3. İNANMAK
“İnanmak başarmaktır...”
Bir işe başlarken, o işin önemine ve çalışarak yapabileceğimize kesin olarak inanmalıyız. Zira: Yapabileceğimize inanarak başlamak, o işi yarı bitirmek demektir.
İnanmak anlamında kullandığımız bir başka kelime de “iman”dır. İmanda, “acaba olabilir mi olamaz mı” gibi şüphe ve tereddüde yer yoktur. İçten ve kesin inanmak vardır.
Başarıyı etkileyen unsurların önde gelenlerinden olan “inanmak” kavramını özel inanışlar ve dini inanışlar olmak üzere iki yönden incelemeyi gerekli görüyorum:
ÖZEL İNANIŞLAR
Her insanın, kendi özel hayatıyla (yaşantısıyla) ilgili, diğerlerinden farklı veya benzer inanışları vardır. Bir fikre,bir ülküye inanmak; bir davanın inanarak takipçisi olmak;kendi gücüne veya kendi yeteneklerine inanarak işe başlamak; yaptığı işin önemine, faydasına veya başladığı işi başarıyla sonuçlandıracağına inanmak, insanın günlük yaşantısıyla ilgili özel inanışlarıdır.
Belli bir ülküsü, belli bir fikri,belli bir davası olmayan; yapacağı işin önemine, başladığı işi başarıyla sonuçlandıracağına inanamayan kendine güvensiz kimseler, dalından kopmuş yaprak misali boşlukta kalırlar, kendilerine tutunacak bir dal bulamazlar, esen değişik rüzgârlara göre yön alırlar... Belirli bir hedefe yönelemezler.
Öğrencinin kendi gücüne ve kendi yeteneğine inanması; iyi öğreneceğine ve sınıflarını zorlanmadan geçip, okulunu başarıyla bitireceğine ve de topluma faydalı bir kişi olacağına peşinen inanması, kendi hayatıyla ilgili özel inanışlarıdır.
Devam ettiği okulun önemine inanmayan; okulunda faydalı şeyler öğrendiğine ve faydalı işler yapmakta olduğuna inanmayan; derslerini iyi öğreneceğinden, sınıflarını takılmadan geçeceğinden ve okulunu başarıyla bitireceğinden kuşku duyan öğrenciler işine tam bağlanamazlar ve de verimli çalışma ortamına ulaşamazlar. Şahsiyetleri gelişemeyen, silik ve sönük kalan böyleleri, okullarını yarı yolda bırakırlar ve hayatta da başarılı bir işin sahibi olamazlar...
DİNİ İNANIŞLAR
İnanmak, inanç, iman denilince, çoğu kimsenin aklına dini inanışlar geliyor. Oysa, din inanmanın sadece bir yönüdür. Yeri gelmişken, başarıya etkisi nedeniyle, inanmanın bu yönüne de özetle değinelim.
Din, iyiyi, güzeli, doğruyu gösteren Allah buyruklarıdır. Buyruk Allah’tan geldiğine göre, DİNDE ESAS OLAN ALLAH İNANCIDIR.
İslamiyet gibi semavi dinlerde Allah tektir; belli bir yeri yoktur fakat O her yerdedir; her şeyi gören, bilen ve işitendir. Allah için saklı gizli hiçbir şey yoktur. O her şeyden haberdardır; her şeye gücü yeter: Yaratır, korur, gözetir, yüceltir; isterse, her şeyi bir anda yok eder...
Sadece “inanıyorum” demekle Allah’a inanılmaz: Allah’ın insanları yücelten buyruklarına uymadan, sadece sözde kalan inanışlar, inanmışlık değildir. Kalbinin tasdiki olmadan, ilahî emirleri yerine getirmeden sadece diliyle söyleyene münafık denilir. Münafıklar iki yüzlüdür; inanmadıkları halde inanmış gibi görünürler. Böyleleri çok tehlikelidirler...
Kişisel çıkarlar sağlamak veya bulunduğu toplumda bir yerlere varabilmek ya da toplum nizamını bozacak, meşru olmayan maksatlarına din sömürücülüğü yaparak ulaşmak çabaları da münafıklığın bir başka yönüdür. Din perdesi arkasına saklanarak, topluma fitne ve fesat tohumları eken böylelerinin vereceği zarardan sakınılmalı ve korunulmalıdır.
İnanmanın önemine ve başarıya olan etkisine aşağıda değinelim. Bir Şeye İnanmış Olmanın Önemi ve İnsana Kazandırdığı Bir takvim yaprağında okumuştum: “Vapurun kaptanı olduğu gibi, vücudun kaptanı da akıl ve ilimdir. Fakat onu destekleyecek olan kuvvet înanmaktır” deniyordu. Evet, inanmak insanda dengeyi temin eder. İnanmıyorsa denge de yoktur. Dengesi bozulan vapur güvenlik sahiline çıkamayacağı gibi, inanmayan kimseler de ruh selâmetine ulaşamaz ve huzura kavuşamazlar...
İnancı olan bir insan felâketle karşılaşınca kalbinin bir köşesinde korku olursa, öbür tarafında ümit bulunur. Korku ile ümitten meydana gelen denge içinde insan yeise (üzüntüye) kapılmaz, işinde şaşkınlık göstermez ve manasız bir telaşla tehlikeyi artırmaz. Soğukkanlılığını muhafaza eden inanmış insan, duruma göre tedbirini alır ve ötesini Allah’a bırakır.
Önemle belirtelim: İnsanı insan yapan inancıdır. İnsanın manevi yapısı ancak inancı ile oluşur... “Fedakârlık” gibi insana yücelik veren, fertlere ve topluma büyüklük kazandıran üstün meziyetler inanç ile gönüllerde yer eder.
İnanç, bir saatin zembereği gibi bütün güçlerimizi harekete geçirir ve ruhi meleklerimizi intizam içinde çalıştırır.
Büyük şairimiz Mehmet Akif’in söylediği gibi:
“Îmandır o cevher ki ilâhi ne büyüktür.
Îmansız olan paslı yürek sinede yüktür.”
Tanınmış köşe yazarlarımızdan birisi “İNANINIZ” başlıklı bir fıkrasında inanmanın önemini açıklıyor ve sonunda şöyle özetliyor:
“İnanmak kuvvettir, bilgidir, sevgidir... İnanmak fedakârlıktır, güzelliktir, birliktir... İnanmak samimiyettir, yüceliktir, saadettir...” diyor ve bu yüksek meziyetlere ancak inanmış olmak suretiyle kavuşulacağını belirtiyor. Bizde bu yüksek meziyetlerin insanı ulaştıracağı tabii sonuca dikkati çekelim: “İnanmak başarmaktır, başarıya yürümektir.”
Allah'a ve Allah'ın emirlerine inanmak da başarıyı olumlu yönde etkilemektedir. Şöyle ki:
Arkasında, kendisini koruyan gören ve gözeten yüce bir gücün varlığına inanan ve ona dayanan insan kendini kuvvetli hisseder. İyi niyetlerin bilindiğine ve iyi işlerin er geç mükafatlanacağına inanan insan, faydasına inandığı bir işe korkusuzca sarılır... Önüne çıkacak engelleri yenebilecek irade gücünü benliğinde bulur. Kendine inanır, kendine güvenir, sonuçtan emin olarak çalışır ve hedefine ulaşır...
Kalb'de bulunan kuvvetli Allah inancı, insan hayatının her sahasına etki yapar: İnsanın konuşmasında, davranışında, yemesinde, içmesinde, alış verişinde, hattâ düşünmesinde inancının etkisi görülür. Allah’ın her şeyi gördüğüne, bildiğine ve bir gün hesaba çekileceğine inanan kimse fenalık düşünemez, kötülük yapamaz, kötü işlerde bulunamaz.
Kimsenin görmediği ve bilmediği şeyleri, Allah’ın gördüğüne ve bildiğine inanan insan yalan söyleyemez, hırsızlık yapamaz ve başka suçlar işleyemez... Allah rızası için ve Allah’tan korktuğu için fenâlıklardan vazgeçen ve iyilikler yapan insanların bulunduğu yerlerde mahkemelere fazla iş düşmez.
Şu da bir gerçektir: İnsan ister inansın ister inanmasın, büyük bir felâketle yada dayanılmaz bir acıyla karşılaşınca başka bir şeye değil sadece Allah’a yalvarır ve ondan medet umar. Bu da gösteriyor ki, insanın, her şeye gücü yeten yüce bir kuvvete inanmaya ihtiyacı vardır... İnsanoğlu, maddi ihtiyacını ne kadar temin ederse etsin, ne kadar varlık içinde yüzerse yüzsün, inanmadığı sürece huzursuz olmaya mahkûmdur...
Birazda önemli kimselerin sözlerine yer verelim:
Ünlü generallerimizden Faik Türün yazdığı Kore Savaşları Hatırasında: “...Evet, Kore’de Mehmetçik îmanın verdiği kuvvetten daima istifade etti ve etrafına fark yaptı” diyor. İmanından aldığı güçle Mehmetçiğin düşmanına nasıl üstün geldiğini önemle belirtiyor.
Polonya Dayanışma Sendikası eski başkanı olan ve Cumhurbaşkanlığı makamına kadar yükselen ünlü Lech Valesa: “Allah inancı, benim hayatımın temel direği olmuştur... Ben, bütün gücümü Allah inancından alıyorum” diyor ve kendisinin “Allah’sız bir hiç” olduğunu söylüyor. Bu inançlı Valesa, dünya komünist imparatorluğunun çökmesinde başrolü oynamıştır.
Ünlü iş adamlarımızdan rahmetli Vehbi Koç; gençlere yaptığı tavsiyeler arasında özellikle: “...Dininize bağlı olun, Allah’tan başka bir güce dayanmayın” öğüdünü veriyor.
İnanmak konusunu iki beyitle sona erdirelim:
İmanla mutludur dertli gönüller,
Huzursuz kalplere ilâçtır îman.
İmanla zindedir mecalsiz ruhlar,
Başarmak yolunda ışıktır iman.
Dostları ilə paylaş: |