HERKÜL – TOMURCUK İHTİYAÇ SAHİBİNE İYİ DAVRANIN
Size kendimden bahsedeyim:
-İsmim Ömer. İlkokula devam ediyorum. Kaçıncı sınıfta olduğumu siz tahmin edin. Kız kardeşim Zeynep, benden bir yaş küçük. O benim en çok sevdiğim insanlardan birisi. Annem ve babam ise bana göre dünyanın en iyi insanları.
Okulumu çok seviyorum. Çünkü öğretmenlerim çok iyi. Onlardan bazılarını annem ve babam gibi seviyorum. Onların hayat biçimlerini kendime örnek alıyorum, konuşurken sık sık onların verdiği örnekleri kullanırım ve bu beni çok rahatlatır. Onlara saygısızlık yapmaktan, sanki öz babama karşı bir suç işliyormuş gibi utanırım. Çünkü öğrendiğim bilgilerin hepsini onlara borçluyum.
Kendimi böyle kısaca tanıttıktan sonra sonra asıl size anlatmayı düşündüğüm konuya geçebiliriz:
Bir gün okuldan eve dönmüştüm. Çantamı bir kenara bıraktım. Hemen mutfağa koştum. Sevgili annem mutfakta yemek yapmakla meşguldü. Yemeklerin nefis kokusu mutfaktan bütün eve dağılmıştı. Ben de öylesine açtım ki! Anneme iyice sarıldım ve ondan birkaç tane eve dönüş öpücüğü aldım. Bana gülerek sarıldı, sonra beni şefkatle mutfaktan dışarıya çıkardı:
- Ne kadar acıkmış olabileceğini tahmin ediyorum yavrum. Senin muhallebiyi ve meyveli keki çok sevdiğini de biliyorum. Ama biraz sabırlı olmalısın. Hem sen önce şu okul kıyafetlerini çıkarıp ellerini ve yüzünü güzelce yıkamalısın, ben de bu arada yemeği hazırlayayım. Anlaştık mı?
Karnım çok açtı. Ama annem haklıydı. Önce iyi bir temizlik yapmalıydım. Boynumu bükerek mutfaktan çıktım. Doğru lavaboya gittim, elimi yüzümü güzelce yıkadım, okul elbiselerimi çıkardım, annemin yeni yıkadığını güzel kokusundan anladığım beyaz gömleğimi giydim.
Görüyorsunuz ya annem çok haklıymış, yapacak ne kadar çok işim varmış. Bu sırada kardeşim Zeynep de eve döndü. O her zaman benden daha düzenli ve daha programlıdır. Benim biraz önce size uzun uzun anlattığım şeyleri o, annemin hatırlatmasına ihtiyaç duymadan yapar. Okuldan her döndüğünde kendisine bir şey söylenilmeden temizlenir, elbiselerini değiştirir.
Sonra karşılıklı oturduk, günümüzün nasıl geçtiğini konuşmaya başladık. Bu arada babamın gelmesini bekliyorduk. Kapının çaldığını duyduk. İkimiz de babamın geldiğini zannederek kapıya koştuk. Ancak kapıyı açtığımızda karşımızda yabancı bir adam duruyordu. Elbiseleri eski ve yırtıktı, zayıf elini uzatmış kısık sesle bir şeyler istiyordu ve ne dediği zor anlaşılıyordu:
- Allah rızası için bir şeyler isteyecektim!
Zeynep:
- Yemeğimiz henüz pişmedi, biraz beklerseniz... dedi.
- Ben yemek istemiyorum!
Ben araya girdim:
- Öyleyse giyecek bir şeyler verelim size! dedim. İçeriye doğru yöneldiğimde adam:
- Hayır, hayır! Ben elbise ve yemek istemiyorum, eğer mümkünse biraz paraya ihtiyacım vardı. dedi.
Ben geri döndüm, biraz sinirlenmiştim:
- Siz zannedersem muhtaç olmadığınız halde insanlardan bir şeyler istiyorsunuz. Ama bu hiç de doğru değil! dedim ve hızla kapıyı adamın yüzüne çarptım. Annem kapının öyle şiddetle kapandığını duyunca merakla yanımıza gelmişti:
- Ne oldu? Beni korkuttunuz.
Zeynep olanları bir bir anlattı. Ben biraz kızdığım için konuşacak halde değildim, ancak birkaç kelime söyleyebildim:
- Anne adamın utanmazlığı beni çok sinirlendirdi. Kendime hakim olamadım. Annem bana biraz kızmıştı:
- Oğlum belki sen haklı olabilirsin. Ama kim olursa olsun birisinin yüzüne kapıyı kapatmak hiç uygun bir davranış değildir. Hele bir müslüman bunu hiç kimseye yapmamalıdır. Çünkü müslümanlar, Kur’an-ı Kerim ve Sevgili Peygamberimiz’in uyarılarını çok bilirler. “Bir şey isteyeni sakın ha sakın azarlama!” ayetini hiç aklımızdan çıkarmamalıyız. Şüphesiz sen de bunu biliyorsun, ama bir anlık kızgınlığın bunu sana unutturdu zannederim.
Zeynep:
- Anne, Peygamber Efendimiz bu konuda ne buyuruyor? Annem; her zaman tatlı tebessümü ile bize sevgisini gösteren bu iyi yürekli kadın, bir kolunu benim omuzuma diğerini kardeşimin omuzuna atarak bizi yemek odasına doğru götürdü:
- Bunu yemekten sonraya bırakalım. Çünkü size anlatmayı düşündüğüm bir hikaye var ve babanızın yardımına ihtiyaç duyabiliriz. dedi. Yemek masasında bütün aile bir araya gelmiştik. Annemin yaptığı yemeklerin tadına doyum olmuyordu. Sonra oturma odasına geçtik. Ben ve kardeşim annemin bize söz verdiği hikayeyi anlatmaya başlayacağı anı sabırsızlıkla bekliyorduk. Susuyorduk, ama gözlerimiz ve kulaklarımız annemizin üzerindeydi. O da bunun farkındaydı ve bize bakıp, sabırsızlığımıza tebessüm ile cevap veriyordu. Biraz sonra beklediğimiz an gelmişti; annem babamdan da izin isteyerek söze başlayacaktı. Babam annemin bize anlatacağı olayı biliyordu:
- Ne güzel düşünmüşsünüz, hanım ben de çocuklarımla beraber seni seve seve dinlerim. Haydi, söz senin.
Bana dünyalardan daha değerli anneciğim o sevimliliği ile konuşmaya başladı. Kelimeler ağzından, sabah esintisi gibi tatlı tatlı esiyor, inci taneleri gibi kulaklarımıza dökülüyordu.
- Peygamber Efendimiz, bir gün mescitte oturuyordu. En yakın ve en samimi arkadaşları da etrafındaydı. Kimler yoktu ki; Hazreti Ebubekir oradaydı, Hazreti Ömer oradaydı, Hazreti Osman, Hazreti Ali, Hazreti Abdurrahman bin Avf... –Allah onların hepsinden razı olsun– Allah Rasülü onlara bir şeyler anlatıyordu. Güzel bir geceydi. Etraf ay ışığıyla epey aydınlıktı. Uzak bölgelerden gelen bir adam mescide girdi ve şöyle bağırdı:
- Ey Muhammed bana bir şeyler ver.
- Ses tonu çok yüksekti. Orada bulunanlar çok rahatsız olmuşlardı. Çünkü kesinlikle Peygamber Efendimiz’le böyle kabaca ve yüksek sesle konuşmazlardı. Bunu O’na karşı saygısızlık sayarlardı. Kimsenin de böyle bir tavır takınmasına izin vermezlerdi. Onlar Allah’ın Rasülü’nü canlarından ve sahip oldukları herşeyden daha çok severlerdi. O konuştuğu zaman, sanki başları üzerinde bir kuş varmış da bu kuş uçup, kaçıverecekmiş korkusu ve saygısı ile O’nu dinlerlerdi. İşte bu yüzden bu yabancı adamın tavrından rahatsızlık duymuşlardı.
Allah Rasülü ise hafifçe tebessüm etmişti. Sahabe Efendilerimizin ise kızgınlık yüzlerinden okunuyordu. Onlara kalsa bu adamı kolundan tutup dışarı atarlardı. Peygamber Efendimiz onlara işaret ederek sakin olmalarını istedi. Sonra evine doğru yöneldi. Evi mescide çok yakındı. Daha doğrusu evi mescide bitişikti ve kapısı mescide açılıyordu. Evinden bir şeyler alıp getirdi. Adama verdi:
- Bu yeter mi? dedi. Adam ses tonunu değiştirmeyerek, Peygamberimizin kendisine verdiği şeyleri yeterli bulmadığını söylüyordu. Bu söz üzerine orada bulunanların moralleri daha da bozulmuştu. Bazıları kızgınlıkla ayağa fırladılar, neredeyse adamın üstüne atlamak üzereydiler. Peygamber yanında nasıl davranacağını bilmeyen bu adam, onlara göre iyi bir cezayı hak ediyordu. Sevgili Peygamberimiz, yine onlara engel olmuş, bir kere daha o adamı korumuştu. Sonra tekrar evine girdi ve yine elinde bir şeylerle çıktı. Onları da adama verdi:
- Bunlar yeter mi? diye sordu.
Bu kez adamın ses tonu yumuşamıştı, hareketlerine daha bir dikkat ederek:
- Yeter Ey Allah’ın Peygamberi! Allah seni ve aileni en güzel şekilde ödüllendirsin.
Hazreti Peygamber Efendimiz:
- Söylediğin şeylerden dolayı arkadaşlarım incindi. Şimdi git ve yarın yine gel ve bu söylediklerini tekrar söyle. Böylece aranızdaki dargınlık ortadan kalkmış olsun. dedi.
Kardeşim Zeynep, bana dönerek:
- Ağbi! Peygamber Efendimiz’in insanlara bu kadar şefkatli davranması, bizim için ne büyük bir örnek değil mi? dedi. Bununla bana kapımıza gelen adama karşı davranışımı hatırlatıyordu. Babam araya girerek:
- Kızım, ağbini ayıplamamalısın! dedi. Bu da benim gönlüme biraz olsun su serpmiş ve beni rahatlatmıştı. Babam ikimizi kolları arasına alarak:
- Daha olay bitmedi. Kalan kısmı da oldukça önemli. dedi.
Annem:
- Ertesi gün, bu yabancı adam yine geldi. Peygamberimizin yakın arkadaşlarından biriymiş gibi o da orada bulunanların arasına oturdu. Adam ne kadar da değişmişti! Sanki dünkü gelen adam o değildi. Dünkü yaptıklarından çok utanmıştı ve utancından dolayı yere bakıyor, tek bir kelime bile söyleyemiyordu. Allah Rasülü, ona yaklaşmasını işaret etti. Adam oturduğu yerden kalktı, kendisine gösterilen yere oturdu. Peygamberimiz mübarek elini, adamın omuzuna koydu.
- Bu dostumuz dün kendisine verdiğim şeylerden memnun olduğunu söylemek için bu gün de bizi ziyaret etti. Ben de zaten kendisinden böyle yapmasını istemiştim. dedi. Sonra adama dönerek:
- Öyle değil mi? diye ekledi. Adam gayet ince bir sesle “Evet” dedi. Allah Rasülü, tebessüm ederek arkadaşlarına döndü:
- Size bir adamdan bahsedeceğim. Benim durumum anlatacağım adama ne kadar benziyor.!
Bir adam düşünün ki, devesi ipini koparıp kaçmış. Boş kalan deve daha da hırçınlaşmış. Bazı insanlar deveyi yakalamak için bu adama yardım etmek istiyorlar. Bazıları kalkmış devenin peşinden koşuyor, oraya buraya koşuşup dururken deveyi daha da hırçınlaştırıyorlar.
Devenin sahibi ise bu çabaların fayda vermeyeceğini anlayıp:
- Ey İnsanlar! Bırakın devemin peşini. Benimle devem arasına girmeyin, ben onun sahibiyim. Onu hepinizden daha iyi bilirim. der.
İnsanlar da zavallı devenin peşini bırakırlar. Sonra adam, etraftan biraz ot toplar, onunla devesine yavaşça yaklaşır, devenin hırçınlığı ve öfkesi gider. Adam da onu ipinden yavaşça yakalar. Ne sahibi devesini kaybeder, ne de deve başını alıp gider. Allah Rasülü şöyle devam etti:
- Eğer dün, bu adamın bir anlık davranışına kızarak hareket etmiş olsaydınız, hem o kaybedecekti, hem de siz onun sorumluluğunu yüklenmiş olacaktınız. Babam dedi ki:
- İzin verirseniz burada bir şeyler eklemek istiyorum. Oğlum, kapıya gelen o adama öyle davranmadan önce annene haber vermen daha güzel olurdu. Tanımadığımız o adamın hoş bir sözle bile gönlünün alınması, böyle incitilmesinden şüphesiz daha iyi olurdu. Öyle değil mi?
Ben de bütün kalbimle;
- Evet baba! Peygamberimiz’in bu davranışından o kadar çok şey öğrendim ki anlatamam. diye haykırdım.
Dostları ilə paylaş: |