47 Cİld yediNCİ BÖLÜM



Yüklə 2,61 Mb.
səhifə16/72
tarix30.05.2018
ölçüsü2,61 Mb.
#52083
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   72


İşte Osmanlıların başta Şeyh-ül İslâmları olmak üzere dini şahsiyetlerinin en önde gelenleri.. Ve Darül-Hikmet-il İslâmiyenin fâzıl büyük allâmelerinden bir çoğu -yukarda kaydedildiği veçhile- Bediüzzaman' ın ilmine, fazlına, kemalâtına karşı hürmet ve takdir içinde bulundukları gibi; Türkiye Cumhuriyeti Diyanet Riyasetindeki yetkili büyük alimleri de Üstte nümuneleri yazıldığı üzere- aynı şeyi paylaşmışlardır.

Şimdi, dahil ve hariç, dinî şahsiyetlerden başka, bir de hukukçu, içtimaiyatçı, asker, tabib ve gazeteci-yazar mütehassıs ve selâhiyetli şahsiyetlerden birkaç örnek verelim:

(Türkiye'de ve hariç Âlem-i İslâmda bir çok allâme ve siyaset adamı şahsiyetlerin, Risale-i Nur ve müellifi Bediüzzaman Said-i Nursi hakkındaki telâkkilerini hâvî sözlerini burada sıralamak mümkün, fakat makamın kabiliyeti kaldırmamaktadır. Onun için tarihî sırasında o büyük zatların bazılarının da telâkkilerini kaydetmek va'diyle; burada sadece mühim zatlardan bir kaç nümune vermek isteriz. Daha tafsilat arzu edenler N.Şahiner'in araştırıp derlediği “Aydınlar Konuşuyor” ve “Son Şahitler-1,2,3,4,5” cild kitaplarına müracaat edebilirler.)

1- Ord.Prof.Dr.Fahreddin Kerim Gökay: (İstanbul Eski valilik ve Belediye reisliğini yapmış, elçilik ve bakanlık görevlerinde bulunmuş, ayrıca da mütarake yıllarında kurulan Hilal-i Ahdar (Yeşilay) cemiyetinin kuruculuğunu yapmış bir zattır.)

Bu zat, Bediüzzaman Said-i Nursi ve eserleri hakkında ezcümle şöyle demiştir:

“Ben Said Efendi'yi yalnız bir din adamı değil, sosyal düşüncelere mâlik, kafasını ışıldatmış bir ilim adamı olarak tanıdım... Memlekete en sıkıntılı ve buhranlı günlerde hizmet etmiş bir zattır. Kuva-i Milliye hareketini desteklemiştir...

Said-i Nursi, devrinde yaşamış ve fikirlerini ortaya koymuş bir insandır. O fikirler, zamanın icab ettiği davalara esas teşkil etmiştir. Onun tarihe mal olmuş sözleri hakkında düşünülür, beğenilir beğenilmez, o efkâr-ı umumiyenin vereceği bir karardır...

(133) Merhum Hasan Fehmi Başoğlu ise, Bediüzzaman ile Meşrutiyet döneminde bir hatırası olmuş, o hatıra bu kitabın ilgili yerinde dercedilmiştir. Bu merhuma da Allah rahmet eylesin amin.A.B.

(134) Aydınlar Konuşuyor, S: 91

914


Bu halde, bu gibi adamlar tarihe mal olmuş. Bu adamlar hakkında hakiki hükmü tarih verecektir.

Benim tanıdığım Said-i Nursî; memlekete, millete faydalı olmaya çalışmış bir adam.. Fikri neyse söylemiş, konferans vermiş, va'az etmiş, yazı yazmış bir adam.. Başka ne yapabilir?

Milli harekette Ankara'ya g'itmiş, kendisini hürmetle karşılamışlar ve ayakta alkışlanmış. Böyle bir adamın ne yapmak istediği sorulmaz. Çünkü eserleri ve yaptığı meydandadır.(135)”

2- Prof.Dr.ALİ NİHAT TARLAN: (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakiıltesi, Eski Türk Edebiyatı hocalığında yarım asır hizmet etmiş ve bir çok eser bırakmış bir insan.)

Bu zat, Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi'nin şahsiyeti. eserleri ve hizmeti hakkında ezcümle şöyle fıkir beyan eder:

"Said-i Nursî, hakiki bir Müslüman, hem de çok kültürlü bir Müslümandı. İslami fıkirlerin yayılışı benim şahsen en büyük emelimdir... Bence hakiki her Müslüman, Nurcudur. Sonra benim kanaatım şu ki: Anadolu'yu komünizme karşı koruyan İslâmî hareket.. Ve bilhassa Nur talebeleridir.

Said-i Nursi; İslâmî, ahlakî umdeleri yaymaktan başka, hiç bir fikir takib etmemiştir. Buna ise, memleketimizin büyük bir ihtiyacı vardır. Birinin yıkmak istediğini, o yaptı. Ona minnettarım. İslam ağacını budadı. Budayınca altından İslâmın yeni ve taze fidanları fışkırdı...(136)"

3- Prof.Dr.KEMAL BIYIKOĞLU: (Erzurum Atatürk- Üniversitesi eski Rektörü)

Bu zat, Bediüzzaman ve Risale-i Nur'un yaptığı hizmetleri hakkında özetle telâkkisini şöyle açıklamıştır:

“Tanzimattan itibaren manevî değerlerini yavaş yavaş kaybederek materyaIistleşen ve bu yüzden manevî çöküntüye uğrıyan cemiyetimizin yeniden dirilmesi, silkinip kendine gelmesi için, Said-i Nursi örf, adet ve ananelerimize sıkı sıkıya sarılmamız, bencil duygulardan uzaklaşarak, kendimizi karşılık gözetmeden memleket hizmetine adamamız gerekleri üzerinde durmuştur...

Said-i Nursi, bir cemiyetin ilerlemesinin, çağın ilerlemesine ayak uydurabilmesinin maneviyatsız, sadece pozitif ilimle mümkün olamıyacağını; müsbet ilimler sahasında çok çalışmakla beraber manevî değerlere; yani örf, adet ve geleneklerimize ve dinî inançlarımıza da lâyıkıyla yer vermek,

(135) Aydınlar Konuşuyor, S:147

(136) Aydınlar Konuşuyor, S:150

915


materyalizmden kurtularak silkinmek zorunda olduğumuzu anlatmak istemiş.. Cemıyetimizi hakiki ak günlere götürmek ve manevi huzur ve sükûna kavuşturmak istemiş ve bunun için yegâne doğru yolun İslâm dinine sarılmak olduğunu îfade etmiştir...(137) ”

4-Prof.Dr.SÜLEYMAN YALÇIN: (Tıp sahasında dahili ihtisas ve özellikle karaciğer mütehassıslığı bölümünde çok değerli, imanlı hazık bir hekimdir. Şimdi Aydınlar Ocağı başkanlığını da yürütmektedir.)

İşte Süleyman Yalçın'ın, Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi ve Risale-i Nur hizmeti hakkındaki görüş ve telakkilerini şöyle dile getirmektedir:

Said-i Nursi'yi bir idealin, İslâm imanının mücadelesini veren bir mübarek şahsiyet olarak tanıyorıım.

Bir süre için, inkılâbın ilk heyecanlı yıllarında "Kemalizm" veya "Altı ok" prensibi diye ileri sürülen görüşün nesillere benimsetilmesi gayreti de bu inanma ihtiyacını doyuramamıştır. Hatta açlığı daha da artırmıştır. Zira bu "ilkeler" hiç bir ideoloji haysiyetine sahib olmıyan; ne insan, ne de kâinat meselesine zerrece temas etmiyen bazı iddia ve temennilerdi. Bundan dolayı rahmetten mahrum çorak toprak gibi, insan ve bilhassa genç adamın ruhu ve kafası kendini doyurucu bir fikrin, bir imanın açlığına düşürmüştür.

İşte bu ihtiyaç ve açlıktır ki; Said-i Nursî 'nin ustaca serptiği fıkir.. Ve bir Velî sabrı içinde sürdüğü çileli hayatının örnek misalleriyle süslenmesi, onun davasının tutmasının başlıca saikleridir.. (138)

5- M.RAİF OGAN: (Edebiyat ve Hukuk fakülteleri mezunu.. Uzun süre muallimlik ve müdürlük yapmış, bir çok mecmua ve gazeteler de dinî ve millî yazılar yazmış ve kıymetli bir çok eser bırakmış imanlı ve hamiyetli bir zattır.)

Bu zat telâkkilerini hülâsaten şöyle kaydetmiştir:

"...Nurculuk hareketi orjinal bir harekettir. Bütün manasıyla müteferrik İslâm kavimlerinin hepsini bir hamur yapmak için çalışmıştı Bediüzzaman...

Said-i Nursi'nin maksadı: Bu zat, bu asırda imansızlık moda olduğu ve çoğaldığı için, Müslümanlığın iman esasını ele alarak müslümanlar arasında bir vahdet meydana getirmek ve bütün Müslüman unsurlarını uyandırmak istiyordu.

Doğu Anadolu'da dini ilimlerle müsbet ilimleri bir arada okutacak “Medreset-üz Zehra” isminde bir üniversite açmak istiyordu. Meşrutiyet yıl

(137) Aynı eser, S: 30

(138) Aynı eser, S:139

916


larında burada (İstanbul'da) verdiği konferanslarda, daima kürtlere ayrılmamak, beraber olmak ve parçalanmamayı telkin ederdi, nasihat ederdi.

Otuz bir Mart'ta onu mahkûm edemediler. Divan-ı Harp karar verinceye kadar mevkuf kalmıştı, mahkûm olmadı..(139)”

6- CEVAD RIF'AT ATİLHAN: (Emekli General, osmanlı ordusunun yetiştirdiği Kahraman asker, imanlı bir mücahitti. Allah rahmet eylesin.)

Bu zat, Üstad Bediüzzaman Hazretleri hakkında 1951-52'de yazdığı makalelerinde ezcümle şunları söylüyordu:

“Nuru bir çok muzlim vicdanları aydınlatmış, kudreti bir çok zaif imanlı insanlara cesaret vermiş, dehası bir çok nasibsiz insanların ruhuna ilham serpmiş olan bu büyük adam; hiç şüphe yoktur ki Said-i Nursi Hazretleridir.

Ondan fazilet ve fedakârlık dersi alan, bir çok yolunu şaşırmış insanlar, kendilerini mes'ud ve aydınlık bir sahranın ortasında bulmuşlardır. Dehası ve celâdeti kadar, imanı da kuvvetli olan bu muhterem insan; yirmi beş yıllık istibdat ve zulmete gözlerini kırpmadan göğüs geren ve onun korkunç işkence adaletsizliğine imandan doğan bir cür'etle karşı koyan tek şahsiyettir. Bütün Müslüman dünyası bu kutbun câzibesinden kendisini kurtaramamıştır. Türkiye'nin ıssız ve tenha bir köşesinde doğan bu nur, ziyasını Pakistanlara, Endonezyalara kadar yaymış ve kendisiyle beraber milletimizin de şan ve şerefine payeler eklemiştir.

Ne yazıktır ki; bağrımızdan fışkırmış, bize şeref kazandırmış, kararmış gönüllerimizi aydınlatmış, dalâlet yoluna sapmış insanları hak yoluna getirmiş olan bu muhteşem ve mübarek insan, bizden hürmet yerine sadece tazyik ve zulüm görmüştür...(140)"

BİR İKİ ÖRNEK DE ÂLEM-İ İSLÂMDAN

BİRİNCİ ÖRNEK: PAKİSTAN MAARİF VEKİLİNİN VEKİLİ ALİ EKBER ŞAH'TIR: Bu zat, 1951'de Pakistan maarif vekâleti yardımcılığını yürütmekte iken, Türkiye'ye gelmiş, Üstad Bediüzzaman'la görüşmüştür. Bilahare Pakistan SİND ÜNİVERSİTESİ İlahiyat Fakültesi dekanlığına getirilmiş büyük alim din ve devlet adamı muhterem Seyyid Ali Ekber Şah, Üstad Bediüzzaman hakkında ezcümle şunları söylemiştir:

"Ben kırk senedir Âlem-i İslâm'da aradığımı Türkiye'de buldum. Bediüzzaman, yalnız büyük Türk milletinin değil, bütün İslâm Âlemi'nindir.

(139) Aydınlar Konuşuyor, S:167

(140) Büyük Tarihçe S: 593

917

Ondan Âlem-i İslâmın mukadderatına dair pek çok soracaklarım vardı. Bütün müşküllerimi kendileriyle görüştüğüm bir saat içinde halledildi. Şimdi memleketime büyük müjdelerle dönüyorum. İslâm Âleminde bir çok büyük hizmetIer başarmış faziletli ve yüksek alimler gelmiş, geçmiştir. Bunların çoğu mükâfatlarını da, ya mülk ve servet, yahut şeref ve şöhret şeklinde elde etmişlerdir. Halbuki Bediüzzaman'ın evinde bugün yakacak bir lambası da yoktur...(141) ”



İKİNCİ ÖRNEK: PAKİSTAN ESKİ TALEBE CEMİYETİ BAŞKANI -ŞİMDİ PAKİSTAN KARAÇİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ VE TÜRKOLOJİ KÜRSÜSÜ BÖLÜM BAŞKANI PROF.DR. MUHAMMED SABİROĞLU'nun talebe cemiyeti başkanı olduğu sıralarda yazdığı iki yazısından bazı parağraflar:

“...Burada mühim bir kitap neşretmek istiyorum, bunun için yazıyorum. Bu hususta halkçıları tanıttırıyorum ki, bunlar Türklere karşı çalışmışlar...”

“Bu mektubumdan sonra, size mühim bir mektup yazacağım. Ve bunda niçin Üstad'ın İslâm dünyasının en büyük bir şahsiyeti olduğu ve bunun gibi hiç bir adam ne Endonezya, ne Hind yarımadası, ne Arap ve ne de Amerika'da- çıkmadığı gösterilecek..:”

“...Ben bir Pakistanlı Müslüman, Türkiye'ye hiç gitmedim. Said-i Nursi'yi görmedim. Lâkin İstanbul Üniversitesi Nur talebelerinin neşrettikleri kitaplardan bazı parçaları mütalâa ederek, hakikî, ruhanî bir lezzet hissettim. Ve şimdi bu uzak diyarda bir Nur şakirdi oldum. Ana dilim Urduca'da yazılmış bu gibi eserler yok. Ve Nursi gibi bir din kahramanı Hindistan ve Pakistan'da yok. Bu bir hakikattır...(142) ”

ÜÇÜNCÜ ÖRNEK: IRAK'TAN:

Irak -Rabitat-l Ulema reisi muhterem allâme Emced Zuhâvî'nin 1952'de İstanbul ağır ceza mahkemesi, Gençlik Rehberi kitabından Bediüzzaman'a beraet verilmesi üzerine gönderdiği tebrik telgrafı şöyledir:

“Sebilürreşad mecmuasına-İstanbul

Büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Hazretlerinin beraet kararı bizleri sonsuz bir sevinç içerisinde bıraktı. Bu sevincimize vesile olan o adil hükme istinaden, Türk mahkemesine ve fahrî avukatlarına teşekkürlerimizi, Üstad ve kardeşlerimize tebriklerimizi mecmu’anız vesıtasıyla bıldiririz

IRAK-EMCED ZUHAVİ (143) ”

Daha bunlar gibi: Mısır talebe cemiyetinden, İranlı Sünnî müslümanla

(141) Risale-i Nur Müellifi Said Nur-Eşref Edip S:117

(142) Büyük Târihçe S: 593

(143) Aynı eser, S: 604

918


rın lideri Seyyid Abdullah'tan (144), Suriye İhvan-ı Müslimin cemiyeti reislerinden, Yunanistan, Finlandiya ve Almanya'daki İslâm âlimlerinden gelen mektup ve yazılarından bir çok nümuneler arz edebilirdik. Fakat bahis çok uzayacak. Tafsilat, büyük Tarihçe-i Hayat eseri "Risale-i Nur ve Hariç Âlem-i İslâm" bölümündedir.

GÖNÜL EHLİNDEN BİR İKİ HABER

Bu faslı kapatırken; Hazret-i Üstad Bediüzzaman'ın maddî âlemde ilmî, amelî, ahlâkî, millî ve vatanî kemalât ve hizmetlerini bir nebze dile getiren kadirşinas, hakperest insanlardan çok az bir kısmının nümunelik bazı sözlerini naklettiğimiz gibi, bu arada bir de gönlü gözü nurlanmış maneviyat ehli ve gönül erlerinden de bazı örnekler vererek bu faslı hüsn-ü hatimeye bağlamak icab ediyor. Bu mevzu ile ilgili olarak, kitabımızın baş tarafında gaybî işaretler nev'inden kaydettiğimiz nümuneler gibi, Hazret-i Bediüzzaman'ın manevî ve dinî mücahadatına başladığı ilk günlerinden, ta vefatına kadarki zamanlarında yaşamış gönül ehli bazı veli zatların ona karşı ma'nen kalbî ve ruhî irtibat, incizab ve telâkkilerinden de -tafsilâta girişmeden- bazı misaller verelim:

BİRİNCİSİ: Şark'ta hayli ün yapmış, ehl-i sünnet dairesinde istikametkârane irşadlara muvaffak olmuş, gönül ehli Cezireli Şeyh Seyda Hazretleridir. Bu zatın yakını ve mahrem-i esrarı halifelerinden bazı zatlar. Karabüklü Mustafa Usman Efendi'ye bir sır şeklinde demişlerdir ki: "Şeyh Seyda hazretleri her seher vakti, yüzünü garba doğru çevirerek, kalben o tarafa müteveccih olurlardı. Bunun sırrını sorduğumuzda: "Cenab-ı Hak'tan yeryüzüne inen feyiz ve nurların bu asırda en evvel Bediüzzaman Hazretlerinin kalb ve ruhuna küll halinde indiğini, sonra onun vasıtasıyla sair evliyaullah'a tevzi olunduğunu; bu yüzden kendisinin de garbe doğru teveccüh etme mecburiyetinde olduklarını söylemişlerdi.”

İKİNCİSİ: Burdurlu Hacı Rahmi Sultan'ın hâs müridlerinden Nasuhizade Şeyh Muhammed Efendi'nin Hazret-i Üstad'a hitaben yazmış olduğu bir arizasında; manevî âlemde kendisinin,

bizzat Hazret-i Üstad'ın yüksek ruhaniyetlarını müşahede etmesinden bahsetmiş, Hazret-i Üstad da o arizayı kabul ederek Barla lahikası asıllarına derceylemişlerdir.(145)

ÜÇÜNCÜSÜ: Denizli Kahramanı âşık Velî Hasan Feyzi Efendi, manevi müşahede ve keşfıyatlarına dayanarak: "Vallahi ezelden bunu ben eyledim ezber, Risale-i Nurdur vallah o son müceddid-i Ekber.(146)"

(144) Bu zat,1925'de Şeyh Said isyanıyla ilgisi görülerek, İstanbul'daki evinden alınıp Diyarbakır İstiklal Mahkemesi'nde idama mahkum edilmiş "Hakkarili Seyyid Taha-yı Neri'nin torunu Seyyid Abdülkadir Bey'in, küçük oğludur.

(145) Osmanlıca Barla Lahikası S:111

(146) Osmanıca Sikke-i Tâsdik S: 217

919

Ve "Kab-ı kavseynden alıp dersimi bildim ki ayan, O güzel nur-u bedi' manevî sultan olacak.(147)" gibi ifadeleriyle ve Hazret-i Üstad'ın da onun o gibi ifade ve beyanlarını kabul ederek Nur risalelerinde neşretmesiyle; yazı sahibi zatın manevî ve keşfi bir surette Hazret-i Üstad'ın maneviyat âleminde çok yüksek ve çok büyük mertebe ve makamlara sahib olduğunu hissetmesidir.



DÖRDÜNCÜSÜ: Ehl-i hakikat bir alim olan Kastamonulu Mehmed Feyzi Efendi'nin; Hazreti Üstad'ın yüce ahlâk, ubudiyet ve kemalâtına dair kaleme aldığı fıkrası, Bediüzzaman'ın nasıl bir velâyet-i kübranın mazharı olduğuna tek başıyla büyük bir delildir. Bu fıkra büyük Tarihçe-i Hayat kitabı, Kastamonu hayatında ve bu kitabın Emirdağ-1 faslı bölümünde dercedilmiştir.

Bu dört nümuneler gibi daha bir çok nümuneler sıralamak mümkündür. Eskişehir Muttalib köyünden Hacı Hilmî Efendi'nin Bediüzzaman hakkındaki samimi itirafları ve seyyah-ı meşhur Urfalı Şeyh Muhammed Harranî'nin Üstad Bediüzzaman hakkındaki çok alenî şekildeki. gaybî ihbarları ve Konyanın Kadın Han Kazası Ladik Köyünde medfün bulunan Ahmet Ağanın acib ifade ve beyanlerı gibi; bilinen, bilinmiyen bir çok gönül ehli zatların Hazret-i Üstad'a karşı gösterdikleri samimî incizab ve teveccühleri vardır. Bütün bunları buraya dercetmiş olsaydık, bahis çok fazla uzayacaktı. Arife işaret yeter kabilinden kısa kesiyoruz.

BU MAKAMA UYGUN GÜZEL BİR HATIRA

Aslen Elazizli olup, Ispartanın Sütlüce ve Eğirdir kazalarında 1926-1930 yılları arasında nahiye müdürlüğü ve Kaymakam vekilliği yapmış İHSAN ÜSTÜNDAĞ demişki:

“ Bir köy meselesi için ben, Eğirdir mal müdürü, bir eczacı ve kazanın doktoru Kemal Bey 1930 yılı içinde, Kayıkla Barlaya gidiyorduk.Yolda dinî meselelerde sohbet oldu. Eczanın inancı zaifti. “Madem Allah var diyorsunuz, Allah şerri ne için yarattı?” diyerek, uluhiyeti bir nevi inkar ediyordu. Biz mantıkan onu ikna’ edemeyince, “sus fazla konuşma! yoksa seni göle atarız” dedik.. ve “Barla'ya gidiyoruz, orada Şeyh Efendiye (Üstad Bediüzzamana) sor, cevabını alırsın” diyerek, kendisine Bediüzzamandan bahsettik. Barlaya vardık, Belediye reisinin evine misafir olduk. Henüz kahveleri içmeden, Bediüzzamana gideceğimizi haber göndermiştik. Bizi kabul etmiş, gittik, bizi ayakta karşıladı.. ve:“Benim sizi ziyaret etmem gerekirken, siz ziyaretime geldiniz.” dedikten sonra, biz henüz birşey sormadan, kendisi “Hayır ve Şer” bahsini açtı..ve:“Şimdi size şerrin nasıl hayır olabileceğini anlatacağım” dedi.

(147) Osmanlıca Siraccûnur S: 333

920

Biz taaccub edip şaşırdık. Şu misali verdi: “ Kangıran olmuş bir kolu kesmek şer değil hayırdır. Çünki kol kesilmezse, vücud gidecek. Demek Allah bu şerri hayır için yaratmıştır.”



Sonra, doktor ile eczacıya dönüp: “Siz doktor ve eczacısınız, bunları daha iyi bilirsiniz” deyince, eczacı kireç gibi bembeyaz oldu. Hiçbir kelime konuşamıyordu. Üstad başka bir temsil söyledi : “ Bir hindinin altına yumurta konsa ve bu yumurtaların bir kaç tanesi bozulsa, diğerlerinden hindiler çıksa, “Bu iş şer oldu” denilirmi? Çünki yumurtadan çıkan her hindi, beşyüz yumurta kıymetindedir.” sonra kalbin tıbbî izahını yaptı. Geniş ilmî bilgiler verdi.

Birkaç gün sonra, Dr. Kemal Bey bana: “Ben kalbin bu kadar güzel ilmî bir izahını profesörlerden bile işitmemişim.” dedi.

(Son Şahitler-4,Sh.300)

BAŞKA BİR HATIRA

Barlalı Bahri Çağlar Ağabey demişki: “Birgün Üstada, (Barlaya) Afyon tarafından elleri bağlı deli bir çocuk getirmişlerdi.Ellerini çözünce insanlara saldırıyormuş. Hz.Üstad, çocuğu getirenlere sordu:“ Niçin ellerini bağlamışsınız? çözün ellerini”dedi. Çocuğun ellerini çözdüler. Çocuk gayet sâkin, uslu durdu ve şifa buldu.”

(Son Şahitler-5 , Sh.75)

921

BARLA HAYATI DÖRDÜNCÜ KISIM



(Nur Risalelerinin te'lif, tanzimi ve tarih sıralaması)

Bu bölümde üç mesele vardır:

1- Risale-i Nur'un te'lif tarzı

2- Te'lif edilen Risalelerin tanzimi, yani isimlendirilerek sırasına ve makamına konulması vesaire...

3- Risale-i Nurların te'Iif tarihleri ve hangisinin önce, hangisinin sonra te'lif edildikleri meselesidir.

Bu üç meseleden birincisi, üst taraflarda yazılı "Üçüncüı bölümün te'lif şekli ve neşir keyfiyetinde bir derece muhtasaran temas edilmiş ve te'lif şeklinin ana hatlarıyla tarifi yapılmıştır. Burada ise, te'lif tarzınınn sebeb ve mahiyeti hakkında muhtasar bir tahlil düşünmekteyiz.

Evet, Risale-i Nurların "Te'lif sebebleri" ve tabiri caiz ise, "Esbab-ı te'lif" veya "Esbab-ı Vürûd" meseleleri için diyebiliriz ki: Yirmi üç sene zarfında vücuda gelen imanî hakikatlara dair bu Risalelerin en ilmî ve en vâzıh ve en büyük risalelerinin ekseriyet-i mutlakası, âdeta zahirî hiç bir sebeb ve sual yokken, müellifın ruhunda tevellüd ederek, manevî bir ihtiyaca veya emre binaen te'lifi yapılmıştır. Nur Risalelerinin diğer kısımları olan Mektubat ve Lem'alar'ın ekserisi, sorulan bazı cüz'î sualler, te'liflerine zahir bir sebeb olmuş, fakat sualin cüz'iyyetine göre değil, ilmî ve küllî kaideler çerçevesinde mesele ele alınmış ve muazzam

Risaleler vücuda gelmişlerdir. Mesela Hulusî Bey'in, cüz'î bir rü'yasının tabirini istemesi üzerine yazılan Risale gibi... Ve mesela Refet Bey'in coğrafyaya dair cüz'î bir suali münasebetiyle te’lif edilen muazzam O ikinci lem'a gibi ve hakeza...

Lâkin "SÖZLER" bölümünün tamamı başta olmak üzere, Mektubat ve Lem'alann bir kısmı, Şuaların da ekserisi, zâhiri herhangi bir sebeb yokken, müellif'in ruhundan coşan bir manevî sâikten ve bir manevî ihtiyaç neticesinde te'lifleri gerçekleşmiştir.

Risale-i Nur'un te'lif tarzı, başka hiç bir te'life benzememektedir. Adeta Kur'an-ı Mu'ciz-ûl Beyan'ın bu asırda bir mu'cize-i maneviyesi olarak, bir çok risaleleri Kur'anın -tabiri caiz isenüzûlü tarzında def’î ve anî bir sûret

922

te ve müellifin yanında müracaat edilecek me'haz hiç bir kitap bulunmadığı halde zuhura gelmişlerdir.



Nurların yirmi üç senede te'lifinin tamamlanması ciheti de, Kur'anın nüzûl şekline benzer bir tarzda olduğu gibi; zaman ve mekân itibariyle de onun te'lif tarzı yine Kur'anın nüzûl tarzına bir yönüyle benzemektedir. Bu ise Kur'an'ın bu asırdaki ilhamî bir tefsiri ve berrak bir ayinesi olduğunu izhar ve irae etmektedir.

Nur müellifinin de yazdığı gibi; inkıbaz, hastalık, zehirlenme, hapis ve tazyikler, onun te'lifine mani' olmak değil, bilâkis, en sıkıntılı, hastalıklı ve en ağır şartlar altında te'lif edilen Risaleler, üslupça, külliyet-i manaca en parlağı, en ulvisi olmuşlardır. Hem de imanın en şirin meyvelerini, en derin sırlarını keşf edip meydana çıkarmak suretinde...

Meselâ, Eskişehir hapishanesinde te'lif edilen "Otuzuncu Lem'a, İkinci Şua.” Ve Denizli hapsinde te'lif edilen "Meyve Risalesi" hususan "Yedinci Sekizinci ve Dokuzuncu meyveleri.." Hem Afyon hapsinde müthiş bir zehirlenmeden sonra ve hemen akabinde te'lif edilen "El Hüccet-üz Zehra" Risalesi gibi...

Halbuki: Umum insanların fıtrî ve değişmez bir hal ve hasletidir ki; zihin ve fikirlerine basit menfi bir hareket, bir haber, bir söz ilişirse, değil öyle imanî, yüksek ve geniş hakikatları içine alan dakik ve ilmî risaleleri te'lif etmek, belki basit bir mektubu da yazamazken; Risale-i Nurlann mezkûr tarzda, en ağır şerait ve sıkıcı ahval içerisinde te'lifleri, hem de en parlak bir üslupla, en berrak bir tarz-ı beyanda zuhurları, elbette Mevlânâ Cami'nin, Celâleddin-i Rumi'nin Mesnevisi hakkında;

Yani: "Ben o âli-cenabın evsafı hakkında ne diyeyim, O bir peygamber değil amma, kitap sahibidir" dediğinin hakikatı Bediüzzaman hakkında hakikat olarak daha çok lâyık ve muvafık olsa gerektir.

Evet, Hazret-i Bediüzzamanın te'lif tarzı, az yukarda beyan edilen şekilde olduğuna hiç bir tereddüt ve şüphe bırakmıyacak surettedir. Pek çok şahid-i sadık zatların şehadeti ve yazılı delil ve belgeler mevcuttur. Nitekim üst taraflarda da bu davanın bazı belgeleri kaydedilmiştir.

Demiştik ki: Risalelerin mutlak ekseriyetinin te'lifi, zâhirî bir sebeb olmaksızın vücuda gelmişlerdir. Fakat bu bahsettiğimiz kaziye, sadece zâhirî sebebler cihetiyledir. Amma manevî ve gizli ve görünürde kendini göstermiyen sebebler mevcuttu diyebiliriz. Çünkü âlemde, dünya dinsizlerinin müştereken uygulamaya hazırladıkları gizli ve desiseli projeleri mevcuttu.

923


Özellikle Türkiye Müslümanlarına ve sonra tüm Âlem-i İslâma tatbik edecekleri bir çok plânları tatbika hazır durumdaydı. Maddeten ve cebr-i keyfî ile bu plânları kısmen maddi şekillerini tatbik edecek yerli tinetsiz adamlarını bulmuşlardı. Ayrıca manevî ve imanî ve felsefi sahalarda şüphe ve vesveseler ika' etmekle de, bir çok menhus niyet ve proğramları da paket paket uygulamaya hazırdır.

İşte Hazret-i Bediüzzaman, dünya dinsizlerinin, farmason ve masonlarının müşterek olarak hazırlamakta oldukları ve belki de hazır vaziyete getirmiş oldukları en gizli ve en desiseli ve en şeytanî plânlarını dahi, ruhunun dekaik-âşina ve hurdebinî radarıyla, kalbinin kâinat-şümûl teleskoplarıyla, aklının hakîmâne, nihayet hassas feraset ve idrakiyle hissetmiş, anlamış ve sezmişti. Ona göre; belki maddi âlemde kuvvet ve ordulara muhtaç olan siyaset ve topuz yoluyla bazı maddî tatbikatçılarını durdurmaye, veya bertaraf etmeye tevessül edememişse de lâkin bunların esastan ve kökten plân ve projelerini zirü zeber eden ve dinsiz, farmason komitelerin hempalarını perişan ve rüsvay eden akıl, mantık ve ilim meydanındaki mücadele ve mücahadesi muzafferiyetle ve gâlibiyet ile neticelenmiştir, denilebilir.

İşte Üstad Bediüzzaman'ın zâhirde bir sebeb olmaksızın gerçekleştirdiği imanî ve akidevî te'lifatı, böylece ruhunun fevkelade keskin radarlarıyla sezdiği manevî sebeb ve ihtiyaç noktasından bakılırsa; tam asrın hastalıklarına deva, dertlerine şifa, içtimaî emraza tiryak gibi ilâç oldukları anlaşılmış ve anlaşılmaktadır. Bundan dolayı Risalelerin bir çoğunun te'lif sebebi görünmemişse de, fakat arz ettiğimiz gibi, öyle muazzam ve küllî manevi sebebleri mevcut ve vâriddi diyebiliriz.

Bu mes'elenin bu kadarcık izahını; üçüncü bölümde başka diğer yönleriyle birlikte bir derece izahının yapıldığını göz önünde bulundurarak şimdilik burada bu kadarıyla iktifa ediyoruz.


Yüklə 2,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   72




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin