkemizde hiçbir davanın duruşmalarında görüntü kaydedici cihazlar kullanılmamasına rağmen bu davada yasada bu konuda hiçbir hüküm olmamasına rağmen hiçbir ara karar tesis edilmeden, o bildirimi ara karar olarak görmek mümkün değildir. Mahkemenin resen görüntü kaydedici cihaz kullanması ve bu hususta Adalet Bakanlığı ile işbirliği içinde bulunması mahkemenin bağımsızlığı ilkesini büyük ölçüde zedelemiştir. Belki benim bilemediğim son dönemde bazı duruşmalarda görüntü kaydı yapılabilir ama bu hiçbir zaman o görüntü kaydının hukuka uygun olduğu anlamına ad gelmez. Görüntülerin hangi amaçla kullanılacağı da belli değildir. Yine hangi gayeye matuf olarak çekildiği ortaya konmamıştır. Sanık lehine yapılacak çekim talepleri reddedilirken, yargı makamının hiçbir karar tesis etmeden bir oldubitti ile görüntü kaydetmesi, fiili durum yaratması görevin suiistimali ve yasanın ihlalidir. Görüntü kaydetme taleplerinin kimden geldiği, bu konuda kimlerin karar verdiği, masrafların ne şekilde karşılandığı, savcılığın bu konudaki rolünün ne olduğu Adalet Bakanlığının bu çalışma içerisindeki yerinin ne olduğu izaha muhtaçtır. Diğer alanlarda olduğu gibi kovuşturma ve iddia makamı el ele bir bütünlük içerisinde Adalet Bakanlığının gölgesinde yürüttüğü bu sürecin adil ve bağımsız olduğunu ileri sürmek de mümkün değildir. Değerli başkanım, ikinci bir husus olarak ileri süreceğim konu da, 3. iddianame de elbette ki 3. iddianame ile biz bağlantılı değiliz ancak işin ilginç yanı geçenlerde bir televizyonu izlerken Mustafa Dönmez anlatılırken benim ismimin geçtiğini duyunca dikkat çekildi, dikkatle izlemeye başladım. Benim güya beş adet telefonum olduğu iddia ediliyordu. Ben Mustafa dönmezi bilmem tanımam görmedim kesinlikle en ufak bir rabıtam da olmamıştır. Bilmediğim bir kişi ile de olması mümkün değildir. 3. iddianamenin 491. sayfasında bu kişi ile 5 adet telefon görüşmesi yaptığım bilgisine yer verilmiş. Nitekim 3. iddianameyi alıp baktığımda gerçekten şurda zaten iki kişi ile görüşmüş, Erol Manisa iki, Emin Gürses 125, bir de ben dahil edilmişim, beş. Bu bilgiyi iddianame de okunmadan önce dedim ki önce televizyonlarda sonra gazetelerde baktım. Bu yayınların bilgi kirliliği yaratmak amacı ile yapıldığını bildiğimden önce inanmadım ama sonra iddianame de görünce konuyu incelemek durumunda kaldım. Yine Mustafa dönmezin o 3. iddianamenin iç bölümünde benimle ilgili herhangi bir hukuksal rabıta veya sözde örgütsel rabıta kurulmamış o konuda tek bir cümle geçmiyor, bunun üzerine telefon kayıtları üzerinde yapmış olduğum inceleme sonucunda, şahsımın görüştüğü Mustafa dönmez in iddianame sanığı Mustafa dönmez olmadığı ortaya çıktı. Benim görüştüğüm Mustafa Dönmez, Ayşe Asiye'den doğma, Cemalettin'den 02.06.1970, Çatalca doğumlu ve bir dönem faaliyet gösterdiğimi siyasi partide o bölgenin çalışanlarından parti temsilcilerinden bir tanesi. Nüfus kayıtları da son derece sabit bir partiden arkadaşım nitekim bu görüşmüş olduğum 2.6.1970 doğumlu Çatalca'lı Mustafa Dönmez ile yaptığım telefon kaydını nüfus kayıtlarını içerecek şekilde ekte sunmaktayım. Yalnız burada üzüldüğüm nokta şu, bu tespit yapılırken elbette ki bilgisayar a internet e Mustafa dönmez olarak girilir, benim telefon numarama arama motoru ile bu şekilde bulunabilir. Buna bir itirazım yok ama HTS kayıtlarında alınan bu sonucu bir kontrol etmek gerekir. Bu kontrolünde iki yolu vardır birincisi telefon numaralarından kontrol edersiniz, telefon numaraları uyum sağlıyor mu, ikincisi zaten hemen yanı başlarında nüfus kayıtları var. nüfus kayıtlarından kontrol edersiniz ancak bütün bu kontrolleri yapmadan doğrudan doğruya Kemal Kerinçsiz’i hiç tanımadığı halde Mustafa dönmez ile beş defa telefon görüşmesi yaptı dersiniz ve bunu da bilgi kirliliği yaratacak şekilde kamuoyuna naklederseniz biz zaten baştan itibaren bu davada değil bu duruşmalarda değil, kamuoyunda mahkum edilmeye çalışılıyoruz. O zaman bu netice sağlanmış olur. Ben bunu basit masum bir hata olarak göremiyorum. Bir tane olsa iyi bu güne k adar huzurunuzda sayın savcıların bir çok kasıtlı hatalarını, önünüze getirdim bir çok delil saklamaları, yapmış oldukları tahrifatları, ki yine ancak çalışabildiğim zaman itibarıyla yetebildiği iddianamenin bir bölümüne baktığımda kasıtlı yapılan hatta kendi aldıkları ifadelerin üzerinde dahi tahrifatlar yaparak aktardığını gördüm. Bu çalışmaları da değerli mahkemenize sunacağım. O bakımdan ben bu yapılanın kesinlikle basit efendim son derece masum bir hata olduğunu kabul etmiyorum, son derece kasıtlı, maksatlı doğrudan şahsımı karalamaya yönelik kendilerine göre kamuoyunda mahkum edici bir hareket olarak görüyorum benim tanıdığım Mustafa dönmez de benim görüşmelerim 7 iletişimim olmuştur. Bunların iki tanesi mesajdır beş tanesi telefondur, bunları dilekçemde tek tek sundum. Sayın başkanım. Bu anlamda sayın savcıların bu konuda benden bir özür borçları vardır, bana özür borçları, 3. iddianamenin, 491. sayfasında maksatlı yapılan bu yanlışlığın tahsii için savcılarca yapılan bu yanlışlığın duruşmada zabıtlara geçecek şekilde düzeltilmesi için beyanda bulunması çünkü sizler tashiyi bek kabul etmiyorsunuz iddianame de ama en azından burada bu yanlışlığı zabıtlarda geçmek amacı ile sayın savcılarca incelenerek sonucunun söylediğim şekilde teyit ettikleri takdirde burda beyanda bulunmalarını sayın mahkemece bu konuda ara karar verilmesini arz ediyorum. Ve söz konusu yapılan bu kasıtlı yanlışlıktan ötürü de bir görevin kötüye kullanılması söz konusudur. Dilekçemin bir suretinin de adalet bakanlığına tevdi edilmesini talep ediyorum. Sayın başkanım, 3. işleyeceğim konu, Türkiye’m topluluğu ile alakalı konu idi. Türkiye’m topluluğunun ilk kurulduğu henüz teşkilatlanmasını tamamlayamadığı aşamada iki ay kadar birlikte hareket ettiğimiz sonrasında siyasi parti dönüşümü tartışılmaya başladığından ayrıldığımı, İstanbul sorumlusu olmadığımı, teşkilatlanma aşamasında 32 kişiden biri olarak İstanbul teşkilatlanması içersinde yer aldığımı ifade etmiş bu hususu savcının bizzat iddianame de kendi dayandığı yazılı belge ile ispat etmiştim. Nitekim Mustafa Özbek de kendi iddianame sinin 743. sayfasında aynen şu ifadeyi kullanmış, Sevgi Erenerol ve Kemal Kerinçsiz’in Türkiye’m topluluğunda yer almadığını yer almışlarsa bile daha sonra ayrılmış olabileceklerini beyan ederek savunmalarımda aynen doğrulamıştır. Tarafımdan bu tanığın 8/6/2006 tarihinde ki bir tanık vardır, bu tanığın ifadeleri de gündeme geldi Mehmet Ali Özaltın diye, bu söz konusu tanık beyanında aynen şu ifadeye yer vermiştir, şahsımın Türkiye’m topluluğu İstanbul sorumlusu olduğumu sendika genel başkan yardımcıları Mecit Azır ile, Pevrul Kavrak’ın, efendim ikinci iddianamenin 425. sayfasında hakkında ağır ceza mahkemelerinde sahtekarlık ve dolandırıcılık suçlarından ötürü onlarca dava açılan savcıların ısmarlama tanıklarından Türk Metal iş sendikası Manisa Şube başkanı Mehmet Ali Özaltın Aynen şu cümleyi kullanmış, şahsımın Türkiye’m topluluğunun İstanbul sorumlusu olduğunu, sendika genel başkan yardımcıları Mecit HAZIR ile Pevrul KAVLAK’IN kendisini arayarak, seksin yüz kişi ile sendikalı işçilerin Bergama’daki 8/6/2006 tarihindeki ayini engellemek amacı ile talimat verdiklerini, bu sebeple olaylar çıkartarak ayini engellediklerini, ne şekilde hareket edileceği konusunda da şahsımın İstanbul sorumlusu olarak talimat verdiğim iddia edilmiştir. Öncelikle ben kati olarak Türkiye’m topluluğunun İstanbul temsilcisi olmadığımı defalarca tekrar ettiğim gibi bu konuda savcıların ibraz etmiş oldukları kendi belgeleri ile de bu durum sabittir. Mustafa Özbek in de bu konuda açıklaması vardır. kaldı ki geçen celse zannediyorum müdafiim tarafından talepte bulunuldu. Bu konuda kayıtlar da gelecektir. Bu konudaki iddialarım da mutlak suretle teyit edilecektir. Tarafımdan bu tanığın 8.6.2006 tarihinde Bergama'da ki bu Bergama da yapılan ayinin engellenmesi için olaylar çıkartıldığı ve ayinin yaptırılmadığı konusundaki iddialarının gerçek dişiliğinin teyidi anlamında Bergama Kaymakamlığına bir yazı yazdım. Gerçekten burada böyle bir olaylar mı oldu bu olaylara kimler iştirak etti. Veya herhangi bir adli soruşturma açıldı mı? Veya efendim soruşturma sonucu ne oldu gibisinden bu sualleri soran bir dilekçe gönderdim. Ve Bergama kaymakamlığı da şahsıma gönderdiği 6.8.2009 tarihli cevabi yazıda aynen şu cevabı verdi, Polis merkezine intikal eden herhangi bir suç unsuru ve olay olmadığı, Bu sebeple adli bir işlem yapılmadığı, Bir soruşturma açılmadığı ve adli bir işlem bulunmadığı ifade edilmiştir. Şimdi bu şahsın az önce okumuş olduğum ifadesinde bizzat bana telefonla talimat verdi diyen iki kişi hakkında da sayın savcılar kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar vermişler. Yani bizzat bu talimatları verdiğini iddia eden bu iki kişi suçsuz görünüyor, arkasından hiçbir olay yok ortada bu konuda da kaymakamlık emniyet müdürlüğünün yazılarını sunuyorum asıllarını efendim sizlere fakat maalesef, ben burada suçlu görünüyorum. Yani ne olay var ne soruşturma va ne bir adli vaka var, hatta talimat verenler de kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar almışlar. Tanığın olay çıkarmak amacı ile kendilerine talimat verdiği iddia edilen iki kişi hakkında kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar verilmekte, Bergama Kaymakamlığı'ndan gönderilen 6.8.2009 tarihli yazıda; 8.5.2006 tarihinde protesto eylemlerinde hiçbir suç unsuru bulunan bir fiil gerçeklemediği, soruşturma açılmadığı, adli bir vaka olmadığı belirtilmesine rağmen hala şahsım hakkında suç şüphesinin varlığını iddia etmek hukuken ve vicdanen açıklanacak bir irade beyanı olamaz. Heyetin aleyhime hiçbir delil olmamasına rağmen şahsımın tutukluluğunun sürmesi doğru bir düşünce tarzı olarak görmüyorum. Yukarıda arz ettiğim üzere Bergama Kaymakamlığı'nın 6.8.2009 tarihli yazısı savcıların ısmarlama tanığı Mehmet Ali Özaltın'ın beyanlarının gerçek dışı olduğunu ortaya koymuş bulunmaktadır. Mahkemenin söz konusu yazıyı, suç şüphesini ortadan kaldıran delillerimden bir olarak değerlendirilmesini bu yazı ile ile iktifa etmediği takdirde Bergama kaymakamlığına müzekkere yazılarak 1- Bergama'da 08.06.2006 tarihinde yapılan protesto eylemleri ki yapılmışsa, sonucu herhangi bir suç işlenip işlenmediğini, Herhangi bir kişi hakkında Bergama'daki tüm eylemcilerden sanki ben sorumluymuşçasına onu da kabul ediyorum, farz edilerek, soruşturma açılıp açılmadığını, böyle bir bağlantı nasıl kurulabilir. Tutun ki orda bir olay oldu bu olaydan mütevellit benim bir bağlantımın kurulabilmesi için somut vakaların gerçekleşmesi gerekir. Şahsımın herhangi bir şekilde bu protesto eylemlerinde ismimin de geçip geçmediğinin sorulmasını sayın mahkemeden arz etmekteyim. Sayın başkanım dördüncü olarak Mahkemeniz 13.06.2009 tarihli celsenin iddianamede yer almayan savcılığın ve sanık olarak şahsımın hiçbir talebi olmadığı halde resen hareket ederek; 18 nolu ara kararı ile, malumunuz. Akdeniz Üniversitesinde yapılan şahsımın da katıldığı ifade özgürlüğü konulu toplantı ile ilgili belge ve tutanakların, ikinci olarak da, 24 nolu ara kararı ile TESEV'in düzenlediği bir toplantı ile ilgili olarak emniyetçe yapılan işlemlerin celbine karar vermiştir. Celseden sonra mahkemeye sunduğum 17.06.2009 tarihli 26 sayfalık dilekçemle mahkemenin her iki kararının da usule ve yasaya aykırı olduğunu, bu ara kararları ile davaya iddianamenin dışından fiil ithal ettiğini, bir yargılamada fiil ve fail konusunda çerçeveyi çizen iddianamenin dışına çıkarak delil gibi harici fiilleri davaya taşıma gayretine girdiğini, bu tutumunda CMK 225.maddesine aykırı olduğunu ifade etmiştim. Nitekim CMK 225.maddesindeki; Hüküm ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve fail hakkında verilir. Mahkeme, fiilin nitelendirilmesinde iddia ve savunmalarla bağlı değildir, kuralı mahkemece yeterince değerlendirilmeden fiil ile delil birbirine karıştırılarak, delil toplandığı inancıyla iddianame dışında fiillerin yargılanmasına geçilmiştir. Her iki kararda bahsedilen toplantılar işlendiği iddia edilen suçun delilleri değil ancak maddi unsurlarını oluşturabileceği, eğer söz konusu toplantılarda TCK 313.mad. de belirtilen silahlı isyana tahrik suçunun unsurları bulunmuş olsa idi, yapılan toplantı ve toplantıdaki fiziki eylem ve sözlerim suçun maddi unsurunun bir parçası, bu toplantıda söz konusu fiilleri işlediğime ilişkin tutanak, CD'ler, fotoğraflar ki tanıklar var ise bunlar suçun delili olurdu. Maalesef mahkeme heyeti önyargılarına hakim olmayarak, savcının iddianamede göstermediği fiillerden ötürü dahi sanıkları sorumlu tutar hale gelmiştir. Bu anlamda her iki karardan 17.06.2009 tarihli dilekçem, 04.08.2008 tarihli celsede yaptığım açıklamalar ve işbu 08 nolu 25.8.2009 tarihli dilekçem dikkate alınarak rücü kararı verilmesini talep etmekteyim. Bir davada fiil ve faili belirleyen iddianamedir. Mahkeme iddianamenin dışına çıkarak fiil tespiti ve araştırması yoluna gidemez. Fiilin hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmadığı gibi önüne getirilen fiil ile ilgili serbestçe delil toplama yetkisini, davaya fiil ithal etme keyfiyeti birbirine karıştırılmıştır. Nitekim aynı hata 13.06.2009 tarihli celsenin 17 numaralı ara kararında yapılmıştır. Bu ara kararda; 2000 Yılından itibaren Batı Trakya Dergisi, Türkeli, Baran ve 1990 yılında çıkan Strateji Dergilerinin ve Ankara ve İstanbul'da çıkan Kuvvayi Milliye Dergilerinin tüm sayılarının istenmesine ve sahiplerinin, yazı işleri müdürlerinin, genel yayın yönetmenlerinin ad ve adreslerinin sorulması için ilgili mercilere yazı yazılmasına denmiştir. Öncelikle ne soruşturma aşamasında nede kovuşturma aşamasında söz konusu dergilerin yasak yayın kapsamında olup olmadığı sorulmamıştır. Bunu iddia makamımın da sorduğuna ilişkin bir yazıya eklere rastlamadım. Sözü edilen dergiler bugün hala çıktığına göre muhtemelen böyle bir yasak kapsamında bulunmamaktadırlar. Strateji dergisinin yazı işleri müdürünün dışında diğer dergilerin ne sahipleri nede yazı işleri müdürleri bu davada sanık sıfatına sahip değildir. İddianamenin hiçbir bölümünde sanıkların eğer bu dergilerde yazıları var ise bu yazılarından ötürü silahlı isyana tahrik dahil araç suçu işlediklerine ilişkin tek bir iddia yoktur. Hiçbir sanığın bölümünde yoktur. Bir kısım sanıkların ev ve işyerlerinden yukarıda isimleri geçen dergiler çıkmıştır. Maalesef Hitler ve Stalin dönemini aratan uygulamalarla yönlendirilmiş emniyet mensuplarınca bu dergiler sanki yasak yayın kapsamında imişcesine el konmuş ve iddianamenin eklerinde sanıkların evlerinden çıktığından bahsedilmiştir. Ancak dergilerin içeriklerinden ötürü herhangi bir suçlama yoktur. Bu durum sözde Ergenekon tertibini sivil demokrasi adına yürüten faşist bir yönetimin tüm unsurlarını bünyesinde barındıran iktidarın bir ayıbıdır. Sayın heyet iddianamenin kabulü kararında belirttiğinin aksine 444 klasör delili inceleme imkânı bulsa idi, inanıyorum ki yasak yayın kapsamında kalmayan bu ve diğer dergi ve kitapların tamamını delil olmaktan çıkarırdı. Çünkü kendisine de ağır bir yük getirmiştir. Evimde arama sırasında müdafiliğini yaptığım yazar Ergün Poyraz'ın kitaplığımda bulunan kitaplarını gören savcı Mehmet Ali Pekgüzel'in kamerayı kullanan emniyet mensubuna telaşlı bir şekilde sanki önemli bir delil bulmuşçasına;,bu kitapları da çek bu kitapların yazarı sanığımız, Diyerek her bir kitabı çekim konusu yapması, bu davanın nasıl bir zihniyetle nerelere taşındığının anlayan için önemli işaretidir. Savcı Mehmet Ali Pekgüzel, Ergün Poyraz'ın kitaplarına el koymak üzere ayırmış, eşimin avukatım olan eşimin bu kitaplar hakkında bir yasak kararı mevcut mudur ki el koyuyorsunuz, şeklinde müdahalesi üzerine kitapları bırakmıştır. Sözü edilen dergiler ek klasörlerde delil olarak gösterilmiş olsa dahi, iddianamede hiçbir sanığın özel bölümünde bu dergilerde çıkan yazıları suçun maddi unsuru ve fiili olarak gösterilmemiş olduğundan mahkemenin, iddianamede çizilen çerçevenin dışına taşarak dergilerdeki yazıları ya da dergi faaliyetlerini suçun maddi unsuru ve fiili olarak davaya resen taşıyamaması gerekir. Dergideki yazılar ya da dergilerin yönetimsel faaliyetleri bir delil değil;olsa olsa iddia edilen araç suçların maddi unsurunu teşkil ederler. Söz konusu yazıların ve yönetim faaliyetlerinin varlığını gösteren dergi delil olmakla birlikte, sözü edilen unsurlar iddianamede suç unsuru olarak belirtilmemiş olduğundan bu delilin toplanmasını da CMK 225.kapsamında uygun bulmamaktayım. Ancak mahkemenin bu ara kararı emniyet müdürlüğünce yerine getirilmiş 22.7.2009 tarihli yazı ve ekinde istenilen dergilerin bir kısmı temin edilerek dosyaya konmuştur. Şahsım bakımından suç hukuku açısından hiçbir endişem olmamakla birlikte, mahkemenin iddianame dışına çıkarak, çizilen çerçevenin dışında sanıkların tüm yaşamlarını sorgulayacak ölçüde resen tespit ettiği fiilleri davaya taşımasını aşikâr bir usul hatası olarak görmekteyim. 18 Nolu ara karar doğrultusunda Akdeniz Üniversitesinde yapılan ifade özgürlüğü ile ilgili kayıtlar gelmiş, gelen kayıtlardan şahsım hakkında herhangi bir soruşturma açılmadığı gibi şahsımı suçlayıcı mahiyette hiçbir bilgi, belge ve delil gönderilmemiştir. Masum bir şekilde yapılan konuşmaların fotoğrafları dosyaya intikal etmiştir. 24 nolu ara karar doğrultusunda kayıtları celp edilen TESEV'de yapılan 6.7.2006 tarihli geniş katılımlı toplantıya sadece bir katılımcı olarak iştirak ettim ki sayın üyemiz Özese bu olayın üzerinde fazlası ile durduğundan bende bu konuyu açmak durumunda kaldım. Bu toplantıya iki avukat arkadaşımla birlikte gittim. Söz konusu toplantı kamuoyuna açık olduğu için basından ve tüm internet guruplarından mail yolu ile herkese davet gelmiştir ve şahsıma da davet bu şekli ile gelmiştir. Toplantı konusu bugün Türk Milletine dayatılan Kürt açılımı isimli parçalanma projesinin bir parçası olarak işlenen Zorunlu Göç ile Yüzleşme idi. Tanıtım sona erdikten sonra sorulu cevaplı bölüme geçilmiş, bir kısım katılımcılar eleştirisel sorular sorunca bir tartışma ortamı olmuştur. Bazen seslerin yükseldiği olsa da katılımcılardan hiçbirinin şiddete yönelik bir tutumunu kesinlikle görmedim. Toplantıyı düzenleyen TESEV farklı seslerin çıkmasına katlanamayınca istenmeyen sualler soran kişilerin çıkmasını istemişlerdir. Toplantı içerisinde şahsım olarak hiçbir şekilde ne konferansı düzenleyenlere ne de bir başkasına sual tevcih etmediğim gibi söz alıp ta konuşmadım, oturduğum gibi aynen dışarıya çıktım. Tartışma sona erdiğinde dışarı çıktığımda, dışarı çıkarılması istenen 3 katılımcının polis tarafından dışarı çıkarıldığını gördüm. Bu kişiler ile sivil bir emniyet müdürü tartışırken, sivil emniyet müdürünün bu üç kişiyi zorla ite kalka, hakaret ederek, polis otobüsüne soktuğunu ve bu kişilere karşı hiçbir gereği yok iken saldırgan davranışlarda bulunduğunu görünce, kendisinin yanına giderek avukat olduğumu, kural dışı davrandığını, kimseye bu şekilde hakaret ve saldırgan davranışta bulunamayacağını ikaz edince bu sefer bana dönerek aynı tavrı gösterdi. Ancak ismini sonradan öğrendiğim söz konusu emniyet müdürünün ağzının leş gibi alkol koktuğunu gördüm. Alkolün etkisiyle kendisini tanımadığım halde ben seni okuldan tanıyorum sen komünistsin faşistsin gibi abuk sabuk laflar söyleyince kendisinden şikayetçi olacağımı beyan ederek mahalli emniyet müdürlüğüne müracaat ettim. Nitekim mahalli emniyet müdürlüğüne gittim ismi zabıtlarda olan alkollü emniyet müdüründen şikayetçi olduğumu şikayet konusunda da zabıt tutulmasını istedim. Emniyet amiri nöbetçi savcılığı aradı ki, bütün zabıtlarda vardır. Savcı beyde müşteki olarak ifademin alınabileceğini söyledi. Gelen dosyada da benim sadece ve sadece müşteki sıfatıyla alınmış olan ifadem söz konusudur. Çünkü benden kimse şikayetçi olmadı. Hiçbir evrakın içerisinde de benden şikayetçi olunduğuna ilişkin tek bir cümle yoktur. Emniyet müdürünün tartıştığı 3 kişi de emniyete getirilmiştir. Bu kişilerin uğradığı haksızlık karşısında verdikleri ifadelerinde müdafii olarak yer aldım. Kendilerinin darp edildiğini iddia eden müşteki 3 kişiden sadece birinden şikayetçi olduklarını diğer iki kişinin hiçbir suç unsuru taşıyan fiili olmadığını beyan etmişler. O da zabıtlara geçmiştir. Suçlanan Ramazan Bakkal ve diğer iki şahıs mağdur şüpheli olarak ifade vermişler ve ifadeden sonra da savcılık talimatıyla serbest bırakılmışlardır. Müştekiler darp edildiğini iddia etmelerine rağmen ortada hiçbir raporları mevcut değildir. Bakınız dosya geldiğinde huzurunuza darp edildiğini iddia eden kişinin makul olarak kendisinin bir raporu olması gerekir. Öyle bir müracaatları da yok, polise de bir talepleri olmamıştır. Tam tersine mağdur şüpheli olarak ifadesi alınan kendisinin orada müdafiliğini yaptığım Erdal Ergen isimli kişi emniyet müdürünün saldırgan tutumu nedeniyle iki günlük rapor almış rapor da gelen evrakların arasındadır. O dosyada tek bir rapor mevcuttur o raporda benim orada müdafiliğini yaptığım mağdur şüpheli olarak ifadesi alınan Erdal Ergen’e aittir. Nitekim darp iftirasıyla karşılaşan Ramazan Bakkal hakkında da ortada iddiadan başka bir şey olmadığından ötürü Beyoğlu C.Başsavcılığının 2006/15344 sayılı soruşturma dosyasından soruşturmaya yer olamadığına ilişkin karar verilmiştir ki, bu kararında mahkemenizce celbini arz ediyorum. Ancak burada asıl olan şahsımın konumudur. İşin ilginç tarafı suçlanan kişinin bu davada sanık olmamasına rağmen şahsımın müşteki sıfatına rağmen bu davada sanık olarak bu dosyanın hesabını gene ben vermek durumundayım. Gelen tüm tutanaklar tetkik edilince şahsımın her hangi bir şekilde ne müşteki ne mağdur şüphelilerin ne sarhoş emniyet müdürünün sonradan otoparkçılardan bulduğu kendisine göre ifade aldırdığı şahitlerin beyanlarında hiçbir şekilde ismim geçmemektedir. Gelen dosyada avukat Kemal Kerinçsiz’in ismi sadece sarhoş emniyet müdürünün saldırgan tutumundan ve hakaretamiz sözcüklerinden ötürü şikayetçi olmam nedeniyle müşteki sıfatıyla mağdur şüphelilerin müdafii olarak geçmektedir. Müşteki ve müdafi sıfatım dışında hiçbir tutanakta kati olarak şikayetçi olunan tek bir fiilim davranışım sözüm veya tahrik ettiğime ilişkin bir tavrım tartışmaya katıldığıma ilişkin bir tespit suçlandığım her hangi bir konu yer almamaktadır. Eğer suç hukuku giren bir tavrım olsaydı orada onlarca emniyet müdürü var idi, çok rahatlıkla Ramazan Bakkal’dan müşteki olan kişi yada kişiler şahsım hakkında da şikayetçi olur şüpheli olarak hakkımda işlem yapılırdı. Maalesef bizzat yapılan haksızlığa bir hukukçu olarak katlanamadığımdan yaptığım hukuki uyarılarım karşısında bizzat aleyhime işlenen suç sebebiyle müşteki olduğum bir dosyanın hesabını burada mahkeme huzurunda vermek durumunda kalmaktayım. Sayın mahkemenize 04.08.2009 tarihli celsede ifade etmiştim bir defa daha ifade ediyorum. Şahsımın 20 yıldan buyana katıldığım etkinlikler nedeniyle herhangi bir suç işlediğime ilişkin 2911 sayılı yasadan ya da bir başka suçtan ötürü kati olarak hiçbir şekilde dava açılmamış hiçbir şikâyette olmamıştır. Başbakana hakaret olduğu iddia edilen pankart davasından beraat kararı çıkmıştır onu da sizlere sundum. Şehit cenazesine katıldığımdan ötürü kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar verilmiştir. Oda dosyada mübrezdir. Sayın başkanım, Maalesef burada suç hukuka asla girmeyen yaşantım, düşüncelerim, tavırlarım, faaliyetlerim yanlı basında çıkan haberler ve internet bilgileri ile yargılanmak ve suçlanmaktayım. İddianameye giren bilgilerle bile değil. Buradan haklı olarak şu suali sormaktayım. Bir toplantıya iştirak ediyorsunuz. Resmi olarak düzenlenen evrakların hiçbirinde isminiz şüpheli, şikâyet edilen, hakkında suç isnadı yapılan ya da suçlanan biri olarak geçmiyor. Toplantıda bulunan hiç kimse, orada bulunan hiçbir polis şahsım hakkında şikâyetçi olmuyor. Tam tersine polis müdürünün haksız uygulaması nedeni ile müşteki sıfatını ben alıyorum. Bilahare egemenler tarafından şahsım hedef alındığından basında çıkan haberlerle burada yargılanmak ve hesap vermek durumunda kalıyorum. Sayın heyetten rica ediyorum lütfen internete giriniz, etnikçilerin, bölücülerin, ikinci cumhuriyetçilerin aleyhimde başkaca yaptıkları yayınlar var ise bu haberlere de cevap vermeye hazırım. Ancak mahkeme hukuk açısından son derece tehlikeli bir çizgi izlemektedir. Burada kimse tarafından şikâyet edilmediğim, şüpheli olmadığım, hakkımda soruşturma açılmayan, suçlu olarak gösterilmediğim, karakola dahi davet edilmediğim tamamen yasal olan ancak birilerinin hoşuna gitmeyen muhalif nitelikte olan eylem tavrım, düşüncelerim, ifadelerim, etkinliklerimden ötürü yargılanmaktayım. Bu dava Dreyfus davasına dönüştürülmüştür. Şahsımın suç hukukuna girmeyen faaliyetlerimden ötürü, basın haberlerine göre yapılan yargılamadan evrensel hukuk kuralları adına vazgeçmeyi öneriyorum. Özellikle somut olarak sen şu araç suçu işledin şeklinde yapılmayan isnatlardan ötürü tutuklu yargılanmam emin olunuz ki heyetçe işlediğiniz bir hukuk cinayetidir. Bu durumda vicdanlarınız rahatsız değilse sanık olarak başka kime, nereye ne diyebilirim. Yukarıda arz ve izah ettiğim üzere; Mahkeme CMK 225.madde yi ihlal ederek iddianamenin dışındaki fiilleri araştırarak kovuşturma konusu yapması ve davaya ithal etmesine ilişkin tutumu usul hukukunun aşikar ihlali olduğundan 17.06.2009 tarihli dilekçem, 04.08.2009 tarihli celsede yaptığım açıklamalar ve iş bu dilekçem dikkate alınarak 13.06.2009 tarihli celsedeki 17, 18 ve 24 ki bunların cevapları gelmiş olsa bile ara kararlarda belirtilen fiillerin iddianamede yer almaması nedeni ile kovuşturma kapsamının dışında tutulmasına hiçbir suç konusu olmamasına rağmen hukuka olan saygının bir gereği olarak araştırılan maddi unsurlara ilişkin delillerin değerlendirme dışında tutulmasına, Şahsımın müşteki olduğu, dava dışı Ramazan Bakkal'ın mağdur-şüpheli olduğu söz konusu soruşturma için Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığının 2006/15344 sayılı hazırlık dosyasından verilen kovuşturmaya yer olmadığına İlişkin kararın celbini arz etmekteyim. Sayın başkanım, elbette ki buraya çıkan bütün sanıkları tüm dikkat ve titizlikle izliyorsunuz dinliyorsunuz ama şu anda sunumunu yapacağım konu son derece teknik bir konudur bunu da inanıyorum ki titizlikle izleyeceksiniz. Bu davanın ben bir belkemiği olduğu kanaatindeyim burada yapılan hataların hukuken çok büyük ölçüde sakatlandığı inancındayım. Tabi bu benim inancım heyet belki bu inancı paylaşmaya bilir. Mahkemenizde açılmış bulunan davaya ilişkin Düzenlenen 10.07.2008 tarihli iddianame mahkeme kalemine 14.07.2008 tarihinde tevdi edilmiştir. Ancak mahkemenize yazmış olduğum 22.06.2009 tarihli dilekçeye verilen cevapla; soruşturma evresine ilişkin belgelerin iddianame ile teslim edilmediği, 444 klasör 180 bini aşkın belge ve delillerin mahkeme kalemine 18.07.2008 tarihinde teslim edildiği mahkemenin 04.08.2009 tarihli yazısı ile ortaya çıkmış bulunmaktadır. Buna karşılık mahkemenin iddianamenin kabulüne ilişkin kararının 2. sayfasında aynen şu cümleye yer verilmiştir. Bu iddianamenin kabulüne ilişkin kararını da tabi ki ek klasörlerde göremedik efendim. Ben bu iddianamenin kabulüne ilişkin kararı daha yeni araştırdım. Bu sunumu hazırlamadan önce, bir yerde bulamadım ve kalemden suretini aldırdım. Çünkü iddianamenin kabulü kararını sizler benim uyarım üzerine ikinci celsenin ortalarında okudunuz oysa malumunuz dava 191. maddeye göre mutlak suretle kimlik tespitinden dahi önce iddianamenin kabulü kararının okunmasıyla başlar. Oysa sizler 2. celsenin ortasına kadar birçok usulü işlemler gerçekleştirdiniz. Ancak uyarı üzerine okumuş olduğunuz iddianamenin kabulü kararının tam bir metin olmadığını sadece iki satırdan ibaret bir cümle olduğunu gördüm. Onun üzerine iddianamenin kabulü kararını kalemden suretini alıp tetkik ettim. Ve bu kabul kararında aynen şöyle diyor değerli başkanım, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı vekilliğinin 10.07. 2008 tanzim tarihli 14.07.2008 havale tarihli ve 2007/1536 soruşturma 2006/968 esas, 2008 /623 karar sayılı bakınız altını çizerek söylüyorum iddianame ve ekleri mahkememize gönderilmiş olmakla yani siz açıkça burada iddianame ve eklerinin 14.07.2008 tarihinde aldığını ifade ediyorsunuz. Bu açıkça gerçeğe aykırı bir beyan olduğu ortada sayın başkanım, Mahkemenin 04.08.2009 tarihli yazısı ile iddianamenin mahkemeye verildiği 14.07.2008 tarihinde CMK 174/1 maddesinde belirlenen soruşturma evresine ilişkin hiçbir belge ve delillerin verilmediği, ancak 5.günde yani 18.07.2008 tarihinde 444 klasör şeklinde teslim edildiği anlaşılmaktadır. İddianamenin kabulü kararı gerçek dışı beyan üzerine inşa edilmiş görülmektedir. Mahkeme iddianame ile birlikte teslim edilmeyen delileri teslim edilmiş gibi yazarak bu belgelerin incelendiğini ifade ederek kovuşturmada en ağır hukuk ihlallerinden birini gerçekleştirmiştir. Nitekim ekte RTÜK'ten temin ettiğim görsel medyada çıkan haberler; 444 klasörün mahkemeye, Levent Adliyesi'nden bir minibüs vasıtasıyla araçlarla taşındığını gösteren çekim kayıtları da mevcuttur ve söz konusu delillerin de 18.07.2008 tarihinde taşınarak teslim edildiğini teyit etmektedir. Değerli başkanım 3 dakikalık bir burada kayıt var bunu bir bakabilir miyiz şu açıdan

Mahkeme Başkanı :” nedir o nedir? “


Yüklə 0,76 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin