Yine önceki bölümde olduğu gibi, kendine özgü üslubu nedeniyle farklı yazılan kelimelere değil, diğer cümleler üzerinde sadece imla kurallarına uygunluk denetimi yaptım ve Ethem Aydın’ın kendi taslak çizimlerini kendi yazıları arasına serpiştirdim.
1920’lerde, bir başka deyişle Cumhuriyet ile beraber, eğer bu bir marifetse dünyaya gelmişim.
Sıradanmı sıradan, fulüğ bir yaşam öyküm var. Ancak ben o öykünün kahramanı değilim.
Beş yaşıma kadar anımsamıyorum. Kendimi selamladığım zaman, uygulamalı hayatın içinde buldum. İlk işim ayakta durmanın yan yollarını öğrenmekle geçti. Altı veya yedi yaşımda hayvanları tanımağa başladım. Kısrağın, kafama isabet eden tekmesi ilk belleğim.
Sonra hep atlarla geçen sisli günler.
Sevmeyi, sevilmeyi, atlar, ağaçlar, loş karanlıklarda uzayıp giden yalnızlığımın, çoğalan imgelerinde öğrendim.
Yalın doğa, mevsimler, kar, yağmur, birinde ilk defa yaktığım ateş, dereler, tepeler, bitmeyen gidiş gelişler.!
Nedendir bilinmez, üç atımız oldu (biri kısrak, tayı var), onu bir kardeşten çok sevdim, yemini verdim, derslerde tımarını düşündüm, üzerine korkusuzca bindim, kıvançta ve kaderde birlikte olduk, onunla kısa ve uzun yolculuklar yaptık, birbirimizi yüreklendirdik, tamamladık. Böylece doğaya bir geniş pencerem açıldı. Kırlar, dağlar, bitmez gözüken yollar boyu, başlangıçta ailemin beraberliğinde, kısa bir süre sonra da yalnız ikimiz, gece ve gündüz, ağaçlıklar, dağlar, tepeler, yaylalar, subaşları dinlencelerinde azığımızı yedik. Gecenin yoğun karanlığını, renkli ve ışıklı umut hayalleriyle Aydın ettik. Günün sıcağını bir su başında, ağaç gölgesinde duyumsadık.
Belli bir kullanım alanınız yok. Su taşımak, değirmene gitmek, eşe dosta hatır için vermek dışında, onları ayrı ayrı sulamaya ve gezdirmeye götürüyorum. Onlar bana emanet, tımarını yapıyorum, yemini veriyorum; yaşımsa yedi olabilir.
Silahı tanıdım, keklik besledim, ağaçlara tırmandım, meyve topladım, bahçeler suladım, fidan diktim, aşı yaptım, ürünleri gözledim.
Ürünlerin kullanıma ulaşıncaya kadar geçirdikleri evreleri bir bir yaşadım. Bahçenin böğürtlen otlarını tahrayla gün boyu temizledim. Ağaç kestim, budadım. Yağmurda, karda, doluda, yıldırım ve şimşekleri başlangıcından bitişine kadar izleme duyumsama imkanı buldum. Doğanın ve doğa olaylarının her dem içinde kalarak, ayrıcalıksız yaşadım, tanıdım.
Denebilirki, doğayı kendi kitabından, kendi anlatım amaçları içinde dilinden okudum. Yalın doğayı kendi yatağında izledim. Anlatılmaz bir aşkla, tutkuyla, içtiğim suları, okullarda edinebildiğim bilgi kırıntılarıyla karıştırarak, kendime özgü bir algılama, yorumlama kazandım. Ulaşamadığım zaman hayalimin hızlı atına binerek mesafeler aldım. Felsefemi oluşturdum. Şimdileri bilimsel kitapların sayfalarını açarken her köşe başında tanış, daha önceden yaşanmış duyumlar bana eşlik ediyor, anlamakta zorluk çekmiyorum.
Artık ilkokul bitiyor. En yakın ortaokul, Silifke 'de var. Posta arabaları veya deve katarları eşliğinde üç sene gel gitler, bir büyüğün gözetiminde üç, beş öğrencinin yerleşimi, pansiyon hayatı çekilmez gibi gözüken gurbetlik günleri.!.. Heyecanla tekrarını beklediğim, yolculuklar.
Başlangıçta bir amcanın görkemli dilini öğrenmiş, çok sevmiştim. Bu da sanata giden ilk yol olsa gerek.
Uzun uzun öğretmenlik yıllarım başladı. Adana İlk Öğretmen Okulu'na, gündüzlü giriş. Gazi Terbiye Resim Bölümü, 1944'te bitiş. Ver elini Kars Lisesi. Mut nere Kars nere!. Bir yıl sonra askerlik; Bornova, Koşulu Topçu Alayı. Artık sırasıyla görev yaptığım yerler: Düziçi Köy Enstitüsü, İvriz Köy Enstitüsü, Mersin Lisesi, Osmaniye Ortaokulu ve Lisesi, sonra Adana Erkek Lisesi. Otuz sene kalem tıraşın ağzında kaldım. Öğrencilerim beni, ben onları eğitmeye çaba verdik. Sanırımki bu alışverişte ben daha kazançlı çıktım.
İvriz'de evlilik, Mersin'de öğretmenlikten ayrılış. Ticaret denemesi, dersane, evlilik sürtüşmeleri, öğretmenliğe tekar dönüş, 1960.
Çocuklar büyüyor, okuyacaklar, okudular.
Yüksek öğrenimini tamamlamış, işini kurmuş iki oğlum var. Makine mühendisi Cumhur, şimdi İstanbul'da bilgisayar şirketi sahibi. Diş doktoru Murat Aydın. İş düzeni iyi..
Kendi işlerinde çalışıyorlar. Oğlum Cumhur ve Murat işlerini kurduktan sonra karım tarafından evden kovuldum.
1977 emeklilik, 1991 evliliğin bitimi. Yaşam sürüyor sürecek de; olumsuzlardan çok olumluluklar var. Sığınacak bir yerim; (Aydın Sanatevi) kitaplarım, daktilom, şövalem, puşetlerim, arkadaşlarım, öğrencilerimden oluşan bir kozmos. Mut ve Mutluluk atmosferim. Aydın Sanat Evi'ni kurdum. Yediden yetmişe öğrencilerim var. Öğrencilerim ve dostlarımla mutlu ve çok renkli günler yaşıyorum. Felsefeyi ve Bilimsel sanat ağırlıklı yapıtları dikkatle okurum. Zaman zaman da becerebildiğim kadar yazarım. Daktilo, bilgisayar, at, bisiklet, otomobil, planör, uçak kullanırım. Balon şişirmenin, bazen içinde, bazen seyirlik düşler kurmanın tiryakisiyim. Her yıl Mayıs sonu, Mut kayısı bayramına bir Mut ’lu olarak giderim. Mevimler boyu zaman aralıklarında Türkiye’yi gezmeğe çalışırım. Van’a yolum düşmüştü. Urartu kazılarını merak ettim. Dış ülkelerden gelip orada çalışan Prof. Hanri, eksikli bir tableti çözmeğe çalışıyordu. Yine eksikli bir cümle dikkatimi çekti.”Yerküre de közdürkülleniryavaşlar ama yaşar”. Orada çizdiklerimi resimle anlatmağa çalıştım.
Bölük pörçük yaşanmışlıklar; huzurlu huzursuz. Rüzgar gibi geçti.
İç ve dış dinginliğim ve kendime özgü bir yaşam biçemim var; Mersin'de İçel Sanat Kulübü, dolgun sosyal çalışmalarıyla, saygın bir kuruluş; sık sık onlarla olur gezilere katılırım. Ayrıca yaz ayları yurt içi gezileri seçerim. Çok kalabalık olmayan yörelerde. İçel Sanat Kulübü’nün onur üyeliğim var. Adana Sağır ve körler okuluna, Türk Hava Kurumu ’na katkılarımdan dolayı ödüllendirildim.
Sabahları çok erken kalkar Seyhan kıyısında yürürüm. İki saat kadar süren sabah yürüyüşlerine, bazen bisikletimle çıkarım. Sabahın ilk ışıklarında doğanın süzgün, dinlenmiş yüzünü görmek, günün, dünden ayırımını duyumsamak için sessizce ona sokulurum. Irmak boyu sabahları, gün doğumunda doyumsuz görüntüler sergiler. Renk henüz renk olmadan, dinginliğin büyüsü içinde birliğin güzelliğini, yalınlığını, ötücü kuşların korosunun büyüsünü paylaşırız. “İlkeler ve Edim” yürüyüşlerden bir anıdır. Adanalı bu yürüyüşleri sevdi, yollar dolu dolu oluyor.
Yürünen yol biter. Aydın Sanat evinin kapısındayız.
Günaydın, yerleşik ve birleşik objeler hepinize. Aydın Sanat evi, benim kapsamlı portremdir. Çantalar, el değmemiş tuvaller üzerinde belirmiş tuşlar! 1945’ten 1994’e merhaba... Şövalyeler, binicisini bekleyen huysuz atlar gibi gergin. 7 den 70 e merhaba.!
Aydın Sanat evinde herkes beklenir. Karınca kararınca ağırlanır. Günün durağan bir anında, çıkmazlarımla uğraşırken, kapıda bir gölge belirir. O bir gölge değil, ışıktır. Çıtıpıtı, mavilere bürünmüş, yeşil bakan, renk cümbüşü giysiler içinde oylumlu gamzeler, gülücüklü. Konuşurum, konuşur. Sesler ilahi tınılı, galeri şenlenmiştir.
Masamda güller, gönlümde bin bir çiçek...
Saatler kısalır, zaman bir başka boyutta dop dolu... Ayrılışında dünyam boşalır
Gerçek hayal olur bana
Karanlık mal olur bana
Dostlar bir hal olur bana
Deli olmak işten değil
Olabildiğince birçok ayrıntıdan kaçındım. Bıkmaz, isterseniz ben yazmaya hazırım.
E. Aydın, 10Eylül1998
Anılar; siz ne kadar sıcak, ne kadar cana yakınsınız.! Ben'siniz. Sizinle büyüyor; acısıyla tatlısıyla geçmiş günlerin renginde kokusunda mutluluk buluyoruz.. Yedi yaşından yetmiş yedi yaşa selam!..
İnsan bugünde yaşar ama geçmişte gezinerek kimliğini merak eder. Eğer kişinin bir sanat yönü varsa, bu iki bilinenden hareketle gelecek üzerine düşler kurar. Zamanda gezinmek, bilinçli veya bilinçsiz insanda yücelti yaratır. Yaratılışın özünde, zamanlarda gezinmek tutkusu vardır. Günlük ezgi ve üzgülerden kaçmak istediğimizde,genelde geçmişin fuluğ derinliklerine sığınır, köşede, kıyıda yaşadığımızı sandığımız mutlulukları anımsamak isteriz
Şimdi sizlerle benim geçmişimde, doğup büyüdüğüm kasabada, Mut'tayız.
E