Bu dosya, Ethem Aydın isimli eserin web üzerinden izinli yayınlanan resimsiz hazırlanmış bölümüdür. Değiştirilemez. Serbestçe kopyalanıp dağıtılabilir. Bu dosyanın orjinali



Yüklə 0,58 Mb.
səhifə8/9
tarix25.11.2017
ölçüsü0,58 Mb.
#32846
1   2   3   4   5   6   7   8   9

Pazar günü, çiftlik


Yağmur damlaları, tek tek bulutlar dönüşsüz duruyorlar. Ağaçlar beklemede. Meyve ağaçları. Yaprak dökümünde güneş ışınları bult aralarından sulara ulaşıyor.

Yazıyorum, sevgi ve özlem. Olanlar, olmayanlar, olacaklar, olmayacaklar.

20 yaş77 yaş. Yalnızlık yoksulluk kavşağında buluşuyor. Heyecanlı, beklentili, umulu. Yatıp, umutla kalkmalar. Güzeli buluyorum O’nda. Çünki sen yakın seçenek. Beklenen aranan gerçek ilde.

E. Aydın, 1Kasım1998, not defterinden



Pazar günü, çiftlik


Mavi yerinde, güneş yerinde, duyumsal dinginliğe kapılar fora.!

Kelebekler dalgalanarak yeşilden yeşile, çiçekten çiçeğe dalgalanıyor.

Esimde peşinde yüksekler yüksek sonsuza değen.

Toros’ların tepesi beyaz, zamanların tanığı, gururlu.

E. Aydın, 13Aralık1998, not defterinden
Evet hastalık da hesapta var. O kendi konuşmadıkça, ben de varım demedikçe hep göz ardı edilir. Yalnızlığa soyunanlar, bir gün sıkıntısını da çekerler. Ayrıcalığın ayrıcalığı da buradadır.

Bu hiçte özgürlüğü bağlamaz. Baş ağrısı başta kalmaz. Bir gün gelir çekilenler unutulur. Dayan gara öküzüm dayan. İştahım yok, o elektriklenmeden neden, azda olsa ateşimde var. Direnme ve diretme babında Hidayet’i çağırmıştım, vasıta bulamadı. Olanlar benim seçtiklerimdir. Bu söylenceye Arife günü başlamıştır. Kötümserlik işlediğim tema idi. Karşıma, umarsızlık saydığım olay benzerleri dizilmişti. Neden sonra bir doktor çağırmayı düşündüm. Dr.Fethi Zengin'i çağırdım. Sağolsun geldi, muayene etti, sıcak tutmamı önerdi.

Termofor kullanmaya başladım; şok var ama yönü ve yolu belli. Bende daha onat bir psikolojiye ulaştım. Gerçi iştahım bozuk ama, yine de aç kalmıyorum, Nilgün yemek yolluyor, becerebildiği kadar Atike temizliğe katkıda bulunuyor. Dahası ayaktayım. Baş ağrısı başta kalmaz inancımdır. Yeter ki nedeni anlaşılır olsun. Bayram, yani Pazar günü bitmek üzere, umudum yarın daha iyice bir gün olacak.

Bu gün Pazartesi, daha iyiyim. Yani ikinci gün. Bilgisayar başındayım, iyice benzer şeyler de yazıyorum. Fazıl beyden övgüler aldım.. Ayakta kalmayı istiyorum, yatmıyorum, o işi gece programına aldım. Atike hanım geldi temizlik yaptı. Nilgün hanım yemek yolluyor, gün inmek üzere.

E. Aydın, 13.Aralık1998
Bir yıl sonra, 24 Ekim. Mersin Liselileri günü ve ertesi, aynı bel ağrısı, tanıdığım karekterde. Sarındım, sarmalandım. Ama biraz daha yalnızlık çekiyorum. Ayaktayım, ateş yok, ağrı sınırlı.

9Kasım iç ürpertisiyle geçti. 10Kasım1997 sabahı Atatürk’ün anma günü için Atatük ilköğretim okuluna gittim. Merasim sonu döndüm. 11Kasım salı sabahı doktor Türkyılmaz Sakınc’ın yayla evine gittik. Hava serindi. İyi bir zaman geçirdik. Ama nezle oldum. Burnum akıyordu. 12Kasım Çarşamba, perşembe hep burnumla uğraştım ve de uğraşıyorum. Bu gün cuma idi. Ateşim yok. Ama burnumun ne zaman ne yapacağı belli değil.

E. Aydın

GÜNCE

Bugün Cumartesi, Ağustosun yirmibiri. Ben uzun ve yoğun, detayı çok bir çalışmanın içindeyim. Ev kiralamak hem bütçe hem de madde olarak büyük külfet. Oğlum Murat'ın muayenehanesinde kaldım şimdiye kadar, sağolsun. Ancak bende kendisine faydalı olduğumu sanıyorum. Kanımca bu benim için bir bağımlılık ve sorumluluk gibi geliyor. Günün birinde şu veya bu sebeple, belkide duygusal bir kırgınlık olsa, benim orada kalmam imkansız olursa acaba ne gibi bir seçeneğim olabilir diye düşündüm. Sağı solu derken, eşe dosta danışırken belli bir karara vardım. Başladım ama her başlangıcın içinden yeni başlangıçlar çıkıyor. Her keser veya çekiç vuruşta yeni sorunlar ortaya çıkıyor.

Daha ben başlangıçtayım ama zaman zaman umutsuzluğa ve kararsızlığa düştüğüm oluyor. Seçenek tek olduğu için kendimi tekrar moralize ediyorum. Yapmam, bir yerlere varmam gerekiyor. Şimdi yaptıklarım da pek az sayılmaz. Bitişik dükkanla aramızda altmış santimlik ve altı metre uzunlukta bir alanı var ettim. Banyo ve hela, belki mutfak için bir alan tasarlıyorum. Suyun yeri değişmesi gerekiyor, usta çağıracağım, elektrik şimdilik duracak, bütün apartumanın bir ışıklandırması ve havalandırılması deliği ile karşılaştım, ona bir kapak uydurmam gerekiyor.

Yaratılan boşlukta dolap gereksinimi olacak, nasıl yapacağımı bilmiyorum. İlk etapta şu suntaları sökmem gerekiyor, sonra duvar ve kapı için biraz düşünmeye ihtiyacım var. Bütün davarlar ve kazınılan yerler sıva ve badana yapılması gerekir. İş sayılamayacak kadar çok ama etap etap yürünecek. Ama sıvayı geciktirmeden ele almak gerekli. Çünkü kum dışarda, emanet eşek ortada. Bu arada birde Hidayet olayı var, oda yanımda barınıyor. Güzel sanatlara hazırlanıyor. Başarmasını istiyorum. Bir yerde sanki birlikte olunca yaşam daha kolaymış gibi geliyor.

E. Aydın
Bütün bu güzellikler gözlerde şaka.

Yaşam süreğen, bazen de durağan. Yavaş çekim hayat var burada. Durdurulmuş yavaşlıkta, temiz ve görkemli. Şehrin uğultusu, yaklaşık düzeni hepsi bir garip orantı, belkide uzantı.

Temmuz, Salı, sabah, Bartın’da oteldeyiz. Hava serin. Burada bir doğal güzellik var. Dağlar görülmüyor. (*) taşkıran da burada imiş. Karadenizde.

Bugün Ordu’dayız. Her yerde ısı düşük. Deniz Karadeniz. Kıyıda mağrur çalışıyorlar. Çalışkanlar. Yeşil yeşil, ton ton, renk renk gezinin arta kalanı.

Gezi oldukça iyi geçiyor. Gerginlikler eksik değil.

Gençler aşırı çizgisini zorluyorlar, içten geldiği gibi, riyasız ama yalın ve (*) şeyle davranmıyor ve yapmıyorlar. Eğer cumhuriyet bu çizgide düşünülseydi yaşamın çekiciliği kalmazdı.

E. Aydın, gezi notları


Saat Bağlamında uzayın algılanışı

RESİM


Bir saat onarım evinde doğmuşum. Ninnilerim, saat tik tak'ları; çalarların Üsküdar’a gideriken bir mendil buldum, mendilimin içine lokum doldurdum tınılarıydı. Ben, kundaktan kurtulur kurtulmaz; çevremdeki çeşitli saatleri, oyuncak nesnesi olarak seçtiğim için, tekrar tekrar kundaklanırdım. Hep sargılar içinde belekte büyüdüm. Hala elimi, kolumu, ayaklarımı dengeli kullanamayışım da bundandır.

Anlaşılacağı üzere, saatlere yaklaşmam yasaktı. Kalabalık bir aile olmamıza karşın, hemen hergün birkaç saat kendiliğinden bozuluyor, yeni bir oyuncağın kaba malzemesi oluyordu.

Yasaklardan sonra yediğim dayaklar da fayda vermeyince, önce çırak olarak, sonra da kalfa olarak saatçi tezgahına oturtuldum. Böylece onlara göre artık evdeki saatler kurtulmuştu... Sıranın kasabanın saatlerine geldiğini kavrayamamışlardı...

Müşterilerle genelde sevişiyorduk, genelde iyi ilişkiler içindeydik, yumşak konuşulduğu zaman, zaten müşteri hep iyidir, uyumludur. Hep sizi bağışlamaya hazırdırlar. Yine şimdileri olduğu gibi, artık bir gelenin bir çok kere daha gelmesinin gerektiğini öğrenmişlerdi. Geliyor, sakin sakin duruyorlar, çayımı, kahvemi de içiyorlar, güncel konuları tartışıyorlar, güle güle gidiyorlardı. Evdekiler yetmezmiş gibi komşular da oyunun çekim alanına girmişlerdi...

Buna rağmen bozulan saat oranı artıyordu. Sanıldığı gibi, yasaklar hep kötü sonuçlar vermez. Aksine zaman zaman doğurgan, kendine özgü farklı buluşların da babasıdır.

Sanırım bu, insanın yaratılış özelliği olacak: kurulu düzeni hep merak eder, karıştırır; onlarca düzeni bozar, sonuçta yeni bir düzende belki de birleştirebilir; adına da buluş der...

Şimdileri bile saat tamiri her tezgahta gizini korur.

Daha sonraki zamanlarda, Mekanik kolik oldum.

Bisiklet, misiklet, çamaşır makinası, buz dolabı, ütü, otomobil; benim elimde düzensizliğe ve sonra yarım düzene ulaşırdı.

E. Aydın
Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında, bütün dünyada alıcı eğitim sistemleride sorgulanıyordu. Hala da geçerli olan, “iş içinde eğitim” sistemlerinin büyük araştırıcısı, John Dewey ve daha diğerleri idegojik anlamda iş uygulamasını ilk defa köy enstitülerinde deneme ve açılmasına fırsat vermişlerdi. Enstitülerde de çalışmış olduğum için Mersin lisesinde iş derslerimde ve model uçak kurslarımda pedagojik anlamda işi hep gözetirdim. Böylece saat kurgusuyla uçan modeller, tepkimeli denemeler öğrencilerimin ilgisini çekmiş, kurulu düzenlemelerden yeni bulgulara itmişti. Akalp Sayın, Güngör Gürpınar, Ayhan Korucu, Devrim Özcan, Hüseyin Merzeci, Türkyılmaz Sakınç, Erdal Ayan, Burgutoğlu Kip Koray, Enver Podazihni Balım ve daha onlarcası unutamadığım araştırıcılardı.

Doğaya ilişkin salt bilgilerimiz, deneyimlerimizin kesin sonuçlarıyla güvenirliğine ulaşır. İşte heran emrinde olduğumuz saat; akan zamanın ölçümüyle, bütün insanlığın sosyal yaşamında vazgeçilmezliğini sürdürüyor. Bana göre saat aklın doğayı algılayışı, küçük çapta da olsa ortaya koyduğu bir doğa modeli değil midir?!

E. Aydın
Işıkta uyumam, derin dinlendirici uyku için, yakın ışıkları söndürürüm. Uzak ve yanal ışıklar içinse, yorganı tepeme kadar çeker, içerde bir kaos yaratırım. Yaz aylarında ise, gözümü bir bez şeritle bağlarım. Sanıldığı gibi karanlık aslında karanlık değildir. Bundan sonra belleğimi geleceğe dönderir, bir süre gezinmeye çalışırım. Güncel yaşamın bir düzeliği, toplumun ve erkenin tutarsızlığı geleceğe dönük düşleri öylesine umarsız çizgilere getirmiş ki, genelde yol çabuk biter. Uyku gelmemiştir. Geçmişe doğru yön değiştirir orada, anılarımla yükül bir duldayı seçer, ayrıntılarda dinlenmeye öykünürken, rüya iklimlerinde, uzamdan zamandan ayrınmış bölgelere günün başlangıcına ulaşırım.

Böyle bir uyku başlangıcında, öğretmenlik yaptığım günlerden bir anı arıyorum. Kars'tan başlayarak mevsimlere, gençliğime, öğrencilerime rastlamak umuduyla Alparslan lisesi bahçesine girdim, elinde kar küreği Abuzer ağa sınıflürü tüneller açıyordu, sigarası ağzında kan ter içinde; sokaklar boş, gazinolar boş, bir kaç gececi bahçesinde kırklama çay içiliyor. Sonra İzmir Bornova askerlik kır atım çevik, emirerim Sinan, sevgili beklediğim taş döşeli sokaklar, altmışbeş top alayı, Cemal ağa, terhisim Ankara, bakanlıklar, Düziçi köy enstitüsü, İvriz, Mersin lisesi, sınıflar, öğrenciler, öğretmenler uyku tutmuyor.

Mut'a indim, ilkokul günlerimi, merkez ilkokulunu, dere kenarlarını, kaleyi, okuldan kaçarak gizlendiğimiz, gülle ve düğme oynadığımız, pantolona kadar düğmesiz kaldığım günü ve burnumu çekerek eve dönüşümü, yediğim dayakları, bozup bozup oyuncak yaptığım saatleri, kır beygirimizi, karda, kışta, yağmurda onunla geçen unutulmaz dostluğumuzu, sığındığım tertemiz anıları, sekiz on yaşlarında bir çocuğun, her mevsimde, iklimde, dağ başlarında, ormanların ve dinginliğin ürpertili ama yalın büyüsü içinde, birinde yanan kütüğün ısısı ve ışığında, atım ve ben büyür büyür, karanlık ve yalnızlığın içinde güçlü bir kitle olurduk. Şişirdiğimiz balonun içine girer yükselirdik. O zamanlarda dağlar dost, insanlar dost, vahşi hayvanlar dosttular. Böylece evlerimizin bahçesi sonsuza uzanırdı. Köyler, yazın yörükler bizim bahçe komşumuzdular. Alış veriş parayla değil ayniyatlaydı, mal alınır mal verilirdi.

Atım balık kadar yumşak, dengeli ve devnigen, bulutlar yatağım kadar yumşak, bir kümeden öbürüne kayıyoruz, zaman durağan, uzam belirsiz yele düşlenen bir sevgilinin bukleli saçları, sevecen okşayan. Kuşlar var, dost yüzler var, öğrenciler var içten gülümseyen, birlikteliği kutsayan. Bir ebem kuşağı değişkenliğinde yüzleri, Venüs, Zeüs, Atena, Apolon, Artemişhera Osean, Pan, Kiklop, koltuğunda defteriyle Heredot, Hermes, tanrılara kafa tutan Gılgamış, Egidu, İştar.........

Sabah yürüyüşü zamanını haber veren zil sesi. Meğer şu insan da ne kadar büyük, ne kadar büyümeğe, sonsuza deymeye ayarlı bir iç beni ve asırları, zamanları kavrayan bir beyni var.

Kuşatılmışlık içinde insan ne kadar da zavallı, aciz, yoksun yaşıyor, yoksun yaşamaya itiliyor......

E. Aydın
DağoteliAkşam ilerliyor.

Terasta iki kişi veya uzaylı. Yeşiller turuncunun eşliğinde mavilerle buluşuyor. Renk tonları sessizce koyu morlara kayıyor, bütün vadide yer yer ışıklar, ateş böceği aydınlığının dinlendirici, soluk gücünde loşluğu yakalıyor. Hemen tepemizde yıldız kümeleri, binbir rengi yansıtan görkemli avizeler topluluğu, gerçeklerin sonundayız artık.

Masamıza bir mum ve oruç Aruoba geldi. Hani diyordu.

O anıyı da aslında epey sonra anımsarsın. Pek de inanmadan! Olguları saptamaya, uygun gerçeklere ulaşmaya çalışırsın, hatta sonradan gidip, oralarda gezinip gerçekleri yerli yerine oturtmaya çalışırsın, her zamanki budala tavrınla! Hayal mi kuruyorum? dersin.

Oysa, işte o tek, biricik, gerçek anıdır o'! senikendini de yeniden kurmanı gerektiren! Ancak senin kurmanla 'olgu' asıl gerçek olabilecek...

Hani yana yana dibine varmış bir mumun içinde oluşan oyuğun çeperi bir noktasında çatlamış, eriyik madde dışarı akmış, fitili de açıkta kalıp tükenmişken, çatlağı akmış maddeyle doldurup tıkayarak bitkin fitili yeniden yakınca, ufacık, güçsüz, belli, belirsiz! ama pırıl pırıl, yoğun, direngen, altı canlı mavi, üstü parlak sarı bir alev elde edersin ya, onun gibi işte...

Özlü, özgür, içtenlikli konuşmalar, fağfur fanusun içinde özlü direngen yankılar yaparak bize ulaştığında, biz kendilerimizden çok uzaklarda, ağırlıksız, orda burada, her yerde, dokunmanın çoğalmasını ideo insana ulaşmasını izledik.

E. Aydın, 11Ağustos1994

İŞE DÖNÜK HALK ÜNİVERSİTELERİ (3)

1928 YAZI DEVRİMİ, LATİN A.B.C.'sinin

YAŞANMIŞ ÖYKÜSÜ. İKİ ANI

Raslantı olarak 1920'de doğmuşum. Yine raslantı olarak, yedi kardeşin sağ kalan, dördün, sondan ikincisi olarak nüfusa işlenmişim. Arap harfleriyle başladığım ilkokul, Latin A,B,C.. ile bitti. Yeni yazının kasabamızdaki yarattığı havayı anlatmam gerek.

Eski yazıdan yeni ABCye geçişin görkemini dün gibi, gün gibi anımsarım. Türk insanı asırlar boyu organize eğitim ve öğretimden yoksun bırakılmış, buna karşın hemen her çağda yaygın eğitim ve kültür değerlerini korumayı, kollamayı becermiştir

Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, okur yazar sayısı, Türkiye genelinde %10 civarındaydı. Modern ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmaya soyunanlar, başta

Örnek insan Gazi Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, az zamanda çok büyük atılımlar yapmak gerektiğinin bilincinde idiler. İlk işleri Arap ABC' sini kaldırıp, yerine Latin ABC'sini koymak hazırlıkları oldu. 1927 yılında çalışma başlatıldı ve 1928 yılında bütün Türkiye'yi kapsayan bir seferberlik kanunlaştı.

Ben o yıl Mut İlkokulu ikinci sınıfında Arap ABC'sini sökemiyor, sınıf tekrarlıyordum. Bütün yurda olduğu gibi Mut'a da Millet Mektepleri açılması emri, uygulamasıyla birlikte geldi.

Gündüzleri bizim doldurduğumuz sınıflar geceleri, ihtiyar, genç, yeni yetme, köylü kentli, konuklarla dolup taşıyordu. Gaz lambası ışığında; kentli ve köylülerin yeni yazıyı öğrenmeye çalıştıklarını; kısa bir süre sonra, erken öğrenenlerin, alanlarda kapı pencereden oluşturdukları yazı tahtaları başında, yeni guruplarla coştuklarını da, kahvehanelerin okul gibi öğretime soyunduklarını da gururla, gözlerim yaşararak anımsarım. Hatta kahveler, cami avluları kara tahta ve tebeşir elinde öğreticilerle, öğrenicilerle dolmuştu. Zaman zaman biz gündüz öğrencilerine, gece tahta başında öğreticilik görevi verilmişti. Babam bir süre Camüül Ezher 'de bulunmuş bir imam, ama aydınlığa açık birisi idi. İlk geceler biz dört kardeşten edindikleriyle bir kaç günde okuma yazmayı sökerek, gece mekteplerinde ders vermeye başlamıştı bile.

Dil devrimi ve ulus bilinci, ne büyük atılımların umut dolu başlangıcı olmuştu.

Osmanlı Dönemi'nde, saray çevrelerinde okumuş yazmışların yanında, asırlar boyu aşağılık duygusuna kapılmış Türk İnsanı, okuyup yazma öğrenmekten kıvanç ve gurur duyuyordu. Sokakta yerde bulduğu bir yazılı kağıdı alıyor, sökmeye çalışıyordu.

Dahası, Namık Kemal, Müsahip Zade'nin sahne oyun uyarlamaları; kaymakam, hakim, berber, kasap, esnaf katılımlarıyla oynanıyor, haftalar boyu Mut’luya sunuluyordu. Ulusal bilinç yakalanmıştı, bugün kaybolmuş gibi görünse bile, bu ulusun büyüklüğü zorları yenmeği hep başarmıştır.

İkinci anı: Türkiye genelinde Ezan'ın Türkçe okunması bir genelgeyle cami imamlarına buyrulmuştu. Ekte bir de tercüme metin yollanmıştı. Bir gece Müftü Nadir Efendi, Hakim Ali Rıza Bey, kaymakam, jandarma komutanı bizim eve gelerek sabaha kadar metin üzerinde durdular, belli bir makamda sesli okuma çalışmaları yaptılar, çevreden duyulmasın diye fısıltı halinde okuyorlardı, bizler bitişik odada uyuyamıyor, olanları heyecanla dinliyorduk. Nadir Efendi sesini yükselterek Yahu Hoca biraz sonra minareye sen çıkacaksın, şunu ayağa kalkıp elini kulağına atsan bağıra bağıra okusana dedi. Babam da güzel, ince, titrek sesiyle yüksek sesle bir makamla okudu. Tanrı uludur, Tanrı uludur, haydin namaza, namaz uykudan hayırlıdır.. Haydin felaha....

Sonra minareye çıkıldı, sabahın dinginliği içinde bu ses bütün boşluklara ulaştı, yayıldı ve sindi.

Sabahleyin bizim ev ana baba gününe döndü, eline küçük bir armağan alan Mut’lular, bizim eve üşüştüler, tebrik, teşekkürler ediyorlardı. Hoca, Allah senden razı olsun, ilk defa biz şu Ezan'ın ne manaya geldiğini öğrendik, anladık.

E. Aydın
Şu derbeder görünüşlü Aydın sanatevi, sevgilerim, sevgililerimle tıkabasa dolu. Duvarlarda durdurulmuş zamanlardan anılar, şövalyelerde bilmem hangi baş yapıtın ilk izleri, zamanlara direnme gücünü hala koruyan vantilatörüm, artı zamanlarımda karanlık odada başında sabahladığım agrandizör, miniklerin oturduğu öğrenci tabureleri, modellik etmiş alçı ve çamur kırıntıları, kırk yılda bir gerekecek olan avadanlıklarım, üzerinde boyaların kuruduğu paletim, dışardan bana iletişim sağlayan bilge dostlarımın oturduğu sandalyelerim, zaman zaman da olsa sesini duyduğum radyom, doyumsuz alolar beklentisiyle yanında oturduğım telefonum, sabah loşluklarında binbir çelişik ama yüksek duygularla bahçelerden çaldığım güller... Yaprak yaprak benek benek renk renk beni bana söylerler sessizce.

Raflarda kitaplarım, hergün yenilenen ve çoğalan belleğim, düşünüler arasında mavi beyaz uçuşan sigara dumanlarım, kül tablasında sayısal çokluğa ulaşan izmaritlerim, dosya dosya yazdıklarım, odalara sığmayan yazamadıklarım.

Her dem harekete hazır daktilomun şaryosu. Bir Nasrettin kapısından sonra başlayan duyumlar dünyası. Geceler boyu bana sevgi sıcaklığını tattıran, konuşa konuşa, sevişe sevişe sevmenin dokunmanın gizemini yaşadığım yatak.

Ağızdan ağıza aktararak yudumladığımız nektar, Çukulatalı sevişmeler, değişmeler, sıradan örneklerden, yaşanmışlıklardan kurtarılmış balonlar dolu zamanlarımız. Gecenin bilmemhangi deminde, yazanın da yazılanın da bir türlü hatırlayamadığı uzay. Mor ötesi zaman, sonsuza eğri, ilahi tınılı. Savruluyor ipeksi saçlar esimde, ebemkuşağı. Güçlü iki yürek pompalıyor seviyi sonsuzluğa, ak soluğun rüzgar. Deniz dalgalı, kauık yalpa, zaman uzayda özgür. Kayıkta biz insana doğru. Yağmur çisem çisem toprağıma taşıma. Çiseminde sen nergis kokusu, bulutlardayım, yahutta mitlerdeyim. İçten içe çoğalıyorum pınarlarcasına... kaymağım sen.. Dışardan sarılmış içimde gelgitler, kıyılarım ben. Köpüklü dalgalar kıyıda açılır, soluğu sen, sen... Çoğalıyorum seninle, azalıyorum sensiz. Devamı uzun...

Hele hele uzun beklentilerden sonra, beklenmeyen bir zamanda, kapımda gözüken kardelenim. Burayı seninle daha çok seviyorum, özlüyorum.

E. Aydın
6 Nisan akşam Adana’dan çıktık. Saat 10, Ağaçlı tesislerine (*). Yani üç saat gelindi. Hava serin. İnsanları da bir tuhaf. İstan(*)e galiba pek iyi bir (*)

Yarın 7Nisan olacak Perşembe.

E. Aydın, gezi notları
Akşam cumartesi. İsmail bey. Değişik bir ortamdayız. Buradan gitmek zor. Gitme. Biraz bekleyiver. Lazım mı?

E. Aydın, not defterinden



Yüklə 0,58 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin