13. AĞIr ceza mahkemesi ( cmk 250 maddesi İle yetkiLİ ) duruşma tutanağI



Yüklə 0,76 Mb.
səhifə1/11
tarix02.08.2018
ölçüsü0,76 Mb.
#66114
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11



T.C.

İSTANBUL

13.AĞIR CEZA MAHKEMESİ

( CMK 250 MADDESİ İLE YETKİLİ ) DURUŞMA TUTANAĞI
ESAS NO :2008/209

CELSE NO :106

CELSE TARİHİ :25.08.2009
BAŞKAN :KÖKSALŞENGÜN 20909

ÜYE :HASAN HÜSEYİN ÖZESE 28298

ÜYE :SEDAT SAMİ HAŞILOĞLU 37266

C. SAVCISI :MEHMET ALİ PEKGÜZEL 33954

C. SAVCISI :NİHAT TAŞKIN 36924

KATİP :HAKKI KELEŞ 123036
25.08.2009 tarihli oturum açıldı,

Tutuklu sanıklardan Hayrettin Ertekin, Ergün Poyraz, Ümit Sayın, Selim Akkurt, Kahraman Şahin, Erkut Ersoy, Hüseyin Görüm, Sedat Peker, Semih Tufan Gülaltay, Erol Ölmez’in dışındaki tutuklu sanıklar cezaevinden getirildi.

Bağsız olarak huzurdaki yerlerine alındı,

Birleşen dosya tutuklu sanıklarının hazır olduğu, Tutuksuz sanıklardan Ferit İlsever, Güler Kömürcü Öztürk ile bir kısım sanıklar müdafileri Sanık Ergün Poyraz müdafi Av. Mustafa Hüseyin Buzoğlu, Sanık Ümit Oğuztan müdafi Av. Alper Yarımbıyık, Sanık Doğu Perinçek müdafi Av. Hasan Basri Özbey, Sanık Nusret Senem müdafi Av. Mehmet Cengiz, Sanık Hikmet Çiçek müdafi Av. Esin Özbey, Sanık Hayati Özcan müdafi Av. Ufuk Mansuroğlu, Sanık Ferit İlsever müdafi Av. Ayşegül Şahin’in geldikleri görülmekle huzurdaki yerlerine alındı,

Açık yargılamaya devam olundu,

Sanık Ferit İlsever huzuru alındı



SANIK FERİT İLSEVER SORGU VE SAVUNMASINA KALDIĞI YERDEN DEVAMLA;

Herkese günaydın sayın başkan değerli heyet dün savunmamın altıncı bölümünde yani darbeyi değil Atatürk devrimini savunduğumuz için yargılanıyoruz bölümünü her şey Cumhuriyet meşruluğu zemininde başlığı altında kalmıştım buradan devam ediyorum. Gladyo her zaman yaptığı gibi kendi ellerindeki çamuru milletin öncülerine bulaştırarak, onları karalamaya ve operasyon zemini yaratmaya çalışmaktadır. Bu tertip bize sökmez. İşçi Partisi programıyla, siyasetiyle ve eylemiyle bu saldırıya en net cevabı vermektedir. Bunu program ve siyasetlerimiz düzleminde açıkladım. Pratikte ise, bu suçlamaya tüm milletin yakından tanık olduğu, son yılların en çarpıcı örneğiyle yanıt vermek istiyorum. Bir kez daha vurguluyorum: İşçi Partisinin Milli Hükümet formülü, millet iradesinin ve gücünün seferber edilmesidir. Türkiye Nisan 2007’de bu şansı yakalamıştı. Ankara, İstanbul ve İzmir’deki Cumhuriyet Mitinglerinde milyonlarca yurttaş hükümeti istifaya çağırmıştı. Cumhuriyet coşkusunun, tüm yurdu ayağa kaldırdığı o günlerde İşçi Partisi Genel Başkanı Sayın Doğu Perinçek, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e bir mektup yazdı. Daha sonra bu mektuptaki bilgileri, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a da iletti. Perinçek mektubunda Sezer’i, Büyük Ortadoğu Projesi eş başkanı Tayyip Erdoğan’ı istifaya davet etmeye çağırıyordu. Bu eylem, Anayasanın Cumhurbaşkanına verdiği bir görevdi. Doğu Perinçek, Cumhurbaşkanına ve MGK üyelerine gönderdiği mektubunu şu çağrı ile bitiriyordu: Başkanlığını yaptığınız Milli Güvenlik Kurulu, Anayasa’nın 118. maddesine göre devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkemizin bütünlüğü ve bölünmezliği hususunda zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar almakla yükümlüdür. Türkiye’nin güvenliği, büyük bir devletin projeleri ve silahlı boyutlara kadar uzanan tehditleriyle yüz yüze gelmiştir. Bu tehdide, ancak ağırlığına uygun, kararlı ve etkili önlemlerle cevap verilebilir. Bu durumda tehdidin ABD’den geldiğini belirlemek, Türkiye’nin güvenliğini sağlamanın birinci koşuludur. Türkiye’yi tehdit eden ABD’nin projesinde görev alan Tayyip Erdoğan, başbakanlık ve milletvekilliğinden istifaya davet edilmelidir. Ayrıca Diyarbakır’ı başka bir devlete merkez yapma girişimi nedeniyle TCK’da tanımlanmış en ağır suçun faili olan Tayyip Erdoğan’ın yargılanması için, TBMM başta olmak üzere görevli ve yetkili mercilere bildirimde bulunulmalıdır. Saygılarımla arz ederim. 9 Nisan 2007 Doğu Perinçek İşçi Partisi Genel Başkanı görüldüğü gibi her şey Cumhuriyetin meşruluğu ve yasallığı zemininde, Cumhuriyetin meşruluğu, milletin seferberliği ve Millet-Ordu birliği, Namık Kemal’lerden, Mustafa Kemal’lerden günümüze 150 yıllık devrim sürecinin iktidar formülü budur. Anayasanın Cumhuriyet' i güvence altına alan değiştirilemez ilk dört maddesinin mantığı ve millete yüklediği sorumluluk da budur. Bu yüzden Ankara’daki tırnak içinde savcımız, bir yandan Cumhuriyet mitinglerini yasadışı ilan ederken, diğer yandan partisine hazırlattığı Sivil Anayasa ile Anayasa'nın bu maddelerini ortadan kaldırmaya girişmiştir. Sayın Perinçek'in önerisi o gün yerine getirilseydi, Tayyip Erdoğan’lar gidecekti. Bu yapılmadığı için, şimdi onlar milyonların eylemine operasyonla yanıt veriyorlar. Ergenekon İddianamesinde Cumhuriyet mitinglerinin suçlanması bu yüzdendir. İşçi Partisi bütün geçmişi boyunca aynı iktidar formülüyle mücadele etmiştir. 12 Eylül’den sonra 1988’de yaptığımız programda da Kemalist Devrim’i tamamlama görevini önümüze koymuştuk: İşçi Partisinin yakın hedefi ülkemizin Meşrutiyetlerle başlayıp Milli Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimiyle büyük bir atılım yapan, yüzyıllık demokratik devrimini işçi sınıfı önderliğinde kesin başarıya ulaştırarak demokratik halk iktidarını gerçekleştirmek ve durmaksızın sosyalizmin kuruluşuna geçmektir. Demokratik halk iktidarı, emperyalizme her türlü bağımlılığa son verir, Ortaçağ kalıntısı bütün ilişki ve kurumları köyden, şehirden ve toplumun her alanından temizler, böylece bağımsız ve demokratik bir toplum kurar, emekçileri refaha kavuşturur. İşçi Partisi, sultanlığın ve halifeliğin kaldırılması; tekke ve zaviyelerin kapatılması; ağalığın, efendiliğin, paşalığın yasal planda kaldırılması; Latin harflerinin kabulü; laiklik ve dilde demokratlaşma gibi, Milli Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devriminin bağımsızlık, demokrasi ve aydınlanma yönündeki bütün kazanımlarını korur; bu kazanımları emekçi halk yararına geliştirir. İşçi Partisi 1988 Programı, Bu program da, iktidar yolu olarak milletin ve milletin büyük çoğunluğu olan emekçilerin seferber edilmesini benimsemişti. Pratiğimize de bu ilke damgasını vurdu. Bunun en canlı örneğini Susurluk ve 28 Şubat sürecinde yaşadık. İşçi Partisi 1996 Kasımı’nda Susurluk’u açığa çıkartan ve Mafya-Gladyo sisteminin üzerine kararlılıkla gidilmesini savunan tek partidir. O gün Susurluk’u örten ve üzerine gidilmesini önleyen güç, bugün Ergenekon operasyonu ile İşçi Partisi’ni cezalandırıyor. İşçi Partisi ise, Susurluk’ta yaptığı gibi bugün de Gladyo’yu ve arkasındaki Amerikan Emperyalizmini teşhir ediyor. Yine bu dönemde Partimiz, 22-24 Kasım 1996’da düzenlediği 4. Kongresinde, Cumhuriyet Devrimi Kanunları Uygulansın kampanyası başlatma kararı aldı. Bu kampanyanın zirvesinde, 28 Şubat 1997’de toplanan Milli Güvenlik Kurulu Cumhuriyet Devrimi Kanunlarının uygulanmasını savunan bildirisiyle, 28 Şubat sürecini başlattı. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Susurlukta Mafya-Gladyo sisteminden, 28 Şubat’ta ise Haçlı İrticadan hesap sorulmasının önderi İşçi Partisi’dir. İşçi Partisi Başkanlık Kurulunun bugün Merkez Yürütme Kurulu bana verdiği görev üzerine hazırladığım Cumhuriyet Devrimi Kanunları kitabının önsözünde bu süreç şöyle anlatılmaktadır: İşçi Partisi otuz yıldır Milli Kurtuluş Savaşını ve Cumhuriyet Devrimlerini savunur. Emperyalizmin ve ortaçağ güçlerinin saldırılarının doruğa çıktığı son yıllarda ise, Cumhuriyet’in kazanımlarının korunmasının yaşamsal bir görev olduğunu saptadı. İşçi Partisi Başkanlık Kurulu, bu anlayışla bana, 1996 yılı başlarında Cumhuriyet Devrimlerini araştırma ve kitap haline getirme görevini verdi. Bu çalışma, kitap haline getirilmeden önce, Kasım 1996’da Milliyet gazetesinde bir haftalık yazı dizisi olarak yayımlandı. Daha sonra Kaynak Yayınları tarafından kitaplaştırıldı. 22-24 Kasım 1996 günleri Ankara’da toplanan İşçi Partisi 4. Kongresi, Devrim Kanunları Uygulansın kampanyasını başlatma kararı aldı. Ve Parti, 16 Ocak 1997 günü İstanbul’da Muammer Karaca Tiyatrosu’nda düzenlediği açılış toplantısıyla kampanyayı başlattı. İşçi Partisi örgütleri, bu kampanya çerçevesinde, kasaba ve köylere kadar bütün yurdu devrim kanunları uygulansın afişleriyle donattılar, halka açık onlarca toplantı düzenlediler. 28 Şubat 1997 tarihli gazetelerde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Başbakan Erbakan’a yazdığı mektup yer aldı. Cumhurbaşkanı da bu mektubunda Devrim Kanunlarının uygulanmasını istiyordu. Aynı gün toplanan Milli Güvenlik Kurulu da Devrim Kanunlarının ödünsüz uygulanmasını kararlaştırdı ve 18 maddelik bir talepler listesini hükümete verdi. Böylece Devrim Kanunları, Türkiye’nin en geniş kesimlerinin, giderek bütün Türkiye’nin talebi haline gelmektedir. Ferit İlsever, Cumhuriyet Devrimi Kanunları, 3. basıma Önsöz sayfa 7. Bu süreçte İşçi Partisi’nin Refah-Yol iktidarına karşı mücadele formülü yine, Cumhuriyet Devriminin meşruluğu, milletin seferber edilmesi ve Millet – Ordu beraberliği olmuştur. 9 Şubat 1997 tarihli Aydınlık dergisinde İlk Afiş Perinçek’ten başlıklı haberde, İşçi Partisi Genel Başkanının millete şu çağrısı yer alıyordu: Başta işçi sınıfımız olmak üzere, köylülük, kamu çalışanları, aydınlar, esnaf ve zanaatkâr, öğrenciler, bütün Cumhuriyet güçleri genel bir iş bırakma eylemiyle bu iktidara son verecek güce ve birikime sahiptir. İşçi Partisi, bütün sendikalara ve halk örgütlerine bu genel eylemi örgütlemek ve başarmak için çağrıda bulunuyor. Aydınlık, 9 Şubat 1997, Aynı haberde Doğu Perinçek’le yapılmış kısa bir söyleşi de yer alıyordu. İddianamedeki darbe suçlamalarına daha 1997’de verilmiş yanıtımız şöyleydi: Perinçek daha sonra basın mensuplarının sorularını yanıtladı. Soru: Askeri müdahale olasılığından söz ediliyor, ne dersiniz? Perinçek: Bu Mafya-Tarikat ortaklığının Cumhuriyet değerlerini her gün çiğnemesine, toplumun her kesiminde ve elbette Silahlı Kuvvetler içinde de büyük tepki var. İşçi Partisinin Susurluk olayının üzerine gitmekteki ve Cumhuriyet Devrimini savunmadaki kararlılığı herkesçe paylaşılmalıdır. Askeri müdahalelerin önünü kesecek mücadele budur. Aydınlık, 9 Şubat 1997, Yine Sayın Perinçek, İşçi Partisinin ve milletin Susurluk olayıyla ortaya çıkan karanlık tabloya karşı mücadelesiyle TBMM'de kurulan Susurluk Komisyonu'na ilk konuşmacı olarak davet edildi ve 24 Aralık 1996 tarihindeki konuşmasında şu uyarıyı yaptı: Bugün Genelkurmaya yurtsever ve Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı geleneğine bağlı generallerin hakim olduğunu düşünebiliriz. Ama şöyle bir tehlike vardır: Bu sorunlar çözülmez Perinçek Susurluk'ta ortaya çıkan karanlık ilişkileri kastediyor. ve askeriye bir müdahaleye itilirse, o müdahalenin süreci içinde bir takım ekonomik zorluklarla falan tekrar Amerika'ya kaymaları sağlanabilir. Bir askeri müdahale o bakımdan güvensizdir. Bunu, bugünkü Genelkurmay yapsa bile, o tür süreçler içine girme tehlikesi vardır. Bu bakımdan. Bizim bu kadar cansiperane, her şeyi göze alarak, çabalarımızdan biri de tamamen bu kaygılar nedeniyledir, yani Türkiye bir askeri müdahale tehlikesiyle karşı karşıya gelmesin. Bence bugün böyle bir tehlike var. Bakın. Cumhurbaşkanı da bunu böyle saptamaktadır. Bu tehlikeyi önleyecek kuvvet de Türkiye Büyük Millet Meclisidir ve sizin burada çok büyük sorumluluğunuz vardır ve burada partileri falan bırakalım; hangimiz hangi partiye mensup olursak olalım, rejimi, TBMM'nin varlığını koruyalım, bir. Türkiye'nin bağımsızlığını, güvenliğini koruyalım, iki. Susurluk Komisyonu Tutanakları 1; Kaynak Yayınları, 1997, Gerçekten 28 Şubat sürecinin en kritik olayı olan Refah-Yol iktidarının yıkılmasında en önemli rolü yine İşçi Partisinin göreve çağırdığı halk hareketi oynamıştır. 5 Ocak 1997 günü Tük-İş’in Türkiye’ye sahip çık çağrısıyla Ankara’da toplanan 300 binin üzerindeki işçi, gelmekte olan halk hareketinin haberini verdi ve hükümeti protesto etti. Aydınlık dergisi 2 Mart 1997 günlü sayısında, Bugün her şey gelmiş Erbakan – Çiller iktidarını indirmeye dayanmış. Cumhuriyet’i yıkıyor, vatanı satıyor, kurduğu suç örgütüyle ülkeyi karanlığa sürüklüyor dedikten sonra, Şalter inecek, hükümet gidecek başlığını atıyordu. Dergi üretimden gelen gücü kullanmanın tam zamanı: Genel eylem çağrısı da yapıyordu. Aydınlık, 2 Mart 1997. Aydınlık bu sayısında işçi hareketinin programını da açıklamıştı. Bir Çiller – Erbakan hükümeti gitsin! İki özelleştirme durdurulsun! Üç işçi sınıfının toplu sözleşme talepleri kabul edilsin! Dört Cumhuriyet Devrimi Kanunları uygulansın! Hükümete karşı yükselen işçi hareketi, diğer halk kesimlerini de ateşledi. 21 Mayıs 1997 günü Türk – İş Genel Merkezinde bir araya gelen Türk – İş, TESK, DİSK, TOBB ve TİSK ortak bir bildiri hazırlayarak mevcut hükümet yerine, Atatürk İlke ve İnkılâplarına bağlı, laik ve demokratik cumhuriyeti savunan, halkın özlemlerine cevap verecek bir hükümetin kurulmasını istedi. Beş kuruluş, bu hedefin gerçekleşmesi için eylemlere başlayacaklarını da vurguladı. Beş kuruluş daha sonra bütün işyerlerinde bir saat iş durdurma kararı aldı ve uyguladı. Bu arada 21 Mayıs 1997 günü Yargıtay C. Başsavcılığının girişimiyle Anayasa Mahkemesi’nce Refah Partisi hakkında kapatma davası açıldı. Bütün bu gelişmelerden sonra Refah-yol hükümetinin yani Refah partisi DYP Başbakanı Necmettin Erbakan 18 Haziran günü Cumhurbaşkanı Demirel’e istifasını sundu ve Refah - Yol’un devam edeceğini, Başbakan olarak Tansu Çiller’in atanmasını istedi. Demirel ise görevi, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a verdi. Mesut Yılmaz’ın başkanlığında kurulan ANAP-DSP-DYP hükümeti, bazı DYP milletvekillerinin partilerinden istifası sonucu Meclis’ten güvenoyu aldı. 17 Mart 1998’de ise, Anayasa Mahkemesi Refah partisinin kapatılmasına karar verdi. Bugünkü operasyonun provası, İşçi Partisi’nin Susurluk ve 28 Şubat öncülüğüyle, Amerikancı Cuntaya karşı mücadelesi 23 Eylül 1998 tarihinde, kendisine bir Gladyo Operasyonuyla fatura edildi. Bugünkü operasyonda da başrolü oynayan Mehmet Eymür, Haham Tuncay ekibinin hazırlattığı patates mühürlü sahte belgeyle, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek tutuklandı. Partinin 540 örgütünde arama yapıldı. Doğu Perinçek, tertibi açığa çıkarttıktan sonra serbest bırakıldı. Tertipçiler mahkûm oldu. Ancak 28 Şubat ve onun öncü gücü bastırılmıştı. Türkiye yeniden ABD’nin dayatmalarıyla, AB kapısında parçalanacağı 2000’li yıllara yol alıyordu. İlginçtir; 1998’in ve 2008’in İşçi Partisi düşmanı tertipçileri aynı olduğu gibi, adeta savcıları da aynıdır. Bu davanın savcıları İşçi Partisini suçlamak için Tuncay Güney’lerin mahkeme kararıyla sahteliği kanıtlanmış ve mahkûm olmuş 1998’deki patates mühürlü belgesini kanıt diye İddianamelerine almışlardır. Bu verdiğim örnekler bile, 98’deki Gladyo tertibini on yıl sonra, daha geniş çapta yaşadığımızı kanıtlamaktadır. Aydınlık dergisi 98' tertibini 4 Ekim 1998 tarihli sayısında ayrıntılarıyla açıkladı. Bu haberi, 98 tertibinin bugünkü Ergenekon tertibiyle paralelliğini göstermesi açısından özetliyorum: İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’e tertip bir CIA operasyonu. Amerikan resmi metinlerinde buna iç savunma operasyonu deniyor. Emir Pentagon’dan. Washington yönetiminin iç protokolüne göre, Türkiye’deki örtülü operasyonların sorumluluğu Pentagon’a ait. Operasyonun Amerikalı uygulayıcıları: Türkiye’deki Amerikan Askeri Komutanlığı ve CIA İstasyon Şefliği. Amerikan Askeri Komutanlığı, Savunma İşbirliği Dairesi adı altında faaliyet yürütüyor. Pentagon’un yönergesine göre, Yabancı İç Savunma Operasyonu, o ülkede resmi kurumlar içindeki CIA uzantılarınca uygulanıyor. Özel Kuvvetler Komutanlığındaki CIA’cı ekip var. Tertibi uygulayanlar ise, MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü’ndeki CIA takımı. Perinçek’e tertibin başrol oyuncusu bildik bir isim; Mehmet Eymür. Susurluk sonrası Perinçek’e ABD tepkisi yoğunlaştı. CIA’nın eski Türkiye İstasyon Şefi Paul Henze, Rand Corporation’ın yayınladığı bir kitapta, öfkesini Perinçek’e terörist diyerek gösteriyordu. CIA’nın yeraltındaki halkası harekete geçirildi. Doğu Perinçek’e suikast zemini oluşturmak için, şeriatçı ve çeteci medyada yoğun bir karalama kampanyası başlatıldı. Aydınlık, 4 Ekim 1998. Dergi 98' tertibini gün gün şöyle açıklıyordu: Temmuz 1998: CIA’cı ekip Perinçek için suikast kararı aldı. Ağustos 1998 başı: Suikast için Eymür devreye girdi. 8 Ağustos 1998: İşçi partisi Genel Başkan Yardımcısı Hasan Yalçın MİT ve Emniyet içindeki CIA’cıların İP’ne saldırı hazırlığını, tertiple tırnak içinde sol grupların hazırlayacağını açıkladı. Eylül 1998 başı: Perinçek’e suikast için düğmeye basıldı. 1 Eylül 98; Özer Çiller güdümünde Nuh Mete Yüksel, PKK itirafçısı Sami Demirkıran’a sahte belge düzenlettirdi. 4 Eylül 1998: KESK Kongresinde Perinçek’e saldırı düzenlendi. 23 Eylül 1998: işçi partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Genel Sekreteri Mehmet Bedri Gültekin ve 7 Partili gözaltına alındı. işçi partisinin 540 örgütü aynı anda basılıp arandı. 30 Eylül 98: Ankara 1 No’lu DGM Perinçek ve Gültekin için tutuklama kararı verdi. İddianame’deki darbecilik suçlamasına ikinci yanıtım, 1980’lerin sonundan vereceğim örnektir. Özetle; 12 Eylül’ün anlı şanlı Turgut Özal’ını götüren, İşçi Partisi’nin etkin önderliğindeki işçi-memur hareketidir. Yıl 1988 Türkiye 12 Eylül’den çıkış sancılarını yaşıyor. O zamanki İşçi Partisi olan Sosyalist Parti, yaklaşan büyük işçi dalgasını görüyor. Türkiye’nin 12 Eylül’den çıkışının ve o günün 12 Eylül iktidarı olan Turgut Özal hükümetinin yıkılışının, bu güçle olacağını saptıyor. O zaman Sayın Doğu Perinçek, 12 Eylül dolayısıyla siyasi yasaklı olduğu için, Sosyalist Parti’nin Genel Başkanı olarak ben, işçi sınıfının mücadele günü olan 1 Mayıs 1988’de bir açıklama yapıyorum: Gelişen işçi hareketi, Türkiye’nin kapitalizmin yarattığı krizden çıkmasının ve çağdaş demokratik bir ülke olmasının tam güvencesidir. Krize halkçı çözümün anahtarı işçi sınıfının elindedir. İşçi sınıfı politikaya ağırlığını koymalı ve Türkiye’nin geleceğini ellerine almalıdır. Sosyalistler de bugün her zamankinden çok işçi sınıfına yönelmek ve onunla birleşmek görevi ile karşı karşıyadır. Türkiye’nin emekçi seçeneğini oluşturmak amacıyla Sosyalist Parti, sınıfla beraber mücadele bayrağını yükseltmektedir. İkibine Doğru, 1 Mayıs 1988, Aynı derginin başyazısında Sayın Doğu Perinçek de şöyle yazmaktadır: Geniş işçi kitleleri, gazetelerin yaratmak istediği havanın tersine, DYP ve SHP’nin ANAP’a programda alternatif olamayacağı kanısında birleşmişlerdir. Özal’ın gidişine dur diyecek kuvvetin ilk belirtilerini, ne SHP ne DYP faaliyetlerinde, ne de basının Anti-Özal uyanışında görüyoruz. Bölüşümdeki ve sınıfsal yapılanmadaki aşırı dengesizlikler, bir işçi duvarına çarpmaya doğru koşuyorlar. İkibine Doğru, 1 Mayıs 1988, 1 Mayıs 1988 tarihli bu derginin kapak sloganı, 1 Mayıs 1988’in Haberi: İşçi hareketi geliyordur. 1989’un Mart ayında büyük işçi hareketi geldi. Bahar Eylemlerinde yüz binlerce işçi mücadeleye atıldı. Bu mücadelede 12 Eylül’ün bütün haksızlıklarına, hukuksuzluklarına karşı çıkıldığı gibi, Hükümet İstifa talebi de yükseltildi. Bahar eylemlerinin hemen arkasından yapılan yerel seçimlerde iktidardaki Özal’ın partisi ANAP yüzde 21.80’le yenilgiye uğradı. Oysa bu partinin 1984 yerel seçimlerdeki oyu yüzde 41.52, 1987 genel seçimlerindeki oyu ise yüzde 36.31 idi. O zamanki dergimiz İkibine Doğru, seçimlerden sonraki tabloyu şöyle değerlendiriyordu: Mart ayında… Hükümet İstifa’ işçilerin ortak talebiydi. 12 Eylül rejiminin, açlığın kıyısına getirdiği işçi kitleleri, artık Özal hükümetinden hiçbir şey beklemiyordu… Nitekim yerel seçimlere üç gün kala, işçiden esen rüzgârla, Türk-İş, ‘İşçiler hükümetle hesaplaşma arifesinde’ diyordu. İşçiler sandığa gitmeden önceki mesajlarını seçimde görüşürüz sözcükleriyle vermişlerdi. İşçi hareketi ülkenin geleceğini etkileyen bir siyasal tavırla darbeyi indirdi… Herkes ANAP’ın yüzde 30’lar çevresinde bir oy alacağı kestiriminde bulunuyordu. Ama işte Türkiye’de bir iktidar partisi, yerel seçimlerde ilk kez yüzde 22’ye kadar düştü Yerel seçim öncesinde yükselen işçi eylemleri, yalnız emekçi oylarını değil, genel olarak bütün seçmen kesimlerinin tercihlerini etkiledi. Manzara çok açıktı. Türkiye Turgut Özal ile gidemezdi. İkibine Doğru, 2 Nisan 1989, Doğal olanı, bu oy oranından sonra, Özal hükümetinin istifa etmesiydi. Ama dergi, Özal’ın Meclis’teki gücüne de güvenerek istifa etmeyeceğini düşünüyor ve şöyle yazıyordu. Seçim yasası oyunlarıyla kurulan parlamentonun eline bırakamayız Türkiye’nin kaderini. Oradaki aritmetik, şu an Özal’ın çıkarınadır. Ama işçinin aritmetiği başka. Bu parlamento Özal’ı süpüremiyor. Ama işçiler Özal’ı iktidardan indirmesini bilirler. Çözüm bugün işçi hareketindedir. Eğer kendisine her yerden, her kesimden yapılan istifa çağrılarına olumlu bir yanıt vermemekte direnirse, çözüm genel grevdir. İkibine Doğru, 2 Nisan 1989, s.10. Turgut Özal kaçar gibi Çankaya’ya çıktı. Hükümet önce istifa etmemekte direndi. Ama önce 1 Mayıs 1990’da yüz binlerin iş bırakma eylemi, ardından Aralık 1990’da 45 gün süren büyük madenci grevi ve yürüyüşüyle 3 Ocak 1991’de Türkiye çapında 1 günlük genel grev hükümet için sonun başlangıcı oldu. 1991 genel seçimlerinden de oy kaybederek çıkan ANAP, hükümeti bırakmak zorunda kaldı. Seçim ve Parlamento, işte böyle halk hareketinin ve millet iradesinin sahneye çıkmasıyla olumlu rol oynuyordu. Demokrasi"yi dillerinden düşürmeyenlere millet gerçek demokrasi dersi veriyordu. Ancak, bunun kadar önemlisi, o günkü halk hareketinin, Türk Ordusu’nun ABD çıkarları doğrultusunda Kuzey Irak’a girişine izin vermeyecek bir gücü ve iradeyi sergilemesiydi. ABD’nin 1. Körfez Savaşı’nı hatırlayınız. Baba Bush, Özal’ı yanına almış, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’a girmesi için bastırıyordu. Başta Zonguldak madencileri olmak üzere, halk, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde Savaşa Hayır eylemleri düzenliyordu. Krizin doruk noktasında Genelkurmay Başkanı Org. Necip Torumtay, Özal’ın Kuzey Irak’a girin emrini dinlemeyerek istifa etti. Böylece Kuzey Irak macerası da Özal’ın tükenişini bir kez daha sergileyerek sona erdi. Atatürk’ün Yurtta Barış Cihanda Barış ilkesi, milletin seferberliği ve Millet-Ordu beraberliğiyle bir kez daha hayat buluyordu. İşte E. Org. Necip Torumtay’ın bu İddianame’de suçlanmasının temel nedeni de budur. Türkiye İşçi Köylü Partisi (TİKP), Türkiye’nin 12 Eylül’e giden o en karanlık günlerinde, 26 Ocak 1980’de kabul ettiği, Genel Başkan Doğu Perinçek’in 1. Kongre’ye sunduğu Raporu’nda o günün koşullarında hayati önemdeki şu kararları alıyordu. Bugün Türkiye’deki devrimci güçlerin görevi. maceralara atılmak ve kargaşalık siyasetinin aleti olmak değil, milletin geniş çoğunluğuyla birleşerek yurt savunması, iç barış ve özgürlük için mücadele etmektir. Bugünkü dünya ve Türkiye şartlarında, Türkiye’de gelişecek bir kargaşalığın arkasından gelecek şey, bir devrim olamaz. Başlıca siyasetlerimiz.1. Güçlü bir milli savunma,2. Bağımsızlık, 3. Birlik,4. Özgürlük ve halkın seferberliği,5. İç barış, 6. Kıbrıs ve Ege’de barış,7. Dünya barış cephesi,8. Toprak ağalığına ve Ortaçağ karanlığına son,9. Milli ekonominin güçlendirilmesi,10. Halka refah, hayat pahalılığına son! TİKP’nin Siyasi Çizgisi, s.87-Yine TİKP, 22-23 Mart 1980 günleri toplanan Merkez Komitesi 2. toplantısında, yaklaşan 12 Eylül darbesine karşı uyarı görevini yapıyor ve şu tarihi kararları alıyordu: Ağırlaşan ekonomik buhran, gerek Sovyetler Birliği’nin 5. kolu, gerekse diktatörlük heveslileri için, belli bir faaliyet zemini yaratmıştır. Halka çıkış yolu olarak, intiharı gösteren maceracı gruplar. kargaşalık siyasetinin aleti durumuna düşmüşlerdir. Bunların devletle hesaplaşmayı ısrarla gündeme getiren eylem çizgileri, hakim sınıfların en gerici ve en zorba kesimlerini güçlendirmekte, parlamentoyu ortadan kaldırmak veya etkisiz hale getirmek isteyenlere yardım etmektedir. TİKP, parlamento ve özgürlükleri savunmak, Sovyetler Birliği’nin yıkıcılığına karşı koymak, MHP’nin başını çektiği ırkçı baskılara ve mezhep düşmanlığına karşı mücadele etmek temelinde en geniş birlikten yanadır. Partimiz, bugün seçeneksiz olduğunu düşünerek sorumsuz bir siyaset izleyen hükümet karşısında halkın refahını savunan, özgürlükçü ve demokratik bir hükümet seçeneğini oluşturmak için mücadele edecektir. TİKP, Merkez Komite 2. Toplantısı, Türkiye Gerçeği, 12 Eylül 1980 darbesi öncesindeki durumu hatırlayın: Terör, sağda ve solda her gün onlarca can alıyor. Ağırlaşan krizle ekonomi çöküyor. Kahramanmaraş’ta, Çorum’da vb. mezhep çatışmaları kışkırtılıyor. Güneydoğu’da PKK terörü can yakıyor ve bunun gibi Yukarıdaki önlem ve kararlar Sovyetler Birliği’nin rolünü abartma gibi hatalı yorumlar bir yana, 12 Eylül öncesinde alınacak en doğru kararlardı. Bu kararlarda da görüldüğü gibi, Partimizin otuz yıl önceki politikaları da milletin seferber edilmesi, güçlü bir milli savunma, bağımsızlık-birlik-iç barış, maceracılığa hayır, parlamento ve özgürlüklerin savunulması ve özgürlükçü hükümettir! Partimizin darbelere karşı tavrını sergileyen son örnek için kırk yıl öncesine gidiyorum. Aydınlık’ın tüm yazı kurulu üyelerinin imzaladığı, 1 Ekim 1969 tarihli Proleter Devrimci Safları Çelikleştirelim bildirisi, 12 Mart 1971 Darbesi’nden bir süre önce, devrimci saflarda boy gösteren maceracılık ve terörizmi eleştirmek yanında, reformcu burjuvazinin yapacağı bir darbenin kuyruğuna takılmayı esas alan siyasetine uygun olarak, birçok devrimci gencin sırtını sıvazlayarak, maceracı bir çizgiye itmesini de mahkûm ediyordu. Aydınlık, sayı:12, İşte daha o günden itibaren devrimcilik adına darbe heveslerine ve girişimlerine, bu amaçla yapılan örgütlenmelere tavır aldık. Reformcu burjuvazinin yapacağı bir darbenin kuyruğuna takılmayarak solda kötü kişi olmayı, zaman zaman yalnız kalmayı göze aldık. Bu konuda ne kadar haklı olduğumuzu gösteren en somut tablo, Ordu içinde ilericilik adına yapılan örgütlenmelerin 12 Mart'ta 1500, 12 Eylül'de 2000 kadar subayın tasfiyesi için zemin yaratmış olmasıdır. 12 Mart 1971’de darbe olduğu günlerde hevesle sokağa dökülen ve buradan bir Devrim çıkacağını umut eden gençlik kitlesini Partimizin yayın organı, İşçi Köylü gazetesi şöyle uyarıyordu: Gazetemiz son seçimlerden sonra, AP iktidarı diken üzerine oturmuştur diye yazmıştı… Nihayet AP iktidarı yıkıldı. Halkın mücadelesi AP’nin ipliğini kısa zamanda pazara çıkardı. Sırtını Amerika’ya dayayan hakim sınıflar, artık iktidarlarını AP’de sürdüremeyeceklerini görüyorlardı. Şimdi Ordu içindeki yurtsever subayların baskısıyla verilen son muhtırayı, kendilerine yontma gayreti içindeler. Cumhurbaşkanı, parlamentodaki bütün partileri bir masa başında toplayıp, meseleyi çözmek gayreti içindedir. El çabukluğuyla hâkim sınıfların bocalayan diktatörlüğünü yeni bir iktidarla sağlamlaştırmaya çabalıyor. İşçi Köylü gazetesi, 19 Mart 1971, Yine İşçi-Köylü gazetesinin bir sonraki sayısının manşeti ise şöyleydi: Akbank merkezli para babalarının iktidarı düştü, Vehbi Koç-Kazım Taşkent banka ve şirketleri iktidar koltuğunu kaptı: Amerikancı Erim Hükümeti Diken Üstüne Oturmuştur.(İşçi Köylü gazetesi, 9 Nisan 1971,değerli başkan sayın heyet, bizim darbelere karşı tavrımızı yaklaşık kırk yıldır mücadele şeyimiz içinde mücadele tarihimiz içinde burada özetlemeye çalıştım. Tekrar vurguluyorum işçi partisi bütün geçmişi ile bu günkü program ve politikaları ile ve uygulamaları ile Amerikan emperyalizminden kaynaklanan bu tür her türlü darbe girişimine kesinlikle karşıdır. Ve bir kez daha özetliyorum bizim parolamız, milli hükümet için bütün milletin seferber edilmesi ile özellikle milletimizin büyük çoğunluğunu oluşturan işçi köylü ve emekçi sınıfların emekçi halkımızın seferber edilmesi ile milletimizin birleştirilmesi, bütün gücünün birleştirilmesi ile iktidarın milli hükümetin oluşturulması cumhuriyetin meşruluğu ve yasallığı zemininde, 7 teröre karşı kırk yıldır mücadele ediyoruz. Yukarıda İddianame'nin, Ferit İlsever'in, terör örgütleri arasında kuryelik yaptığı, suni olarak yaratılacak darbe ve kaos ortamı sonucu halkı T.C. hükümetine karşı silahlı isyana tahrik etmek suçlarına iştirak ettiği iddialarını yanıtladım. dünkü konuşmamda bunu yapmıştım. Bu yanıtımı güçlendirecek bir olgu da yıllardır üyesi bulunduğum partimin ve örgütlerinin program, felsefe ve pratikleridir. Savcılar Ergenekon Soruşturmasının merkezinde İP olduğunu söylediklerine göre Savcı Zekeriya Öz’ün ATV’ye açıklaması; Ana haber, 23 Temmuz 2008, İddianame’deki Gerektiğinde kaos ve düzensizlik yaratmak, bu amaçla suikastlar düzenlemek (İddianame; s.55) suçlaması pratiğimizi de kapsamaktadır, partimizi de kapsamaktadır Yine İddianame’nin Sonuç bölümünde bu suçlama, Kaos ve çatışma ortamı yaratmak sözcükleriyle yinelenmektedir (s. 2454). Nerede bu suikastlar? Bir tane örnek gösterin! Gösteremezsiniz. Savcılar bu suçlamayı kırk yıldır teröre karşı en kararlı mücadeleyi yürütmüş, bu uğurda şehitler vermiş, bugüne kadar hiç böyle bir suçlamanın hedefi olmamış İşçi Partisi’ne yapıyorlar. O zaman bu İddianame diğer bozuklukları bir yana, bu bir cümlelik suçlamasıyla bile koskoca bir iftiranamedir. İddianame'nin bu tür "örtülü" suçlamalarına, Siz ne diyorsunuz, açıklayın bu iddiayı diye sorduğumuzda, Sayın Perinçek'in sorularına yanıtlarından anlaşıldığı gibi, bir suçlama yapılmamıştır diyeceklerini biliyoruz. O zaman terör, suikast, darbe, kaos masallarıyla dolu İddianame'nin bir çok yerine, özellikle merkezine neden İşçi Partisi'ni koyuyorsunuz? Kontrgerilla'nın psikolojik saldırı ilkesi gereğince değil mi? Bu yüzden bu belgeye iftiraname diyorum. Suikast düzenlemeyi bırakalım bir tarafa, İşçi Partisi bugün Türkiye’de terörün hakkından gelecek tek Partidir. Daha önce açıkladım; İşçi Partisi’nin Terörü Bitirecek Programının temel sloganı Güçlü Devlet, Örgütlü Halk”tır! Evet, buna benzer sözleri söyleyen başka partiler de olabilir. Ancak bunun gereğini bir tek İşçi Partisi yerine getirebilir. Çünkü ABD karşısında dik durmadan ve Türkiye’nin bağımsızlığını savunmadan güçlü devleti inşa etmek hayaldir. Çünkü, Güneydoğu’da toprak ağalığını ve aşiret sistemini yıkmadan halkı örgütlemek de hayaldir. ABD karşısında Türkiye’nin bağımsızlığını savunan ve toprak ağalığının kaldırılması için mücadele eden biricik parti ise İşçi Partisi’dir. ABD’nin Eş başkanları ise, Washington'un Türkiye devletini güçsüz, halkı örgütsüz bırakma hedefinin görevlileridirler. ABD’nin Irak’ın kuzeyinde kurduğu ve Türkiye’yi de bölen kukla devleti hedef almadan güçlü devlet savunulamaz. İşte bu bölücü yapıyı hedef alan ve Irak’ın bütünlüğünü savunan tek parti de İşçi Partisi’dir. Eş başkanlar ve ABD dümen suyundaki diğer partiler ise, bu kukla yapıyı ve başlarındaki aşiret reislerini tanıyacak politikalar izliyorlar. İşte suikastsa, buyurun size suikast. En büyük suikast, Türkiye’yi bölmeye kalkmaktır. Ve bu en büyük suç, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanlık, Çankaya gibi mevzilerinden işlenmektedir. Tayyip Erdoğan Büyük Ortadoğu Projesi gereği Diyarbakır’ı merkez yapacağız, Kanal D Teke Tek Programı, 15 Şubat 2004) derken, yani Türkiye’nin bölünmesini açıkça savunurken, hatta bu görevle ilgili Eş başkanlık sıfatını taşıdığını 32 kez yinelerken, 9 Haziran 2007’de Diyarbakır’da Türk bayraklarıyla miting yapan, birliği ve kardeşliği savunan tek parti İşçi Partisi’dir. İşçi Partisi’nin bu mitingine Diyarbakır’ın köylü önderleri de katıldı. Çünkü ağa ve aşiret zulmü altında inleyen Bismil köylüsünün toprak ve özgürlük talebini savunan tek parti İşçi Partisi’dir. Bu yüzden Bismil’in Aslanoğlu köylüleri, 29 Ekim 2006’da köylerinde Türk bayraklarıyla Cumhuriyet Bayramı’nı kutladılar ve köylerinin adını Cumhuriyet olarak değiştirdiler. Cumhuriyet köylüsü bu eyleminin bedelini şehitler vererek ödemiştir. AKP gibi partiler ise, toprak ağalarının ve aşiret reislerinin partileridir ve halkın özgürlüğünün, örgütlenmesinin karşısındadırlar. Böylece Ergenekon tertibinin sırrına geliyoruz. Türkiye’yi bölmeye girişmiş bulunan ABD emperyalizmi, halkı birleştirip örgütleyeceği ve güçlü devleti inşa edeceği için, İşçi Partisi’ni hedef almıştır. Bu yüzden bu sürecin Türk hukukunun eseri olmadığını başından beri söylüyoruz. Evet, bu süreç bir ABD operasyonunun ürünü olup, Fethullah’ın vurucu gücü tarafından sahneye konmuştur. Kaos, düzensizlik ve çatışma ortamı, bizim kitabımızda yazmaz. Bizim kitabımızda şöyle yazar: İşçi Partisi, halk içindeki çelişmelerin şiddet yöntemiyle ele alınmasına karşı kararlı mücadele yürütür, sorunların özgür ve zengin tartışmalarla çözülmesine çalışır. Halk içinde şiddete başvurulmasına kesinlikle izin vermez. İşçi Partisi Tüzüğü 2006, Aynı hüküm 1988 programımızda ve daha önceki belgelerimizde de yer almıştır. (İP Programı 1988, madde 8.Toplum içinde kaos ve düzensizlik halk düşmanlarının her dönemde mahkûm ettiğimiz politikalarıdır. Yalnızca bugün değil, daha otuz yıl önce, 26 Ocak 1980’de Genel Başkanımız Doğu Perinçek’ in TİKP 1. Kongresi’ne sunduğu Rapor’da şöyle deniyordu: Bugün Türkiye’deki devrimci güçlerin görevi. Maceralara atılmak ve emperyalist kargaşalık siyasetinin aleti olmak değil, milletin geniş çoğunluğuyla birleşerek yurt savunması, iç barış ve özgürlük için mücadele etmektir. Bugünkü dünya ve Türkiye şartlarında, Türkiye’de gelişecek bir kargaşalığın arkasından gelecek şey, devrim olmaz. İç savaş çığlıkları atan bazılarının görmediği budur. TİKP’nin Siyasi Çizgisi, s. 87. Benzer yaklaşım TİKP’nin 22-23 Mart 1980 günlerinde gerçekleştirdiği Merkez Komitesi 2. Toplantısı kararlarında da yer almıştı: Kargaşalık hareketine ve maceralara set çekilmelidir. TİKP, halkı felakete sürükleyen maceralara hayır demektedir. Partimiz yasallığını koruyacak, hiçbir zorbaya boyun eğmeyecektir. Her türlü zorbalığa haklı zeminde kararlı olarak direnecek ve haklarımızı koruyacağız. Partimizin gelişmesini, terörle bastırmak isteyenleri etkisiz hale getirmeye büyük önem veriyoruz. Türkiye Gerçeği, Nisan 1980.Daha 1980’de mahkûm ettiğimiz politikaları bir kez daha vurgulayalım:1-İç 2-Savaş,3-Kargaşalık,4-Maceracılık,5-Terör, Yine 1980’de savunduğumuz politikalar ise;1-Özgürlük,2-İç Barış,3-Yurt Savunması,4-Devrim’dir. Son olarak, savcıların kaos yaratmak ve terör suçlamalarını kırk yıl önceki tavrımızla yanıtlıyorum: Aydınlık, 1969’daki öğrenci hareketlerini desteklemiş. Bir yandan da anarşist ve terörist eğilimlere karşı devrimcileri uyarmıştır bu Proleter Devrimci Safları Çelikleştirelim Bildirisi, 1 Ekim 1969 gençler güç birliği bozguncularına karış olduğu gibi gençliğin eylemine anarşizmi ve terörcülüğü sokmak isteyenlerle de mücadele ediyorlar. Gördüğünüz gibi, İşçi Partisi’ne terör gölgesi bulaştırmadan önce, bu partiyi bugünüyle ve geçmişiyle tanımalısınız. Siz ne yaptığınızı zannediyorsunuz? Yıllardır terörün en büyük acısını çekmesine rağmen dimdik ayakta kalmış, Türkiye’nin en sağlam kalesine saldırıyorsunuz. Yanlışsınız. Altında kalacaksınız. Kaldınız bile.yukarıda partimize yönelik suikast suçlamasına karşı sormuştum: Nerede bu suikastlar? Bir tane örnek gösteremezsiniz. Örnek veremedikleri için, İddianame’de önce suikast”ın ucunu gösteriyorlar: İşçi Partisi’nde Yargıtay Krokisi İddianame; s. 43, Yaşar Büyükanıt’a ait koruma planları s. 43, NATO tesislerine saldırı ve eylem planları s. 44 bulunmuş Daha sonra ise bunları planlanan eylemler, suikast hazırlığı diye tanımlamışlar: Ergenekon Terör Örgütü’nün gerçekleştirmeyi planladığı eylemler:1. Yargıtay görevlilerine suikast hazırlığı, 2. NATO tesislerine saldırı hazırlığı,3. 2005 yılında Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Yaşar Büyükanıt’a suikast hazırlığı,4. Fehmi Koru’ya, Orhan Pamuk’a, Osman Baydemir’e, DTP milletvekilleri Sebahat Tuncel ve Ahmet Türk’e yönelik silahlı saldırı hazırlığı İddianame; s. 82. Gördünüz mü, Savcılar bizi suikast yapmakla suçlarken, uyduruk belgelerle suikast niyetimizi suçluyorlarmış. İşçi Partisi’nde bir takım CD’ler bulunmuş da bunlar suikast hazırlığı anlamına geliyormuş. Böylece hem delili bulmuşlar, hem de niyetimizi okumuşlar. Sayın Yargıçlar! Bunlar provokasyon belgeleridir. Buradaki arkadaşlarım daha önce açıkladılar, maddi olgularla kanıtladılar. Ben böyle bir olayın mümkün olamayacağını, partimizin programı ve siyasi mücadelesi temelinde ispatlayacağım. İşçi Partisi’nde, Partimizin faaliyetleri açısından hiçbir anlamı ve yararı bulunmayan böyle belgeler olmaz. Ayrıca bu belgelerin bulunduğunun iddia edildiği gün araştırdık. Bunların Partimizde bulunmadığını da bir olgu olarak kesinlikle saptadık. Bu CD’lerin İşçi Partisi Genel Merkezi’ndeki arama sırasında polis tarafından boş masalara bırakıldığını düşünürken, arama tutanaklarında yer almadığını gördük. Genel Başkanımız sorgusunda açıkladı: Ankara’da İşçi Partisi Genel Merkezi'nde düzenlenen arama tutanağında, İddianame'de marka ve numaraları belirtilen yoğun diskler yok. Bu yoğun disklerin soruşturma dosyasına İstanbul'da eklendiği şüphesini güçlendiren işaretler vardır. Kuvvetli olasılıkla bu CD’ler İşçi Partisi’nden getirilen çuvallara Emniyet’te veya Savcılıkta konmuştur. Sonuçta bu belgeler, sahtedir. Daha önemlisi, böyle uyduruk belgelerle İşçi Partisi’ni karalamaya ve delil imal etmeye çalışan Emniyet ya da Savcılık görevlileri açıkça suç işlemişlerdir. Ben şimdi hiçbir tertibin gizleyemeyeceği, Partimizin bu tür terör eylemlerine karşı tavrı üzerinde durmak istiyorum. Suçlama uyduruktur, çünkü en üst yargı kurumları olarak Yargıtay, Danıştay milletindir, bizimdir. Yargıtay, Danıştay üyelerine saldırmak, biz İşçi Partisi’ne saldırmak demektir. Nitekim Danıştay Hâkimi Mustafa Yücel Özbilgin’in katlini, Ergenekon tertibi takip etmiştir. Hem de bu alçakça saldırının sorumluluğunu bu davanın sanıklarının üzerine yıkarak. Uyduruktur, çünkü NATO’ya karşıyız ve Türkiye’nin NATO’dan çıkması için kırk yıldır mücadele ediyoruz. Bu arada Türkiye’deki ABD-NATO üs ve tesisleri önünde, ya da başka yerlerde birçok protesto eylemimiz oldu. Gençlerimiz yürüyüşler yaptı. 1968’den beri içinde yer aldığımız veya bizzat gerçekleştirdiğimiz bu anti-emperyalist eylemleri, bizim haklı zemindeki mücadele anlayışımızın daha iyi anlaşılması açısından ekte özetliyorum bunu da şu ek klasörümde takdim ediyorum sayın başkanım ek 10. NATO’yla ilgili bu kadar eylem yapmamıza rağmen, bugüne kadar bize NATO tesislerine saldırı hazırlığında olduğumuza dair bir tane suçlama yapılmadı. Yapılamaz çünkü, böyle zararlı eylemler kitabımızda yazmaz. En sonunda bu ABD-NATO Üsleri denilen tesisler Türkiye’ye aittir. İşçi Partisi’nin NATO’dan çıkacağımız milli iktidarında, ABD ile yapılmış ikili anlaşmalar iptal edilecek ve ülkemizdeki bütün üs ve tesisler TSK’nin yani Türkiye’nin hizmetine ve mülkiyetine geçirilecektir. Aslında bize ait olan ve yarın Türkiye’nin milli savunmasının emrinde kullanılacak olan araçlara niye zarar verelim? Türkiye’de ABD-NATO tesislerine ve buralarda çalışan personele yönelik saldırı eylemleri yapılmadı mı? Yapıldı ve Partimiz bu eylemleri hep yanlış bularak eleştirdi. 12 Mart döneminde, bu eylemlerin tipik örnekleriyle karşılaştık. O dönemde mahkûm ettiğimiz bu eylemleri 1976 yılında Halkın Sesi dergisinde 1971 Direniş Ruhu mu, 1971 Maceracılığı mı başlığı altında şöyle eleştirdik: 1971 maceracılığını, 1971 direnişi diye yüceltenler çeşitli iddialarla ortaya çıkıyorlar,71 Direnişi’ denen şey nedir?15 Şubat 1971: Amerikalı Zenci Hava Çavuşu J. R. Finley silahlı kişiler tarafından kaçırıldı,4 Mart 1971: Bir Amerikalı çavuşla, üç Amerikalı er gece, 5 silahlı genç tarafından kaçırıldı. 15 Mayıs 1971: İsrail’in İstanbul Başkonsolosu, silahlı dört genç tarafından kaçırıldı. 22 Mayıs 1971 günü Başkonsolos, bir apartman dairesinde ölü bulundu. 26 Mart 1972: Ünye Radar Üssü’nde görevli İngilizler kaçırıldı. 71 Direnişi denilen maceracılık, güç toplanmasına değil, dağılmasına; başarıya değil yenilgiye; halka değil faşizme yaramıştır.” Halkın Sesi, 29 Haziran 1976. Söz konusu yazımızda bu eylemler, bu dönemdeki “banka soygunu” gibi “maceracı” eylemlerle birlikte değerlendirilerek 71 Maceracılığının 12 Mart’a davetiye çıkarttığına, daha sonra da 12 Mart rejiminin koyulaşmasına hizmet ettiğine vurgu yapılmıştır. Kara Kuvvetleri Komutanı'na suikast girişimi suçlaması uyduruktur, çünkü 2005 yılında Kara Kuvvetleri Komutanı olan Org. Yaşar Büyükanıt’a yapılacak bir suikast, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ve Türkiye'ye zarar verirdi. Dolayısıyla olsa olsa Türkiye’yi parçalamak ve bu amaçla Türk Ordusu’nu çökertmek isteyen bir düşman eylemi olurdu. Türk Ordusunu kimin dize getirmeye çalıştığını anlamak için de, Şemdinli’den Ergenekon Operasyonu’na uzanan çizgiye bakın! Emniyet içindeki F Tipi örgütlenmenin izini takip edin. Fehmi Koru, Orhan Pamuk gibi Amerikancılara suikast iddiası ise, saçmadır. Burada adı geçenlerin hepsinin terör dokunulmazlığı vardır. Terörün babası, mucidi, teşvik edeni ve destekleyicisi, her şeyi ABD’dir. ABD, Amerikancıları hedef almaz. Bakın; Taylan Özgür’den Uğur Mumcu’ya, Muammer Aksoy’a; Savcı Doğan Öz’den Mustafa Yücel Özbilgin’e kadar katledilen yurttaşlarımızın büyük çoğunluğu yurtsever ve Atatürkçü şahsiyetlerdir. Fehmi Koru gibilerine gelince. ABD-AB hizmetinde yürüttükleri Türkiye düşmanı faaliyetten dolayı en yakın çevrelerinden, hatta ailelerinden ve geniş kitlelerden aldıkları tepkiler, tecrit edilmiş halleri onlara yeter. Bazıları vardır, her gün ölmektedir. Savcıların bu isimleri böyle bir suçlamayla İddianame’lerine almaları, telaşın bir ifadesidir. İddianame, gerçek olmayan bilgilerin zirvesinde gezinirken; Ergenekon, TİT’in yani Türk İntikam Tugayı yeniden yapılanması için çalıştı” İddianame; s. 41.Ergenekon şüphelilerinin DHKP-C, Hizbullah gibi örgütlerle doğrudan bağlantısının bulunduğu görülmekte İddianame; s.102 gibi iddialara yer vermektedir. İddianame, TİT’in yeniden yapılandırılmasının amacının, Başbakan’a ve Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Ramazan Akyürek’e suikastlar düzenlemek olduğunu belirtmeyi de ihmal etmemiş. Şu İddianame’yi Ramazan Akyürek ve ekibinin yazdığı o kadar açık ki. Önce şu Ergenekon şüphelilerini soralım: Kim bunlar? Yanıt beklemeden, bu suçlamayı üzerime alıp yanıtlıyorum. Çünkü somut isim, kanıt belirtilmeden yapılan bu suçlamayla ben dâhil, buradaki tüm sanıklar hedef alınmaktadır. En azından zan altında bırakılmaktadırlar. Adı geçen örgütlere karşı en kararlı mücadeleyi yürüten partiyiz. Kırk yıldır bu örgütleri biz teşhir ettik, dağıttık; Gladyo, MİT yeniden yapılandırdı. Bizzat ben, Aydınlık Genel Yayın Yönetmeni olarak ve Partimizin yöneticileri defalarca Türk İntikam Tugayı’nın TİT ölüm tehditlerine maruz kaldık. Her seferinde İstanbul Emniyeti’ne önlem alınması ve tarafıma silah ruhsatı verilmesi için başvurdum. Başta Genel başkanımız, ben ve birçok arkadaşımız, bulunduğumuz konutlar TİT'ten ve diğer örgütlerden gelen tehditlere karşı koruma altına alındı. Aslında TİT'in "yeniden yapılandırılmasına" çalıştığımız iddialarına en güzel yanıt, Hanefi Avcı'nın bu davanın mimarları arasında yer almasıdır. Aydınlık daha 1 Mart 1988'de, TİT'i Hanefi Avcı yönetiyordu yazıyordu. 1992-93'te Güneydoğu'da görevliyken, TİT'i de kullanarak faili meçhulleri yöneten Avcı, 1997'de Türk Silahlı Kuvvetleri 'ne karşı psikolojik savaşın başını çekmişti. Hanefi Avcı bugün de Ergenekon tertibinin arkasında yer alıyor ve Türk Silahlı Kuvvetlerine, yurtseverlere saldırılar düzenlenmesine yardımcı oluyor. Hanefi Avcı'yı konuşturun bakalım, TİT'le işbirliği nasıl yapılır, size anlatsın. Bizzat MİT Müsteşarı Emre Taner, devletin geçmişte Hizbullah’ı kullandığını açıkladı Star, 12 Aralık 2006. Burada Taner’in, devlet kurumu olarak MİT’i kastettiğine kuşku yok. Yani MİT, Hizbullah’ı kullanırken, biz Hizbullah-Gladyo saldırılarında şehitler veriyorduk. Bu saldırıların planlanmasında Hizbullah'ı kullanan MİT'in ve Kontroterör Merkezi'nin ne kadar rolü olmuştur? Sorunun takdirini size bırakıyorum. 18 Şubat 1992’de, dergimiz İkibine Doğru’nun Diyarbakır muhabiri Halit Güngen’i böyle kahpe bir saldırı sonucu yitirdik. Neydi Halit Güngen’in suçu? Hizbullah’ın izini takip etmiş ve Diyarbakır’da Çevik Kuvvet Merkezi’nde eğitildiğini saptamıştı. İkibine Doğru bu çok önemli bilgiyi 16 Şubat 1992 tarihli sayısında kapak haberi yaptı. Bu haber ne yazık ki, Halit’in son haberi oldu. Sayın Yargıçlar, Mafya-Gladyo sistemi 90’lı yılların başında, önce Özal sonra da Çiller iktidarı döneminde Güneydoğu’da PKK’ya karşı Hizbullah’ı destekledi ve büyüttü. Daha doğrusu bu politika, 12 Eylül döneminin sonunda Doğu ve Güneydoğu’da savaş uçaklarından halkımıza atılan İslam Birleştiricidir sloganlı bildirilerle uygulanmaya koyuldu. Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” tanımını ve Cumhuriyet’in birleştiriciliğini çoktan unutmuş olan 12 Eylül rejimi, birlikteliğin devamını dinde buldu. Türkü, Kürdü İslam’da birleştirme politikası, ABD’nin Ilımlı İslam dayatmasına tam da oturuyordu. Evet, en doğrusu bu: Bunların İslam’la, Allah korkusuyla hiç ilgileri olmadı. Bunların Allah’ları, efendileri Amerika'dır. O, Cumhuriyet’in yerine Haçlı İrtica’yı koyacaksın buyurunca Hizbullah’a sarıldılar. Tabii, Hizbullah’ın birleştiriciliği palavraydı. Gerçekte ülkemizi PKK ile etnik temelde bölen ABD, bu kez de Hizbullah ile dinsel temelde bölüyordu. Yine gerçekte, Türk ve Kürdü birleştirecek tek politika Cumhuriyet’in laiklik ilkesidir. Kenan Evren-Turgut Özal-Tansu Çiller’in Amerikancı-bölücü çizgisi günümüzde Abdullah Gül-Tayyip Erdoğan’larla uygulanıyor. Bunların ABD’nin memurları olarak, toprak ağalarına, aşiretlere, şeyhlere, şıhlara dayalı politikaları milleti bir kez daha bölüyor. Güneydoğu’daki Hizbulkontra’nın günümüzdeki temsilcileri Gül-Erdoğan ikilisidir. Laiklikten ve gerçek birlikten yana olan yurtseverlerin payına ise, günümüzde yine Halit Güngen gibi vurulmak düşüyor. Ergenekon tertibinin ve Silivri’nin en anlamlı açıklamalarından biri de budur. Şimdi geliyorum PKK ile işbirliği yalanına. Hatta İddianame, Genel Başkanımız Doğu Perinçek’in PKK kurucusu ve PKK’nın ikinci lideri olduğunu iddia etmektedir s.280. Perinçek için başka bir yerde ise, “Ergenekon örgütünün kararlarına göre, Teori ve Planlama Dairesi Başkanlığı bünyesinde terör örgütleriyle irtibat konusunda görevli olduğu anlaşılmaktadır” s.104 denmektedir. İddianame, Perinçek ve Partimiz için dizginsiz bir biçimde aklına gelen iftirayı sıralamaktadır. Partimiz bütün bu iftiraları, daha PKK’nın kuruluş döneminde şehitler vererek mahkûm etmiştir. Aydınlık gazetesi PKK’nın MİT tarafından kurulduğunu, Doğu ve Güneydoğu’da halk hareketini bastırmak için, onun öncülerine, TİKP’nin il başkanlarıyla yöneticilerine saldırtıldığını vurgulamıştır. Partimiz 1979 – 80’de bu saldırılar sonucunda Doğu’da birçok değerli yöneticisini yitirdi. İşte bu saldırılar sonucunda şehit verdiğimiz bazı arkadaşlarımız: 3 Temmuz 1979’da TİKP Gaziantep İl Başkanı Zeki Ön, 8 Eylül 1979’da Tunceli İl Yöneticimiz Adil Turan, 19 Aralık 1979’da Tunceli Nazimiye İlçe Başkanımız Hasan Erkılıç, 12 Mayıs 1980’de Kahramanmaraş İl Yöneticimiz Mehmet Ongan, 18 Temmuz 1980’de Partimizin üyesi, devrimci öğretmen İnan Özdemir, Diyarbakır muhabirimiz Erdal Güran’ın pusu kurularak yaralanmasından sonra gazetemizin manşeti şöyleydi: Elazığ muhabirimizden sonra, bu kez de Diyarbakır muhabirimiz Erdal Güran’ı vurdular. Apocu katillerin yakasını bırakmayacağız! Aydınlık, 21 Ağustos 1979. Haberde özetle şöyle deniyordu: Bu cinayet şebekesi, Doğudaki Kontrgerilladır. Bu çete devlet içine sızmış karanlık güçlerce korunmaktadır. Emniyet içine sızmış MHP’liler bu çetenin baş destekçileridir. Uzun süredir polis, Partimize ve taraftarlarımıza yönelen saldırılara karşı hayırhah bir tutum izlemektedir. Apocu katilleri, Aydınlık gazetesinin bir bir açıklamasına rağmen, bunlar halen serbestçe dolaşmaktadırlar. Yetkilileri uyarıyoruz: Devlete, halka, sıkıyönetime meydan okuyan Apocu cinayet ve terör şebekesinin üzerine gidilmelidir. Aydınlık, 21 Ağustos 1979. Şimdi asıl iddialara yanıt vermeden önce, şu Terör ve Planlama Dairesi Başkanlığı TPDB üzerinde durmak istiyorum. Daha önce bu kurul, İddianame’de Planlama Yüksek Kurulu PYK olarak geçiyordu Devletin Yeniden Yapılanması için Öneriler broşürü, s. 34). 70 sayfada PYK, TPDB’ye dönüşmüş. O kadar ciddiyetsizler ki, bir yalanı kılıfına uydurma gereği bile duymuyorlar. Daha doğrusu akıllarına geleni atıyorlar. 70 sayfa öncesine gidip ne yazmıştık diye bakmıyorlar bile. İddianame Doğu Perinçek’in Terör örgütleriyle irtibatlı olduğu suçlamasını, 1989 ve 1991 yıllarında İkibine Doğru dergisinin Genel Yayın Yönetmeni olarak Abdullah Öcalan’la yaptığı görüşmelerle açıklıyor. 1989 ve 1991’de Ergenekon nerede? TPDB nerede? Bu davanın bilirkişisi Tuncay Güney ise, 17 veya 19 yaşında. Fethullah Hoca’nın dizinin dibinde. Öte yandan yine İddianame, Ferit İlsever Sosyalist Parti Genel Başkanıyken, Doğu Perinçek Abdullah Öcalan'la ittifak yaptı İddianame; s.1584 balonunu uçuruyor. Benim 1992'de Bekaa ziyaretim nedeniyle açıkladığım gibi, Perinçek'in Öcalan görüşmelerinde de bir tek amacı vardı: ABD bölgeye yerleşip komşumuz olmadan önce Kürt sorununu çözmek! Genel Başkanımız savunmasında ziyaretlerinin hedefinin, ABD, PKK'yi denetimi altına almadan önce birlik ve kardeşliği inşa etmek olduğunu kanıtlarıyla açıkladı. İddianame'deki PKK'nin ikinci lideri olduğu uydurmalarını da kanıtlarıyla çürüttü. Buna karşı iddiaların sahiplerinin yanıtı ise, Biz zaten bir suçlama yöneltmiyoruz olmuştur. İddianame terörün kaynağını itiraf ediyor. İddianame Emniyet Genel Müdürlüğü’nden gelen bir yazıya dayanarak terörü şöyle tanımlıyor: Amacına ulaşmak için cebir ve şiddet uygulamak s. 79. Yine Emniyet Genel Müdürlüğü’nden gelen aynı yazıda terörün amacı ise, genel olarak şöyle açıklanıyor:1. Anayasa’da belirtilen Cumhuriyet’in niteliklerini değiştirmek,2. Devletin bölünmez bütünlüğünü bozmak,3. Cumhuriyet’in varlığını tehlikeye düşürmek, 4. Devlet otoritesini zaafa uğratmak. s.79. Daha önce açıkladım: Yukarıdaki amaç maddelerinin her biri İşçi Partisi’nin tüzük ve programına aykırıdır. İşçi Partisi, bugün büyük ölçüde yitirdiğimiz Cumhuriyet’i yeniden kurmak için mücadele etmektedir. İşçi Partisi, bugün devletin ve milletin bütünlüğünü sağlayacak biricik partidir. İşçi Partisi, devlet otoritesinin güçlendirilmesini içtenlikle savunan tek partidir. İşçi Partisi’nin sloganı, Güçlü Devlettir. İşçi Partisi’nin amaçları Emniyet Genel Müdürlüğü’nün terör tanımındaki amaçlarla taban tabana zıttır. Bu amaçlara ulaşma yolu olarak cebir ve şiddet gösteriliyorsa, o zaman İşçi Partisi Türkiye’deki bütün partiler içinde teröre en uzak, teröre iki kez taban tabana zıt partidir. Ancak, yukarıdaki Cumhuriyet ve devlet düşmanı programın sahibi vardır. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin hedefi tam da bu programdır: Cumhuriyet’i çökertmek, bu amaçla milli devleti ve onun temel unsuru Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratmak ve zaafa uğratmak ABD bu amaca ulaşmak için, Irak’ta, Afganistan’da örneği görüldüğü gibi, cebir ve şiddet” yolunu benimsemektedir. İşte Türkiye’deki Eşbaşkanları da efendilerinin bu amacı doğrultusunda harekete geçmişlerdir. Fethullahçı Gladyo işbaşındadır. Ergenekon Operasyonu, ABD’nin Türkiye’deki “cebir ve şiddetinin” güncel örneğidir. Emniyet Genel Müdürlüğü Savcılığa gönderdiği yazıda terörün amacını ve bu amaca ulaşmak için izlenen yolu öyle tanımlamıştır ki, bu yazıyla terörün kaynağı olarak adeta Eşbaşkanlar ve Fethullahçı Gladyo gösterilmektedir. Savcılar, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün yazısını İddianame’lerine alarak, "Ergenekon" tertibinin kaynağını ve amacını itiraf etmektedirler. ABD'YE karşı dik dur, terörü durdur. Terörle gerçekten mücadele etmek istiyor muyuz? Cevap Evet ise, o zaman ABD’yle mücadeleyi göze alacağız. Tıpkı darbeler gibi, günümüzde terör tekeli de ABD’dedir. Özellikle 1980-90’lardan sonra, yani ABD’nin küreselleşme politikalarından, Sovyetler Birliği’nin yıkılıp ABD’nin dünyanın tek efendisi olma iddiasıyla ortaya çıkmasından sonra, terörün kaynağı, denetimi ve yönetimi büyük ölçüde ABD tekeline alındı. Daha önceki yıllarda sağda ve solda ABD denetimi dışındaki veya ABD’nin uzaktan denetleyebildiği terör örgütleri de tamamen Gladyo’nun otoritesi altına alındı. Gladyo Sovyetler Birliği’ne karşı kurulmuştu. Sovyetler Birliği yıkıldığına göre bir anlamı kalmadı yorumlarına karşın, Gladyo, tarihinin en güçlü ve kudretli yıllarını yaşamaktadır. Çünkü Gladyo’nun varlık sebebi milli devletleri ABD denetimi altında tutmaktır. İşte bu görevinin en çok anlam kazandığı ve en yoğun gündeme geldiği koşullardayız. Türkiye’de de ABD, milli devletimizi çökertmeyi hedeflediği için, yıllardır terörü dayatıyor. Evet, çok net saptayalım: Türkiye’de terörün arkasında Amerikan emperyalizmi vardır. 1960’lı – 70’li yıllarda ABD emperyalizmi doğrudan kurduğu veya kurdurduğu terör örgütleri dışında, sağda ve solda teröre eğilimli, maceracı örgütleri de yönlendirmeye çalışıyordu. Gladyo, bu yıllarda bu örgütleri çeşitli tertip ve kışkırtmalarda kullandı. 12 Eylül darbesinden sonra, bu örgütler tamamen Gladyo’nun denetimi altına girdiler ve provokasyon örgütlerine dönüştüler. Yine bu dönemde kapitalizm mafyalaştı. Sistemin bekçisi Gladyo ile Mafya iç içe girdi. Böylece Gladyo’nun denetim altına aldığı eski ülkücü ve “solcu” çeteler de çek-senet tahsilâtı, uyuşturucu, kara para gibi mafya faaliyetlerine sokuldu. Halkın mücadelesini bastırmak ve milli devleti çökertmek yönündeki kışkırtıcı faaliyetlerinin bedeli kendilerine böyle uyuşturucu gelirleriyle ödeniyordu. PKK da benzer süreci yaşadı. 80’li yıllarda Suriye’nin denetimindeki örgüt, 1. Körfez Savaşı’ndan, yani ABD’nin komşumuz olmasından sonra Suriye’den çıkartıldı ve ABD denetimi altına alındı. Böylece tamamen ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin hizmetinde Türkiye’yi bölme örgütüne dönüştü. Bu gerçeklerin altını bir kez daha çizdikten sonra, geliyoruz çözüme. Ve bir kez daha soruyoruz: Terörle gerçekten mücadele etmek istiyor musunuz? Öyle Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratarak, yurtseverleri hapse atarak terörle mücadele olmaz. Bu "Ergenekon" Operasyonu ile yapılanlar, terörle mücadele değil, terörün ta kendisidir. Terörle gerçekten mücadele edecekseniz, onun arkasındaki ABD’ye karşı dik duracaksınız. Darbeyle mücadele, 12 Mart’la, 12 Eylül’le ve darbelerle en çok mücadele etmiş devrimciler hapislere atılarak yapılmaz. Kontrgerilla’yla, Hizbullah’la, TİT’le, faili meçhullerle mücadele, zamanında bunları ortaya çıkarmış İşçi Partili'lere baskı uygulayarak yapılmaz. Susurluk’a karşı en kararlı mücadeleyi yürütmüş Doğu Perinçek ve arkadaşlarına terör uygulayarak, Susurluk’la mücadele edilmez. Bunların derdi ne Gladyo’yla, ne darbelerle, ne de Susurluk’la mücadeledir. Bunlar Gladyo ve Susurluk’un ta kendisidir. Yaptıklarıyla ABD’nin terörünün ve faşist darbe senaryolarının aletidirler. Mafya-Gladyo-Tarikat Sistemini Biz Yıkarız. İddianame’de Ergenekon’a ait olduğu belirtilen Mafyanın Yeniden Yapılanması Reorganizasyonu belgesinden söz edilmektedir İddianame; s.45. Ayrıca Sonuç bölümünde, mafya ve terör örgütlerini yeniden düzenleyip yönetimlerine adamlarını geçirmek İddianame; s.2454 suçlaması yer almaktadır. Yeniden yapılandırmak, Yönetimlerine adam koymak” bir yana, bizim işimiz mafyayı çökertmektir. Bu, yıllardır böyledir. Sistem mafyayı yeniden yapılandırıp kurumlaştırır, Partimiz ise bunları teşhir eder ve çökertir. Çünkü bizim dünya görüşümüz, programımız, felsefemiz, siyasetlerimiz kapitalizmin ürünü olan mafya türü bozukluklara izin vermez. Mafya, kapitalizmin doğal ürünüdür. Günümüzde kapitalizmin ulaştığı tekelleşme düzeyi mafyalaşmaya dönüştü. Böylece sistemin sigortası, bekçisi ve gerçek yöneticisi olan ABD derin devleti, yani Gladyo mafya ile birleşti ve bir sentez oluşturdu. Ekonomideki mafyalaşma beraberinde siyasetteki mafyalaşmayı getirdi. Böylece parlamenter sistem dar bir çetenin diktasını perdeleyen bir araca dönüştü. İşte bu mafya sistemi, Ortaçağ kurumlarını da diriltti. Tarikatlar toplumu hızla kuşattı, teslim aldı. Bu durumda rejimin Mafya-Gladyo beraberliğine bir de tarikat unsuru eklenmekte ve Mafya-Gladyo tarikat sistemi ortaya çıkmaktadır. Özetle; mafya olayı sistemin doğasındadır. Bu yüzden İşçi Partisi tüzüğü, bu sorunu basit bir çeteleşme olayı ya da yüzeysel bir ahlaki sorum olarak görmemiş ve kapitalizmle mücadelenin önemli bir hedefi olarak ele almıştır: İşçi Partisi mafyalaşan kapitalizmin her tür sömürü ve baskısını arasız devrimlerle ortadan kaldırmayı ve imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir toplum kurmayı hedefler Bugünkü Batı merkezli mafya-tarikat sisteminin, insanın insana kulluğuna, kadın ile erkek arasındaki eşitsizliğe, yabancılaşmaya, yozlaşma ve çürümeye yol açan kurum ve ilişkileri, bütün siyasal, ekonomik ve toplumsal temelleriyle birlikte temizlenecektir. İnsan ve doğa yıkımdan kurtarılacaktır. Bencilliğe ve özel çıkara değil, kamu yararına öncelik veren yeni toplumun kurulmasında, halkımızın güç birliği, elbirliği, kardeşlik ve dayanışma geleneği, en büyük itici güç olarak harekete geçirilecektir. İşçi Partisi Tüzüğü, 2006, Amaç maddesi, Sonuç; kapitalist sistemle ve onun merkezinde bulunduğu ABD emperyalizmi ile mücadele etmeden mafyalaşmayı önlemek mümkün değildir. Sayın başkanım 8. bölüm İşçi Partisi’nin Gladyo’yla Mücadelesi, çok yoruldum bir kısa ara verebilirsek çok sevineceğim. Burada bir saatlik falan bir bölüm kaldı. Yani öğleye kadar bu şeyi 8. bölümü bitirmiş olacağım yani.

Duruşmaya 10 dakika ara verildi.



Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu,


Yüklə 0,76 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin