13. AĞIr ceza mahkemesi ( cmk 250 maddesi İle yetkiLİ ) duruşma tutanağI



Yüklə 0,76 Mb.
səhifə6/11
tarix02.08.2018
ölçüsü0,76 Mb.
#66114
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11

Sanık Kemal Kerinçsiz :” sizin adliyenize Levent adliyesinden Beşiktaş adliyesine minibüslerle söz konusu klasörlerin 18 Temmuz 2008 tarihinde taşındığına dair kayıt efendim.

Mahkeme Başkanı :” 18’inde zaten size yazı verilmedi “



Sanık Kemal Kerinçsiz : “ yani şu açıdan yani bu delillerin doğrudur değerli başkanım takdir size ait ben bunu zaten size delil olarak sunacağım. Burada göstermek istediğim bir minibüs delilin mahkemenizce nasıl incelendiği konusunu görse olarak da bir bakalım demiştim onu yazılarımda ifade edeceğim takdir sizlerin Bu anlamda burada asıl olan bu aşikâr hukuk ihlaline hangi müeyyidenin uygulanacağı sorunudur? Elbette mahkeme bu haklı itirazlarımızı da, diğer itirazlarımızda olduğu gibi reddederek, çizilen yol haritasını takip ederek bugünden kararlaştırılmış neticeye varmak için faaliyetine aldırış etmeden devam edecektir. Bunda bir tereddüdüm yoktur. Ancak şahsım tüm bu yapılan hukuksuzlukların bir gün mutlaka adalet duvarına çarpacağına inandığımdan hukuksal tartışma boyutunu gündeme getirmekten asla kaçınmayacağım. Mahkemenin 25.07.2008 tarihli iddianamenin kabulü kararının gerçeğe aykırı olgulara dayandırıldığı ortaya çıkmış olmakla söz konusu karar yoklukla malul bir karardır. Çünkü iddianamenin kabulü kararı yasal süre içinde teslim edilmeyen delillere teslim edilmiş gibi gösterilmek sureti ile verilmiştir. CMK 222 maddesi; Duruşmanın nasıl yapıldığı, kanunda belirtilen husus ve esaslara uygun olarak yapılıp yapılmadığı, ancak tutanakla ispat edilebilir. Tutanağa karşı yalnız sahtecilik iddiası yöneltilebilir denmiştir. Mahkemenin 25.07.2008 tarihli iddianamenin kabulü kararında soruşturma delillerinin iddianame ile birlikte teslim edildiğine ilişkin mahkemenin kabulünün gerçeği yansıtmadığı yine mahkemeye 04.08.2009 tarihinde Savcı Selim Berna Altay'ın sunduğu resmi yazı ile ve ayrıca mahkeme başkanının 103. celsenin 30. sayfasında bu yazıyı okuyarak, yazı içeriğini kabul etmiş bulunmakla ortaya çıkmıştır. Bir kararın vücut bulabilmesi için yetkili bir makam tarafından verilmesi ve kararın gerçeklik temeline oturması zorunludur. Kararın hukuken sakat yönü maddi gerçeklik olgusuna dayanmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Yargılamamın yoklukla malul bir karar üzerinden devam etmesi hukuken kabul edilmesi mümkün değildir. Özel hukuk alanında kabul edilen ancak modern ceza yargılamasında da son yıllarda yer bulan bir mahkeme kararının temel gerçeklik üzerine kurulmaması halinde mutlak butlanla yok sayılması hali kanaatimce bu karar açısından da savunulabilecek bir görüştür. Söz konusu kararın kısa süre içinde bir üst mahkeme tarafından denetlenmesi elbette ki mümkün değildir. Çünkü iddianamenin kabul kararına karşı sanık ve müdafilerinin yapacağı bir itiraz yolu da yoktur. Ortada kesinleşmiş bir karar olmadığından CMK 309 mad. uyarınca kanun yararına bozma için adalet bakanlığına müracaat etme imkânımız da bu aşamada bulunmamaktadır. Bu sebeple böyle bir yoklukla malul karar üzerine bu davanın hukuka aykırı inşa edilmesi heyetinizin vicdani ve hukuki sorumluluğunu çok büyük ölçüde arttırmaktadır. Gerçeğe aykırı verilen karardan heyetinizin bireysel anlamda hukuksal sorumluluğu mevcuttur. Ancak burada asıl bu tür yoklukla malul kararlar üzerine inşa ettiğiniz çürük davanın enkazı altında kalan sanık ve sanık ailelerinin fiziki ve ruhsal yapılarında karşılanamayacak zararlardır. Bu yapılarda verilen hiç bir zararın onarılması mümkün değildir. Heyetin bu sorumluluk içerisinde hareket etmediği inancını taşıyorum ve bu salonda her gün hukukun katledişini kahrolarak izliyorum. Mahkemenizin yine 25.07.2008 tarihli iddianamenin kabulü kararı içerisinde gerçeğe uymayan bir başka beyanda aynen şudur: Mahkemeye iddianamenin yasal inceleme süresi içinde denilerek gerçekler bir kez daha tahrif edilmiştir. Mahkeme bir daha okuyorum efendim, Mahkemeye iddianamenin yasal inceleme süresi içinde mahkeme yasal inceleme süresine iddianamenin delillerinin iddianamenin tevdiinden 5 gün sonra 18.4.2008 tarihinde teslim edildiğini kabul etmekle 15 günlük inceleme süresini resen 11 güne düşürmüştür. Çünkü CMK 174/1 mad. Belirtilen süre salt iddianamenin mahkemeye teslimi ile değil; bakınız okuyorum efendim 174/1 yani 174/1 deki süre sadece iddianamenin size teslim edildiği tarihten başlamıyor ek delillerin de size teslim edilmesini zaruri kılıyor. Aynen okuyorum efendim. Mahkeme tarafından iddianamenin ve soruşturma evrakının verildiği tarihten itibaren 15 gün içinde soruşturma evresine ilişkin bütün belgeler incelenir dendikten sonra eksik veya hatalı noktalar belirtilmek suretiyle demiştir. Yani siz bir noktada 15 günlük süreyi belgeleri aldığınız 18,07 den değil iddianamenin doğrudan size verildiği 14.07.2008 tarihinden işletmeye başladınız. Oysa mahkeme süreyi delilleri teslim aldığı tarihten değil, sadece 2455 sayfalık iddianameyi teslim aldığı tarihten itibaren başlatmış olmakla süreyi resen 4 gün indirmiştir. Kalan 11 günlük süreyi de sonuna kadar kullanmaması şahsımı endişeye sürükleyen ayrı bir tutum olmuştur. Mahkeme delilleri 4 gün geç almakla, inceleme süresini de iddianameyi aldığı tarihten itibaren işletmekle yasal ve kamu düzeninden olan 15 günlük süreyi 11 güne indirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin süreyi bu şekilde resen 11 güne düşürmesi bir başka aşikar hukuk skandalıdır. Bu sebeple mahkeme incelemesini yasal süre içinde değil, delilleri 18.07.2008'de alarak inceleme süresini kendi hatalı tutumu ile 11 güne düşürmüş, ancak kararında gerçeğe aykırı beyanda bulunarak yasal 15 günlük süre içinde incelemeyi yaptığını iddia etmiştir. Siz süreyi 11 güne indiriyorsunuz ancak incelemenin de yasal 15 günlük süre içinde yapıldığını iddia ediyorsunuz ve 25.07.2008 tarihinde de kabul kararı veriyorsunuz. Bu hacimli bir davada 15 günlük sürenin tümünün kullanımının sanık lehine olacağı ortadadır. Çünkü 2455 sayfa iddianamenin ve 444 klasörün incelenmesi yasal süre içinde dahi imkânı yok iken, bu süreyi daha da kısaltarak, bu süre içinde incelendiğini varsayan kanuni karinenin bile varlığını baştan inkâr etmek anlamına gelir. Mahkeme delilleri geç alması ile yasal süreyi otomatikman kısaltmıştır. Sadece kısaltmakla kalmamış, kısalttığı süreyi de tam olarak kullanmamıştır. 15 günlük süreyi 11 güne indirmiş bu sürenin de sadece 7 gününü kullanmıştır. Çünkü siz 11. günde teslim ettiniz. 15 günlük süreyi sonuna kadar kullanmadınız. Söz konusu 7 günün de duruşmalar nedeni ile tam olarak kullanılmadığı bir gerçektir. CMK'nun 174 mad. 1. fıkrası bu konuda son derece net bir hüküm getirmiştir. Mahkeme tarafından iddianamenin ve soruşturma evrakının verildiği tarihten itibaren on beş gün içinde soruşturma evresine ilişkin bütün belgeler incelendikten sonra denmiştir. Bu hükme göre yasal 15 günlük sürenin iddianame ile birlikte soruşturma evraklarının verildiği tarihten itibaren başlayacağını belirtmiştir. Bu durumda sadece iddianamenin verildiği 14.07.2008 tarihinden itibaren 15 günlük süreyi işletemezsiniz. Çünkü 14.07.2008'de mahkemeye sadece iddianame teslim edilmiştir. Soruşturma evraklarının teslim edildiği tarih; 18.07.2008'dir. Yani bu tarihte iddianame ve soruşturma evrakları mahkemede bütünleşmiş olmakla birlikte 15 günlük sürede bu tarihten itibaren başlayacaktır. Çünkü bütünleşme iddianame ve delillerin bir araya geldiği an 18,07’dir sizin görevinizin başladığı tarih yasanın da 1. fıkrada emrettiği sürenin bağladığı tarih de bu tarihtir. Eğer süreyi bu tarihten itibaren başlatırsak yasanın emrettiği şekilde bu durumda iddianame ve ekleri sadece ve sadece 7 gün incelenmiş bulunmaktadır. İddianamenin okunup okunmadığı konusu mahkeme huzuruna geldiğinde bunu birkaç defa telaffuz ettik sayın mahkeme başkanımız beyanı aynen şu şekilde olmuştur: Merak etmeyiniz, iddianameyi iki defa okuduk. Mahkemenin bu görüşüne ve açıklamasına saygımız vardır. Ancak bu açıklamanın ve tespitin doğruluğunu kabul etmek için hukuk mantık süzgecinden geçirmek zorunda olduğumuzu da belirtmek isterim. Sayın mahkeme iddianameyi 11. günde kabul etmiştir. Bu süre içinde kaç gün heyet halinde duruşmaya çıktığı konusunda, mahkemeye yazdığım dilekçeye cevap verilmemiş olduğundan kesin bir rakam verememekteyim. Çünkü tespitlerimin doğru olması bakımından sizlerden arz ettiğim değerli başkanım o süre içinde kaç gün heyet olarak duruşmaya çıktınız. Çünkü 14.07.2008 tarihinden itibaren geçmişten sizlere intikal eden dosyaları görmeye devam ettiniz. Tahmini olarak 3 gün duruşmaya çıkılmış ise bunu bir tahmin olarak yürütüyorum belki 2 belki 1 “

Mahkeme Başkanı :” hiç çıkmadık “



Sanık Kemal Kerinçsiz : “ hiç çıkmadınız, tamam efendim. yalnız bir gün Silivri’yi ziyaret ettiğinizi de biliyorum. Her halde Silivri’yi ziyaret etmedim demeyeceksiniz değerli başkanım, ortaya net olarak kalan süre eğer sizler heyet olarak duruşmaya çıkmamışsanız 10 gündür bir günü Silivri ziyaretini düştüğümüzde normal bir insanın bir günde kendisini vererek okuyabileceği en fazla 120-150 sayfayı aşması mümkün değildir. Okuma delillerle karşılaştırılarak yapıldığı takdirde günlük 50 ve 80 sayfanın aşılması beklenmemelidir. Azami miktarda dikkate aldığımızda heyetin 7 günlük süre içinde okuyabileceği en fazla 1050 sayfadır. Oysa iddianame2455 sayfadan oluşmaktadır. 1400 sayfanın okunması mümkün değildir. Sayın başkanın iddianamenin okunması konusunu bir an için doğru olarak kabul edip bir kenara bırakmaktayım. Sizler iki defa okudum dediniz ancak yasanın sadece iddianamenin değil soruşturma evresine ilişkin bütün belgelerin incelendikten sonra Cümlesine yer verilmesi ile, 444 klasörün tümünün heyetçe incelenmesi gerektiğini emretmiştir. Mahkeme söz konusu 444 klasörü okuyup okumadığı konusunda bugüne kadar muhtelif beyanlarımıza rağmen sessiz kalmış, beyanda bulunmamıştır. Sayın mahkemeye 24.08.2009 tarihinde bir dilekçe vererek iddianamenin tesliminden beş gün sonra, mahkeme kalemine teslim edilen 444 klasör yaklaşık 200.000'e yakın delilin heyetçe okunup, okunmadığı konusunda beyanda bulunmasını arz etmiştim. Şu andaki açıklama yaptığım şua ana kadar mahkemeden bu konuda bir açıklama gelmemiştir. Şahsım olarak bu sessizliği 444 klasörün mahkemece okunmadığı şeklinde kabul ediyorum. Mahkemenin bu konuda görüşü aksi ise inandırıcı ve gerekçeli bir şekilde 444 klasör, 200.000'e yakın delilin 18.07.2008 - 25.07.2008 tarihleri arasında okunduğunu ortaya koyması zaruridir. Kaldı ki söz konusu delillerin incelemeye esas olmak üzere mahkeme kalemine tesliminden kabul tarihine kadar geçen 7 günlük süre de net bir süre değildir. Bu süre içinde 1 gün Silivri’yi düştüğümüzde kalan süre 6 gündür. Bu kadar kısa süre içinde 200.000'e yakın delilin heyetçe incelenmesi madden imkânsızdır. Heyet delileri inceledim şeklinde beyanda bulunsa dahi bu beyan inandırıcılıktan uzak, gerçeğe aykırı bir beyan olacaktır. Gerçeğe aykırı beyan mahkemeyi, vicdanen ve hukuken sorumlu duruma düşürecektir. Ancak mahkemenin yasanın emredici hükmüne rağmen delilleri incelemeden iddianamenin ve delillerin kabulüne karar vermesinin de iki önemli hukuki sonucu olacaktır. Deliller incelenmeden CMK 174/1 kapsamında iddianamenin kabulü kararı verilmesi ile bu kararın hukuki kıymetinin mutlaka tespit edilmesinde zaruret vardır. Mahkemenin iddianamenin kabulü kararının ikinci sayfasında 1. paragrafın son cümlesinde: Mahkememizce iddianamenin yasal inceleme süresi içerisinde verilen tüm dilekçelerle iddianame ve evraklar ile birlikte incelenmek suretiyle denilerek açıkça gerçeğe aykırı beyanda bulunulmasına rağmen, deliller üzerinde inceleme yapılmadığı son derece net bir şekilde ortaya çıkmakla zaptın gerçek dışı bir şekilde düzenlenmiş olduğu anlaşılmaktadır Aynı sayfanın 2. paragrafında gerçeğe aykırı beyana devam edilmiş; İddianamede şüphelilere yüklenen suçları oluşturan olayların mevcut deliller ile ilişkilendirilerek açıklandığı denilerek mevcut deliller okunmadığı halde okunmuş gibi beyanda bulunulmuş, yüklenen suçlar ve delillerin karşılaştırıldığı gerçek dışı bir şekilde ifade edilmiştir. 2. paragrafın son cümlesinde de; Şüpheliler ile ilgili lehte ve aleyhte delillerin birlikte tartışıldığından bahsedilerek mahkeme gerçek dışı beyanda bulunma konusundaki ısrarını burada da devam ettirmiştir. Mahkeme bu noktada incelemediği halde delilleri inceledim diyerek zabıt tutup karar tesis etmesi ve bu iddianamenin kabulü kararını temel yapıp davaya bu karar üzerinden devam etmesi, kovuşturmayı tümden sakatlamış, hukukun dışına itmiştir. Mahkemenin bu ölçüde gerçeğin dışında tutum takınarak verdiği kararı yok hükmündedir. Bu kararın hukuki hiçbir değeri yoktur. Mahkeme kamu düzeninden olan iddianamenin 15 günlük kabul süresini 11 güne indirmiş, 18.07.2008 - 25.07.2008 tarihleri arasında okunması imkânsız delilleri okudum diyerek gerçek dışı beyanda bulunarak iddianamenin kabulü kararı vermiştir. Bu kararın yasal hiçbir dayanağı yoktur. Mahkeme nasıl iddianamede ismi geçmeyen bir kişiyi yargılayamamasına rağmen, yargılamaya kalktığı takdirde tüm kovuşturma işlemleri yok hükmünde ise, iddianamenin kabulü süresini keyfi olarak 11 güne indiren ve okumadığı delileri okudum diyerek yazan bir mahkemenin verdiği bu karara uygulanacak olan hukuksal müeyyide yoklukla malul müeyyidedir. İkincisi mahkemenin ülkemin rejimini değiştirme amacı ile açılan bu davada yüzlerce tutuklu insanı mağdur eden, bu aşikâr hukuk ihlali karşısında vicdani sorumluluğun ötesinde heyetin bireysel alanda cezai ve hukuksal sorumluluğu ortadadır. Verilen iddianamenin kabulü kararının CMK 309 mad. Kapsamında olmaması ve denetiminin bugün için bir kanun yolu ile mahkemenin dışında bir yargı organı tarafından denetlenememesi heyetin sorumluluğunu daha da arttırmakta, böyle büyük bir hatayı sadece üç hakim olarak omuzlarında taşımak zorunda kalmaktadır. Mahkemenin ileri sürdüğüm bu itirazları mutlaka ciddiye alıp incelemek ve şu dört suale net bir cevap vermek zorunluluğu bulunmaktadır. Bir; mahkeme olarak siz delilleri teslim almadan sadece iddianameyi nasıl teslim alırsınız? İki; 15 günlük iddianamenin kabul süresini, nasıl olur da 11 güne indirirsiniz? Üç; delillerin uhdenizde olduğu 6-7 günlük süre içinde 200.000'e yakın delili okumanız imkânsız olduğu halde nasıl okudum diyerek, bu hususu karara gerçeğe aykırı olarak geçersiniz? Dört; delileri iddianame ile birlikte almadığınız halde, nasıl birlikte aldım diyerek gerçeğe aykırı beyanda bulunursunuz? Bu sorulara verilecek cevaplar hangi yönde olursa olsun, mahkeme hiç hata yapmaması gereken nokta da "çok önemli" bir hata yaparak dava sürecini sakatlamış, mutlak butlanla geçersiz karar üzerine yıllarca sürebilecek sorumluluk. Doğurucu birçok mahkeme işlemi tesis etme riski ile karşı karşıya kalmıştır. Ancak binanın temeli çürüktür. Çünkü bu kovuşturma, iddianamenin kabulü kararına dayanır. Bu karar gerçeğe aykırı olgular üzerine tesis edilmişse, sonraki yapacağı işlemler ile mahkeme; Kendi sorumluluğunu daha da ağırlaştırarak, Sanıkları sonradan telafisi mümkün olmayan zararlar girdabına sokmuş olacaktır. Mahkeme 444 klasörü delil olarak kabul etmekle büyük bir hukuk hatası yapmıştır. Sayın heyetin çok iyi bilmesi gerekir. Hukuk muhatap aldığı sorumluluk sahiplerine asla imkansızı dayatmaz ve imkansızın ifasını isteyemez. CMK 174/1 maddedeki son derece açık hükme rağmen savcılar, mahkemeye imkânsızı dayatmışlardır. Hiçbir insan olağanüstü meziyetlere sahip olsa dahi bırakınız 6 gün yada 7 günlük süre içinde, 15 günlük yasal süre içinde dahi 2455 sayfa iddianameyi, 444 klasör, yaklaşık 200.000'e yakın belgeyi incelemesi, bu incelemeyi yaptıktan sonra iddianame ile karşılaştırması, delillere göre eksik ve hatalı noktaları tespit etmesi şüphelilere yüklenen suçlarla mevcut delillerin ilişkilendirildiğini saptaması, suçun sübutuna etki ederek delillerin toplanmadığını belirlemesi, sanık lehine delillerinde dikkate alındığını tespit etmesi imkansızdır. Yasalar imkânsız hiçbir hususu sorumlulara dayatamayacağı gibi savcılar da, mahkemeye ve hâkimlere imkânsızı dayatamaz. Mahkeme iddianame ve delillerini siyasi tercihlerini bir kenara bırakarak çok net bir şekilde; 2455 sayfalık, 444 klasörlük bir dosyayı CMK 174/1 mad. Kapsamında mahkeme heyetinin 15 günlük süre içinde okuması, incelemesi ve 170. maddedeki unsurların varlığını belirlemesi, 174/1-b bendindeki saptamayı yapması imkânsızdır. İddia makamı, mahkeme heyetine imkânsızı dayatmaz. Mahkemenin inceleme yapamayacağı evrakları inceledim dedirterek gerçeğe aykırı beyanda bulunmaya zorlayamayacağı gibi, böyle bir tutumun sanıkların aleyhine sorumluluk doğuran bir işlem olduğundan ötürü iddianamenin iadesine, CMK 174/1 mad. Uygun bir şekilde inceleme yapabilecek boyutta ve sınırlarda iddia ve eklerinin yeniden düzenlenerek sunulmasına; İlişkin karar vermeliydi. Vermeniz gereken karar şu okuduğum iki paragrafta paragraf gibi olmalıydı. “

Mahkeme Başkanı :” siz diyorsunuz “



Sanık Kemal Kerinçsiz :” benim kanaatim tabi efendim ben okuduğuma göre elbette sizlere benim bir dayatma yapmam mümkün değil sadece arz ederim. Vicdanı hür, beyni hür, hukuka sahip bir heyetin vereceği karar bu olmalıydı. Mahkeme kendisine dayatılan imkânsızlığı kabul ederek, Mutlak gerçeği savunmaktan vazgeçmiştir. Kendisinin reddedemediği imkânsızlığın maliyetini sanıklara yöneltmek zorunda kalmıştır. Sanıklar yüz binlerce sayfalık iddianame, deliler ve yasa dışılıklarla karşı karşıya bırakılmış, bütün bu belgeleri ve soruşturma evrakları cezaevi yaşantısının verdiği imkânsızlık çerçevesinde sorguya sokulmuş, savunma yapmak zorunda bırakılmıştır. Mahkeme bu konuda adeta trafik memuru misyonunu yüklenmiştir. Soruşturma aşamasındaki planlanan tüm ağır yük, gerçeğe aykırı bir iddianamenin kabulü kararı ile sanıkların omuzlarına yüklenmiştir. Bir sanık olarak şahsıma hukukun asla müsaade etmediği imkânsızlığı taşıtamazsınız. Sanıkların bulundukları zaman ve mekân şartlarını düşünmeden hiçbir hukukun hukuk kuralının tasvip etmediği yükü yükleyemezsiniz. Yaptığınız bu haksızlığı adaletle ve hukukla bağdaştırmak mümkün değildir. Siz bu faaliyetinize ne derseniz deyin ama asla yargılama diyemezsiniz. Yargılamanın şartlarını sağlayamayan bir mahkeme asla adalete uygun yargılama yapamaz. İnsanlık dramına dönüşen faaliyetlerin sonucunda doğacak bu ağır sorumlulukları emin olunuz ki hiçbir insanın vicdanı kaldıramaz. Gerçeğe aykırı beyan ve tespitler üzerine adalet ve hukuku tesis edemezsiniz. Çünkü adalet; yüksek ahlaki ve insani değerler üzerine kurulur. Sanıkları yargılayan mahkemenin doğrudan asla şaşmaması gerekirdi. Kendisine imkânsızın dayatılması sureti ile yapılan hukukun dışına taşan baskılara karşı direnebilmeliydi. Mahkemenin direnci insanlık onurunun korunması için şarttı. Maalesef mahkeme heyeti CMK 174/1 mad. Kapsamında okumadığı, okuyamadığı belgeleri "okudum, inceledim" diyerek sanık olarak şahsımın adaletin tesis edileceğine ilişkin tüm güvenimin ortadan kalkmasına sebebiyet vermiştir. 25 yıllık bir avukat olarak öğrendiğim önemli bir tecrübe şudur ki; Sanık gerçeğin dışına taşar, ama hâkim mutlaka ve mutlaka gerçeği savunmak ve uygulamak zorundadır. Gerçeğin maliyetine kendisine ne olursa olsun insanlık onuru hâkimin gerçeklik çizgisinin dışına taşmasına engeldir. İddianamenin kabul kararında şu cümleyi okurken acı acı gülüp, acaba mahkemenin kendi yaptığı bu cümlelere yazdığı bu cümlelere samimiyetle inanıp inanmadığını sorgulamaktan kendimi alamıyorum. Sayın mahkeme heyeti diyor ki; kararınızda iddianamenin kabulü kararında; Şüpheliler ilgili lehte ve aleyhte delillerin birlikte tartışıldığı dikkate alınarak iddianamenin kabulüne karar vermek gerekmiştir. Bir daha okuyorum efendim Şüphelilerle ilgili lehte aleyhte tamam lehte ve aleyhte delillerin birlikte tartışıldığı dikkate alınarak siz bunları dikkate almışsınız görmüşsünüz incelemenin sonunda ve iddianamenin kabulüne karar vermek gerekmiştir. Sayın heyete bırakınız şahsımı, 86 sanık hakkında iddianamede bir sanığın lehine tek bir delilin toplandığını ve tartışıldığını gösterebilir mi? bana bir tek delil söyleyin deyin ki bu 86 sanık içinde iddianamede lehine bir delil getirilmiştir. Bir cümleyle ifade edebilir misiniz? Elbette ki gösteremeyecektir. O zaman sanık olarak haklı bir şekilde soruyorum: Neden gerçeğe aykırı bu beyanı iddianameye yazmak zorunda kaldınız? Delilleri okumadan sizler nasıl olur da benim lehime delillerin toplandığını ve tartışıldığını söyleyebilirsiniz? Eğer bunu söylüyorsanız; Siz mahkeme heyeti olarak şahsımı ve tüm sanıkları zihninizde baştan mahkûm etmişsiniz demektir. Sanığın iddianamenin kabulü kararı ile mahkûm eden hâkimlerin hukuk ve adalet anlayışının ne olduğunu belki bir kez daha düşünürseniz ve vicdanınızdan gelebilecek sesi belki dinlersiniz diye yine sizlerin takdirlerine bırakmaktayım. Sadece şahsınım konuşup sesimin yankısını yine kendimin dinlediği bir mahkemede yukarıda izah ettiğim soruna bir çözüm bulunacağına hiçbir inancım yoktur. Bu aşamada mahkemenin tarihi, vicdani, insani ve hukuksal sorumluluğunu hatırlatarak; İncelemediğiniz ve okumadığınız delilleri okudum ve inceledim diyerek 14.07.2008'de teslim almadığınız delileri teslim aldığınızı belirterek, Gerçeğe aykırı bir şekilde tesis ettiğiniz 25.07.2008 tarihli iddianamenin kabulü yok hükmünde sayılacağından, mutlak butlanla geçersiz, itiraz ve kanun yoluna kapalı bu kararın mahkemece bu aşamada dahi rücu etmeniz hukuki imkân dâhilinde bulunmakla; İddianamenin kabulü kararını yoklukla malul sayarak, CMK 223/8 mad. Uyarınca sanık lehine kıyasın yapılacağını dikkate alarak kovuşturma sürecini durdurmanızı, İmkânsızın dayaklamayacağı genel hukuk kuralını, CMK 174 mad. kapsamında iade sebebi kabul ederek 25.07.2008 tarihli iddianamenin kabulü kararından rücu ederek, İddianamenin iadesine karar vermenizi,

Mahkemenin incelemesine imkân verebilecek boyutta ve ek delillerle usulüne uygun


tanzim edilecek iddianame tanziminden sonra yeniden CMK 174 madde Sürecinin
işletilmesine karar verilmesini saygılarımla arz etmekteyim. Sayın başkanım müsaade eder misiniz yoksa bırakayım mı?

Mahkeme Başkanı :” devam ediyoruz dinliyoruz yorulduysanız ara verebiliriz. “

Sanık Kemal Kerinçsiz :” teşekkür ediyorum ben yorulmadım değerli başkanım ama sizler eğer “

Mahkeme Başkanı :” buyurun devam edin buyurun buyurun “



Sanık Kemal Kerinçsiz :” sayın başkanım bir başka talebim de şu olacak. Sözde Ergenekon soruşturmasını yürüten savcı Mehmet Ali Pekgüzel ve Zekeriya Öz müştereken hazırladıkları teskereyle adalet bakanlığına müracaat ederek aynen şu ifadeyi kullanmışlardır teskerede, Ankara'da başka suçlardan cezaevinde bulunan bazı şahısların ifadesinin alınmasının gerektiği, soruşturmanın kapsamlı olması, gizlilik kararı bulunması ve işin istinabe yoluyla yapılması soruşturmanın amacı açısından yeterli faydayı sağlamayacağı, yazılacak talimata da dosya ile alakalı birçok bilgi ve klasörün konulması mümkün olamayacağından soruşturmanın geniş kapsamlı olması da göz önüne alınarak tarafımızca bizzat cezaevine gidilip, bazı şahısların ifadelerine başvurulmasında soruşturma açısından fayda mülahaza edildiğinden, uygun görülmesi halinde 11-12-13 Mart 2008 tarihlerinde görevli sayılmamız ve Ankara'ya gidiş-dönüşte alakalı olarak da gerekli yolluk ve harcırahın tahsis edilmesini hususlarını saygılarımızla arz ederiz demişler ve 5.3.2008 tarihinde Adalet Bakanlığından izin talebinde bulunmuşlardır. Burada dikkat edilecek iki husus vardır. Talep tarihi 5.3.2008 değerli başkanım 20 gün önce Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinde Danıştay davası sonuçlanmış, Danıştay Cinayeti ile Cumhuriyet gazetesinin bombalanması suçlarının sözde Ergenekon tertibi ile bir ilgisinin olmadığı mahkeme kararı ile teyit edilmiştir. Bunun üzerine tertibin arkasında yer alan tüm güçler harekete geçerek, yalancı gizli tanıklar bulunarak bu davanın mutlaka Yargıtay'dan bozdurulması için yoğun çaba sarf etmeye başlamışlardır. Buradan savcılara şu suali tevcih etmek gerekir. Ümraniye operasyonu 12.6.2007 tarihinde başladı, siz cezaevinde bulunan Danıştay sanıklarını dinlemek için neden 9 ay bekleyerek, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararını beklediniz? İkinci husus Danıştay Cinayeti Ankara'da işlenmiştir ve sanıkların tutuklu olduğu yerde Ankara Sincan cezaevidir. CMK 251/3 mad. 2. cümlesinde; Suç ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yer dışında işlenmiş ise C.Savcısı suçun işlendiği yer C.Savcısından soruşturmanın yapılmasını isteyebilir denmiştir. Her ne kadar 1. cümlede; soruşturmanın gerekli kaldığı hallerde suç mahalli ile delillerin bulunduğu yerlere gidilerek soruşturma yapılabilir denmesine rağmen, sadece tanık beyanlarının alınması için Ankara'ya gidilmesinin makul ve beklenebilir bir tutum olmadığı kanaatindeyim. Ancak Sincan Cezaevinde özel bir tanığın, özel şartlar altında ifadesi alınacaksa, bu ifade sırasında gizli tanığı konuşturmak için Osmanım gibi psikolojik destek sağlayıcı taktiklere ihtiyaç var ise sadece savcıları değil, bu tertibin emniyet ayağında önemli bir işlev gören emniyet amiri ile iki polise de ihtiyaç olup, ifade öncesinde gizli tanıkla görüşmelerde zaruret bulunuyorsa elbette ki bu işlerin altından kalkmak için savcıların gizli tanık 9’un ayağına gitmek zorunluluğu olacaktır. Bu işler hukukun içinde kalınarak normal bir savcının alacağı beyanlar değildir. Nitekim savcı Mehmet Ali Pekgüzel mahkemede gözdağı vererek okuduğu bildiride, kendilerinin zor şartlar altında bu davayı çözmek ve beyan alabilmek için tanıkların her türlü psikolojik desteği sağlayarak bir savcının görevi midir? Osmanım gibi samimi ilişkiler kurulmasının ne kadar fedakar bir tutum olduğunu ifade etmiş, tanıklarla kurulan bu ilişkilerin mesleki zorunluluktan kaynaklandığını ifade etmiştir. Ben ilk defa böyle bir mesleki zorunluluğa sahip savcının beyanlarına rastladım. Gizli tanık Osman'ın ifade tutanakları okunduğunda savcıların Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararının Yargıtay'ın bozdurulması için her türlü fedakarlığı yaparak, tüm hukuk dışı ilişkilere kucak açtıkları açıkça görülmektedir. Ancak bu yazıda Adalet Bakanlığı'na yanına aldıkları ve kendilerini bir ekip olarak gördükleri İstanbul Emniyet Müdürlüğünde görev yapan Emniyet amiri Mehmet Karabörk ve polis memurları Bahaddin Kıcır ve Ayhan Işık'ı yanlarına alacakları konusunda bilgi vermemişler, izin istememişlerdir. Bakanlığa yazmış oldukları 5.3.2008 tarihli yazıda böyle bir talep belirtilmemiştir. Belirtilmeye bilirde usulen. Adalet Bakanlığı söz konusu talebi sanki beklercesine derhal kabul edip 7.3.2008 tarihli, 701 sayılı yazısı ile 11 Mart-13 Mart 2008 tarihleri arasında Ankara Cezaevinde bulunan bazı tutukluların ifadelerinin alınması için, savcılara gerekli izin vermiştir. Ancak burada dikkat edilecek husus gerek savcıların talebinde, gerekse Adalet Bakanlığının izin yazısında sadece cezaevinde ifade alınması yolundadır. Net olarak belirtilmiş efendim. Müracaatlarında sadece cezaevinde ifade almak üzere Ankara’ya gittiklerini ifade etmişler. Oysa savcılar Ankara Adliyesinde Osman Yıldırım'ın fiili avukatı olan, savcılarla tutuklu sanık-tanık arasındaki ilişkiyi başından itibaren kurup yürüten Av. Mehmet Ener'in, Ankara Adliyesinde ifade almaları bu talep ve izin kapsamında değildir. Ek 3'te ibraz ettiğimiz 10.3.2008 tarihli tezkerede savcı Zekeriya Öz, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünden, olayla alakalı ayrıntılı soru sormak ve yönlendirmek için savcıların yanında emniyet amiri Mehmet Karabörk'ün de gelmesi için görevlendirme yapılmasını istemiştir. Bakın efendim o kadar önemli ki, burada bir takım iddialarda bulunuyor bir kısım şüphelilerin yönlendirildiğine ilişkin, oysa burada sayın savcı çok net bir şekilde Mehmet Karabörk’ü hangi amaçla yanına aldığını ifade etmiş. Amacı ne? Olayla alakalı ayrıntılı soru sormak ve yönlendirmek bakın açıkça tüylerimizin ürperdiği bir nokta. Bir savcı tanık sıfatıyla almış olduğu bir beyanda kişiyi yönlendirme amacıyla bir emniyet amirini yanına aldığını açıkça ikrar edebilmektedir. Ancak yanlarına aldıkları Bahadır Kıcır ve Ayhan Işık isimli polis memurları için dosyada bir talep yazısına rastlamadım efendim. Bu konuda bir talepte bulunmuşlar mı veya emniyet nasıl bu izni vermiş o konuda ek klasörlerde bir şey bulamadım. Yine söz konusu üç emniyet mensubunun İstanbul'dan, Ankara'ya gitmek için Valilikten ya da Emniyet Müdüründen izin alıp almadıkları konusunda dosyada bir bilgi mevcut değildir. CMK 251/7 mad. Savcıların belirtilen kamu kurumlarından personel yardımı alabileceklerini hüküm altına almış ise de, bu yardımın kendi yargı çevresinde olmalarında zorunluluk olduğu gibi, savcının kendi görevi olan ifade almak için Emniyet Müdürlüğünden personel istemesinin hiçbir hukuken izah edilecek bir tarafı yoktur. Burada önemli olan husus savcıların emniyet amirini yanlarına almalarının sebebi olarak bu kişinin cezaevindeki tanıkların ifadelerini alırken; ayrıntılı soru sormak ve yönlendirmek için olmasını açıkça ikrar etmiş olmalarıdır. Bu konunun mutlaka çok dikkatli bir şekilde sorgulanması gerekir. Şöyle ki; Cezaevinde dinlenen kişilerin beyanları tanık sıfatı ile alınmıştır. Savcının tanık sıfatı ile beyanını almış olduğu ifadece emniyet görevlisinin bulunma hakkı mevcut değildir. Emniyet görevlisinin bu ifade esnasında bir sıfatı ve görevi yoktur. Soruşturma aşamasında savcı bir tanığın ifadesini alırken gizlilik kuralları doğrultusunda emniyet mensubu da olsa sorgucu, ya da yönlendirici bir işlevle, bir üçüncü kişiyi dâhil edemez. Savcılar, yaptıkları görevin mahiyetini unutmuşlar, kendilerini bir emniyet mensubu olarak görmeye başlamışlardır. Savcının tanık dinlemeyi nasıl yapacağı CMK 43/5 mad. belirtilmiştir. CMK'nın 43-61 maddeleri savcıların yapmış oldukları tanık dinlemelerinde de aynen geçerlidir. Kaldı ki tanık sorgulanmaz sadece dinlenir. CMK 59/1 mad. uyarınca tanıktan tanıklık edeceği konulara ilişkin bildiklerini söylemesi istenir ve tanıklık ederken sözü kesilmez. Demek ki savcıların tezkerelerinde ifade ettiği gibi tanığın yönlendirilmesi için bir emniyet amirini yanına alarak görev vermek yasanın kuralları arasında yer almamaktadır. Tanığın beyanının alındığı sırada yönlendirme yapmak usulsüzlük ve suçtur. Maalesef savcılar, bu soruşturmada yasal meşruiyetlerini yitirdiklerinden kendilerinde rahatlıkla suç işleme özgürlüğünü görmekte suç sınırını tamamen aşmış bulunmaktadırlar. Kaldı ki CMK 157/1 maddedeki soruşturmanın gizliliği kuralı savcının cezaevinde tanık sıfatı ile aldığı beyanlar için de geçerlidir. İfadeye savcı ve kâtibin dışında bir üçüncü kişinin iştirak etmesi mümkün değildir. Bu anlamda soruşturmanın gizliliği kuralı da ihlal edilmiştir. Savcılar şüphelinin sorgulanması ile tanığın dinlenmesi usulünü birbirine karıştırmışlar, tanığın dinlenmesini adeta emniyetteki şüphelinin sorgulanmasına dönüştürmüşlerdir. Gizli tanık 9’un alınan ifadeleri bu yönü ile usule aykırı olduğundan CMK 206, 217 mad. kapsamında delil olarak hiçbir değeri yoktur. Yabancı unsurların dâhil olduğu gizlilik kuralları içerisinde yapılması gereken tanık dinleme sürecinin hukuken tasvip edilmesi mümkün değildir. Savcı Zekeriya Öz' ün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına 10.3.2008 tarihinde tanık listesi vererek, bu kişilerin cezaevinde dinlenmesi konusunda bir sakınca olup olmadığını belirterek, gerekli ortamın sağlanması için cezaevi müdürlüğüne talimatın verilmesi istenmiştir. Listede Süleyman Esen'in ismi olmadığı halde cezaevinde tanık olarak ifadesi alınmıştır. Ancak savcılar bu yazıda da cezaevine kendilerinin dışında sorguya katılmak üzere bir amir iki polis memurundan bahsetmemişler, bu üç emniyet mensubunun girişi için Ankara C.Başsavcılığından izin talebinde bulunmamışlardır. Eklerde sunuyorum değerli başkanım. Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Poyrazoğlu'nun bizzat imzaladığı 11.03.2008 tarihli, 3/6591 sayılı izin ve talimat yazısında cezaevine ifade için girecek kişiler arasında sadece Zekeriya Öz ve Mehmet Ali Pekgüzel'in ismi geçmiştir. Savcıların ekip olarak ifade ettikleri üç emniyet mensubunun cezaevine girmesi için bir izin ve müsaade verilmemiştir. Üç emniyet mensubu savcıların yanında gelse de, savcıların deyimi ile kendilerinin ekibinden de olsa, cezaevine resmi bir izin verilmediği müddetçe girmesi, tutuklu ve sanıklarla görüşmesi mümkün değildir. 5275 sayılı yasanın 83.Maddesi dışarıdan gelen heyetlerin ziyaretlerinin hangi şartlarda gerçekleşeceğini hükme bağlamıştır. Yine CMK 148 /5 maddesinde aynı suçtan ötürü ifadesi alınan bir şüpheli veya sanığın ikinci defa ifadesine müracaat edilmesi halinde kesinlikle emniyetçi alınamayacağı ve sadece savcılıkça ifadesi alınacağı belirtilmiştir. CMK 251/1 maddesi uyarınca soruşturmayı bizzat yürütmekle gerekli savcıların, soruşturma aşamasında cezaevinde tutuklu bulunan kişilerin tanık olarak dinlenmesinde sualler sormak ya da tanığı yönlendirmek amacı ile emniyet mensuplarını, izin dahi almaya gerek olmaksızın hazır bulundurması görevin aşikâr bir şekilde ihlalidir. Cezaevine Ankara Başsavcılığının izni dışında üç emniyet mensubunun girişine müsaade eden cezaevi müdürü görevini kötüye kullanmıştır. Burada önemli sorunlardan biri savcıların gizli tanık 9’un ifadelerini almadan bir gün önce 11.03.2008 tarihinde cezaevine gidip, gizli tanığı yönlendirme amacı ile kimin görüştüğü meselesidir. 04.08.2009 tarihli celsede, bu konuda savcıları Sincan 2 Nolu cezaevine kimin ziyaret ettiği konusunda beyana davet etmemizin akabinde savcı Mehmet Ali Pekgüzel son derece anlamlı bir beyanda bulunmuştur. Savcıya göre; 11.3.2008 tarihinde soruşturmada görevli hiçbir Cumhuriyet Savcısı Sincan cezaevine gitmemiş, tanıklarla görüşme yapmamış ve ifade almamıştır. Ancak savcı ekibinden birinin özellikle emniyet amiri Mehmet Karabörk'ün ya da iki polis memurundan birinin gizli tanık 9 ile görüşüp görüşmediği konusunda açıklama yapmamış bu konuda suskun kalmıştır. Ben kendisinden ne savcılar ne de bir başkası bir gün önce gizli tanıkla görüşmemiştir açıklamasını beklerdim. Maalesef kendisini ve savcı Zekeriya Öz'ü çemberin dışına çıkarmış ancak emniyet amiri ve gelen polislerin görüşüp görüşmediği konusunda sessizliğini korumuştur. Bu görüşmenin yapıldığı konusunda kesin inanca sahibim. Bu sadece benim tahmini bir görüşüm değildir, gizli tanık Osman Yıldırım'ın ifade tutanağının 133. sayfasındaki açıklamasından tanığın bir gün önce 11.3.2008 tarihinde iki savcının ekibinden biri ile görüştüğünü net olarak ifade etmektedir. Gizli tanık 133. sayfanın 13. satırında aynen şöyle demektedir; İşte onların hepsini ben dün anlattım aslında diyerek bir gün önce savcıların ekibinden biri ile görüşme yaptığını ikrar etmiştir. Burada asıl merak ettiğim husus şudur. Bir an için savcımız Mehmet Ali Pekgüzel'in 4.8.2009 tarihli beyanına inanmış olalım. Daha da ötesinde ekibinden birinin de gizli tanıkla görüşmediğini varsayalım. Gizli tanığın yukarıdaki beyanına rağmen bir savcı; o beyanda bulunan yani ben dün aslında sizlere bunları anlatmıştım beyanından sonra savcının şunu demesi icap ederdi, "Sen onların hepsini dün anlattığını bahsediyorsun. Sen bunları dün kime anlattın? Sana kim geldi? Kiminle görüştün diye sormaz mı? Merak etmez mi? Bu sual savcının aklına nasıl gelmez. Birçok insanın burada tutuklu kalmasına yol açan, Danıştay dosyasının bu dosya ile birleşmesini sağlayan tanık, bir gün önce tüm ifadelerini birine anlattığını ifade ediyor ama sayın savcım merak edip de bu yönlendirme işini kimin üstlendiğini sormuyor. Bunu sormamasının tek bir açıklaması vardır. Gizli tanığın yanına gönderilen kişi ekibinin içinden biridir. Bu kişi de yanlarına bu iş için kasıtlı olarak aldıkları, nitekim yazılarında adeta ikrar ederek söyledikleri, yönlendirme amacı ile kullanacakları emniyet amiri Mehmet Karabörk'tür. Şimdi sayın savcımız Mehmet Ali Pekgüzel bize 4.8.2009 tarihli celsede kelimelerle oynayarak yaptığı açıklamayı yanında getirdikleri emniyet amiri Mehmet Karabörk ya da iki polis memuru için de aynı rahatlıkla yapabilecek midir? Yine sayın savcımız da şu suallere cevap vermesini beklemekteyim. Ankara Cumhuriyet Başsavcısından bu üç emniyet mensubunun cezaevine girişi için izin almadınız. Başsavcılık da bu konuda size izin vermedi. Talimat yazısında sadece iki savcının ismi geçmektedir. Bütün bunlara rağmen siz kuralları en iyi bilmesi gereken iki hukukçu olarak İstanbul'dan getirdiğiniz üç emniyet mensubunu cezaevine nasıl soktunuz? Size bu yetkiyi ve izni kim verdi? Cezaevi müdürü size bu üç kişinin giremeyeceği konusunda uyarmadı mı? Sincan ya da başkaca bir cezaevi elinizi kolunuzu sallayarak hukuk dışı işlerinize aracılık yapan kişileri sokabileceğiniz özel mülkiyet alanınız mıdır? Size hukuk kuralları işlemiyor mu? Bu cüretkârlığı ve akıl dışı cesareti kimden alıyorsunuz? Bir gün size de hesap sorulacağı hususu aklınıza hiç gelmiyor mu? Sayın savcımızdan bu konuda da bir açıklama yapmasını bekliyorum. Kendisine bu konuda bir dilekçe gönderdim. Dilekçemi, yazımın ekinde mahkemeye sunuyorum. Aynı sualleri sordum tamamen hukuki söylediğim şudur ki, siz soruşturmada gizli tanığın soruşturmasında Mehmet Karabörk sorgucu olarak soktunuz bir, ikincisi bir gün önce Mehmet Karabörk veya yanında ekip olarak aldığınız iki polisten biri 11.3.2008 tarihinde gizli tanık 9’la bir gün önce görüştü mü? Ancak sayın savcım burada isimlerini zikretmeye gerek duymuyorum zavallı çocuklar 1.5.2 yıldan buyana yatıyorlar. Bu şartlar altında yatan insanların elbette yanındaki bir takım insanları tamamen yanlış ve hukuk dışı suçlamalar yaparak buradan çıkmanın yollarını arayarak savcılığa veya mahkemeye dilekçeler vere bilirler. Örgüt yaratmak o kadar kolaydır ki, emin olunuz ki ben Beşiktaş adliyesinden 10 hakimi alın 6 ay kapatın 10 ay kapatın 2 sene kapatın bu süreler içerisinde bir çok yanındaki arkadaşını suçlayıcı beyanda bulunacak çıkmak isteyecek olan bir çok insana da rastlama imkanına sahip olabilirsiniz. Maalesef bu soruşturma kovuşturmaya dönüşmekle bitmesi gerekirken soruşturma sürecinin ucu açık tutulması dolayısıyla adeta bir delil üretim merkezine dönüşmüştür. Şu insanların arasından da pek hala birçok mektup verebilecek kişilerde çıkabilecektir. Mümkündür çünkü insanın dayanabileceği güç ve kapasite bellidir. Fakat sayın savcım burada kovuşturma sürecinde hiçbir dilekçe almaması gerekirken bu tür sanıkların dilekçelerini kabul etmekte benim tamamen anayasanın 174. maddesindeki dilekçe gönderme hakkımı kullanarak gönderdiğim dilekçeyi okuma gereğini dahi duymamaktadır. Oysa anayasanın 74. maddesinde dilekçe verme hakkı düzenlenmiştir. Savcının yaptığı görev, kendisinin özel işi değildir, kamu görevi ifa etmektedir. Maalesef bu soruşturma sayın savcıları kimliklerinden uzaklaştırmış, kendilerine tüm vatandaşlardan ve yargı mensuplarından üstün görmeye başlamışlar, özel bir statü yaratmışlardır. Şurada yargı makamını bile TCK’nun 279. maddesiyle cezalandırılacağı konusunda aba altından sopa dahi gösterebilmektedirler. Anayasanın 74. maddesi; Kendileriyle ilgili başvurmaların sonucu gecikmeksizin dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir denmiştir. Ancak bu kuralların sizler için önemi olmadığı bir dönem yaşıyoruz. Sayın savcımızın T.C.'nin bir hukuk devleti olduğunu, geç de olsa adaletin mutlaka bir gün gelir kapısını çalıp bu kurallarını hatırlatacağını unutmaması gerekir. Sayın savcıdan bu konuda net bir açıklama beklemekle birlikte, 4.8.2009 tarihli celsede TCK 279. maddede düzenlenen kamu görevlisinin suçu bildirmemesi suçunu hatırlatarak mahkemeyi, sanıklar aleyhine suç ihbarında bulunma konusunda tehditkâr bir tutum takınmasını kabul etmek mümkün değildir. Savcının bu tutumunun dahi, mahkemenin yürütme ve iddia makamı tarafından nasıl tahakküm altına alındığını izahatı gerektirmeyecek ölçüde ortaya koymuş bulunmaktadır. Ancak heyetin bu tahakküm ve baskı karşısındaki sessizliğine bir anlam vermek mümkün değildir. Sanıklara karşı birçok konuda haksız ve aşırı tepki gösteren mahkemenin savcının açık tehdidi karşısında susması, oynanan bu senaryoda mahkemenin nasıl bir yerde durduğunu da göstermektedir. Sessiz kalmak ya da tepki göstermemek yapılan yanlışlıklara ve hukuksuzluklara boyun eğmek ve giderek iştirak etmek anlamını taşır. Savcı Pekgüzel 4.8.2009 tarihli celsede; resmi prosedüre uygun olarak izin alınıp Ankara iline gidilerek tanık Mehmet Ener'in telefonla çağrılıp Ankara adliyesinde, Ankara C. Başsavcılığı tarafından tahsis edilen savcı odasında usule uygun olarak ifadesi alınmıştır diyerek, bazı gerçekleri kapatmaya çalışmıştır. Savcı usule uygun olarak dinlediği tanığın dosyanın sanıklarından birinin müdafiliğini yaptığını bildiği halde CMK 46. maddesi uyarınca. Çekinme hakkını hatırlatmadan dinlemesi nasıl usule uygun bir dinleme olduğunu yeterince anlatmaktadır. Tanıklara çağrının telefonla yapılması CMK 43/2 kapsamındadır. Ancak bu çağrının nasıl yapıldığının mutlaka zapta yazılması zaruridir. Tebligat şeklindeki kolaylık, keyfilik anlamına asla gelmez. Tanığın dinlenmesi konusunun mutlaka CMK 169. maddeye uygun olarak neden gerek duyulduğunu belirtilerek karar altına alması zaruridir. Ortada savcılığın böyle bir kararı da yoktur. Adalet Bakanlığından izin sadece Ankara Cezaevinde bulunan tanıklar için alınmıştır. Bu konudaki sınırlama hem savcının bakanlığa müracaat yazısında, hem de bakanlığın izin yazsında mevcuttur. Cezaevindeki tanıklar için alınan izin tüm Ankara'daki tanıklara sirayet edilemez. Gizli tanık 9’un fiili avukatlığını yürüten Mehmet Ener'in ifadesinin cezaevine gitmeden bir gün önce alınması son derece anlamlıdır. Sayın savcılar muhtemelen bunu da tesadüf olarak açıklayacaklardır. Bu sebeple Av. Mehmet Eren'in Ankara'daki dinlenimi usulüne uygun olmadığı gibi, gizli tanık 9’un vereceği ifadenin bir ön hazırlığı olarak görmekteyim. Gizli tanık Osman Yıldırım'ın ifade tutanağını incelediğimizde sayfa 83 ve 15'te görevli, görevli 2, görevli 3 şeklinde üç görevlinin bizzat sorularak sorarak iştirak ettiği anlaşılmaktadır. Bu tutanaklara göre ifadeye Mehmet Ali Pekgüzel, Zekeriya Öz ve Mehmet Karabörk'ün katıldığı ortadadır. Söz konusu çekim kaydını mahkeme heyetince izlendiğini sanıyorum. Çekim kaydından ifadeye katılan üç kişinin görüntü ve ses kayıtlarından da çok rahatlıkla anlaşılacaktır. Kaldı ki savcılar Mehmet Karabörk'ü Emniyet Müdürlüğü'nden talep ettikleri 10.3.2008 tarihli yazıda son derece net bir şekilde emniyet amiri Mehmet Karabörk'ün soru sormak ve yönlendirmek için ekibe alındığı bir suçun ifadesi olarak ikrar edilmiş bulunmaktadır. Ancak tüm bu tespitlere rağmen 12.3.2008 tarihli tanık ifade tutanağı zaptının 1. sayfasında ifadeye katılan sadece iki savcının imzası bulunmaktadır. Bir de yeminli Kâtip Bahadır Kıcır’ın imzası vardır ancak ifadeyi aldıkları son derece açık olan resmi yazılarla sabit olan Mehmet Karabörk’ün ifadeye katıldığına ilişkin ifade tutanağında ne bir imzası ne de bir bilgisi mevcut değildir. Ancak bu söz konusu çekim kayıtlarının incelenmesiyle bu kişinin oraya katılıp katılmadığı net bir şekilde anlaşılacaktır. Mehmet Karabörk ifadeye katılmasına rağmen ifade tutanağına geçirilmemiş ise savcılar burada da açıkça suç işlemişlerdir. Savcı, ifadeye katılan görevliyi saklayamaz. Yaptığı işlem sadece kendisini istediği sonucu ulaşabilecek bir tertibin ötesinde resmi bir tutanak olduğunu unutmaktadırlar. İfadeye katılan tüm resmi sıfata haiz olan kişilerin tutanakta belirtilmesi ve imzasının alınması CMK 169. mad. emridir. Savcıların kural tanımazlıkları burada da ortaya çıkmıştır. Ancak burada önemli olan nokta savcılar, cezaevinde tutuklu bulunan aynı suçtan daha önce ifadesi alınmış ve yargılanması devam etmekte bulunan bir tutuklunun ifadesine emniyet amiri Mehmet Karabörk'ü katmışlarsa bunun yasal gerekçelerini ortaya koymak zorundadırlar. Emniyet amirinin iştirak ettiği, adeta bir sanık gibi sorguladığı, sualler tevcih ettiği ve sanığı yönlendirdiği bir tanık ifadesinin hukuken dikkate alınması ve itibar gösterilmesi mümkün değildir. Az önce ifade ettim. Bir tanığın beyanının dahi kesilmesi mümkün değilken sizlerde okudunuz o zabıtlarda kesilerek yönlendirilerek beyan alınması asla hukuken tasvip edilemez. Bu konudaki değerli mahkemeden arzlarım Yukarıda arz ve izah ettiğim üzere gizli tanık Osman Yıldırım'la kendi beyanında ifade ettiği gibi bir gün önce kimin görüştüğü, 12.3.2008 tarihli ifadesine emniyet amiri Mehmet Karabörk'ün katıldığının tespiti, ifadenin dikkate alınıp alınmayacağı, hukuken itibar edilip edilemeyeceğini CMK 206-217 mad. çerçevesinde hukuka aykırı delil sayılıp sayılmayacağı konusunda büyük önem arz etmektedir. Kaldı ki ekiple birlikte cezaevine giden Mehmet Karabörk'ün ya da ekip veya ekip dışından birinin görüşmüş olması tertibi büyük ölçüde ortaya çıkaracağından aşağıdaki hususların araştırılarak açıklığa kavuşturulmasına zaruret bulunmaktadır. Bu konuda İstanbul C. Savcılığına müzekkere yazılarak; Ekte yer alan savcılığın İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne 10.3.2008 tarihli yazısında "olayla alakalı ayrıntılı soru sormak ve yönlendirmek için savcıların yanında görevlendirilmesini istedikleri emniyet amiri Mehmet Karabörk'ün 12.3.2008 tarihli ifadeye iştirak edip etmediğinin ve ayrıca ifadeye katılan üç görevlinin isimlerinin sorulmasına, Sincan cezaevinde dinlenen tanık ifade tutanaklarında isimleri yeminli katip olarak geçen Bahadır Kıcır ve Ayhan Işık isimli polisler ile 10.3.2008 tarihli yazı ile görevlendirilmesi istenen emniyet amiri Mehmet Karabörk'ün İstanbul Emniyet Müdürlüğünce görevlendirilmelerine ilişkin yazıların Savcılıktan celbine, Emniyet amiri Mehmet Karabörk'ün cezaevinde tutuklu bulunan ve daha önce aynı suçtan (148/5) ifade vermiş tutuklunun tanık olarak alınacak ifadesine İstanbul'dan götürülerek iştirak ettirilmesinin yasal gerekçelerinin sorulmasına, İstanbul'da görev yapan üç emniyet mensubunun, Sincan 2 nolu cezaevine nasıl sokulduklarının, cezaevine girmeleri için Ankara C.Başsavcılığından izin alıp almadıklarının sorulmasına, izin almamış oldukları takdirde bu üç kişiyi cezaevine nasıl soktuklarının sorulmasına, İstanbul'da görev yapan üç emniyet mensubunun, Sincan cezaevine tutukluların ifadelerinde hazır bulunmak üzere götürülmesi konusunda Mehmet Ali Pekgüzel'in ve Zekeriya Öz'ün Adalet Bakanlığı'ndan, İçişleri Bakanlığı'ndan ya da soruşturmanın başında bulunan İstanbul C. Savcısı Aykut Cengiz Engin'e ve başsavcı vekili Turan Kadıgil'den izin alıp almadıklarının sorulmasına, Gizli tanık 9’un ifade tutanağının 133. sayfasında belirtilen, İşte onların hepsini dün anlattım aslında cümlesi ile 11.3.2008 tarihinde, savcının ekibinden biri ile görüştüğünü ikrar eden ifadesinin dikkate alınarak, gizli tanık 9’un ekipte yer alan Mehmet Karabörk ile ya da diğer iki kişiden biri ile görüşüp görüşmediğinin sorulmasını arz ediyorum. Değerli başkanım küçük bir şeyim kaldı ama ona ara verelim herhalde “

Mahkeme Başkanı: onları bitirin bitirin sizin şeyini bitirelim az bir şeyse bitirelim “



Sanık Kemal Kerinçsiz: efendim bu uzun olacak sizlerin de daha fazla almayım vaktini o bakımdan efendim. “

Yüklə 0,76 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin