15. FAYDALI OLMA İSTEĞİ
“Faydasız hısımdan, faydalı hasım
daha iyidir.”
Çalışmanın gayesi yaptığımız işi sonuçlandırmaktır. Yani ele aldığımız işi bitirmektir. Çalışarak dersini öğrenen öğrenci o derste sonuca varmıştır. Sonuca varınca da başarıya ulaşmıştır.
Başarının gayesi mutluluğa ulaşmaktır. Başarı, insana haz ve huzur getirir. Haz ve huzurda insanı mutluluğa götürür. Yapılacak iş kişiye veya çevresine huzur ve mutluluk getirecekse o işin yapılmasına başlanmalıdır.
Faydalı olmayı istemek bir ihtiyaçtır. İnsan, yapacağı her işte veya öğreneceği her konuda bu ihtiyaca cevap aramalıdır. (faydalı olmanın yollarını aramalıdır). Yaptığımız işin, öğrendiğimiz konunun faydasına kendimizi inandırmalıyız:
Faydalı olmak gayesi ile yapılan çalışmalar, insanın heves ve isteğini kamçılar. Verimli sonuca, ancak gayeli çalışmalarla ulaşılır. Bu nedenle, yapacağımız bir işe veya öğreneceğimiz bir konuya başlamadan öne faydasını düşünmeliyiz. O işin yapılmasında veya o konunun öğrenilmesinde şahsımız için çevremiz veya milletimiz için yada insanlık için bir fayda görüyorsak hemen çalışmaya koyulmalıyız. İnsan, faydalı olacağına inandığı işlerde başarıya ulaşır. Başarı, faydalı olmak gayesi ile yaptığımız işlerde yüzümüze güler.
Faydalı olacağına inanılmayan işler insanı çekmez. Öğrenilmesinde fayda görülmeyen konular öğrenmeyi teşvik etmez. Faydasız, lüzumsuz olduğunu hissettiğimiz işler çalışma hevesimizi kırar. Faydalı bir iş gördüğümüze inanırsak yüzümüz güler, neşemiz artar ve çevremizde kendimiz seviliriz. Sonuçlandırdığımız faydalı bir hizmet yorgunluklarımızı giderir ve karşılaştığımız bütün sıkıntılarımızı unutturur.
Her insan, yaptığı işin faydalı olmasını ve bir işe yaramasını ister. İnsanlar, faydasız bir işe paralı da olsa devamlı zorlanamaz. Zorlanırsa da olumlu netice alınamaz. Fazla zorlanmak isyan bile ettirir. Bu nedenle, önce işimizin faydasına inanacağız. Faydasına inanmak içinde işimizin gayesini bileceğiz. Gayemizi bilmiyorsak öğrenenceğiz veya düşünüp bulacağız.
Öğrencilerin yaşları küçük ve hayat tecrübeleri az olduğundan, öğrenmeleri istenilen konulardan bazılarını faydasız görebilirler. Başlangıçta bu hal normal sayılabilir. Öğreneceklerini faydasız gören öğrenci düşünmelidir: "Bu konular programa konulduğuna ve kitaplara alındığına göre, herhalde faydalıdır" demeli ve öğrenmeye kendisini teşvik etmelidir. İlk başta faydasına inanılmayan konular dahi dikkat ve ilgiyle okunmalı ve öğrenilmelidir ki, öğrenme eylemi devam ederken faydası da fark edilecektir veya faydası ileride anlaşılacaktır. Öğrenmek zorunda olduğumuz konuları bu görüşle değerlendirmek öğrenmeyi teşvik eder ve başarıyı artırır. Ders konularını öğrenmeye başlayan öğrenci: "Bundan nasıl faydalanacağım, bunu öğrenmekle memleketime nasıl faydalı olacağım?" düşüncesiyle okur ve öğrenirse, faydalı olmanın yollarını bulmuş ve kendisini faydalı olmaya yönlendirmiş olur.
Başkasına Faydalı Olan Kendisine de Faydalı Olur
İnsan, başkalarına iyilik yapmaya doğuştan meyillidir. İyilik meyli, insanları daima faydalı olmaya zorlar. Şu bir gerçektir: Başkalarına faydalı olanlar, daima kendilerine de faydalı olurlar. Nefsimize faydalı olmak için başkalarına faydalı olmamız gereklidir. Fayda görmek, faydalı olmakla doğru orantılıdır. Faydalı olmak fırsatını hissedenler hemen koşmalı, sevinç ve heyecanla o işi yapmalıdır. Gönül rahatlığına bu yoldan varılabilir.
Faydalı olmak isteği tutum ve davranışlarımızı da değiştirir ve iyiye yöneltir. Başkalarına faydalı iş görmeye alışanlar bundan zevk alırlar ve iç huzuruna kavuşurlar. Böyleleri çekici bir görünüme ve sevimli bir yüze sahip olurlar. Kendileri farkına varmadan herkesi cezbeder ve çevrelerinde sevilen insanlar arasına katılırlar...
Her insan önce faydalı olmaya çalışmalıdır. Karşılığında ücret almayı sonraya bırakmalıdır. Esasen, her fayda para ile ödenemez. Maddi karşılık beklemeden yapılan bir iyilik asla ziyan olmaz. Yapılan iyilik er geç geriye sahibine döner, sahibini bulur ve onu mükâfatlandırır.
İyilik kaybolmadığına göre, iyilik yapmaya ve başkalarına faydalı olmaya kendimizi alıştırmalıyız. Bunun için, kendi kendimize şöyle telkin etmeliyiz: "Herkes için iyilik düşünüyorum, herkese faydalı olacağım. Hattâ, haberleri olmadan bile herkese faydalı olmaya çalışacağım, faydalı olmak fırsatını arayacağım..." Böyle düşünürsek, faydalı olmak fırsatını ve imkânını bulabilir ve de faydalı olabiliriz.
Kendimizi İyi Yetiştirerek ve Geliştirerek Başkasına Faydalı Olabiliriz
Şunu da önemle belirtelim: insan, önce kendisine faydalı olmalıdır ki başkalarına da faydalı olmak gücünü kendisinde bulabilsin. Kendisine faydalı olamayan başkalarına da faydalı olmak imkanını bulamaz. Bir kimse kendisine faydalı olmazsa ailesine de, çevresine de, milletine de, insanlığa da faydalı olamaz. Kendisini kıymetlendiremeyenler, başkalarının iyiye yönlenmesinde etkili olamazlar. Kendisini sağlıklı bir yaşayışa ulaştıramayanlar, başkalarına sağlıklı bir hayat kazandıramazlar.
İsmi bilinmeyen şairin söylediği gibi:
"Havada uçan boz kuşlar
Telin kadrin ne bilsin.
Kendi kadrin bilmeyen
Elin kadrini ne bilsin."
Başkasının kadrini bilmek için, önce kendimizin kadrini bileceğiz. Önce kendimizi göreceğiz, kendimizi bulacağız ve kendimizi yetiştireceğiz. Önce kendimizi iyiye götüreceğiz, kendimizi düzelteceğiz, kendi eksiklerimizi gidereceğiz ve kendimize faydalı olacağız ki başkalarına da faydalı olabilelim...
Ülkümüz, başkalarına faydalı olmaktır. Gayemiz, başkalarına faydalı olmak yolunda ilerlemek ve mükemmelleşmektir. İyi insan, önce kendisini iyi yapandır, sonra da başkasını iyiye götürendir. Şahsiyetli (kişilikli) insan, kendisini mükemmelleştiren ve de çevresindekileri -iyi yönde- etkileme gücüne sahip olan insandır.
Amacımız şahsiyetli (kişilikli) insan olmaktır. Şahsiyetli insan, şahsiyetli insanlar yetişmesine etkili olandır.
“Kendine faydalı olmadan başkasına
faydalı olamazsın.”
16. ZEKÂ
Zekâ, sözlüklerde: zihin keskinliği, anlama gücü, sürat’i intikal, zeyreklik olarak tarif ediliyor. Zeyreklik: Uyanıklık, anlayış anlamına geliyor. Sürat'i intikal: Maksadı çabuk ve derhal kavrama demektir.
Zekâ, insanlara doğuştan gelir. Kimi insan az, kimisi çok zekidir. Zihinsel özürlüler, normaller, yüksek zekâlılar ve dahiler vardır. Dahilerin sayısı çok azdır.
İnsan zekâsı, zekâ testleri ile 0 – 200 arasında bir derecelenmeyle ölçülebiliyor. 5 bölümde gösterilen zeka dereceleri, H.Şükrü Selçukoğlu’nun “Eğitim Psikolojisi” isimli eserinin 1. Cildi, 242. sayfasında şöyle sıralanmıştır:
S.No Zekâ Bölüml. Z.Drc. Dağılımı Sınıflama
1- Geriler 0 - 70 % 1 İdiotlar 0-25, Embesiller
25-50, Debiller 50-75
2- Ağır öğrenenler 70-90 %19 İlk sınır 70-80 % 5, Son sınır
(Tutuklar) 80-90 % 14
3- Normal zekâlar 90-110 %60 İlk sınır 90-100 % 30,
Tam normal 100-110 % 30
4- Yüksek zekâlar 110-140 %19 İleri zekâ 110-120 % 14,
Üstün zekâ 120-140 % 5
5- Dahiler 140-200 % 1 Çok yüksek zekâlılar
İnsanların çoğu (ortalama % 60 kadarı) normal zekâlıdır. Okullardaki müfredat programları normal zekâlılara göre hazırlanmıştır. Öğretmen normal zekâlılara göre dersini işler. Sorular normal zekâlılara göre düzenlenir.
Üstün zekâlı öğrenci elbette daha çabuk ve daha kolay öğrenir. Üstün zekâlı memur her halde mesleğinde daha çabuk yükselir. Üstün zekâlı iş adamı muhakkak daha çabuk işini geliştirir ve kazancını artırır v.b.
Ancak, bir şartla: Zekâsını kullanabiliyorsa...
Zekâlı olmak ayrı, zekâsını işletmek ayrı bir şeydir. Zekâ gelişebilir, aksine körlenebilir de. Zekâ iyiye kullanıldığı gibi kötüye de kullanılabilir.
Az veya çok zeki olmak elimizde değildir. Fakat, zekâsını işletmek, geliştirmek ve iyiye kullanmak insanların elindedir.
Önemli olan: Normal, geri veya üstün zekâlı olmak değil de, mevcut zekâmızı iyi kullanabilmektir.
Üstün zekâlılar arasında milletine ve memleketine ve hatta bütün insanlığa çok büyük hizmet edenler, isimleri tarihe altın harflerle yazılanlar olmuştur. Milletleri yüceltenler, ilim ve tekniği geliştirenler bunlardır. İnsanlara fazilet nurunu aşılayanlar, toplumları medeniyet yolunda ilerletenler bunlardır. Bunlar, zekâlarını geliştirenler ve iyiye kullananlardır.
Fakat nice üstün zekâlılar da vardır ki: kendilerini yüceltememişler, başarılı olamamışlar, hayat denizinde boğulmuşlar yok olup gitmişlerdir. Bunlar arasında, zekâsını kötüye kullananlar, cemiyette “ kötü adam” damgasını yiyenler de az değildir.
Normal zekâ normal başarıyı sağlar. Normal zekâlılar arasında, yücelenler ve yüceltenler, başarının şahikasına yükselenler olduğu gibi; bir baltaya sap olamadan sönüp gidenler de pek çok olmuştur.
Tarihe mâl olmuş gerçeklerin ışığında belirtelim: Zekâsını işleten, geliştiren ve iyiye kullanan normal zekâlı insanların da yolu, üstün başarılara açıktır.
İşleyen Zekâ Gelişir
Geri zekâlıların toplumdaki sayısı % 1 kadardır. Bunların toplumun gerisinde kalması normaldir. Konuşma yeteneği olmayan idiotlar bir şey öğrenemezler. Geri zekâlılarla ağır öğrenenler arasındaki % 5 lik gruptan, uzun vadede gelişerek ilköğretimin ilk sınıflarına ulaşanlar görülür. Hatta bunlar arasında, zamanla zekâsı gelişerek ileride bir iş sahibi olanlar görülmüştür.
Ağır öğrenenlerden normal zekâlılara yakın, zekâsı geç gelişen (% 15 kadar ) bir grup vardır ki; bunlar içerisinde zamanla zekâlarının üstünde başarıya ulaşanlar olmuştur. Zekâlarına oranla çok başarılı öğrenim yapanlar, özel yeteneklerine uygun işlerde çalıştırılınca yüksek başarıya ulaşanlar da görülmüştür.
Yukarıdaki açıklamaların ışığında bir sonuca varalım: Zekâmız ne olursa olsun, işletilmezse körlenir. Düşünmeyen, muhakeme etmeyen, ileriye bakmayan, azmetmeyen ve çalışmayan insanın zekâsı işlemez. İşlemeyen zeka gelişemez. Gelişmeyen zekâ geriler. Gerileyen zekâ gücünü yitirir, fonksiyonunu kaybeder... Tembel insanın zekâsı da kendisi gibi tembelleşir...
İşleyen zekâ faaldir, bir şeyler yapmak ister. Zekâsı işleyen insan tanınmak, beğenilmek, övülmek, başarılı olmak ihtiyacını duyar. Bu duygu, onu daha faal olmaya zorlar. Eğer, zekâmızı kendimize, çevremize, milletimize ve insanlığa faydalı olacak şekilde işletmezsek; faydalı bilgiler öğrenmekte, faydalı işler yapmakta çalıştırmazsak; faydasız şeyleri öğrenmekte ve zararlı işleri yapmakta kullanılmasını önleyemeyiz... Bilelim ki: İyiye kullanılmayan zekâ kötüye kullanılır...
O halde: Hep iyiyi-faydalıyı düşüneceğiz. Hep iyiyi-faydalıyı öğreneceğiz. Hep iyi ve faydalı işler yapacağız. Buna kendimizi zorlayacağız. İşimize azimle başlayacağız, irade gayreti göstererek sürdüreceğiz ve başaracağız...
Kuduz aşısını bulan PASTÖR'ü , Pastör yapan zekâsını işletmesidir. Aynı zekâ derecesindeki Afrikalı bir yerli, zekâsını işletmediği için ilkel yaşamaktan kendisini kurtaramamıştır...
Gelişmek, ilerlemek, yükselmek istiyorsak, zekâmızı işletmek zorundayız...
Mustafa Kemâl, çocukluğundan beri zekâsını çalıştırdığı için iyi yetişmiş, büyümüş, zaferler kazanmış ve nihayet "ATATÜRK" olmuştur!..
Zekâ Gelişiminde Okulların Rolü
Zekâların gelişiminde en etkili kuruluş okullardır. Eğer okullar, iyi yönetilir ve iyiye kullanılırsa: Zekâların işleticisi, karakterlerin yapıcısı ve başarı yolunun açıcısı olurlar... Aksine, okullar kötü yönetilir ve kötüye kullanılırsa: Zekâların körleticisi, ahlâki karakterlerin yıkıcısı ve başarı yolunun tıkayıcısı olurlar....
İyi yönetilen ve iyiye kullanılan okullar, iyiliklerin fideliği ve kötülüklerin mezarıdırlar. Zira: İyiler orada yetişir ve gelişir; kötüler orada eğitilir ve iyileştirilir...
Okulları iyiye götürmek, idareciler ve öğretmenler kadar öğrencilerin de görevidir. İyi öğrenciler iyi okullarda yetişir, kabul. Fakat iyi okulların gelişmesinde de iyi öğrenciler etkili olur: Öğrenciler, "Benim okulum"..."Bizim okulumuz..." diye okuluna sahip çıkarsa okulunu geliştirmek ve yüceltmek için özel gayret gösterirse;okulundan övünçle söz etmek gururunu duyabilirse: Bu okul daha çok gelişir ve yücelir; öğrencilerini de geliştirir ve yüceltir...
Millî ve manevi değerlerimize sahip Türk gençleri, okulunu da yüceltmesini bilir ve bu yücelikler içerisinde, kendisini daha da yüceltir...
Başarısızlığın Asıl Nedeni Zekânın Dışında
Aranmalıdır
Tecrübelerimizle de görmüşüzdür ki: Yurdumuzun, ortaöğretim ve daha yukarı öğretim kurumlarında okuyan öğrencilerimizin büyük çoğunluğu zekidir. Zekâları normal veya normalin üzerindedir. Buna rağmen başarı oranları çok düşüktür... Başarısız öğrencilerimizin morali bozuluyor: "Ben zeki değilim, kafam çalışmıyor, öğrenemiyorum, öğrenemeyeceğim..." gibi kötümser düşüncelere kapılıyorlar... Oysa, öğrenemediklerinin kusuru zekâlarında değil, herhalde başka bir sebepten ileri gelmektedir. Bu gibiler, düşünerek asıl sebebi bulabilir, tedbirlerini ona göre alabilir ve normal öğrenmeye başlayabilirler...
Öğrenciler, "Zekâm yetersizdir, öğrenemiyorum, yapamıyorum..." diye kötümser düşüneceklerine, "çok zeki değilsem de azimliyim, iradeliyim, sabırlıyım ve sebatlıyım. Çalışarak ve çabalayarak bir şeyler öğrenebilirim"... diye iyimser düşünmeye kendisini alıştırmalıdırlar. İyimser düşünenler zekâlarını işletebilirler... İradesini kullanmasını bilenler iyimser olabilirler... Başarının mutlu sonucu iyimserlere güler...
Bilelim ki: Başarı çok zekilerin değil, iyimserliklerini yitirmeden zekâlarını işletenlerin ve geliştirenlerindir; azim ve sebatla çalışanların ve çabalayanlarındır...
17. SOYA ÇEKİM
Soya çekim, soydan geçen demektir. İnsanın, önceki yakınlarında görülen bir halin kendisinde de görülmesi soya çekimdir. Veraset, irsiyet, kalıtım soya çekimle eş anlamlıdır.
Soydan gelen bazı istidatlar (özel yetenekler), kişinin başarı derecesini etkilemektedir. Yetişen gençler de elbette bu etkiden nasibini almaktadır. Bazı el becerileri, zihni beceriler, özellikle zekâ soydan gelebilmektedir. Bir kimsenin soyunda üstün kabiliyetlerin bulunması; zihni, bedeni veya hareki birçok becerilere sahip olan üstün bir aileden gelmiş olması, o kimse için büyük bir şanstır. Ancak, bu açık kapıdan faydalanmasını bilirse...
Biliyoruz ki, zekâ işletilirse gelişir. İşletilmeyen zekâ -üstün zekâ bile olsa- zamanla körleşir, hiçbir işe yaramaz hale gelir. Aksine, zekâ işletilirse -geri zekâlılar bile olsa- özel kabiliyetleri yönünde çalıştırılırsa, zaman içinde zekâları gelişir ve kendilerinden beklenmeyen başarılara ulaşırlar. Hayatta örnekleri çok görülmüştür ve duyulmuştur: Nice normal zekâlı insanlar var ki, kıyasıya çalışarak ve zekâlarını işleterek, üstün zekâlıların dahi ulaşamadıkları başarı çizgisine varabilmişlerdir. Çevremizi gözlersek, böylelerini bizler de fark edebilir ve görebiliriz.
İlim aleminin en büyük zekâlarından biri olarak bilinen Albert Einstein, öğrencilik yıllarında o kadar başarısızmış ki, anne-babası oğullarının geri zekâlı olduğundan bile şüphe ediyorlarmış. 16 yaşındayken başvurduğu Zürih'teki Politeknik okuluna ilk yıl alınmamış, bir yıl özel kurs gördükten sonra ikinci yıl zorla kabul edilmiştir. O gün zorla okula alınan -geri zekâlı sanılan - öğrenci , yıllar sonra dünyanın bir numaralı ilim adamı olmuştur. Çünkü: Sistemli bir çalışmayla zekâsını işletmiş ve geliştirmiştir.
Bugün, çağdaş eğitimciler: "Zekânın gelişmesinde, soya çekimden ziyade eğitimin ve muhitin önemli bir etk en olduğunu" savunuyorlar...
Birçok bedeni ve zihni becerilerin gelişmesi de böyledir: Soyunda şu veya bu kabiliyetin varlığını öğrenen çocuk, farkında bile olmadan - psikolojik olarak -o yöne empoze oluyor. Bir sevki tabii (içgüdü) halinde o işe başlıyor ve de başarılı oluyor. Zira, çevresi onu engellemiyor. Aksine, çevresinden teşvik görüyor ve taltif ediliyor. Yapamama endişesinden uzak kalıyor. Burada etkili olan, soyaçekimden ziyade içinde yaşadığı aile ve soy çevresidir.
Çevrenin soyaçekimden daha etkili olduğunu görüyoruz. Bu görüşle, çevreyi iyileştirmeye öncelik tanımalıyız. Eğitim, sadece kişileri değil çevreyi de geliştirmek ve iyileştirmek amacını güder. Zira, kişi çevresinde eğitilir.
İyi eğitim iyi çevrelerde olur. İyi çevrelerde iyi çocuklar yetişir. İyi çocuklardan iyi çevreler oluşur. Bunlar iç içedir: Çevre kişiyi yetiştirir, kişi çevreyi geliştirir.
Okullar, organize edilmiş ve teşkilatlanmış en iyi eğitim çevreleridir. Ama, fikri ve ahlâki havası bozuk okullarda iyi eğitim ve öğretim yapıldığı söylenemez...
18. ÇEVRE
"Zekâyı işletmek, zekâyı iyiye kullanmak insanı başarıya götürür" dedik. Ancak, şu gerçeği de kabul edelim: Zekâ, daha çok, çevreye göre gelişir...
Doğduğumuz aile yuvası, içinde gelişip büyüdüğümüz sosyal çevre, zekâmızın işlenmesinde ve gelişmesinde önemli yer tutar.
Aile çevresinde işitilen sözler, görülen davranışlar, okunan kitaplar, söylenen düşünceler, meraklar ve alışkanlıklar, çocuğun veya gencin davranışını etkiler, duygu ve düşüncelerine yön verir ve zekâsını o yönde geliştirir.
Ailenin dışındaki sosyal çevre: Komşular, akrabalar, sokak, mahalle,semt, okul, köy,şehir de zekânın iyiye veya kötüye gelişmesinde doğrudan etkilidir. KİŞİ ÇEVRESİNİN ÜRÜNÜDÜR... Olgun insanlardan oluşan sosyal çevrelerde yetişen gençler, elbette daha anlayışlı olur, daha kolay öğrenir ve daha yüksek başarılara namzet olur.
Özlediğimiz böyle ideal çevreyi bulmak herkes için mümkün değildir. Şu gerçeği önemle belirtelim: Davranışlarının bilincine varan gençler, özlenen çevreyi bulamamış olsalar dahi kendilerini kötümserliğe kaptırmazlar, iyimserliklerini kaybetmezler... Aranan ideal çevreyi bulamayanlar, düşüncelerinde daima iyiyi, doğruyu, güzeli aramalıdırlar. Arayanlar er geç bulurlar... İyiyi arayan kişi zekâsını işleterek, kendisini çevrenin kötü telkinlerinden korur, kötü alışkanlıklarından sıyrılır ve iyiye, güzele, doğruya hızla yol alır.
Düşüncesinde iyiyi arayan öğrenci, zamanla daha iyi dallara tutunabilir, daha iyi çevreler edinebilir, daha iyi alışkanlıklar kazanabilir, daha iyi öğrenimler yapabilir ve daha başarılı sonuçlara ulaşabilir...
Zekâsını kullanan öğrenci, çevresini genişletmek hedefini güder. Bulunduğu yerde takılıp kalmak yerine; etrafındaki perdeleri yırtar, açar, daha uzakları görebilir, ve çevresini genişletebilir.
Zekâsını işleten ve iyiye kullanan insan, çevresinin kötülüklerine esir olmak mahkûmiyetinden kendisini kurtarabilir. Çevresindeki iyiliklerden ve örnek gelişmelerden yeterince faydalanırken; kötülüklerden ve menfi gelişmelerden ibret dersi alarak, benzer hatalara düşmekten kendisini koruyabilir.
Akıllı insanlar için: çevreye esir olmak değil, çevreye hakim olmak esastır. İşleyen zekâ bunu yapabilir. Yeter ki: Kendimizi kapıp koyuvermeyelim; Kötümserliğe düşmeyelim; dinamizmimizi kaybetmeyelim. Yapıcı düşünmeye alışalım. İyimser olalım, azimli olalım ve de irademizi kullanalım...
Kişilik sahibi, şahsiyetli insanlar, çevresinin kötülüklerinden etkilenmez. Aksine, çevresini iyi yönde etkileyerek geliştirirler. Çevrelerini daha iyiye ve daha güzele götürürler...
Çevremize yenilmek değil, çevremize hakim olmak gayesini gütmeliyiz. Çevremizi müspet yönde etkilemek, daha iyiye ve daha mükemmele götürmek -aynı zamanda- millî görevimizdir. Millî ülkümüzdür...
Şahsiyet, kendini mükemmel yetiştirmek ve çevreyi etkileme gücüne sahip olmak demektir. Öğrencinin gayesi, şahsiyetli (kişilikli) insan olmaktır...
Türk milleti, şahsiyetli (kişilik sahibi) evlâtları elinde yükselecek ve yücelecektir!..
Dostları ilə paylaş: |