Bir tutam sevgi ariyorum II



Yüklə 1,27 Mb.
səhifə21/23
tarix31.10.2017
ölçüsü1,27 Mb.
#23469
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   23

O tertemiz çocuklarım tepenin ardında kaybolurken bende kahroluyordum. Acaba o berrak dünyalar, o pasaklı ve içi beyaz dünyalar, seneye karşılarında başka bir öğretmeni görünce bana ne derler ? Düşündükçe kahroluyordum. Yaptığım iş, kendi ellerimle yoğurduğum hamurun içine zehir yapmaktı.

At, eşek, koyun ve sığır pislikleri arasında açan ilk kır çiçeklerimin tepenin ardında kayboluşundan sonra üzgün üzgün yerimden kalktım. Kim bilir , belki onlara son kez bakıyordum. Ağır ağır odama gittim. Sadece giysi ve kitaplarımı koyduğum tahta valizimi alıp, lojmandan dışarı çıktım. Bir yıl boyunca içinde yaşadığım odamdan hiçbir şey almadım. Hazırlayıp kullandığım o minicik evimi gelecek öğretmene bıraktım. Pencereyi kapayıp kapıları kilitledikten sonra karakola geldim. Ayla önce anahtarı bana veren uzman onbaşıya teslim ettim. Aylara boyu birer kardeş gibi olduğumuz tüm askerlerle de vedalaşıp yola koyuldum.

Çok acele ediyordum. İlk önce ağalardan kurtulmalı, sonrada trene yetişmeliydim. Neyse ki elimdeki valiz çok ağır olmadığından hızlı yürümeme engel olmuyordu. Çok vakit geçirmeden Beşiri’ye geldim. İlçe Milli Eğitimden ilişiğimi kesip, hemen istasyona gittim. Ve günde bir kere doğudan batıya hareket eden tren için bilet aldım. Karşıma nelerin çıkacağını bilmeden memleketime doğru yola çıkıyordum.

İstasyonda bir süre bekledikten sonra tren geldi. Umut dolu, hayal yüklü kafamla trene binip, uzun süren bir yolculuktan sonra memleketime geldim. Birkaç gün dinlendikten sonra tasarladığım düşünceleri uygulamak üzere harekete geçtim.

Ağanın hanımı henüz yaylaya gitmemişti. Önce onun yanına uğrayarak elini öptüm. Zira o el öptürmeyi çok sever. Bir süre şundan bundan sohbet ettik. Sohbet edecek başka konu kalmamış olacak ki hanım abla konuyu yine evlenmeye getirdi.

‘’ Yusuf, öğretmen olup, maaşa bağlandın. Artık bir yuva kurma zamanın geldi. Ben sözümde duruyorum.

Eğer bir kararın yoksa bu zengin kızı kaçırmayalım.’’ Dedi.

‘’ Ablacığım ben de size bu konuyu açmak istiyordum.’’

‘’ Hayrola ulan ? Birini mi buldun yoksa ?’’

‘’ Evet abla. Sizin yaylaya gittiğiniz şehirde Karadayı adında biri varmış. O adamın kızıyla evlenmeye karar verdim. Ama nasıl olacak bilmiyorum.’’

‘’Sahi mi Yusuf ?’’

‘’ Evet abla.’’

‘’ Ben dayıyı çok iyi bilirim. O’nun öğretmen kızı da çok güzel. Seni domuz seni. Turnayı gözünden vurdun, desene ! ‘’ diyerek kahkahayı bastı. Biraz gülüştükten sonra,

‘’ Peki abla, bu işi siz de tasvip ettiğinize göre çözümlemesi de size kalıyor.’’

‘’Tamam o işin kolayı var. Ben durumu abine anlatır ve onu dünür gönderirim. Karadayı da abinin önünden kaçamaz. Sen bu işi oldu bil.’’

‘’ Ablacığım teşekkür ederim.’’

‘’ Sen yarın erken buraya gel. Hem birlikte kahvaltı yapar, hem de konuyu abine açarız. Tamam mı ?’’

‘’ Çok teşekkürler abla.’’ Deyip, ağanın evinden ayrıldım.

Hanım ablanın konuşması oldukça umut vericiydi. Kafamda mutlu hayaller kurarak Rahime annenin evine geldim. O güzel annenin elini öptüm. Onun da ‘’hoş geldin kuzum.’’ diyerek beni kucaklaması yok mu ? Beni ne kadar mutlu etti bilemezsiniz. Kadının kolları arasında hiç yaşamadığım anne sıcaklığını tattım. Tüm dünyan ilelebet kutlu olsun anne...

O günü Rahime annenin evinde geçirdim. Çünkü onun yanında çok mutluydum. İşte bu haz dolu zamanım içinde yarının olmasını bekledim.

İkinci gün Rahime annenin anne dolu şefkatleri arasında oradan ayrıldım. Yavaş yavaş, zaman öldürerek ağanın evine doğru yürüdüm. Onlar kahvaltılarını yaptıktan sonra oraya varmayı düşünüyordum. Çünkü onlar geç kalkar ve geç vakit kahvaltı yaparlar. Saat dokuz sıralarında ağanın evine geldim. Herkes ayaktaydı. Hanım abla kahvaltı hazırlıyor, hizmetçi kız Sultan da etrafı temizliyordu. Vaktinden önce geldiğim için bir hayli mahçup olmuştum. Abla bunu farketmiş olmalı ki, hemen devreye girip, ‘’Hoş geldin Yusuf . Gel şuraya otur.’’ Diyerek bana yol gösterdi. Öbür yandan da ‘’Ağa, ağa kahvaltı hazır.’’ Diyerek eşini de yemeğe çağırdı. Çağrıya uyan ağa da gelip yanımıza oturdu.

Herkes masa etrafına oturunca sıra hizmetçi kıza geldi. O da hepimiz için çay servisi yaptı. Biz de kahvaltı yapmaya koyulduk. Bir ara Hanım abla ile göz göze geldik. O, ‘’şimdi tam zamanı ‘’der gibiydi. Hanım ablanın yüz ifadesi korkuyor yada çekiniyormuş gibi bir hal aldı ve:

‘’Ağa, Yusuf’un hayırlı bir işi var. Biliyorsun onun bizden başka elinden tutacak kimsesi yok.’’

‘’Neymiş onun hayırlı işi, hanım ?’’

‘’Biliyorsun, oğlan hayatını kazandı. Ayrıca bilirsin ki köylümüz bekar öğretmenin okuluna kız çocuklarını yollamaz. Bu nedenle bir an önce evlenmesi gerekiyor.’’

Ağa bir müddet sustu. O susarken ben de korkudan tıpkı bir bukalemun gibi renkten renge girmeye ve ağanın ağzından ne çıkacak diye beklemeye başladım. Ben heyecanla beklerken, ağa kahvaltısını bitirdi. Ağır ağır arkaya yaslandı ve cebinden harman sigarasını çıkardı. Paketin içinden bir sigara çıkarıp yaktı. Fatma abla ve ben merakla beklerken o, nihayet;

‘’ Kimi bulup, kiminle evlendireceğiz onu ?’’ diye sordu.

‘’Hani yaylaya gidip, evinde kaldığımız dayı var ya... Onun öğretmen kızını istiyor. Sen bu işe el katarsan mutlaka halledersin. Dayı senin önünden kaçmaz.’’

Fatma ablanın detaylıca açıklaması ağanın kafasına yatmış olmalı ki;

‘’Yarın araba hazırlasın. Ama bu iş dayıdan mı biter, yoksa müdür olan oğlundan mı biter bilmiyorum. Eğer işe kızın abisi karışırsa iş zorlaşır.’’

‘’Niçin zorlaşır ağa ?’’

‘’Niçin olacak birkaç yıl kızın maaşından faydalanmak isteyebilir. Keşke kızın annesi Fatma teyze sağ olsaydı. O, oğlunu bu işe karıştırmazdı.’’

‘’Bu iş kimden biterse bitsin. Ağa, mutlaka hallet.’’

‘’Peki hanım elimden gelen her şeyi yaparım.’’

Ağa hanımından çok korkardı. Kim bilir ? Belki de hanımına çok saygı duyardı da biz korktuğunu sanırdık. Her neyse... Hanım abla ağaya kesin talimatını vermişti işte.

İkinci gün Murat ustayı buldum. Şöföre ‘’ Sizi ağa istiyor ‘’dedim. Murat usta ağanın adamıydı. Onu çok iyi tanıdığı için arabayı çalıştırıp, yola koyuldu. Kısa bir süre sonra da ağanın evindeydik.

Ağanın evinde bir süre bekledik. Çünkü hanım abla bize izin vermedi. ‘’Vakit öğlen,gideceğiniz yer uzak. Yolda yemek yiyecek doğru dürüst bir yer yok. Karnınızı doyurup ta çıkın.’’ Dedi. Biz de Hanım ablanın emrine uyup, bekledik. Zira abla haklıydı.

Karnımızı doyurduktan sonra yoka çıktık. Yollar çok güzeldi. Etrafta ulu ağaçlar, çağıl çağıl akan sular vardı. Buna karşın fazla olan bir şey daha vardı. O da; ağa aşırı particiydi. Bu yüzden de rastladığımız her köyde bir süre durup propaganda yapıyordu. Hal böyle olunca, ancak akşamüzeri kızın bulunduğu şehre vardık.

Şehre varır varmaz ağa doğruca kız evine gitti. Malum kızın ailesini çok iyi bilen biridir. Ağa aile büyüğü olarak dayıdan kızını istemiş. O da sorumluluğu oğlunun üzerine yıkmış. Bunun üzerine ağa beni buldurdu ve ‘’ iş kızın abisinden bitermiş. Git onu bul ve benim selamımı söyle. Eve gelmesini rica ettiğimi söyle’’ dedi.

Ben de ,‘’peki abi’’ deyip, adamı aramaya çıktım.

Şehirde üç, dört tane kulüp varmış. Kulüpleri teker teker arayarak müdür beyi buldum ve ona ağanın selamını ilettim. Sonra da ‘’ağa sizi evde bekliyor’’ dedim.

Dayının oğlu kağıt oynuyordu. Arkadaşlarından izin alıp, hemen eve gitti. Ben de Murat ustanın yanına gittim.

Murat ustayla defalarca çay içtik. Zaman hiç geçmiyor gibiydi. Ne var ki gece yarısı olmuştu. Ama kalbim de hopur hopur hopluyor ve yerinde duramıyordu. Tam bu arada da ağa, ‘’Murat usta !’’diye bağırdı. Murat usta da bana, ‘’ hocam hadi kalk, gidiyoruz’’ dedi.

Murat ustayla hemen kalkıp, arabanın yanına geldik. Ağa bizden önce gelip arabaya binmiş, suskun suskun oturuyordu. Biz de arabaya bindikten sonra geldiğimiz yöne doğru yola çıktık.

Kural gereği benim ağaya soru sorma hakkım yoktu. Bu sebeple sessizce yol alıyorduk. Sessizliği sadece arabanın homurtusu bozuyordu. Belli ki ağanın kafası bozuktu. Dut yemiş bülbül gibi ya da birbirine küs üç arkadaş gibi hiç konuşmadan eve kadar geldik.

Fatma abla da evde hala bizi bekliyordu. Kim bilir, ya korkudan ya da meraktan hiç yatmamıştı. Biz gelir gelmez hanım kocasına:

‘’Nerede kaldınız ? Yoksa işi bitiremediniz mi?

‘’Ben buradayken söyledim. İşe müdür karışırsa bu iş zor olur diye. Öyle de oldu. Nuh diyor peygamber demiyor.

Bu cevap karşısında şok olduk. Hele de abla çok üzüldü. Nice sonra Fatma hanım beni teselli etmeye başladı. Halbuki ben hiç üzülmüyordum. Nazım Hikmet’in ‘’ Bulutlar kararıyor, yurdumun bahtı gibi’’ diye bir dizesi var ya, adam da tıpkı öyle karardıkça kararan bir adam. Onu ilk gördüğüm zaman ‘’ Bu adam işe karışırsa, halim duman.’’ Demiştim. Adamın davranışları koyduğum teşhisi doğruluyordu.

Başladığı işi bitirememek ağayı çok etkilemişti. Çünkü ağa bir partinin en yetkili kişisiydi. Üstelik beş-altı ilçede söz sahibi olan bir adamdı. Öyle olunca da üstlendiği işi mutlaka yapması gerekiyordu. Çünkü o, yapmak istediği bir işi yasal yollarla da, yasal olmayan yollarla da mutlaka bitirirdi. Ne var ki, bu dünürlük işini başaramamış ve kızın ağabeysi onurunu kırmıştı. Bu iş ağanın içine iyice batmış olmalı ki hanımına, ‘’Yusuf’a söyle, işini mutlaka halledeceğim.’’ Demiş.

İş inada binmiş gibiydi. Ağa üç hafta daha dünür gitti. Fakat işi bitiremedi. Bu durum gösteriyordu ki, müdür bey eline geçen fırsatı mutlaka değerlendirmek istiyordu. Zira çok para harcıyordu. Arandığı zaman hep kulüpte bulunuyordu. Anlaşılan oldukça kumarcı biriydi.

Ağa kim bilir daha kaç defa daha dünür gidecekti ama olmadı. Bir sabah uyandığım vakit radyoda tok bir ses:

‘’Bugün 27 Mayıs. Askeri bir devrim yapılmış ve sokağa çıkma yasağı konmuştur. Bu devrim kansız olmuştur. Hiçbir kimsenin burnu bile kanamamıştır...’’ diyordu.

Sokağa çıkma yasağı kaldırıldıktan sonra ağanın evine gittim. Ağa evde yoktu. Hanım ise perişandı. Beni görünce ağlamaya başladı. Ben de hanım ablanın ağlamasına dayanamayıp;

‘’Hayrola abla, ne oldu ? Niçin ağlıyorsun ? ‘’ dedim.

‘’Abin kayboldu. Kaç gündür eve gelmiyor. Çor çocuk ortada kaldık. Perişan olduk, Yusuf.’’ Dedi

Kadın gerçekten bitkin ve perişandı. O mağrur, gururlu ve herkese tepeden bakan kadın şimdi yıkılmış, çaresizce ağlıyordu. Ağlamakta haklıydı. Şimdi dört çocukla ortada kalmış, çaresiz bir biçareydi.

Kimsesizliğin, yoksulluğun ve çaresizliğin ne kötü bir şey olduğunu çok iyi bilirim. Bu sebeple gücüm yettiğince ona yardımcı oluyordum.

Ağanın evinden ayrıldıkça çarşıya çıkıyordum. Üç-beş kişi bir araya geldiği vakit herkes ağaya küfrediyordu. Çarşıdaki zengin dükkanlar genelde kapalıydı. Dükkanları kapalı oluşu bir hayli ilgimi çekti. Biraz ileride Hasan çavuşun manifatura mağazası vardı. Merakım yüzünden oraya dek gittim. Orası da kapalıydı. Hasan çavuş ise dükkanın önünde bir ileri, bir geri tur atıyordu. Bu arada, Hasan çavuş amcamın damadıdır. Ona selam verip, halini hatırını sordum. Hal- hatır sormakla adamın bam teline basmışım. Kükredi, kükredikçe köpürdü. Ben şaşkın bir halde ona;

‘’Hayrola abi, niçin hiddetleniyorsun ? ‘’ dedim.

‘’Böyle ağanın da, böyle paşanın da anasını avradını....’’

‘’Ne oldu abi, ağadan ne kötülük gördün ?’’

‘’Daha ne olsun be Yusuf ? Ağa bankadan para çekerken kefil olmuştum. Yıllardır parayı ödememiş. O yüzden bütün malıma haciz koydular. O da yetmezmiş gibi, kolumdaki saati bile aldılar.’’

‘’Geride gördüğüm mağazalarda mı o yüzden kapalı ?’’

‘’Evet, evet. Bu yörenin en zengini Arap Ahmet bile battı. Adamın otuz tane işyerine el koydular. Bu sebeple adamcağız felç oldu.’’

‘’Peki abi, şimdiye dek niçin arayıp, sormadınız? Banka niçin malını aramamış ?’’

‘’Yusuf Hoca, ağa bu şehirde hükümetin en güçlü adamıdır. Astığı astık, kestiği kestik tir. Böyle bir adama bir banka memuru – Ağa şu borcunu öde – diyebilir mi ? Eğer derse ya sürgün olur ya da görevine son verilir. ‘’

‘’Allah, Allah ? Peki, sizler gibi mağdur olanlar ne kadar abi ?’’

‘’Onların sayısını kimse bilmez. Çünkü adam, bu şehirle bağlantılı olan dört-beş ilçenin köylüsünü batırmış.’’

Hasan Çavuş bunları anlatırken, şehir ana-baba günü oluyordu. Kefil olanların kimileri kendi geliyor, kimilerini de banka getirtiyordu. Bunların bazıları nara atıyor, bazıları da ağanın kapısına dayanıyordu.

Ağanın iyi bir abisi vardı ve ağanın ailesine o sahip çıktı. Onları herkesin gidemeyeceği bir yaylaya kaçırdı. Kadıncağız da hiç olmazsa alacaklıların saldırısından kurtuldu.

Alacaklıların gözü kızmıştı. Bir gün erken vakitlerde çarşıya çıkmıştım. Alacaklılar ağanın abisini önlerine katmış kovalıyorlardı. Adamcağız da can havliyle hem kaçıyor, hem de imdat imdat diyerek karakola doğru koşuyordu. Bu olayı hiç unutamadım.

Olaylar bir hayli yatışmıştı. Ağanın abisinin evine gittim. Fatma ablanın yerini sordum. O da benden hiç kimseye söylemeyeceğime dair söz alıp, yeğenlerinin ve Fatma ablanın yerini söyledi. Onları ziyarete gittiğimde kadıncağızın halinin perişan olduğunu gördüm. Varlık içinde büyüyen bir ağanın kızı ve hiç yokluk görmeyen ağanın hanımı çaresizdi.

Yaşadığım hayat gereği, çok duygusaldım. Öyle olunca da eskiden varlıklı olan bir kadının, çocuklarıyla birlikte yokluğun bataklığında yüzmesi beni çok üzüyordu. Haliyle bu durum beni olabildiğince onlara yardıma itiyordu.

Ağanın büyük olayı arasında kaybolmuşken, okul arkadaşım Eray’la karşılaştım. Okulu bitirip, öğretmen olmuş. Onu tebrik ettim. Geçmişi şöyle bir yad ettik. Bu arada da:

‘’Dayım , bu işten vazgeçmesin, adam göndersin, diyor. ‘’ dedi.

Ben evlilik defterini kapatmış gibiyken, Eray yaramı yeniden deşeledi ve kafam karma karışık oldu. Onunla sohbetimiz bitip, o gittikten sonra da bir iki satır daha yazı yazdım. Bu satırlarda Fatma ablanın başına gelen ızdırabı özetlemeye çalıştım.

Fatma Abla

Çok ağlama, gül Fadime

Ağa’n yazmış kaderini

‘Seviyorum diye diye

Derin kazmış mezarını
Dört yavrun da ağlıyor mu ?

Yüreğini dağlıyor mu ?

Sana hüzün sağlıyor mu ?

Fazla üzme yüreğini


Sen yaralı bir Maralsın

Dert yüklenmiş bir anasın

Dört yavrunun tek canısın

Sakla onlara canını


Fatma ablanın durumuna çok acıyorum. O, geçmişte bana çok eziyet etmişti. Ama olsun. Zira o da nir insandır. Her insan hata yaptığına göre Fatma abla da hata yapmıştır. Bu yüzden de onu hoş görüyor, elimden gelen her şeyi yapmak istiyorum.

Bu düşünceyle bir sabah kalktım ve uzam uzam Fatma ablanın yanına gittim. O, yine hüzün dolu, ızdırap yüklüydü. Beni görünce sevindi, boynuma sarıldı ve; ‘’Yusuf, seni bir evladım gibi seviyorum. Şu acı günlerimde sen de olmazsan ben ne yaparım ? ‘’ diyordu.

Evet, Fatma abla gerçekten de çok yalnızdı. Etrafta birkaç yayla evi olan, bir çam ormanlığının içine adeta atılmıştı. Hatta etraftaki komşular bile ona dargındı. Çünkü kocası onları da dolandırmıştı. Fatma hanım işte bu yüzden koskoca dünyada yapayalnızdı. Özgürlüğün en bol olduğu çam ormanları arasında , ızdırap yüklü bir hapishane ve bir sürgün hayatı yaşıyordu.

Fatma ablayla uzun bir süre sohbet ettik. Bu süre içinde bir hayli sakinleşmişti. Benden özür dilercesine,


‘’Yusuf, hep benim derdimle konuşup, seni ihmal ettim. Sahi senin evlenme işin ne oldu ? Şu sıralar Ağa da yok. O işten vaz mı geçtin yoksa ?’’

‘’Evet, öyle gibiydi... Zira kızın abisi beni usandırmıştı. Ayrıca biriktirdiğim tüm parayı Ağa’yı götürüp – getiren Murat ustaya vermiştim. Ancak dün yeni bir haber geldi. Kızın babası tekrar dünürcü göndersin diyormuş. Ama ben, dünürcü göndermek için aklı başında ve kızın abisine etki edecek birini tanımıyorum. Bu yüzden de iyce şaşkınım abla.’’

‘’Yusuf, benim bir tanıdığım var. 27 Mayıs’tan önce milletvekiliydi. Eğer kabul ederse o adam bu işi kıvırır. Sen ona bir git. Durumunu açık açık anlat. Herhalde dünür gitmeye razı olur.’’

‘’Peki abla, kim bu adam ?’’

‘’Bu adam, bizim ağanın en sevdiği ve en güvendiği Mustafa Bey. Sen ona git ve bizden de selam götür. Umarım seni geri çevirmez. ‘’

‘’Olur abla, şansımı deneyeyim...’’

‘’İnşallah olur. Ve adam da bu işi bitirirse senden çok ben sevineceğim.’’

Hanım ağanın önerisini uzun uzun düşündüm ve tavsiyesine uymaya karar verdim. Adam dünür gitmeyi kabul ederse ne ala, etmezse ne kaybederim ki. Bu hususta her durumu göze alarak adamın kapısını çaldım ve kendimi tanıttım. Sağolsun, adam beni evine kabul etti. Kısa bir sohbetten sonra:

‘’Mustafa bey, sizden bir dileğim var. Eğer kabul ederseniz çok mutlu olurum efendim.’’

‘’Neymiş o ? Söyle bakalım, Yusuf Bey.’’

‘’Efendim ben Doğuanadoluda öğretmenlik yapıyorum. Oralarda bir sürü eşkıya var. Bunların en ünlüleri Hamido ve Koçero. Bunların dışında adı duyulmayan daha niceleri var. O yüzden bu yörede görev yapmaktan korkuyorum. Bunun yanı sıra Doğu’nun toprak ağaları da eğitime karşıdır. Bu durum da benim gözümü korkutuyor.’’

‘’Haklısın Yusuf Bey. İsteğin ne ? Onu söyle.’’

‘’Abi, oradan kurtulmanın en sağlam yolu, bu ilde görev yapan bir bayanla evlilik yapmaktır.’’

‘’Haa. Anladım. Benim aracı olmamı istiyorsun.’’


‘’Evet Mustafa abi.’’
‘’Kimmiş bu şanslı hanım? Anlat bakalım.’’
‘’Abi, Fatma Hanımların y aylaya gittiği ilçede Karadayı unvanlı biri var. Onun öğretmen olan kızı.’’
‘’Tamam, tamam. O adamı iyi tanırım.’’

‘’Abi, o kız için dünür gitmeni istiyorum. Bundan önce ağa birkaç kez gitti. Fakat olmadı. Bu evliliğe herkes razı, ancak müdür olan ağabeyi olmaz diye diretiyor. Fatma abla, olsa olsa bu işi Mustafa Bey yapar deyip beni size yolladı.

‘’Pekala çocuk. Hemen gidelim. Yarın bir araba bul gel.’’ Dedi.

İkinci gün bir araba bulup, Mustafa Bey’in evine geldim. Adam hazırmış. Arabaya binip, Karadayının ilçesine gittik. Hayret ! Mustafa Bey kız evine gitmiyordu. Parkta oturdu. Sağdan, soldan adam çağırtıyordu. Ama ben, bu işten hiçbir şey anlamıyordum. Merak edip ve Mustafa Bey’le konuşup, oradan ayrılan adamlardan birine; ‘’Mustafa Bey’le ne konuştunuz ?’’ dedim. O adam Karadayı’nın müdür oğlunun en iyi dostu kimdir diye soruyor.’’ Dedi. Ben de ancak o zaman Mustafa Bey’in maksadını anlamış oldum. Hani, ‘’Tavşan, yerli tazıyla avlanır.’’ Derler ya... İşte Mustafa Bey de bu yolu seçiyordu. Yani, o akıllı bir adamdı. O yüzden bu işe oldu gözüyle bakıyordum.

Bir ara Mustafa Bey’in yanına iri yarı va koca göbekli bir adam geldi. İki adam uzun bir süre sohbet etti. Onlar, galiba iyi anlaşıyorlardı. Sohbet sonu ise ikisi birlikte kız evine gittiler. Onlar gidince etrafta bulunan birine o göbekli adamı sordum. Adam da ‘’O göbekli adam bu şehrin en sayılan kişisidir. Onun yapamayacağı hiçbir iş olmaz. Ona adıyla sanıyla Azmi ağa derler.’’ Dedi. Vatandaşın konuşması bana daha da güven verdi.

Aradan kısa bir zaman geçmişti ki, Mustafa Bey ve Azmi ağa kız evinin kapısında göründüler. Her ikisi de neşeliydi. İşin garibi müdür Bey de onları uğurluyordu.

Biraz sonra parka geldiler. Mustafa Bey; ‘’Gözün aydın. İşin tamam, ama işi bitiren ben değil Azmi Bey’dir.’’ Diyordu. Azmi Bey de ‘’kızımızı verdiğimiz delikanlı bu mu?’’ diye sordu ve ‘’Tebrik ederim beyefendi ‘’ dedi. Ben onlara kahve yaptırırken Mustafa Bey;’’Kızın ağabeyi Azmi Bey’in karşısında gık bile demedi.’’ Diyordu.

Mustafa Bey işi bitirince hemen resmi işlem yaptırdım. Sonra da resmi işlemi dilekçeme ekleyip, Ankara’nın yolunu tuttum. Doğruca Bakanlığa varıp, eş durumundan naklimi istedim. Naklimin memleketime yapılması benim için çok önemliydi. Ağaların baskısından ve eşkıya korkusundan kurtulmam lazımdı.

Bakanlıktakiler çok anlayışlı davranıp hemen naklimi yaptılar. Üstelik de nakil belgemi elime verip, yeni yerin hayırlı olsun diyerek beni memleketime yolladılar.

Çok mutluydum. Ben mutlu olunca da yollar, dağlar, ormanlar va uçan kuşlar da mutluydu. Çünkü yalnızdım. Tek başımaydım. Önüme çıkan her engeli yıkmak ve yıka yıka ilerlemek çok zordu. İşte bu yüzden son engelleri de yıktığım için mutluydum.

İle gelip nakil ve eş durumu belgelerimi sundum. Onlar da her ikimizi de aynı okula verdiler. Bunun üzerine de ilden aldığım nakil belgesiyle dayının şehrine, eşimin memleketine gittim. Garip ama gerçek, kızın babası beni eve sokmuyordu. Üstelik de bir ay içinde düğün yaparak kızı alıp götüreceksin diyordu. Bu da yetmiyormuş gibi gece sabaha dek silah elinde kapının ağzında yatıyordu. Biz aracı kanalıyla kızla haberleşiyorduk. Demek ki ‘’Dayı’’ kanunu böyleymiş. Mecburen boyun eğiyorduk.

Dayı, uzun boylu, kara yağız, geniş omuzlu biriydi. On yıl kadar askerlik yapmış. Katıldığı savaşlara ait türlü türlü silahları vardı. Silahların gücüyle de beni eve sokmuyordu.

Sabır... Dayının kurallarını da aşıyor ve isteklerini yerine getiriyordum. Ve onun istediği gün düğün yapmak zorundaydım.

Bana göre düğün için her şey tamamdı. Fakat bir işin karışanı çok olursa istekler hiç bitmiyordu. Bu durumun ana sebebi ise kızın annesinin benim de anamın olmayışı idi. Eşim olacak kız şehirliydi. O ‘’anne’’, ben ise ‘’ana’’ diyordum. Her neyse... İkimizin de bu kutsal varlıkları olmayınca iş çığrından çıkıyordu.

Kız tarafının işini Zeynep hanım adında biri organize ediyordu. Zeynep hanım bir gün beni çağırdı ve; ‘’Yusuf bey, düğün günü gelini indirip bindirecek bir bayan getireceksin. Yoksa bu iş olmaz’’ dedi. O anda beynimden vurulmuşa döndüm. Zira bu kadın başımdan aşağı bir kova kaynar su döküyordu.

Tanrım ! Olacak iş mi bu ? Düğüne çok az zaman var. Yıl boyu biriktirdiğim para dünürcü götürüp getirirken bitti. Ne yapmalı, nasıl yapmalıyım ? Zeynep hanım kanıma zehir, pişmiş aşıma su kattı. Problemi çözemiyorum.

Uzun bir süre düşündüm. Sonra da derdimi anlatmak için abilerime, köye gitmeye karar verdim. Çünkü bir kadın götürmem için en az 75 Lira para gerekti.

Sonunda yazın kavurucu sıcağında yola çıktım. Yol çok uzundu. Ama düğün zamanı çok azdı. Bu yüzden en kestirme yerden köyüme doğru yürüyordum. Bu kestirme yol öyle zordu ki; dereler, tepeler, dağlar ve ormanlar... yürüyor ve yürüyordum. Bu yollar oldukça da tehlikeliydi. Çünkü her türlü yabani hayvan vardı. Benim elimde ise silah görevi görmek üzere sadece bir sopa bulunuyordu. Çok korkuyordum. Bu nedenle uygun yerleri hep koşarak geçiyordum. Köyümün uzak olması ve erken varamayıp da problemi akşamdan çözememe endişesi de daha fazla enerji harcamama neden oluyordu.

Zavallı kalbim ! Sana ne kadar çok yük yüklüyorum, biliyor musun ? Bir taraftan türlü türlü heyecanlar, öbür yandan bu hızlı yürüyüşe ayak uydurmak için vücuduma taze kan hazırlayıp, biteviye pompalamak... Biliyorum, seni çok yoruyorum. Ama şunu da biliyorum ki bu yokuşun bir de inişi olacaktır.

Ben kalbimle sohbet yaparken bir dağın başına çıktık ve teyzemlerin köyü göründü. Buna bir hayli sevindim. Orası bile çok uzaktı. Ama olsun. Zira ‘’görünen köy kılavuz istemez ‘’ derler ya. Buna da şükür.

Bu dağa ‘’Hopka Dağı’’ denir. Batıdan Doğuya doğru kıvrıla kıvrıla gider. Bazı yerlerde duraklayıp, heybetlice Güneyine ve Kuzeyine bakar. Eteklerinde verimli yerler üretmiş ve buralarda bir sürü köyler kurulmuştur. Bu köylerden biri teyzemlerin, biri de bizim köyümüzdür.

Teyzemlerin köyünün görünmesi bana büyük bir cesaret verdi. Daha hızlı yürümeye başladım. Yolun da iniş aşağı oluşu hızımı bir kat daha artırdı. Öyle ki küçük kayaları, küçük çalıları dolanmıyor, üstünden atlıyordum. Kısa bir zaman sonra teyzemin evine geldim. Köyüme gitmek için O’nu atlayamazadım. Çünkü evi köyüme giden yolun kenarındaydı.

Teyzem beni Görünce o yaşlı haliyle ayağa kalkıp boynuma sarılarak ‘’ Bu halin ne kuzum? Nereden gelip, nereye gidiyorsun ?’’ dedi

Teyzeme ‘’Yarbay’’ derler. Bu yörenin akıl hocasıdır. Babası ölünce tanıdık çevre ona baş vurur olmuş. Köylülere göre teyzem çok akıllıymış. Zira bu ilin ilçelerinde ilk köy okulunu o yaptırmış. Kız ve oğullarının hepsini okutmuş. Tüm köylü de onu örnek almış. Kız, erkek gözetmeden çocuklarını okutmuş. Her halde köylü, bir saygı gereği ona ‘’Yarbay’’ ünvanını takmış olmalı.

Dedeme ‘’Halil Kahya’’ derlermiş. Kurtuluş savaşı sırasında çete başıymış ve üç, dört ilçenin kurtuluşunu sağlamış. Cumhuriyet Hükümeti de dedeme oldukça değer vermiş. Dedemden ötürü olmalı ki, teyzem de çok fazla saygı gören biridir.


Yüklə 1,27 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin