Bu dosya, Ethem Aydın isimli eserin web üzerinden izinli yayınlanan resimsiz hazırlanmış bölümüdür. Değiştirilemez. Serbestçe kopyalanıp dağıtılabilir. Bu dosyanın orjinali



Yüklə 0,58 Mb.
səhifə6/9
tarix25.11.2017
ölçüsü0,58 Mb.
#32846
1   2   3   4   5   6   7   8   9

RESİM

Sonbahar bir son değil, ilkbahar ilk değildir doğada.

Sonbahar, binbir emeğin binbir umudun kıpır kıpır olduğu mevsim. Mevsimler içinde ne kadar anlamlıdır.

Çiçekler açar renk renk koku koku tazecik. Üzerlerinde su tanecikleri kolyeleşir. Sabah güneşinin ebem kuşağında.

Meyveler tat tat oluşur havenklerde(*) kış hazırlığı içindedir her canlı güle oynaya.

Son yağmurlarla arınmış burnu sümüklü üzümler, içinden hayat iksirleri sızan incirler, olgunluğunu haber vermek için hafifce toklanmış(*) , yeşil sarı bürümcekler (*) içinde lal kırmızı morlar, bütün bu güzellikleri adım adım izleyen hovarda kuşlar, binbir böcek çoşkun armonilerle çığrışır dururlar.

Ah sonbahar ne güzeldir.

E. Aydın, 20Ağustos1980


İçimde bir hareket var. Yapmak, yapmak, bir şeyler yapmak istiyorum. Yaptıklarımı seviyorum. Ancak daha yeni daha geçerli şeyler arıyorum. Bütün bilinenleri kenara iterek, kararlı dengeye ulaşmış kuramları yok saymak, yepyeni, daha naturel, insan ve doğa yaşamına uygun düşen türler, işlevler bulmak aramak istiyorum. O denli, toplumun tabularını, varsayımlarını zorluyorumki, bana rahatça manyak anormal denebilir

Düşünülerimi örneklemek gerekirse:

Tanrıya inanıyorum. Ama bütün inananları riyakar buluyorum. Riya fikri ile tanrıyı bağdaştıranları horluyorum. Tanrı ile kullar arasında yaratılmağa çalışılan katı ve girift labirentlerin sözcülerine içerliyorum. Peygamber büyük insandır. Bu büyüklüğün topluma yansımasına yardımcı olmayan veya yanlış yansıtan ulemalara küfrediyorum.

Hz. Muhammet, Mevlana, Hacı Bektaş Veli, İsa, Musa ve bunlar gibi 100lercesi tanrının sesine kulak vermişler, insanlar arasında kardeşlik bağlarını söylemişler, dünyanın küçücük olduğunu görmüşler, ölümlü sayılı günler için kırıcı olmayı kınamışlar, sevgi sevgi diye bağırmışlar. Onlar gibi düşünüyorum, kendimi horlamıyorum yaratandan ötürü.

Peygamberlerin toplumlar için tavsiyeleri tam uygulama bulsaydı dünyamız cennet gibi olurdu. Bugünkü çekilen sıkıntılar, bunalımlar, inançta riyakar olanların tutumlarından kaynaklanıyor.

İlim ve fenler de ayni durumda, ayni yanılgılarda. Saptırılmış hemen her güzel buluş amacından çok uzak yerlerde, olaylarda değerlendirilmiş.

Tanrı aklı kendi özelliklerinden birisi olarak insanlara vermiş. Ama akılı kullanmak için çok karmaşık yollara sapmışız. Akıl bütün insanların özelliğidir. Herhangi bir dinle inançla bağımlı değildir. Temiz olmak için, hayırsever olmak için, zorda olanlara yardım etmek için, tüm insanlığı sevmek için müslüman olmağa gerek yok. Herhangi bir inanç gurubu içinde olmanın sadece bir seçenek olduğu, bu seçeneğin cemiyetleşmek için gerekli olduğu açık seçik belli değil midir !

Hücreyi görüyorum, güneşi, havayı, özellikleriyle, etkileriyle tanımak evrenseldir. Etki ve tepkileri, şartlar içindeki değişgenliğindeki peryodik düzen bilimsel kuramsal değil midir?

Öyle düşünüyorumki tanrı bazı insanlara inançlarından dolayı bir ayrıcalık tanımayacak kadar adildir.

E. Aydın, 23Ağustos1980 Cumartesi


Kişiliğimde oluşan terslikler saymakla bitmez.

Medeniyet toplumlara ne getirmiştir hep merak ederim. Görmek algılamak belli bir zaman birimi içinde oluşuyorsa, 1600 ya da 90 kilometre ile seyahat eden kişi veya canlının görme algılanma bakımından kǎrı, hazım kurallarını düşünmeden mideyi doldurmaktan farkı nedir? Zamanı kazanmak yerine eldeki zaman birimini iyi değerlendirmek daha akıllı değil midir? Sonu bizce açık saçık belli olan yaşamı, süratle değiştirmek, geniş kavramlı sonuçta neyi ifade eder? Buhar kazanını, motoru, elektroniği, elektriği tanıyan insan bugün bir hercümerc içinde değil midir.

Gidilecek yere çabuk gidiliyor, çabuk üretiliyor, çabuk haberleşiliyor ama neyi değiştiriyor. Birleşik kaplar örneği sayısız sorunlarda beraber gelişmiyor mu? Böylece hücre metabolizmasında yarın çaresi bulunmayacak yaralar açmıyor muyuz. Gündüz ışıkları herşeyi açık seçik aydınlatırken güzel dediğimiz gece boyu fena mıdır? Bize bu huzur vermiyor mu? Güneş veya gece devamlı olsaydı acaba yaşam olur mu, yaşamın tadı olur muydu?

E. Aydın, 23Ağustos1980 Cumartesi


Ölümü geciktirmek bencil bir mutluluk yaratır, ama bu mutluluk daha acı sonlara neden olabilir.

Ömrün uzaması hatta ölümsüzlüğe ulaşılması idealdir. Ama herhalde bugün uğruna öldüğümüz, ölmeğe söz verdiğimiz medeniyet canavarı yardımıyla olmayacaktır.

Sevginin, sükunetin, ılıklığın, temizliğin hergün daha da yittiği bir ortamda, hırlaşmalar artarak pisliğin seller gibi yayılarak, patlamalar daha büyük patlamalar zevk almağa devam ederken uzun ömrü, ölümsüzlüğü hayal etmek sefillik olur.

E. Aydın, 26Ağustos1980 Salı


Özetlenirse, canlılığın oluşumunda öz olan su, hava dolayısıyla güneş, insafsızca uygarlık adına katledilmekte, fonksiyonları zayıflatılmaktadır.

Hele gürültüler, uçak, motor, türlü patlamalar, yaşamı etkilemekte tehdit etmektedir. Böylece medeniyete uyum sağlayamıyor adapte olamıyorum.

Demokrasiyi eleştiriyorum. 100 kişinin 99a üstünlüğü, bir yerde baskısı, doğru yolun genel ihtiyaçların sınırlanmasına programlanmasına ters düşüyor. Art niyetliler, anayasaları kendi amaçlarında zorlayarak bir takım anlaşılmaz içinden çıkılmaz labirentler oluşturuyor, sonra da o dehlizlere kendileri sığınıyorlar.

E. Aydın, 27Ağustos1980 Çarşamba


Güzel sanatlar birliği.

Resim derneğinin 18Ağustos1980 tarihli yazısı nedeni ile hazırlanmıştır.

Zamanımızın siyasileri gibi bir takım sanatçılar da kendilerine anlaşılmaz bir paye vermekteler.

Sanat yapımına ambargo koymak istiyorlar. Leonardo galerisinin teklifi bende bu tepkiyi uyandırdı.

Sonra İstanbul Taksim sanat galerisi, Ankara Güzel Sanatlar galerisi, İstanbul Kültür Sarayı niçin gurubumuza yer ayırmıyor. Oralarda sanat uğruna yapılmış nice cinayetlerin sergilendiğini görmedik mi?

Sanatçı hassas kişidir. Bu tür davranışlardan duyarlıdır. Bahsettiğiniz galerilerde sergim oldu. Hem küçük hem de az gezilebilir, üyelerin temsil edilebilme şansları azalmış oluyor. Anlaşmış olduğunuz sergilere katılacağım. Tabi bu konuşmalar, Mehmet bey’le aramızda bir söyleşi niteliğindedir.

1942 yılında Gazi Terbiye Enstitüsüne girdim. Refik Efekman , Cemal Bingöl, Malik Aksel, Suat Kemal Yetkin, Cevat Memduh Altun hocalardan 3 yıl ders aldım. Hayyam () Keskinok, Hasan Kavruk (*), sınıf arkadaşlarım idiler. Hüseyin Gezer’le çocukluktan beri sevişir konuşuruz tartışırız. Dahası 1945’ten 1977 yılına kadar liseler, öğretmen okulunda diplomalı sanat yetkilisi olarak görev yaptım. Bu arada Erman(*) İlal’yı(*) da tanımak imkan buldum.Mesleğimle ilgili neler buldumsa okudum. Biraz da boya yaladım.

Bu öz geçmişe dayanarak asırlar boyu sanat sanat ve sanatın öyküsünü, gizlerini kendi çapımda, eldeki verelerden hareketle aradım durdum.

Bulgularım gösteriyorki yaşam gücü olan, evrensel olan herşey gibi sanatın da bir göbek kolonu vardır. Göbek kolonsuz bir yaşam düşünemiyorum. Sanatın göbek kolonu, tabiattır, doğadır. Onu iyi tanımak, ondan çok uzaklaşmadan yorumlar yapmak doğaldır. Ancak sanatı izleyenleri, öz kaynak olan izleyicileri yanıltmadan eldeki vereleri yıkmadan yapılan çalışmalar ömürlü ölümsüz ve meda(*) üstüdür.

Birkısım sanatçılar bu oyunu kuralsız oynuyorlar.

Kendilerini lagüzel(*) ilan edecek düşünce ve yorumları labirentlere tıkamak istiyorlar. Siz de bunu üzülerek görüyorumki onaylamış gözüküyorsunuz

Dünyanın her yanında sanat yapılmaktadır. Sanatçıyı gurup kararları ile bağlayamayız.

E. Aydın, 28Ağustos1980
Şair gemsiz, hayalinin kanatlarında her yeri gezen herşeyi gören, gördüren, zamanı, ışık hızı ölçülerini aşan adamdır.

O, bir nefes, mazide bir nefes, atide ezelden ebede rahatça giden, 20 asır medeniyet bulgularını milyonlarca yıl önce aşmış, ayı, yıldızları, deniz diplerini, ölümü, ölümsüzlüğü görmüş, ince bir pırlanta madenin usta işçisidir yaşayan.

O’nun gözünde çaresizlik; kapıyı çalacak kadar somut, önüne gelenleri saptayacak güçte aynalar, bir nefeste boşaltabilinen dünyalar, umuttan karın tokluğu ve bizi terketmeyen iyi dost yalnızlık..

Şair masmavi gecelerden bürümcek(*) özlümüz, zaman içinde düşüncelerini eritir, ölümsüzlüğün çaprısını duyar, 1+ 1 = 1 de durumu simgeler.

E. Aydın, 30Ağustos1980
Bu yazıları ilk düşündüğümde, bir sıra hiç olmazsa olgular bağı kurmayı gönlümden geçirmiştim. Galiba olmuyor, olmayacak. Böyle bir dizinin rastgelelik karekteri oluyor. (*). O pınarlarki gelecek nesilleri berrak sularda beslerler, büyütürler.

1Eylül1980 Pazartesi


Gerek özel gerekse kamu kesiminde kadını sıradan bir çalışan ve işgücü de üreten varlık olarak düşünemedim. Onu bizden farklı daima kadın, sevgili, oynaş olarak gördüm. Gerçi platonik olmak hemcinsi diri ve konusuna yatkın tutar. Yaşamı yorulmağa değer kılar.

Bir Karacaoğlan’ı iten doyumsuz aşk, Mevlana ’nın erişmek istediği yüksek hayal varlığı, Leonardo, Mikelanj, Lutrek(*), Goya, Dantey, Betofen, Şubert, List hep ayni ideal duygularla büyük oldular. Ölmezliğe ulaştılar.

Venüs bir ideal, konusu kadın olan bir hayal ürünüdür. Mona Lisa da aynı şekilde var sayılan bir varlıktır.

Kadına doğurgan olduğu, besleyici, büyütücü, ana olduğu için bir üstünlük dokunulmazlık toplumumuzda yerleşmiştir. Ancak sınırını tayin etmek bize bırakılmıştır.

Koskoca Sultan Selim, şirler pençeyi kahrımdan alurken(*) berzen(*) beni bir gözleri ahuya zebun etti felek demiştir.

Yunus söylemiş, Veysel söylemiş, Nedim methiyeler yazmış Aşk, doğurgan ve özlü bir itici güçtür. Aşk olmadan meşk olmaz. Aşkın bittiği yerde kanımca hayat son bulur.

Bütün bu örneklerle kendimi hayatla dopdolu buluyorum. Ama, iyi kanalize edilmemiş bir doluluk.

E. Aydın, 1Eylül1980 Pazartesi


Bir deneme

Tahta kurusu ile el ense.

Elinde valizi 9 sularında otelde tek kişilik odasının anahtarını çevirdi, kapıyı açtı.

Tecrübeli burnuyla havayı kokladı. Evet %20 ayak kokusu, %30 rutubet, %15 dün bir hacının içerde yattığını anlatan gül yağı, %10 namazlık için duvara asılmış geyik derisi kokusu, %17 yakından geçen lağım borusundan gelen alışılmış koku, %9 garip burdan seçemediği ama bütün vücudun hemen hatırlayarak kaşıntı duygusu uyandıran ve cinsine seçmeye saptamaya yardımcı olduğu tahta kurusunun o değişmez ağız kokuların % dengesini hiçe saydıran kokusu dostumuzun huzurunu bozmuş, dinlenme umutlarını alt üst etmişti.

Bir kurmay tafrası ile bu tek sevilmeyene karşı yatağı odanın ortasına kaydırdı. Duvarlardan aralık aldı. Minderin, yorganın, yastığın yuva için uygun yerlerini inceden inceye araştırdı. Bu koku tahlilinde yanılmış olmanın iç rahatlığı ile yatağa uzandı. Derin bir uykuya daldı. Ne kadar zaman geçtiği bilinmez. Boyun kısmında tatlı bir kaşıntıyla uyandı. Elini ani bir hareketle boynuna götürdü. Dolgunca yarım kalan bir yuvarlağın üzerine ulaştı. Bastırarak taciz eden şeyin cinsini bulmağı düşündü. Eline ılık bir sıvının bulaşması ile burnuna sevgili dostun kokusunun ulaşması bir oldu. İşte dünyası burada bitmiş gibi üzüldü.

Ama insan olmanın verdiği üstünlük inancı ile hemen ayağa kalktı, elektriği yaktı. Yeni şeytani planlar düşünmeye başladı. Sessizce kapıyı açtı. Helaları bir bir dolaştı. Muslukların önüne konan konserve kutularından 4 tane aldı. İçlerini yarıya kadar su ile doldurarak savaş meydanına döndü.

Karyolanın ayaklarını bu kutuların içine yerleştirdi. Bulduğu fikirden mağrur, tekrar minderin yastığın kıyı köşesini araştırdı. Çevirme hareketi ile bir kısım sersemleşmiş böceği öldürdü. Ve elektriği söndürüp yattı. Rüyaları olan bir uykuya daldı.

Aman bu ne? Şimdi de ayakları, kolları içten içe kaşınıyordu. Önce olamaz dedi. Biraz kendini dinledi. Onları çok iyi tanıyordu. Kalktı elektriği yaktı. O karşıt kuvvetlerin beyaz çarşaf üzerinde ordugah kurmuş olduklarını gördü. Bozulmuştu. Nasıl ve nereden bu kadar canlının yatağına izinsiz geldiğini düşünmek için lambayı söndürmeden yatağa uzandı. Gözlerini tavana dikti. Ne görsün. Elektrik kordonuna doğru takım adımları ile ilerleyen, geri manevralar yapan paraşüt birlikleri açık seçik karşısında idi. Ve salondaki saat sabahın yedisini vuruyor, dostumuza bu seferki savaşın bittiğini müjdeliyordu.

Tahtakurusu deyip geçmeyelim. Daha yıllarca ondan öğreneceğimiz şeyler olacağını unutmayalım

E. Aydın, 3Eylül1980 Çarşamba


Akıllı insan dostlarım, siz bir sineği veya sivrisineği öldürmeğe çalıştınız mı? Önce karasinekten dem vuralım. Onun vücudumuzun en duyarlı en duyarlı yerlerine konuşunu bir kenara itiniz.. Sineği gördünüz, aklınızı kullandınız, nereye konduğunu, ne tarafa uçması mümkün hesapladınız, uçuş hızını da iyi hesapladınız, ve duruma en uygun elinizi bütün dikkatinizle, gizlilik içinde, yavaş yavaş, kullanır menzile doğru taşıdınız. Hücum. Ama netice genellikle boş olur.

Harekette kusurunuz olmamıştır ama sinek hem çok rahat duyarlı yerlerinizde dolaşmış, ayni anda niyetinizi de anlamıştır. Çok yönlü planınıza kontra plan uygulamıştır. Sinek hayasızdır, akılsızdır, bir düzedir denir. Ama el hak yanlıştır.

E. Aydın, 3Eylül1980 Çarşamba
Hele sivrisinek ne orjinal ne terbiye değeri yüksek oyunlar sergiler. Genellikle loş veya karanlık ortamı bekler. Önce bulunduğu yerden zikzaklı bir uçuşla elverişli indirim bölgelerini keşfeder. Işığın az, direkt hareketlere ters gelecek av sahasına daha yakın bir konaklama bölgesine sokulur, yatar ve bekler. Uyku halinin koyulaşmasını özel araçları ile iskandil eder. Olumlu sonuçlar üzerine, havalanır ve daha önceden planladığı sömürü alanına, tatlı, çok alçaktan uçarak ulaşır. İnce ve tiz bir sesle uyku hali derinliğini önceden kontrol eder. Ani bir baskında ilk sığınak yerini önceden dikkat ve özenti ile seçer. Artık sondaj başlayabilir. Enerji bölgelerini en hassas elektrofizik, şimik, piskolojik, sosyolojik, sempatik, manyetik, daha insanoğlunun hatırına bile gelmemiş bilim dallarının uygulaması ile harita haline getirmiştir. Diyelimki bu bir insanoğludur. İlk sondaj başlarken uyandı ve harekete karşılık verdi. Hap ilk....

E. Aydın, 4Eylül1980


Günler geçiyor, herşey bir öncekinin gölgesinde füluğlaşıyor. Yarın yarın derken bugün elden gidiyor. Seneler sararmış takvim yaprakları gibi bir önceki günü örterek yığılıyor deste deste... kapalı kitap oluyor.

Sayfaları karıştırdığınız zaman geçmiş günleri görüyor, onlarla gelecek zamanı yine harcamış oluyorsunuz.

Anı yaşamak ne kadar hayal oluyor. Olaylar zincirine hep arkasından seyretmek ne kadar hazin oluyor.!

Sabahlar oluyor, insanlar uyanıyor, dopdolu bir günün özlemi içinde. Ama günler işler hep birbirinin benzeri şeyler. Bir sağa bir sola ama devamlı ayni yola gidiyor. Bazen kararlı, bazen kararsız çalkalanıp duruyor, susuz deniz misali.

Dünyaya gelinmiş 10Ey1980 Çar habersiz yaşanıyor, anlamsız, ölünüyor, nedensiz. Bu evrende bir anlam olmalı, sebepsizlikler silinmeli. Aksi halde çarpım cetveli niçin var, niçin kullanıyoruz. 2 x 2 = 4 etse de 5 etse de neyi değiştiriyor.

E. Aydın, 10Eylül1980


Dün orada kaldı. Sabah evden çıkarken bir program yapmıştım. Temeli hayale kurulu. Üzerine yaldızlı köşaneler(*) yapmıştım. Gittim geldim. Hakikatların kuru yüzünü seyrettim ve bir beşyüz lira kazanmak için ikinci hamlemi yaptım. Para kazanamadım ama gönül kazandım. Eve döndüm. Tamamen günlük mide işlerine daldım gittim. (Editörün Notu: Öğrenciliğimim geçtiği Istanbul KocaMustafaPaşa’daki evimize yakın bir dükkanda babam resim çalışıyordu. Bir tablosunu 500 liraya satın almak üzere olan bir şahısa, tabloyu ücretsiz hediye etmişti. Yukardaki satırlar bu olayı anlatıyor olmalı.)

Gece oldu uyudum uyandım. Daha hafif, daha gerçekçi bir programla güne başladım. Mekanik bir konuda bir küçük başarı ve onun detayları ile ayaktayım. Küçük başarılar bile yaşam hızı veriyor insana. Zaten yaşam bir cıvıltı, bir mutlu kıpırtı değil midir?

Yaygın din kurucuları, filozoflar, devlet kuranlar, icat edenler, hemen hepsi mutlu bir kıpırtı içinde gelip gitmediler mi?

İçimden resim yapmak gelmiyor. Neyin halka dönük, neyin ölmez sanat olduğunu, benim neyi yapabildiğimi bilemiyorum. Sanatta bir kargaşa karmaşa çıkmazında çalkalanıyor.

E. Aydın, 11Eylül1980
(Editörün Notu: Aşağıdaki satırlar Türk Silahlı Kuvvetlerin yönetime el koyduğu günlerde yazılmıştır.)

Bugün pazartesi. Galiba, cumhuriyetin o canlar pahasına kazanılmış, yüksek ideallerle var edilmeğe çalışılmış, uygarlığın matlaşmağa başladığı, ferini yitirmeğe yöneldiği, bir devre sonunu geride bırakarak, daha mutlu günlere yönelmenin umuduna kavuşuyoruz bugün.

İnsan haysiyeti, meslek aşkı, namus, büyük küçük sevgisi gibi sözcüklerin anlamını yitirdiği bir çağ belkide son buluyor. Böylece bir ulus, bir asil soy, geleneksel özüne ulaşma yoluna girecek. Bu ülke 1950 lerle aşlayan borç alma, borç yeme, yatırımdan uzak harcamalarla, kapütülasyonlardan daha ağır olan bu günlere getirilmiştir.

1950 lerde atılan adımlar, yapılan hamleler, büyük ve gerekli şeyler vardır(*). Ancak siyaset, tekrar seçilmek, iktidardan gitmemek hırsları, oy potansiyelini kabarık tutmayı, ülke ve devlet yararından üstün tutma hastalığı devleti zaafa itti, işlerliğini yitirtti.

Bugün borçlara borç katan, imalatı(*) soysuzlaşmış, vatandaştan vergisini toplayamayan, kaporta(*) sanayii ve fazi hadlerinin, kar hadlerinden yüksek ve cazip kılındığı, çalışmanın alın teriyle kazanmanın horlandığı, sokakların Teksas’a dönderildiği, isteyenin istediğini rahatça öldürmesinin, malını gasp etmesinin sadece isteğe bağlı duruma getirildiği bugüne getirilmiştir.

Evren bu kadar kargaşanın, yılların birikimi ters gidişlerin altından çıkabilir, üstesinden gelebilirse ikinci bir Atatürk olarak tarihe geçecektir.. Haydi dostum yolun açık olsun iyi yolculuklar.

E. Aydın, 13Eylül1980 Cumartesi
Günler... birbirinin benzeri günler. Mekanik bir düzendeki dişliler misali geçiyor. Şartlandırılma tek yön. Geri dönmesi önlenmiş. Kurulu düzenden az az harcayarak akıp geçiyor.

Dünden ne bulduk, yarından neyi bekliyoruz. Yanıt ne olursa olsun umutlar... umutlar... Tabanı yere bassa da basmasa da peşindeyiz! Sağlığımıza varlığımıza binlerce şükür diyor, binlerce yılın insanının yaptığını yapıyor, yaşadığını yaşıyoruz.

E. Aydın, 19Eylül1980
Hücrede saklı olan gizi insanoğlu birgün bulabilecek mi.? Binlerce senedir cins cins, tür tür, sınıf sınıfın özelliklerini hücreden olguna sürdürüp gidiyor. Hücre, çekirdek, genler, kromozomlar tanınıyor. Bu kadar küçük ama o denli büyük anlaşılmaz bir yapı. Karşımızda kırmızı ışık yanıyor. Hatta dur işareti var.

İhtiras, merak beni zorluyor. Karpuzu ağaca, danayı bana, kediyi sana karıştırarak yeni şeyler yapmak istiyorum. Düşünen, uçan, parçalayan boğalar. Tam anlamıyla gerçekler curcunası. İşte sonsuzu tanrıyı düşündüren bu olsa gerek.

E. Aydın, 20Eylül1980 Cumartesi
Dünyaya ay, merih, utarit, zühal ve sayısı bilinmeyen toprak parçaları, boşlukta kendi kuralları içinde dönüyorlar. Durmuyorlar, dönüyorlar! Görülmez ellerle biribirlerine tutunarak, biribirlerini kollayarak dönüyorlar. Dönüşler zaman birimi içinde ölçülebilecek kadar düzenli. En çok ve en iyi dünyamızı tanıyorum. Üzerinde yaşadığımız için. Dünya eğik bir eksen üzerinde dönüyor, geceler gündüzler, mevsimler oluşuyor, sıcak, soğuk, yağış, aşağı yukarı peryodik bir düzen gösteriyor. Fırtına, şimşek, yıldırım, yağış, yerinde ve oluşumun gerekçeleri. Hücreler hücreler, yaşam kompozisyonları, canlıya hayat veren su, hava.

E. Aydın, 22Eylül1980


Dün Adana (*) (*) (*) ses çıktı. Adana’daki ev boşalıyormuş. Eh bu da bizim için epeyce önemli idi. Gerçi çok geç oldu ama bizim hatamız yüzünden denebilir.

Şimdi taşınma meyline girdik. Artık Adana için planlar programlar yapmamız gerekecek. Yeni bir dönem başlatacağız. Bonne(*) voyaye(*). Arabanın muayenesi bitti. Eşyalar için birşeyler yapacağız. (Editörün Notu: O sırada 1974 model krem rengi bir Anadol arabamız vardı, 01EZ466. Ben fakülteyi bitirmiştim. Artık Istanbul’dan, Adana’daki evimize taşınmak için kamyon tutacaktık.)

E. Aydın, 30Eylül1980 Salı
1Ekim1980’de maaşı aldım. 46,351,082 TL. Bu ay 15 lira çekersen de(*) oluyor. Araba ile görüştüm. 30 ila 33 bin lira tutuyor.. Şimdi araba bakımda oluyor.

E. Aydın, 3Ekim1980


Güneş yeni doğdu. Mevsim ılık. İçimde bir burukluk bir tedirginlik var. Genellikle ne yapacağını bilmeyen insanların havası ruhiyatı içinde. Adana ’ya gitmemiz sabitleşti artık. 13Ekim Pazartesi günü için düşünüyoruz. Başkaca bir mani ile karşılaşmazsak.

E. Aydın, 8Ekim1980 Çarşamba


(Editörün Notu: Aşağıdaki satırlar Mithatpaşa mh. 9 sk. N:5 teki 2 katlı bahçeli evimize taşındıktan sonra yazılmıştır. Bu ev, babamın vefatından hemen sonra annem tarafından satılmıştır. Aşağıda bahsi geçen, Kurtuluş mh. 19 sk. N:48’deki 2 dükkandan birisi gelecekte Aydın Sanat evi olacaktır.)

Bu gün 8Ekim1981. Yani 3 ay 20 gün önce Adana’ya taşınmamış günleri sayıyorduk. Şimdi burada kendi evimizin alt katında salonda oturuyor, yukarı kata taşınacağımız günleri düşlüyoruz.

Dükkanın biri boşaldı. Şimdi ben geçici olarak orada oturuyor, resim yapıyorum. Okuyorum ve yazıyorum. Bugün bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor. Tabi zaman zaman yavaşlıyor. Hatta biraz önce Hürriyet gazetesine ilan vermeğe gittim, hiç şemsiye açmadım. Belediyeye uğradım Atatürk fotoğrafları sergisini gezdim. Hafif başlamıştı. Yürüdüm. Dükkana geldim. Hızlandı hızlandı.. yağıyor. Emektar Anadol da benimle beraber. Yamur biraz hafiflese yakınımızdaki mühendisler derneğine gideceğim

E. Aydın, 28Ocak1981


İşte şubat geldi. Cüce şubat. Ama tabi kış devam ediyor.Üzerine huzurum da yok. Hemen her saat evde takışıyoruz yok sebeplerden. Hava günlük güneşlik. Gel görki kafam karışık. Hiç mi güler yüz tatlıdil içinde olamayacağız. Bu ne yazgıdır böyle. İçimde iyilik, samimiyet, özveri dolu, aktaramıyorum başkalarına. Birikim tortu oluyor gönlümde.Bu kadar insancıl olan ben, böyle mi olmalıyım?

Sanatçıyım, okur yazarım. Gel gör ki, yapamıyor, yazamıyor, okuyamıyorum. Evimde sokakta kimsesiz gibiyim.

Fedakar, oldukça akıllı, zeki bir kadınla evliyim. Savaşkan, daima gergin veya öyle gözükmeyi doğru sayan bir yapısı var. Bağırır, çağırır, olmayacak, hiçbir zaman söylenmemesi gereken şeyleri rahatça seçip konuşur, kırara, döker, gönülleri karartır. Ama kendisi bunlardan habersiz gibi yaşar, çalışır. En ağır hizmetlere koşar. Karşılık konuşmaları duymamış gibi vazife bildiği ağır işlere dalar gider

Basit çıkarlar, kişisel hesaplar, aile mutluluğumuzu gölgeler durur.

Ilık aile atmosferimiz, allak bullak, kalın atmosfer olayları ile, güneşsiz, soğuk ve tatsız olur durur.

Kişi olarak yapabileceğim gayretler hemen her zaman umutsuzluk karanlığına gömülür.

Akraba, yakınlar artık bizi yok sayıyorlar. Onların candan yakınlığı, içten davranışları ancak ve ancak yuvaya huzursuzluk getiriyor.

Çocuklarımız da bu yörünge içinde belki tarafsız, bu atmosferin baskısında sıkışmış ve dağılmaya hazırlar. Sevgilerini ilksel bir alışkanlıktan öteye götüremiyorlar.

E. Aydın, 3Şubat1981 Pazar
Yine pazar oldu. Ama ayni zamanda bir hafta sonraki pazar. Hafta içinde bir şeylerle uğraştım. İstekle birkaç saat söküp taktım. Gönlümce sayılan işlerle uğraştım. Resim hariç. Benim babam ayni zamanda saat tamircisi idi. O’ndan öğrendiklerimi 1950lerden beri zaman zaman ortaya koymaya çalıştım. O zamanlardan, şimdi yine söküp takma işini seviyorum. Şu anda önümde bir dizi saat bozuk. Onları elden geçirmeği düşünüyorum. Hayırlısı Allah’tan.

E. Aydın, 7Şubat1981 Pazar


(Editörün Notu: Askerliğimi bitirmiş, Istanbul’a ağbimi ziyarete gitmiştim. Muayenehane açmak için Adana ’ya dönüyordum. Bu tarihlerde babam, emekli maaşını eve bırakıyor, dışarda yemek yiyor, eve sadece gece yatmak için gidiiyordu).

Bugün güneş doyasıya var. Isı tatlı. Herkes sokakta. Murat saat 14 te Varan’la Istanbul’dan geldi. O’nu garajdan aldım. Dükkan henüz tutulmadı. Bekliyoruz.

Kahveci çocuk gene gelip gidiyor. Biz vermiyoruz.

Dün Sürmeli’den 10.000 lira aldım. Mart’ta ödenmek üzere. Bakalım sözümde durabilecek miyim. Görünürde hiç kaynak yok. Umudumuz icara kaldı.

Artık Murat için bir iş bulmamız gerekiyor. Eğer bir sebep olurda bütçe ilave getirse, ki çok ihtiyaç var. Ben resim yapamıyorum. Fakat umutsuz değilim. Çalışmalarım değişik. Genellikle saat üzerinde duruyorum. Birkaç kuruş katkı beni sevindiriyor. Maaş bir şey ifade etmiyor.

E. Aydın, 9ŞubatSalı


Dünya, yaşam, değişimler, hücrelerden hücre düzenlerine giren yeni etkenler ve yeni oluşumlar zinciridir.

Dişi hücre bünyesine bir sperma alıyor, hemen her şey yeni yönlerde gelişiyor. Bir canlı türü var oluyor. Sonra hareket duruyor. Hücrelerde yine başkalaşımlar, yeniden yoğrulmalar ve değişimler... Ancak ruhsal yapı, varlığın bir belirgin (*) ifadesi midir, yenilenmiyor mu? Sabit ve muayen midir? Muayen oluşu neye bağlıdır? Kuralları nedir?

Anne bir tarladır. Topraktır. Bu toprağa atılan tohum iriufak, sağlıklısağlıksız beslenir. Büyür. Gen olarak, baba özelliklerini taşır ve korur. Topraktan sebep değişimler gen özelliği taşımazlar. Nesiller arasında kaybolurlar. Aşı gibi, gübre gibi, bakım faktörleri gibi.

(Editörün Notu: Babamın bu düşüncesini bugüne kadar bilmiyordum, bu eseri hazırladığım sırada öğrendim. Bu hipotez Bakara suresi 223.üncü ayet ile desteklenmektedir.)

E. Aydın, 13Şubat1981 Cuma


Geçen kış hava soğuk, karlı. Ben bir mahzen gibi yerde, bazen tüp, bazen elektrik yardımıyla oturur, resim yapar, mektup yazar, okur, sigara içerdim. Üstüste çaycı da gelir giderdi. Camlar havasızlıktan, dumandan buğulanır, gelen giden olursa bazen güncel olaylardan, bazen sanattan, bazen edepten(*) bahsederdik. Öğle sonları kahveye gider, tavla oynar, yener yeniliriz. Genellikle yeniliriz üzülürüz akşamı bulmadan. Televizyon, radyo ve yatma zamanı.

Istanbul’da bir zaman kesimi, bazı günler, çoğunlukla sergilere, dostlara uğrar, yürüyerek eve dönerdim. Değişen yok. Şimdi dükkana geliyorum. Hava soğuk ama korkunç değil. Sigara sigara.... (*)

E. Aydın, 17Şubat1981

GÜNÜ DEĞERLENDİRMEK

Yıl 1985 Haziran, Mut'un Karaca oğlan şenliklerine gitmek üzere sabah 05'te garajlardayım, otobüsü bekliyorum. Çay bahçesi oturup kalkan, bavullu, sepetli, çıkıllı insanlarla dolu. Orada bir iskemlede de ben varım, acı çayımı sandalye pahasına yudumluyorum. Olayların içinden yazıyorum. Hayat... İnsanlar cıvıl cıvıl, sağlıklı, hasta, sorunlu, sorunsuz insanlar, insancıklar. Garaj kahvelerinde, bir bardak çayda yollarını gözetirler. Oto garajlarında 24 saat hayat var. Zaman alınır, zaman verilir, gece geceye, gün güne ulanır gider. Yurdumun sıcak, candan yüreği orada çarpar.

Otobüsler gelir Van'dan, Erzurum'dan, Kars' tan, otobüsler gider Edirne'ye, İstanbul'a, İzmir'e, Edirne'ye.

Umutlar, beklentiler, hesaplar bazen tutan bazen tutmayan hesaplar. Güneş doğmuş yine batacak ve herkes seçtiği yolda olacak.

Taksiler sırada, seyyar satıcılar, simitçiler, ayakkabı boyacıları, çığırtkanlar bir ekmek parasına olandan çok vazife başında, nöbette olmanın gururu içindeler.

Otobüsümüzün beklentili hareket saati geldi, yollardayız. Güneş, ay ve ötesi, su, toprak, yaprak ve ötesi, biz, siz ve ötesi.

İki bilinmeyenli denklemdir hayat. Sonu sıfır ve ötesi, güneş doğsa, ay batsa ve ötesi, ağaç büyüse, gül açsa ve ötesi, ben seni bulsam ve ötesi, günü gördü, doğdu, ayı gördü battı. Ayşe kız çamura battı ve ötesi. Doğal biçimlerin, sanatsal biçimlere dönüştürülmesi için çok emekler ve fırınlar dolusu ekmek gerekiyor. Mükemmele nasıl olsa ulaşamayacağımızın bilincinde istediğimizce yazmakta fayda vardır.

Mut'ta şenlikleri izlerken; Zaman, (o) üstüdür, (o) altıdır zaman. Ozan zamanda gezendir, artıksız, eksiksiz. Zaman zamanın içinde onun içinde duman olmuş bir kişi elinde sazı, teller, tellerde ses tınlar, tınlar. Aşk olur perde perde, ağaçlara, dağlara, güzellere.

İçten bir deyiş akar, pınarlar kadar duru. Gözler görür, gönül sever, eller elleri bulur, duyguda insanlar, insancıklar, dünleri arar yarınlarda. Kum tanelerine harç konur. Davul vurur güm güm, sesler gelir Mut’lulardan, mutlu mutlu. Zaman içinde zaman kımıldar, Karacaoğlan gelir, 100 yılların ötesinden, ozanların sesinde, dizesinde, sazında. Bir ezgi sunulur, içli içtenli, gönüller duymaya açık, 1 yaştan 80 yaşa, 100 yaşa selam. Zaman ılkımını almış kımıldar, yavaş yavaş.

E. Aydın, Haziran1985
24Ağustos1985 Akşam. Çantam gider ben giderim. Isparta’da buluştuk. Saat 18.30 öğretmen evine yerleştim. Bütün geçenleri bir bir gözümün önünden süzüyorum. Ne kadar hızlı yaşanmış bir zaman. Tanrı fakirin eşeğini yitirtir, sonra buldurup sevindirirmiş. Olay Beyşehir'den Isparta’ya gelirken, Eğridir’de olmuştu. Ben indim, çantam yola devam etti, telefonlar, şunlar, bunlar, Isparta’ya gidişler, Konya'ya dönüşler. Özkaymak yazıhanesinden, Isparta emanetinde olduğunu öğrenmiş, yola çıkış ve 24Ağustos1985.

Sene 1986 Van'a gidiyorum. Biletim Van'a. Adana'dan hareket ettik. Saat 10'a 10 var, 12 numarada oturuyorum. Hava sıcak mı sıcak, sanki kalorifer yanıyor. Galiba arabada bir şey var. Müzik de tuzu biberi idi. Uzun bitmeyen acıklı, drama bir arabesk kaset. Bütün çabama, ikazıma rağmen onu söndürtemedim. Silifke’den, Gülnar’dan çocuklu öğretmenler, Van'a haftalık bir kursa gidiyorlar. Sabah serinliğinde Diyarbakır garında, hela ve yiyecek bir şeyler arıyorum. Halk sefil, yerlere serilmiş, sabah mahmurluğunu yaşıyor. Bazı turistler de ortalıkta öbek öbek dolaşıyor, onlarda benim gibi aranıyorlar. Yolar yollar, öğle sonu Van'dayız. Ağustos sonu, öğretmen evi dolu. Otele yerleşiyorum. Pislik, sinek diz boyu. Ertesi günü başka otele yerleşiyorum, moralim iyi, içimde beni rahatsız eden hiç bir ikircim yok.

Bu durum için neler neler ödenmez? Hürriyet gazetesini okuyorum, en vurucu, en oturuşkun haber, Biz iktidara gelince, Özal'ın yaptıklarını yapmayacağız diyor İnönü. Fikre içtenlikle katılıyorum. Bu memleket kendi silahlarıyla kendini vuruyor. Devlet yok, dost, ahbap var. Para değeri sıfır ama ülkede henüz insan olduğunu bilen, insanlık için çok ucuza hizmet veren, yaptıklarının manevi bilincinde gibi gözüken, içli, fakir ama büyük yaratılışta insanlarımız var. Onlardan sebep ayaktayız. Ancak onlar yapayalnız. Musse’nin değirmencisi gibi çalışıyorlar, ama tutucu değiller, güçsüz ama yaşam felsefeleri var. Kimileri azınlıkta, bir gurup ise Hürriyeti parada şamatada arayıp, büyük şehirlere uşak gitmişler. Su ve imkanları olan göz boyu alanlar bomboş. Evleri virane, kıt kanaat yaşam sürüyor. Türkiye’m o kadar büyük ki, 100,200 milyonu rahatça alır. Yolunu, yordamını, güvenliğini sağlar. O başka bir şey istemez. Benim cefakeş Milletim. Senin bu bürokratların, okumuşların elinden çektiğin ne? Köyler ıssız, ortalıkta, hemen her tenhada, Mehmet'imi görevde tanırsın, o kadar.

Van'dan başlayarak, Ağrı'ya kadar tesbih, ayakkabı boyası, tarak satan çocuklar terminallerde. Van'da pek çok turist vardı. Horasan, Erzurum saat 4,5 oldu. Yolcular değişti, Trabzon yolundayız. Trabzon iyi bir konuma ve kuruluşa sahip. Yolları, parkları, otantik değerleri korumalı. Kıyı şeridi düzenleniyor. Gerçi Karadeniz'i daraltmışlar ama, yine de iyi olacak. Sabahleyin bir parka oturdum, orada Hüseyin'imizin bir heykeli var. Reliyefleri çok beğendim. Etkili, anlamlı idi.

Ata ortada, sakin durumu, kareyi andırıyor. Karadenizle kayıkçılar, onu anlamaya, değerlendirmeye çalışıyorlar. Değişik ve etkileyici ifadeleri var. Bir şey kaybetmek için sahip olmak gerekir.

İstanbulson emanetçisi Türkler. Erken yola çıkan, güçlü basıyor. Benim diyor, almış, alıştırmış, vurmuş, vuruşturmuş benim demiş. Güçlü olanlar, hep söz sahibi olmuş. Kanun ve hukuk hep güce dayanmış. Yeni güçler oluşuncaya kadar bu hep böyle olagelmiş. Allah gecinden versin, olagidecek. Belkide kendinin olmayan şeyler için uğruna ölecekler. Adına hep ezeli ses Vatan denecek.

E. Aydın, 1986
10Aralık1986 Ermenek’teyim. Ablamla üç gün kaldım. Doğada bir yalınlık var. Küçükken yürüdüğüm yollar, yolların yıpranmış taşları, üstüne bastığım soy ağacının izlerini taşıyan, biçimleri bozulmuş başka bir kırıntı: Gök kuyruğu.

Huzursuz insanlar, yarınlara umutsuz bakan, sahipsiz, dışlanmış insanlar, var olduklarına inanmak isteyen insanlar. Fakirliğin, ezilmişliğin kaderini bozamayan insanlar.

Devleti var, duyarsız. Hükümeti var, yetersiz. Analar, babalar, vatanlı, vatansızlar. Ben, sen, hepimiz vatan için ölmek var sırada düzen için, düzensizlik için. İnsan olmanın bedeli. Bir zamanlar yine bir hilal için ne güneşler batardı.

E. Aydın, 10Aralık, 1986


Yüklə 0,58 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin