AV. MUSTAFA ÇİNKILIÇ
Sayın genel kurul
Sabrınızı çok zorlamadan birkaç konuya değineceğim.
İlk konuşmamda söylediği gibi, aslında gündemin her maddesinde o maddeye ilişkin görüşlerimizi anlatabilsek çok daha hızlı ilerleyecektik. Mesleki sorunlarımıza ilişkin, şunu hemen söylemeliyim ki, git gide bozuluyoruz. Hani tarihte para çıktı, paradan sonra, kapitalist sistem gelişti ve Oktay Akbal’ın dediği gibi önce ekmekler bozuldu, sonra her şey.
Genç arkadaşlarım öncelikle kendilerine işçi denilmesinden hoşlanmıyorlar, ama, işçiler. Böyle bir hal var. Değerli arkadaşlar evet Türkiye Barolar Birliği bir yönerge belirledi. Bu yönergeye göre ‘bağlı avukatlar’ diye bir şey dedi. Ama bu bizim işçi olduğumuz gerçeğini ortadan kaldırmıyor. O yüzden de efendisi gibi davranan köle zihniyeti, o efendiye karşı mücadele edemez. Yıllardır iş davalarına bakan bir arkadaşınız olduğunu söyledim. Avukat yanında avukatlık konusu rahmetli Özok döneminde gündeme geldiğinde, O’na da ifade etmiştim. “Sayın başkan ben bu davalara bakan avukatım. Yıllar sonra iş mahkemelerinde avukatına karşı dava açan avukatların davalarını göreceğiz” dedim. Görmeye başlıyoruz. Fazla mesai, yıllık izin, kıdem-ihbar tazminatı ve benzeri gibi.
Değerli arkadaşlar
Asıl olan avukatın bağımsız çalışmasıdır, asıl olan bağlı avukat, işçi avukat ve benzeri şekilde yürütmemesidir. Bunu ilişkin standartlar belirlendi.
Birincisi 2004 yılında baro başkan adaylığım döneminde de proje olarak sunmuştum. Birincisi bir standarttı. Ama bu standart denetlenmediği zaman hiçbir anlamı yok. Değerli genç meslektaşım söyledi, 2 bin lira bunun standardı ama 2 bin liranın altında çalışılıp çalışılmadığını denetleyen mekanizmamız yok.
Bir bu mekanizmanın ortaya çıkması lazım. İki, işçi arkadaşlar kendilerinin işçi olmasından çekinmeden o zamanki gündeme getirdiğimiz Türkiye’nin bazı yerlerinde de görevlerini yürüten İşçi Avukatlar Sendikası’na üye olmalılar ve onlar sesini örgütlü olarak duyurmalılar. Bundan başka türlü çıkış yolu olmadığı kanaatindeyim.
Peki niye işçi avukat olmayı seçiyorlar. İşte onları o ortama zorlayan koşulları değiştirmek lazım. O projelerden bir tanesi de uyum bürolarıydı. 2004 yılında bahsettik. Sonra diğer arkadaşlar gündeme getirdi. Geçen dönemde de konuşuldu. Şimdi Veli beyin programında da var. Eğer biz Avukatlık Ruhsatı’nı aldığında avukat arkadaşımıza, gidip çalışabileceği, bütün giderleri baro tarafından karşılanmış bir yer ayarlayıp, hiç olmazsa 6 ay, bir yıl kadar kendini deneme şansı verirsek, belki çevresiyle, ilişkileriyle bu faaliyetleri yürütecek, hiç gidip işçi avukat konumuna düşmeyecek. Oraya düştükten sonra başka bir hal alıyor.
Diğer bir konu şu. Özellikle yıllanan, belirli yıllara deneyimi olan arkadaşlar, nasılsa paraları da var diye davaları masrafları ödeyerek alıyorlar. “Kimdir?” demeyin, herkes herkesi biliyor. “Gel masrafını ödeyeyim, davanın sonunda alacağım yüzde 10, yüzde 15’ini alırım” diyen avukatın yanında genç avukatımın dava alması mümkün değil.
Bir başka konu. Yine özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında sözleşmeli avukat olan arkadaşlar, karşı taraf avukatlık ücretine hatta karşı taraf avukatlık ücretinin belli bir oranına çalışıyorlar. Tamamen Avukatlık Yasası’na aykırı, tamamen meslek etiğine aykırı bir durum. Devam ederse genç arkadaşlar, başkalarının yanında işçi olarak çalışmaya devam edecekler. Çünkü, hiçbir zaman davaları karşılayacak paraları olmayacak, çünkü hiçbir zaman karşı taraf vekalet ücretinin yarısına yada yüzde 75’ine çalışmak diye bir koşulları olmayacak. Eğer öyle çalışırlarsa bu sömürü devam edecek.
Ben aslında mücadelenin bir bütün olduğunu düşünüyorum. İşçi arkadaşlar bu mücadeleyi böyle bir topyekün bakarak sürdürsünler. Evet giriş keseneklerinin düşürülmesi onlara bir katkıdır. Ama bu onların geleceği değildir. Gelecek kendi ellerindedir. Teşekkür ediyorum.
AV. ALİ AKINCI
Sayın divan, sevgili meslektaşlarım
Ben hem Çağdaş Hukukçular Derneği Adana Şubesi adına, hem de şahsım adına söz aldım. Merak etmeyin. Şiar kişisel konuşmamın büyük bölümünü aktardı. O nedenle fazla uzun sürmeyecek.
Ben sözlerime başlamadan önce yaşadığı kent Amed’in tarihsel ve kültürel mirasını korumaya çalışırken katledilen ve aradan bir yıl geçmiş olmasına rağmen faili yada failleri ortaya çıkarılmamış, barışın elçisi Tahir Elçi’yi anarak başlamak istiyorum.
Seni unutursak yüreğimiz kurusun.
Şimdi öncelikle yine konuşmama başlamadan önce Çağdaş Hukukçular Derneği ile ilgili söylediği güzel söyler için de Yurdagül’e çok teşekkür ederim.
Öncelikle Çağdaş Hukukçular Derneği olarak Adana Barosu genel kuruluna yönelik hazırladığımız bildirgeyi sizlerle paylaşacağım. Ondan sonra da Şiar’ın da söylediği gibi 3 tane efsane var. O efsanelerden bir tanesi hukuk, baro ve siyasetle ilgili kişisel düşüncelerimi aktarmaya çalışacağım sizlere.
Değerli meslektaşlarımız
Hukukun temel hak ve özgürlükleri ile savunmanın saldırı altında olduğu bir dönemde baro genel kurulumuzu yapıyoruz. Saray, AKP iktidarı daha düne kadar sıkı müttefiki olan Fetö grubunun 15 Temmuz’daki darbe girişimleri sonrası başlattığı savaş konseptini başka bir evreye taşımak için bir fırsat olarak değerlendirmiş, hemen sonrasında ilan ettiği OHAL ile devlet ve toplum yapısı Kanun Hükmünde Kararnameler ile dizayn etmeye başlamıştır. Kanun Hükmünde Kararnameler ile 10 binlerce insan, sorgusuz, yargısız kamudan ihraç edilmiş, savunma hakkına yönelik kabulü mümkün olmayan saldırılar gerçekleştirilmiştir. Yargıya ulaşım hakkı ortadan kaldırılmıştır. Gözaltı süresi 30 güne çıkarılarak sistematik hale getirilen işkencenin gizlenmesi hedeflenmiştir. Adil yargılanma ve etkin bir yargı yoluna başvuru hakkı ortadan kaldırılmıştır. Onlarca okul, dershane, üniversite, işyeri, sendika, dernek, vakıf kapatılmış, yüzlerce öğretmen, akademisyen, öğrenci ve çalışan sokağa atılmıştır. Fetö’ye karşı ilan edildiği öne sürülen OHAL, bütün muhalefetin susturulması ve sindirilmesi için fırsata çevrilmiştir. Uygulamalara karşı duranlar, barış, özgürlük ve adalet talebinde bulunanlar, akademisyenler, gazeteciler, aydınlar, avukatlar gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır. Meclis ve yargı sadece fiziksel varlıklarını sürdüren hiçbir fonksiyonu olmayan birer erk haline getirilmiştir. Halkın gerçek haber alma hakkını ortadan kaldırmak ve tek merkezden yönetilen, tek sesli bir basın yaratmak amacıyla, İMÇ, Hayat TV gibi sol muhalif çevre gazete ve televizyonlar kapatılmış, yayın araçlarına el konulmuştur. OHAL sonrası çıkarılan Kanun Hükmündeki Kararnameler ile savunma mesleği ciddi saldırılar ile karşı karşıya bırakılmıştır. 667 ve 668 sayılı OHAL kapsamındaki Kanun Hükmündeki Kararnameleri ile getirilen gözaltındaki şüphelinin müdafi ile görüşmesi savcı kararı ile 5 gün süre ile yasaklanması, soruşturma evresinde şüphelinin sadece 3 müdafi ile temsil edilmesi, cezaevlerinde avukat müvekkil görüşmesinin görüntülü ve sesli olarak kayıt altına alınması, görüşmenin görevli nezaretinde yapılması ve görüşme tutanaklarına görevli tarafından el konulabiliyor olması, avukat bürolarının aranma usullerinin değiştirilmesi ve benzeri düzenlemelerle avukatlık mesleği yapılamaz hale getirilmiştir.
Özcesi, halk ve muhalefet, başarılı bir darbenin bile başaramayacağı bir saldırı ile karşı karşıya kalmıştır. Bütün bu sorunların yanında da ve bunları etkileyecek biçimde ülkenin kanayan yarası kürt sorunu iktidarın savaşçı ve ırkçı politikaları yüzünden içinden çıkılmaz bir hale gelmiştir. Her gün iki taraftan da emekçi ve yoksul çocuklarının cenazeleri gelmektedir. Emevi camiinde namaz kılma hesapları yapanlar, Suriye’yi ülkemize taşımıştır. Kendileri yüzünden açlık ve ölümle boğuşan Suriyeli göçmenler, utanç verici bir şekilde Avrupa’yla pazarlık metasına dönüştürülmüştür. Tüm bunlar yaşanırken, insan haklarını korumak ve geliştirmekle yasal görevli olan Türkiye Barolar Birliği ve baroların geride bıraktığımız dönemde, temel hak ve özgürlükler ve savunma mesleğine yönelik saldırılara karşı başarısız bir sınav vermiş oldukları da tartışmasızdır. Ortaya koyduğu doğru tavır ve verdiği mücadele nedeniyle Adana Barosu’nu elbette diğer barolardan ayrı tutuyoruz. Başkan’ın şahsında, Adana Barosu’na şahade olarak son 2 dönemde 4 yılda yaptıkları nedeniyle de bir kez daha teşekkür ediyorum. Değişik vesilelerde, değişik yerlerde teşekkürlerimizi ilettik ve iletmeye devam edeceğiz. Saray AKP iktidarının OHAL’i kendisini asli kurucu bir iktidar olarak araç kıldığı tarihsel bir anda baro genel kurullarının görevi ne olmalıdır sorusunu sormamız gerekiyor kendimize.
Avukatlık mesleğinin iktisadi, sosyal ve hukuksal birçok sorunu bulunmaktadır. Bu sorunlar ülkede yaşanan iktisadi, sosyal, siyasal sorunlardan bağımsız olmadığı gibi, baroların salt meslek kuruluşu olarak görmekle, baroların böyle davranmakla çözülmesi imkansız hale gelmiştir. Bu bağlamda mesleğimizin içinde bulunduğu iktisadi, sosyal ve hukuksal ve güncel sorun ve çözüm önerilerini tartışırken, diğer yandan da öncelikli olarak başta yaşam hakkı olmak üzere, adil yargılama, hukuk güvenliği, düşünce ve ifade özgürlüğü, barınma, çalışma, eğitim, çevre ve benzeri temel hak ve özgürlüklerin kaldırılmasına yönelik saldırıların, uygulamaların tartışılarak, bu uygulamaların ortadan kaldırılacak bir mücadele hattının belirlenmesi, baro genel kurullarının temel görevi ve gündemi olmalıdır. Bu artık baroların kaçmaları mümkün olmadığı bir görev olmalıdır. Zira faşizm ikna yoluyla geri püskürtülemez. Bunu artık görmemiz ve buna uygun davranmamız gerekir.
ÇHD olarak biz toplumsal mücadeleden bağımsız bir yargı ve savunma bağımsızlığı iddiasının gerçekçi olmadığını 40 yıllık mücadele tarihimizden çok iyi biliyoruz. Bu bilgi, birikim ve bilinçle mücadelemize devam edeceğiz. Dileğimiz kazanana kadar bu mücadeleyi birlikte yürütmek ve sonuçlandırmaktır. Çağdaş Hukukçular Derneği adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ben 27 yıllık avukatım arkadaşlar. Yaklaşık 10’da fazla genel kurula katıldım. Genel kurullar yaklaştığında özellikle baroları salt mesleki kuruluş olarak gören anlayış yada anlayıştakiler, baro genel kurulları yaklaştığında, barolar siyaset yapmamalı. Baro genel kurullarında bu konuşulur. Bugün burada da yapıldı. Barolar siyaset yapmamalı.
Bunu söyleyen arkadaşlar, “barolar siyaset yapmamalı” derken, siyaset anlamında şunu söyleseler anlayışla karşılarım. Yani bir siyasi partinin bütün programını, düşüncesini, ideolojisini baro yönetimlerine taşıma anlamında bir siyaset deseler onu anlayışla karşılarım. Bu konura Şiar kadar katı değilim. Bu arkadaşlar öyle demiyorlar. Aslında “Siyaset yapmayın” demekle ne yapmak istediklerini, ne anlatmaya çalıştıklarını birkaç örnekle anlatmaya çalışayım.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra bu devletin ajansından, resmi ajansından fotoğraflar gördünüz. Çarşaf çarşaf yayınlandı. O fotoğrafların hepsinde işkence izleri vardı, kötü muamele izleri vardı. Bir baro kalkıp, mağdurun kimliği ne olursa olsun, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler ve hukukumuz uyarınca işkence bir insanlık suçudur, işkence kabul edilemez dediğinde, bu arkadaşlar şöyle diyorlar.
“Ama onlar terörist, onlar darbeci”
Öbürleri de öteki.
“İnsanlık suçudur” olsun, darbecilere yapılabilir. Olabilir ötekilere işkence yapılabilir demeye getiriyorlar. Yaşam hakkı diyorsun, Kürdistan’da ilçeler bombalanıyor, bodrumlarda insanlar öldürülüyor, en temel hak olan yaşam hakkı ortadan kaldırılıyor. Ama onlar terörist, hain onlar.
Adil yargılanma hakkından bahsediyorsun. Mağdurun kimliğiyle ilgili değil, sanığın kimliğiyle ilgili değil. Herkesi adil yargılamak zorundasınız diyor bir baro. Karşısına biri çıkıyor, diyor ki, olur mu diyor. “Onlar adil yargılanamaz” diyor. “Darbeci olmasalardı, terörist olmasalardı, muhalif olmasalardı, iktidarın karşısında durmamış olsalardı”
Söylenmek istenen bu, yapılmak istenen bu. “Siyaset yapmayın” demekle.
Soma’da, Ermenek’te, Zonguldak’ta madenlerde, torunları inşaatta, Tuzla’da tersanelerde, bu ülkenin birçok işyerinde iş kazası adı altında iş cinayetleri, işçi katliamları yaşandığında, bir baro çıkıp, “Arkadaşlar niye denetim yapmıyorsunuz. İş güvenliği ve işçi güvenliği ile ilgili tedbirleri almıyorsunuz” dediğinizde, çıkıp şöyle diyebiliyor bu arkadaşlar:
“Ya bu işin fıtratında var”
Söylemek istedikleri bu. “Siyaset yapmayın” dediklerinde yapmak istedikleri bu.
Bu ülkede her gün kadın cinayeti işleniyor. Her gün kadınlara yönelik ayrımcı şiddet, taciz, tecavüz olaylarını yaşıyoruz. Bir baro çıkıp dediğinde, “Uluslararası sözleşmelere göre kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın ve şiddetin önlenmesi gerekir. Kadın cinayetlerine son verin. Devlet olarak bir tavır sergileyin” dediğinde, “Olur mu diyor” bu arkadaşlar. “Toplum olarak bizde sadece feministler ve bazı kadınlar sokağa çıkıyor. Yada onlar çıkmalı. Yapmayın bizim toplumumuz, delikanlı toplumuz.
“Hem severiz hem döveriz. Bizim olmazsa kara toprağa gider” diyoruz kadın cinayetleri konusunda.
Bunu söylemek istiyorlar, “siyaset yapmayın” dediklerinde bunu söylemeye çalışıyorlar arkadaşlar.
“Barış” diyoruz. Barış isteyen akademisyenlerle ilgili soruşturmalar yürütüyor, kampanyalar yürütüyor. Bir baro çıkıyor diyor ki, Adana Barosu, hemen de söyleyeyim.
“Yapmayın. Bu yaptığınız doğru değildir. Elbette ki herkes barış isteyecek. Bu yaptığınız düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında yapılmış bir şey” dediğinizde, şunu söylüyorlar. “Okumuşlar, koskoca hoca olmuşlar ama barış istiyorlar”
Niye açıklıyorsun düşünceni. Git başka bir şey iste. İktidarın seveceği bir şey iste. İktidarın hoşlanacağı, iktidarın seni rektörlüğe taşıyacağı şeyler söyle. Yapılmak istenen bu.
Bu ülkede çocuk istismarı alabildiğince aldı başını gitti. Devletin yapması gereken yurtlar tarikatlara teslim edilmiş, o tarikatlarda çocuklarımıza her türlü cinsel istismar oluyor. Buna karşı çıktığında bir baro. “Bir kere olmuş işte. Bir kere olmakla bir şey olmaz” diyor.
Baro çocuk istismarıyla uğraşmasın diyorlar.
Savunma hakkı, söyledim biraz öne ÇHD bildirisinde. Özellikle OHAL’den sonra savunmaya yönelik saldırılarla ilgili. Baro çıkıp diyor ki, “Arkadaşlar 5 gün yasaklamak, 30 gün gözaltı süresi. Bu açıkça işkence yapmak ve işkenceyi gizlemek için yapılmış için getirilmiş kurallardır. Savunma hakkını ortadan kaldırıyorsunuz, müdafinin yardımını ortadan kaldırıyorsunuz” dediğinde, “Ya siz de gitmeyin. Hep siz gidiyorsunuz yani. Siz de gitmeyin müdafi için emniyetle görüşmeye. Gitmeyin cezaevine, gitmeyin “ diyorlar. Söylemek istedikleri bu. Kendinden olmayan yada kendinden görmediği, öteki gördüğü herkesin savunma hakkı, adil yargılanma hakkı, işkence görmeme hakkı, kötü muamele görmeme hakkı, hiçbiri hiçbir anlam ifade etmiyor bu arkadaşlar için. Ama bizim için ifade ediyor.
Bu ülkenin doğası, denizleriyle, nehirleriyle, dereleriyle, ormanlarıyla talan ediliyor, yağmalanıyor ve kirletiliyor. “Yapmayın, etmeyin” dediğinde bir baro yada hukukçular.
“Ya biz Türk Milleti’yiz, çevre bize bir şey yapmaz”
Böyle demek istiyorlar.
Sağlıklı bir çevrede yaşam hakkı onlar için anlam ifade etmiyor.
Baronun bunun için mücadele etmesi onlar için anlam ifade etmiyor.
Baro diyor ki, ya bu ülkenin eğitimi dini temellere dayandırılmış. Bilimsel eğitimi de imam evine çevirmekten öte gitmiyor. Dindar ve kindar bir nesil yaratılıyor. Böyle olmaması lazım. “Eğitimin bilimsel, laik, demokratik ve ana dilde ve parasız olması lazım” diyor ama, “Olur mu?” diyor, “Bizim duymadınız mı cumhurbaşkanımızı bizim dindar ve kindar bir nesle ihtiyacımız var. Serbestçe düşünen, tartışan, üreten, bilimsel çalışma yapan, sorgulayan nesillere ihtiyacımız yok” diyorlar. Böyle demek istiyorlar. “Bizim kindar ve dindar nesle ihtiyacımız var” diyorlar.
Ana dil mi? “Ana dil halkın yaşam damarlarından biridir” diyor bir baro. “Türkçe” var diyor.
“Ana il” diyorsun, “Kürtçe var” diyor.
Keşke şuna Kürtçe yazmasaydın. “Ben Tahir Elçi’ye büyük saygı duyarım” diyor bir arkadaş. Ama bunu yazmayın diyor. Kürt olduğu için saygı duymuyorsan saygı duyma arkadaş. Kürt kimliğine saygı duyacaksın, yoksa duymayacaksın.
“Barolar siyaset yapmasın” diyen anlayışın yapmak istediği, görmek istediği şey bu. İktidara yamanmış, iktidarın yamacında ona biat etmiş, demokrasiden, insan haklarından, hukuktan, çevreden, doğadan, eğitimden, kadın cinayetlerinden, iş cinayetlerinden bihaber, onlarla ilgili tavır ve duruş sergilemeyen barolar istiyorlar.
Biz farklı barolar istiyoruz.
Aklı başında her hukukçunun bu anlayışı, yani “barolar siyaset yapmasın” derken, aslında iktidarın kirli çöplük ve kötü siyasetini yapanların baro yönetimlerinden mutlaka ve mutlaka uzak tutulması gerektiğini düşünüyorum. Barolar daha çok siyaset yapmalı, daha çok siyaset yapmalı, daha çok siyaset yapmalı. Çünkü bu ülkenin sorunları ve mesleğin sorunları, ancak hukukçuların ve baroların siyaset yapması ve bu uğurda mücadele etmesi ile mümkündür. Ben Adana Barosu genel kurulunun da bu uğurda yol açıcı olacağını düşünüyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.
AV. MUSTAFA ONUR KUTLAY
Öncelikle 0-5 meslek yaş avukatların baro aidatlarının ödenmesi için alınan karar için başta 0-5 meslek yaş avukatlar olmak üzere tüm meslektaşlarımıza teşekkür ediyorum. Konuşmama bu sözlerle başlamak istiyorum.
Maalesef ülkemiz her geçen gün, her yeni hukuk skandallarına imza atmakta, insan hakları ihlalleri de bunu beraberinde getirmektedir. Üstatlarımız gerek Av. Sefa Aydoğan, Av. Mustafa Çinkılıç, gerek de Av. Ali Akıncı, öz bir şekilde dile getirdiler. Barolar kesinlikle siyasetin dışında olamaz. Özellikle bizim gibi üçüncü dünya ülkelerinde ve bu tarz insan hakları ihlallerinin olduğu ülkelerde, baroların siyaset dışında tutulması düşünülemez. Tam tersine eğer barolar elini eteğini çekseydi, işte o zaman biz bu topluma en büyük ihaneti yapmış olurduk.
Adana Barosu, Ankara Barosu, İzmir Barosu, belli sayılı barolar dışında pek çok baro siyasetle ilgilenmiyor. Hukukun sorunlarını gündeme getirmiyor. İnsan hakları ihlallerini dile getirmiyorlar. İsimleri lazım değil siz hepsini biliyorsunuz. Ne oldu peki bu barolarda. Ne oldu? Bu barolarda avukatlık ücret tarifesi 1800 liradan 3 bin liraya mı çıktı? Ben bunu sorarım. Ya da cezaevlerinde, adliyelerde avukatlık odaları mı ayrıldı? Az önce bir arkadaşımız hatırlattı bana. Avukatlık Yasası madde 50. Şunu söyler:
Her adalet dairesinde bölgesinde bulunduğu baro için her mahkeme salonunda icra dairesinde ise avukatlar için ihtiyaca yetecek miktarda yer ayrılması zorunludur. Bu aynı zamanda cezaevi için de geçerlidir.
Ancak bakıyoruz böyle bir durum söz konusu değil, buna uyan hiçbir devlet dairesi yok. Ben karakola gidiyorum. Orada arabayı park etmek istiyorum, içeri girmek istiyorum. Adamlar bizi almıyorlar. Baro olarak bunları dile getirmek, bunun adı siyaset midir? Size soruyorum ey genel kurul.
Bununla beraber geçen sene herkesin gözü önünde, tüm güvenlik güçlerinin önünde öldürülen Avukat Tahir Elçi’yi saygıyla selamlıyorum.
Yine unuttuğumuz değerli siyaset adamı da vardı, değerli bir gazetecimiz de vardı. Dün ölüm yıldönümüydü. Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’yı da saygıyla selamlıyorum, rahmetle anıyorum.
Bizim avukatlık mesleğinin sorunları siyasetin sıkıntılarıyla beraber getirildiğini buradan dile getirdik. Ancak bir sorunda kendimizde En başta hakimlerin ve savcıların karşısında kendimizi avukat gibi görmememiz. Savunmayı, yargının bir unsuru gibi görmüyoruz arkadaşlar. Sanki biz de savunmanın bir şekli unsuruymuşuz gibi kendi kendimizi o hale sokmak durumunda kalıyoruz. En basitinden başlayayım. Hakim ve savcının karşısında bu şekilde “Sayın hakim”, “Sayın savcı”, “Sayın yargıç” diye hitaplarda bulunuyoruz. Onlar size avukat bey diye hitap ediyor, bazen yeri geliyor isimle hitap ediyor. Siz hala bu şekilde davranıyorsunuz. Burada 1-0 kaybetmiş oluyoruz.
Öncelikle bu sınırı çizmemiz gerekir. Ben kendime ilke edindim, bazı üstatlarımdan da gördüm, asla ve asla ‘Efendim’ diye hitap etmiyorum. Lütfen pek çok meslektaşımın da buna özen göstermesini temenni ediyorum.
Devamla. Avukat Hakları Merkezi’miz var Adana Barosu’na bağlı. Sağ olsun üstadım Av. Sabahattin Gümüş, bu konuda yeterince mücadele ediyor. Ancak eksikler var tabi ki. Daha da aktif olabilir. Avukatlar Hakları Merkezi’ni daha da etkin şekilde çalıştırmamız gerekiyor.
Dosya incelemeye engel koyan memurlar, savcılar, çeşitli bürokratların uygulamalarına karşı Avukat Hakları Merkezi’ni işletmemiz gerekiyor, korkmamamız gerekiyor. Haber vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Keza bir arkadaşım hatırlatmıştı, genç meslektaşlarımdan. Meslek etik kurulu oluşturulması gerekir diye düşünüyorum. Baro bünyesi içerisinde. Bu bizi aşar mı, o konuda fazla mevzuatı da bilmiyorum, ancak, bu konuda en azından bir baskı grubu da kurabiliriz. Bir meslek etik kurulu bence kaçınılmazdır.
Yine, az önce de bahsettim. İnternet çağındayız, dijitalleşme çağındayız. Ancak, baro sitesine bakıyorum, Adana Barosu sitesi içler acısı. Ben o siteden hiçbir şey anlamıyorum. Yani giriyorum zaman zaman arıza yaşıyorum. Zaman zaman problemlerimi çözemiyorum. Duyuruları bile zor buluyorum. Buradan sesleniyorum bu baro sitesini daha çağdaş bir şekilde dizayn etmenizi öneriyorum. Bu çok önemli bir meseledir. Bu konuda İstanbul Barosu’nu bu konuda örnek almanızı dile getiririm. Bence daha iyi, benim gözlemlerim o yönde başkanım.
Devamla. Üstadım Av. Mustafa Çinkılıç dile getirdi. Pek çok meslektaşlarımız masraflarını ceplerinden vermekte, onlar kendilerini çok iyi biliyorlar. Bunun sebeplerinden birisi de özellikle müvekkil portföyü düşük olan iş davalarına bakmak gibi durumları oluyor, söz konusu masrafları gidermekte zorlanan kesimler oluyor. Onları anlıyorum. Benim bu konuda çözüm önerim var. Benim de çözüm önerim şudur. Bu konuda biz. Yargılama masrafı fonu oluşturmamız gerekiyor. Yani aidatların belli miktarı yada çok az bir gelirimiz bir havuzda biriksin, bir sıkıntı olduğu zaman belli bir miktarı o fondan karşılanabilir. Daha sonra zaten yargılama masraflarından iadesi oluyor o fonun. Böyle bu sorunun çözülebileceğini düşünüyorum ve haksız rekabetin de önlenebileceğinden bahsediyorum.
CMK meselesinden bahsedeceğim. Adli yardım ve özellikle az önce de bahsettiğim gibi bizim gibi işgören avukatların CMK alamamasından. Pek çok büro çalıştırmış olduğu avukatlara CMK aldırmasına izin vermemekte. Bir kere bu tarz bürolara gerekli yaptırımın uygulanması kanaatindeyim. Niçin? Efendim adli yardım sadece gelir değil. Gelirden ziyade deneyimdir burada önemli olan mesela. Genç arkadaşlar ceza davalarının nasıl yürütülmesi gerektiğini bilmesi gerekiyor. Ancak, 3-4 yıldır işgören avukatlık yapmış, 3-4 yıldır aynı büroda CMK almamış ve adamlar da en son kendi bürosunu açıyor ve ceza davasında geçiyor sanık yerine, diyor ki, “Efendim davanın reddini talep ediyoruz” diyor. En basitinden ve orada kendi konumunuz da belirlemiş oluyor. Bu gibi sorunların yaşanmaması için ben baroların özellikle işgören avukatların CMK aldırmasına zorunlu tutmasını öneriyorum. Aslında işveren avukat olup da muazalı şekilde Bağkurlu gösterilip çalışan avukatlarımız da var. Makbuz kesiliyor, Bağ-Kurlu oluyor. sanki vergi mükellefiymiş gibi gösteriliyor ama ona bir maaş veriliyor ve Bağ-Kur primi de veriliyor. Sanki meslekmiş gibi, halbuki işçi. Tüm davalara o giriyor, CMK’lar aldırılmıyor. Adana Barosu’nda maalesef böyle bürolar da var. Bu büroların da denetimden geçirilmesini ben öneriyorum. Gerekli disiplin sürecinin de başlatılmasını öneriyorum. Belki biraz sert konuştum ama bunlar da olması gerekiyor.
Devamla. Şehir dışına çok gidiyoruz. Malum Adana cezalı şehir. Bölge İdare Mahkemeleri Konya’ya, Bölge Adliye Mahkemeleri Gaziantep’e taşındı ve istinaf müessesi geldi. Sık sık Gaziantep’e gideceğiz, yolumuz düşecek ve konaklama sorunu yaşayacağız. Toplu dosya alacağız ve konaklama sorunu yaşayacağız. Diğer meslektaşlarımız da buralara gelecek, onlar da konaklama sıkıntısı yaşayacaklar. Bizim bir anlaşmalı olduğumuz bir misafirhane olmasın mı, baro tesislerinde bir yatakhane, konaklama yeri açmayalım mı? Ben böyle bir şeyi de tavsiye ediyorum.
Yine avukatlar yargılanırken kamu görevi gibi yargılanıyor. Ama kamu görevlisinin kullanmış olduğu hakları kullanamıyor. En azından yeşil pasaport meselesi. Avukatlara yeşil pasaport meselesinin de hallolması izin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne baskı grubu kurulmasını öneriyorum.
Devamla. Meclisimizin 3’te biri avukattır. Avukat meslektaşlarımızla, avukat milletvekillerimizle diyalogları koparmamayı, daha böyle diyalogları artırmayı öneriyorum. Ben konuşmamı burada bitiyorum. Beni dinlediğiniz için sevgiler, saygılar sunuyorum.
Dostları ilə paylaş: |