Siyer.
Hz. Peygamber'in (s.a.a) hâl ve hareketlerini, yol ve yordamlarım tesbit eden bu bilgi dalında ilk eseri yazan, Rasûl-i Ekrem'in (s.a.a) azatlı köleleri Ebû-Râfi'in oğlu ve Emîr'ül-Mü'minîn'in kâtipleri Ubeydullah'tır. Ubeydullah'ın, Hz. Emîr'in (a.s) hükümlerine, maiyetlerinde Cemel, Sıffin ve Nehrevân savaşlarına katılan sahabeye dâir "Kitâbu Kazaya Emir'ül-Mü'minin" ve "Kitâbu Tesmiyeti Men Şehide Maa Emir'il-Mü'minîn'el-Cemeli ve Sıffine v'en-Nehrevân-i Min'es-Sahâbe" adlı kitapları vardır.
Hicrî 151'de (768) vefat eden ve İmâm Bâkır'la (a.s) Sâdık'ın (a.s) ashabından olan Muhammed b. İshak b. Yesâr-i Muttalibî de Siyer'e, Magaazîye, yâni savaşlara katılanların menkabelerine dâir eser yazanlardandır.
Târih
140 hicrîde (757) vefat eden, İmâm Bâkır'dan (a.s) ve Sâdık'tan (A.M) rivayetleri bulunan Kûfe'li Ebân b. Osmân'il-Ah-mer, savaşlara, savaş erlerinin menkabelerine, vefatlara ve sâireye dâir ilk olarak eser yazan kişidir. Ondan sonra 206'da (821) vefat eden, "El-Cemheretü fi Ma'rifetil-Ensâb" ve "Cer ret'ül-Cemhere" sahibi Hişâm b. Muhammed b. Sâib'in, Câhili} devrindeki kabile savaşlarına, âdetlere, putlara, salgın hastalıklara, Arap boylarına, daha eski devirlerdeki olaylara, İslâm devrindeki savaşlara, Cemel, Sıffin ve Nehrevân savaşlarına Emîr'ül-mü'minîn'in (a.s) şehâdetine, İmâm Hasan'a (a.s)i, Kerbelâ Faciasına, Muhammed b. El-Hanefiyye'ye ve sâireye yüz sekiz, belki de daha fazla kitabı vardır.
Emîr'ül-Mü'minin'in (a.s) ashabından Yahya'nın oğlu olan Ebû-Muhnef Lût, Vâkıdî, "Kitâb'ül-Mahâsin" sahibi Barkıy Ahmed b. Muhammed b Hâlid, Ebû-Muhnefle çağdaş Nasr b. Müzâhim, 283'te (896) vefat eden İbrahim b. Muhammed sakafî, büyük babası Sa'd b. Mes'ûd, 298 de (910) vefat eden Ebû-Abdullah Muhammed b. Zekeriyyâ, 332de vefat eden (943) Celûdî Abdülâziz, "Târîhu Nîşâbûrî" ve "El-Müstedrik Ala's-Sahihayn" sahibi Muhaddis Hâkim-i Nişâbûrî Muhammed b. Abdullah da bu bilgi dalında eserler veren Şia bilginlerindendir. Bunlardan Vâkıdî'nin, Târihe dâir yirmialtı, İbrahim b. Muhammed'in yirmi dokuz, Celûdî'nin elliden fazla kitabı vardır. Tarihçiler arasında "Târih-i Ya'kuubî" sahibi Ahmed b. Ebû-Ya'kuub'la (278 H. 891) Ebû-Abdullah Muhammed b. Zekeriyyâ'yı da (289 H. 901) saymamız gerektir.
Coğrafya
Eski tâbirle Mesâlik ve Memâlik, yâni coğrafya bilgisinde de Şîa, öncülük etmiştir. Evvelki bölümde adı geçen "Çembere" sahibi Hişâm b. Muhammed b. Sâib, bu bilgiye dâir "Kitâb'ül-Akaalim, Kitab'üI-Büldân'il-Kebir, Kitâb'ül-Büldân'is-Sagıyr, Kitâbü Tesmiyet'il-Aradıyn, Kitâb'ül-Ensar, Kitâb'ül-Hıyre, Kitâbü Menâzil'il-Yemen, Kitâbü Esvâk'ıl-Arab, Kitâb ul-Acâib'il-Erbaa, Kitâb'ül Hıyreti ve Tesmiyet'il-Biyaı v'ed-Diyârât"ı telif etmiş, Ebû-Ca'fer Muhammed b. Hâlid-i Barkıy de "Kitâb'ül Aradıyn" ve "Kitâb'ül-Büldân"ı yazmıştır. Bu bilim dalında ikinci yüzyıl bilginlerinden Hamdûn'un "Kitâbü Esmâi'l-Cibâli v'el-Miyâhı v'el-Evdiye"si, üçüncü yüzyılda yaşayan Ebû-Hasan-i Simsâtî'nin "Kitâb ud-Diyârât"ı, Mes'ûdî'nin "Kitâb'ül-Mesâliki v'el-Memâlik"ı vardır.
Başka ve Çeşitli Bilgiler
Lügate ait, "Kitâb'ül Ayn" adlı eseriyle Halil b. Ahmed, bu bilgi dalını kurmuştur. Hz. Peygamber'den (S. M) rivayetlerde bulunan Ahmed'in oğlu Halil, 160 (776), yahut 175 hicride (791) vefat etmiştir. "Kitâb'ül Ayn'ın ona aidiyetinde şüphe edenler varsa da Arûs bilgisini onun kurduğu muhakkaktır ve bu yüzden de "Arûzî" diye anılmaktadır.
İbn Sikkît Ya'kuub b. İshak, lügat, şiir ve mantıkta en büyük üstâd tanınmaktadır. Ehlibeyt'e bağlılığını, Abbas oğullarından Mütevekkil'e karşı, pervasızca izhâr etmesi yüzünden 243, yahut 244'te, bir başka rivayette 246'da (857-860) Halîfe'nin emriyle fecî bir surette şehid edilmiştir.
Bunlardan sonra 285, yahut 286'da (898-899), Bağdad'da vefat eden Ebû'l-Abbas Muhammed b. Düreyd ve "Ebû'l-Atâhiye" diye de anılan Muhammed b. Hasan (321 H. 933), "Kitabu Menâkıbı Ehlibeyt, Kitâbu Lübâb" gibi kitaplarıyla Teşeyyunu apaçık meydana koyan Abdülvâhid Zâhid-i Taberî (345 H. 956), İbn Hâleveyh Huseyn b. Ahmed-i Hemedânî (370 H. 980), Deylemîlerden Müeyyed'üd-Devle ve kardeşi Fahr'üd-Devle'nin vezirliğinde bulunan Sâhib b. Abbâd İsmail (385 H. 995), bu bilgi dalında ünlü kişilerdir.
Sarf, Nahiv, Bedi' Beyân, Maânî dallarında, Şiir ve İnşada, Şîa bilginlerini saymak, kitabımızın bu bölümünü uzattıkça uzatacağı için artık bu kadarını yeter bulmak zorundayız. Ancak şunu söyleyelim ki, bugünün müsbet bilgilerini meydana getiren, bilgi âleminde kimyanın kurucusu sayılan Câbir b. Hayyân ile,, kendi övünçlü itirafıyla İmâm Ca'fer'üs-Sâdık'ın (a.s) bilgisinden faydalanmış, o İlâhî ve tükenmez nurlu kaynaktan feyizlenmiştir.
"Katre, Ummanı andırır; zerre, güneşi belirtir" deyip bu bahsi de burda bitiriyoruz.
Şia ve Asr-ı Saadetteki Olaylar
Şia'ya göre Resulullah, daha hayattayken Hz. Ali'yi kendi yerine imam tayin etmiştir. Tüm ümmet Resulullah’san sonra Hz. Ali ve diğer Ehl-i Beyt imamlarına tabi olmakla yükümlüdür. Nitekim Resulullah da "Ali'nin şiası kurtulanların ta kendileridir." diye buyurmuştur. Ayrıca Allah-u Teala da şura suresinin 23. ayetinde Resulullah'ın adına "(De ki) sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum. İstediğim ancak yakınlara sevgidir." diye buyurmuştur.' Yani Resulullah 23 yıllık boyunca çektiği zahmet ve çabalara karşılık sadece Ehl-i Beyt'ini sevmeyi istemektedir. Dolayısıyla Ehl-i Beyt'i sevmek bir meslek değil, dini bir görevdir.
Resulullah Gadir-i Humm'da ise şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar sizin aranızda iki paha biçilmez şey bırakıyorum. Bunlar Allah'ın kitabı ve Ehl-i Beyt'imdir."
Bütün bu bilgiler ışığında anlıyoruz ki Resulullah'dan sonra
Ehl-i Beyt'i sevmek ve Kur'an'ın gerçek müfessirleri olan bu nurlu insanlara tabi olmak dini bir yükümlülüktür.
Dolayısıyla "Ehl-i Beyt'i sevmek "bir meslektir. Herkes bir mesleği seçebilir. Şia özellikle Ehl-i Beyt'i sevmeyi meslek edinmiştir. Ehl-i Sünnet ise ayrı bir mesleği seçmiştir," demek doğru bir düşünce değildir. Her Müslüman Resulullah'ı ve Ehl-i Beyt'ini sevmek zorundadır. Resulullah risaleti karşılığında bizlerden sadece bunu istemiştir. Hz. Ali'yi sevmeyen bir insana Muaviye ve Ye-zid'i sevmek kalır. Zira her ikisini sevmek nur ile zulmeti sevmek demektir. Bu ise hem şer'i hem de akli açıdan doğru bir inanç değildir.
Hz. Ali ve diğer Ehl-i beyt imamlarının imameti hakkında derin bir araştırma yapan merhum Abdulbaki Gölpınarlı şöyle diyor: "Arapça bir söz olan Şia", "Müşâyaa" kökünden gelmektedir ve birisine uyanlar, bölük anlamınadır; "Siya"' ve "Eşya"', bölükler demektir; bu sözler "Şîa" sözünün çoğuludur. Kur'ân-ı Mecîd'in 6. Sûre-i Celîlesinin (En'âm) 65. ve 159., 15. Sûre-i Celîlesinin (Hicr) 10., 28. Sûre-i Celîlesinin (Kasas) 4., 30. Sûre-i Celîlesinin (Rûm) 32. âyet-i kerîmelerinde "bölükler" anlamına "Siya"', 34. Sûre-i Celîlesinin (Sebe1) 54. ve 54. Sûre-i Celîlesinin (Kamer) 5.1. âyet-i kerimelerinde, aynı anlamda "Eşya"' tarzında geçtiği gibi 28. Sûre-i Celîlesinin 15. ve 38. Sûre-i Celîlesinin (Sâffât) 83. âyet-i kerîmelerinde taraftar, birinin tarafını tutan, birine uyan anlamına "Şîa" tarzında geçer. 24. Sûre-i Celîlenin (Nur) 19. âyet-i kerîmesindeyse "yayılmak" anlamını verir ve "Şâa Şeyîu"dan gelir.
Arapça "mezheb" ise, gidilen yol anlamınadır. Kelâm yâni din felsefesinde ise, terim olarak dinî inançta, ibâdetlerde, muamelâtta, yâni, evlenme, boşanma, alım-satım, borç, rehin, yapılan suçlara karşılık dünyevî ceza v.s. gibi hususlarda tutulan, gidilen yol demektir ki buna "Mille-Millet" de denir. Hattâ bu yüzden eski kafakâğıtlarında, yâni kimlik bildiren belgelerde, "Milleti" başlığının altına "İslâm" sözü yazılırdı. Dinî inançlarla ibâdetlerde ve muamelâtta tutulan yola "Rıhle" de denmiştir ki aynı anlama gelir. Mezhep sözünün çoğulu "Mezâhib", Mille ve Nıhle sözlerinin çoğulları da "Mile!" ve "Nihal"dır.
Kur'ân-ı Mecîd, Müslümanlara, Allah'ın yolunu tutmalarını, onları, o yoldan ayıran, bölük-bölük elden yollara uymamalarını emir buyurmaktadır. (En'âm, 153); Allah'ın ipine, Kur'ân'a sarılmayı, bölük-bölük olup ayrılmamayı emretmektedir (Al-i İmrân, 103); Hazret-i Rasûl-i Ekrem de (s.a.a) "İki, birden hayırlıdır; üç, ikiden hayırlı, dörtse üçten de hayırlı; toplu bir hâlde bulunun ar-
tık; gerçekten de Allah, ümmetimi hidâyetten başka bir şeyde toplamaz" buyurmuşlar (El-Câmi'us-Sagıyr Li Ahâdîs'il-Beşîr'in-Nezîr; Kahire-1321; I. s. 8), ümmetlerine, "Birbirinizden nefret etmeyin; birbirinize düşman olmayın; birbirinizden yüz çevirmeyin; birbirinize hased etmeyin; kin gütmeyin; ey Allah kullan, kardeş olun" hadisleriyle (Aynı; 2 s. 187-188) III. Sûre-i Celîlenin 103. ve 49. Sûre-i Celîlenin (Hucûrât) 10. âyet-i kerîmesini bilhassa ve te'kîden hatırlamışlardı; şüphe yok ki Hz. Rasûl-i Ekrem'in (s.a.a) bu ihtarlarında, "Allah ümmetimi", yâni bana ümmet olmak şerefini iktisâb etmiş olan mü'minleri, "Hidâyetten başka bir şeyde toplamaz" buyurmalarındaki maksat, ancak ve ancak Kur'ân-ı Mecîde temessüktür; çünkü gene Rasûlullâh'ın (s.a.a), İsrâil oğullarının yetmiş bir, Hıristiyanların yetmiş iki bölüğe ayrıldıklarını, kendi ümmetinin de yetmiş üç bölüğe ayrılacağını bildirdikleri rivayet edilmiştir. (Aynı; I, s. 40).
Bu hadîs-i şerif, çeşitli tarzlarda tahrîc edilmiştir. Tirmizî, bu bölüklerin birinin, kendilerinin ve ashabının yolunu tutanlar olup bu bölüğün kurtulacağını, öbür bölüklerin cehennemlik olduklarını bildirir bir tarzda tahrîc etmiş, Ahmed ve Ebû-Davudi, kurtulan bölüğün, topluluğa, çoğunluğa uyanlar bulunduğunu bildiren rivayetini tercih eylemiştir; bu hadîse yalan rivayetler de katılmıştır (Aliyy'ül-Kaarî: Mavzûâtü Kebîr; İst. Matbaa-i Amire-1289,8.34).
Bu yetmiş üç fırkaya ayrılış hakkındaki hadis, mezheplere, "Fırkalar-Bölükler" anlamına "Firak" diyen ve mezheplerden, inançlarından bahseden kitap yazarlarını, İslâm mezheplerini yetmiş üçe çıkarmaya, azsa bu sayıyı doldurmaya, çoksa, bölükleri bu sayıya indirmeye zorlamış, hattâ çok sonra çıkan ve ad takılan mezhepler hakkında hadisler bile nakledilmiştir (Câmi'us-Sagıyr; II, s. 74 ve hâşiyesindeki "Künüz'ül-Hakaaık fi Ahâdîsi Hayr'il-Halâık; II, s. 128).
Hz. Alî'den (a.s) gelen rivâyetteyse, "Kurtulanlar kimlerdir, onların yolları hangi yoldur" sorusuna Cenâb-ı Resûli Ekrem (s.a.a), "Sen ve senin Şîanın" yâni "Sana uyanların yolu" cevâbını vermişlerdir; Hz. Ali'nin de (a.s), Musevilerle Hıristiyanların, bölüklere ayrıldıklarını, Muhammed (s.a.a) ümmetinin de bölüklere ayrılacağını, hepsinin de sapıklığa düşeceğini, ancak kendisinin ve kendisine uyanların kurtulacaklarını bildirdiği rivayet olunmuştur (Şeyh Hâcc Abbâs-ı Kummî; Sefînet'ül-Bıhâr ve Medînet'ül-Hikemi ve'1-Asâr; Necef-i Eşref- 1355 H. Taşbasması; II, s. 360).
Dostları ilə paylaş: |