2- Silindiğine İşaret Ederek Sahabenin Siretinden Rivayetin Tamamının Silinişi
Hilâfet Ekolü ulamasının gizlemelerinden biri de, Muhammed b. Ebu Bekir'le Muaviye arasındaki mektuplaşmalardır. Oysa Nasr b. Müzahim'in (öl. 212 hk.) Sıffin adlı kitabında ve Mes'udî'nin (öl. 346 hk.) Murucu'z-Zeheb adlı kitabında Muhammed b. Ebu Bekir'in Muaviye'ye yazmış olduğu, Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) faziletlerinden ve onun Resulullah'ın "vasi"si olduğundan bahsettiği mektubun tamamını kaydetmiştir. Muaviye de ona verdiği cevapta bütün bunları itiraf etmiştir. Fakat mektupta ve cevabında geçenler halifelerin makamını düşürecek konular olduğu için, Taberî (öl. 310 hk.) her iki mektubun rivayetlerinin senetlerine işaret ederek, "Normal insanların bu konuları duymaya gücü yetmez." bahanesiyle onları kaydetmemiştir. Başka bir ifadeyle o, böyle bir bahaneye sığınarak kasıtlı olarak hakkı insanlardan gizlemiştir!! Taberî'den sonra gelen İbn Esîr (öl. 630 hk.) de Taberî'yi izleyerek aynı bahaneyi öne sürmüştür! Bu ikisinden sonra gelen İbn Kesir ise büyük tarih kitabında[252] Muhammed b. Ebu Bekir'in mektubuna işaret etmiş; fakat, "Mektupta sert ifadeler kullanılmıştır." demekle yetinmiştir. Taberî'yle İbn Esîr, Muhammed b. Ebu Bekir'in mektubu ve Muaviye'nin cevabı hakkında, "Normal insanların bu konuları duymaya gücü yetmez." derken, normal ve sıradan insanların bu iki mektubun içeriğini duyduktan sonra halifeler hakkında görüşlerinin değişeceğini kastetmektedir! Bu gibi gizleme veya kaydedilmediğine işaret edilerek rivayetin tamamının silinmesi, Hilâfet Ekolü'nün bilginlerinde azdır.
3- Hadisin Anlamının Tevil Edilişi
Hilâfet Ekolü'ndeki gizlemelerden bir diğeri de, hadisin anlamını tevil etmektir. Nitekim Zehebî,[253] Neseî'nin (Sünen-i Neseî kitabının yazarı) hayatını anlatırken aynı şeyi yapmış ve şöyle demiştir: Neseî'den, Muaviye hakkında bir kitap yazmasını istediklerinde, Neseî, Muaviye'nin fazileti hakkında "Allah'ım! Onun karnını doyurma." hadisini yazayım mı?" dedi. Zehebî sonra diyor ki: Bu hadis Muaviye için bir fazilet olabilir! Çünkü Resulullah şöyle buyuruyor: "Allah'ım! Kendisine lânet ettiğim veya küfrettiğim kimse için lânetimi rahmet ve temizlik kaynağı kıl!" Burada Zehebî (öl. 748 hk.), Muaviye hakkındaki bu hadiste sözlerini "olabilir" kaydıyla naklettiğine göre, ondan sonra gelen ve hicretin 774'ünde vefat eden İbn Kesir de tabiatıyla kesin bir şekilde, "Muaviye dünya ve ahirette bu duadan yararlanmıştır!" diyecektir: Muaviye hakkındaki rivayet Sahih-i Müslim'de, "Men Leanehu'n-Nebiy ev Sebbehu Cealehullah Lehu Zekâten ve Tuhra" babında İbn Abbas'tan şöyle nakledilir:[254] Ben çocuklarla
oynuyordum. O sırada Resulullah (s.a.a) geldi. Ben bir evin kapısının arkasına saklandım. Fakat Peygamber yakına gelerek eliyle sırtıma vurdu ve "Git Muaviye'yi çağır." buyurdu. Ben Muaviye'nin yanına gidip döndüm ve "Muaviye yemek yiyor." dedim. Tekrar, "Git Muaviye'yi çağır." buyurdu. Ben gidip dönerek, "Hâlâ yemek yiyor." dedim. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a), "Allah'ım! Onun karnını doyurma!" buyurdu.[255]
Bu hadisi İbn Kesir kendi Tarih'inde kaydetmiş ve Resulullah'ın (s.a.a), "Git Muaviye'yi çağır." sözüne, "Muaviye vahiy katiplerindendi!"
sözünü de eklemiştir. O, bu rivayeti İbn Abbas'tan naklen şöyle kaydeder: Ben çocuklarla oynuyordum. O sırada Resulullah (s.a.a) geldi. Kendi kendime, "Hz. Peygamber, benim yanıma geliyor." diyerek bir evin kapısının arkasına saklandım; fakat Resulullah (s.a.a) yaklaşarak elinin içiyle bir iki defa sırtıma vurduktan sonra, "Git Muaviye'yi çağır." buyurdu. Muaviye vahiy katiplerinden biriydi. Ben giderek ona Resulullah'ın
(s.a.a) huzuruna çıkmasını söyledim. Fakat bana onun yemek yediğini söylediler. Ben de geri dönerek Hz. Peygamber'e, "Yemek yiyor." dedim. Bunun üzerine tekrar, "Git Muaviye'yi çağır." buyurdu. Ben gittiğimde yine Muaviye'nin yemek yediğini söylediler! Üçüncü defasında Resulullah, "Allah'ım! Onun karnını doyurma." buyurdu. O zamandan itibaren Muaviye'nin karnı doymadı. O, dünya ve ahirette Resulullah'ın (s.a.a) bu duasından yararlandı. Çünkü dünyada onu Şam hükümetine atadıklarında günde yedi defa yemek yiyordu. Her defasında bir tabak etle soğan
getiriyorlardı. Onu tek başını yiyip bitiriyordu. Muaviye günde yedi defa etli yemek dışında çok miktarda tatlı ve meyve yediği hâlde sonunda "Vallahi yoruldum; ama doymadım." diyordu! Bu ise bir nimettir. Çünkü her padişah böyle bir mideye sahip olmayı arzu eder! Muaviye'nin âhiretiyle ilgili olarak da, Müslim bu rivayeti, Buharî ve diğerlerinin çeşitli yollarla bir gurup sahabeden naklettikleri şu hadisin peşinden nakletmiştir: "Allah'ım! Ben de bir kulum. O hâlde kullarından birine hak etmediği hâlde küfreder veya kırbaçla vurursam ya da lânet edersem bunu kıyamet günü sana daha yakın olabilmesi için günahlarının kefareti kıl." Müslim bu iki hadisi birleştirerek Muaviye için bir fazilet saymıştır; bunun dışında Muaviye hakkında bir şey nakletmemiştir.[256] İbn Kesir, Resulullah'ın (s.a.a) Muaviye hakkındaki duası dünya ve ahiret hayırına sebep oldu, diyor. O, dünya hayrını padişahların ve Muaviye'nin şahsının tıka basa yemesinde görmektedir. Ahiret hayrını ise, Resulullah'ın (s.a.a) -maazallah- müminlere lânet ettiğini; fakat bu lânetin onlar için temizlik vesilesi olması için dua ettiğini bildiren bir hadise dayandırmaktadır. Müslim bu hadisi kitabının "Peygamber'in Lâneti" babının son kısmında naklederek kıyamette Muaviye'nin cennete ve Allah'a yakınlığa ulaşacağını ispatlıyor! Böylece, iktidarda olan halifelerle valileri kınayıp kötüleyen hadisleri tevil ederek onları övgüye dönüştürmüşlerdir! Biz burada onların Resulullah'ın (s.a.a) -maazallah- müminlere lânet ettiği konusundaki rivayetlerini inceleyeceğiz. Resulullah'ın (s.a.a) Müminlere Lâneti Müslim kendi Sahih'inde, "Men Leanehu'n-Nebi" babında Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakleder: Allah'ım! Ben seninle anlaşıyorum ve sen asla onun aksini yapmazsın: Ben de bir beşerim; o hâlde incittiğim, küfrettiğim, lânet ettiğim veya kırbaç vurduğum müminlere bu hareketimi kıyamet günü onlar için dua, temizlik ve sana yakınlık vesilesi kıl! Ben bunları yazarken, Resulullah'a (s.a.a) isnat edilen bu şeyin büyüklüğünden dolayı kalbime hançer gömülmektedir. Bunlar bu hadisi yüce Allah'ın Resul-i Ekrem'e (s.a.a) hitaben, "Doğrusu sen yüce bir ahlâk üzeresin." ayeti karşısında söylemektedirler. Bunu, sahih rivayetin yerine uydurma rivayet koyma şeklindeki onuncu gizlemeden saymamız yerinde olacaktır. Çünkü bununla, Resulullah'ın (s.a.a) güzel ahlâkının yüceliği konusunda bütün Müslümanlara göre tevatür haddine ulaşan Hz. Peygamber'in gerçek
sireti karşısında, ona böyle bir ahlâkı isnat etmektedirler. Bunların böyle rivayetleri Resulullah'a (s.a.a) isnat etmelerinin nedeni, Ümmü'l-Müminin Aişe'nin daha önce belirttiğimiz Resul-i Ekrem'in (s.a.a), Emevî halifesi Mervan'ın babası Hakem b. Ebu As'a lânet ettiğini bildiren rivayetini gizlemek veya Resulullah'ın (s.a.a) Muaviye hakkında tevatüre ulaşan rivayetini övgüye tevil etmek istemeleridir; nitekim İbn Kesir böyle yapmıştır. Bu gibi hadisleri "Ehadis-i Ümmü'l-Müminin Aişe" adlı eserimizin ikinci cildinde ve "Nakş-i Eimme Der İhya-i Din" adlı kitabımızın
üçüncü cildinde değerlendirdiğimiz için tekrar burada da söz konusu etmeye gerek görmüyoruz. Tekrar gizleme çeşitlerinden rivayetin anlamının teviline dönelim: Bu tür tevillerden biri de, Sa'd b. Ebî Vakkâs aracılığıyla Ebu Mihcen'den şarap içmenin haddinin (cezasının) kaldırılmasıdır. İbn
Fethun ve İbn Hacer, açıkça, "Vallahi şarap içme suçuyla sana kırbaç vurmayacağım." diyen Sa'd'ın sözünü tevil etmeye çalışmışlardır. Bu olayı ileride kitabımızda genişçe inceleyeceğiz. Yine yakında Resulullah'ın (s.a.a), "İmamlarımın ve halifelerimin sayısı on ikidir." nassı hakkındaki bahsimizde Hilâfet Ekolü bilginlerinin, bu hadisin bunca açıklığıyla Resulullah'ın (s.a.a) soyundan On İki İmam'dan başkasıyla uyuşmadığını bildikleri hâlde, nasıl tevil etmeye çalıştıklarını açıklığa kavuşturacağız. Buna rağmen Hilâfet Ekolü hadis uleması, sayıları on iki olan Ehlibeyt İmamları'ndan başkalarına tevil etmeye çalışmışlar; fakat her âlimin tevili diğer âlimleri ikna edemediğinden onu eleştirip reddetmişlerdir!
Taberânî gibi bilginler, aşağıdaki rivayette bu tür bir gizleme yapmışlardır. Mecmau'z-Zevaid kitabında Selman-ı Farisî'den şöyle nakledilir: Resul-i Ekrem'e (s.a.a), "Ya Resulullah (s.a.a)! Her peygamberin bir vasisi vardı; ya senin vasin kimdir?" diye sordum. O gün Resulullah (s.a.a) bana cevap vermedi. Fakat birkaç gün sonra beni görünce, "Ya Selman!" buyurdu. Ben aceleyle huzuruna koşarak, "Efendim." dedim. O, "Musa'nın vasisinin kim olduğunu biliyor musun?" buyurdu. Ben, "Evet; Yuşa b. Nun'du." dedim. Hz. Peygamber, "Neden, biliyor musun?" diye sordu. Ben, "Çünkü o herkesten daha bilgiliydi." dedim. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Benim vasim, sırdaşım, en seçkin hatıram, ahdimi yerine getirip borcumu ödeyecek olan Ali b. Ebu Talib'dir." Heysemî der ki: Mecmau'z-Zevaid'in yazarı burada şöyle ekler: Taberânî bu rivayeti kaydederek der ki: Resulullah, "Benim vasim" derken, Ali'yi kendi ailesine vasi etmiştir, hilâfete değil.[257]
Dostları ilə paylaş: |