Yakub Civre (Resim : S. B.)
rup, kendisini de alışdığı âlemden sıyırıp kurta-ramayınca kısa zamanda ağır borçlar altına girerek ifflâs etti ve kederinden vefat etti. İ. Ed-hem Efendiden bilhassa en güzel ve itinalı mushafı şerif cildleme-sini öğrenmiş olan Yâ-kub Civre İslâm Mü-cellidhânesi sahibi mü-cellid Hasan Usta tarafından davet edildi; Hasan Efendinin ölü-1 münde oğlu Mahmud ' Efendi, kendisi bu işlerden gereği gibi anlamadığı ve o zamanlar çok meşhur bir mücel-lidhâne olan İslâm Mü-cellidhânesinin şöhretini muhafaza ederek yaşamasını arzu ettiğinden, babasının sağ eli yerinde kalfası Yâ-kub Civreyi 1939 yılında kendisine ortak aldı, az sonra Mahmud Efendinin hastalığında ve ölümünden sonra da 1952 yılına kadar İslâm Mücellidhânesinin büyük yükünü, ortak iki aileyi geçindirmek üzere Y. Civre üzerine aldı. 1952 de İslâm Mücellidhâaesini Mahmud Efendinin oğlu Osman Efendiye terkederek Ankara Caddesinde kendi müessesesi olarak Emniyet Kırtasiye Mağazası ve Müceîlidhânesini açdı; 1961 de İhsan Manavoğlu ile bir ortaklık kurarak Ak Kitab ve Kırtasiye Evini acdılar, Emniyet Kırtasiye Evini de kendi hesabına devam ettirdi; 1963 de İhsan Manavoğîundan ayrılıp Ak Kitabevi ve Kırtasiye Mağazasını ona bırakarak kendisi Emniyet Mağazasına döndü.
Yâkub Civre orta boylu, gayet sevimli güler yüze sâhib, pek terbiyeli, pek nâzik bir is adamıdır. Piyasanın çok dürüst iş adamlarından biri olarak tanmmışdır. Arab asıllı Türk harfleri ile de okur yazar, İbrânice okur konuşamaz, ifâ-dei meram edecek ,kadar fransızca, ispanyolca ve rumca bilir. İyi bir aile reisidir, iki kızı ve 1963 yılında Modadaki Sainî Joseph fransız lisesini bitirmiş Naim adında hayrülhalef bir oğlu vardır.
CİZYE NİZÂMI KASALAKLIĞI (İstan-' bulun gayri miisiim azınlıkları arasında) — Osmanlı devletinde «reaya» adı altoda toplanan gayri müslim azınlıkları, devletin müslüman tebaasından farklı olarak, her yıl «cizye» adiyle
bir vergi verirlerdi; cizye nüfus başına maktu bir vergi idi. Hicrî 1102 (1690) yılında malî bir sıkıntı içinde hazineye yeni gelir kaynakları a-rayan hükümet, cizye nizamının değiştirilmesine, reayanın içtimaî durum ve servetlerine göre «âlâ, üst, ednâ» yani yüksek tabaka, orta halli ve ayak takım; adiyle üç sınıfa ayrılmasına, nüfus başına birinci sınıftan dört, ikinciden iki, üçüncüden de bir altın alınmasına karar verildi.
Bu yeni cizye nizâmı bilhassa İstanbulda çok garip ve tuhaf bir rekabete, asalet ve servet nümâvişine yol açtı. Yahudiler, pek tanınmış zenginleri müstesna, umimiyetle «ednâ» ayak takımı belgesi, kâğıdı aldılar. Rumlarla Ermeniler ise bilâkis, evvelâ kendi aralarında öğünmek, sonra da birbirlerine karşı üstünlük satmak için: «Biz üst ve ednalığı kabul etmeyiz» diyerek hepsi âlâ kâğıdı aldılar. Bu yüzden hazîneye umulmadık gelir sağlandı.
CLARA (Max) — İstanbul Üniversitesi Tıb Fakültesi yabancı profesörlerinden, Histolo-ji-Embryo!oji Enstitüsü ordinariyosu; 1899 da Avusturya'da Völs an Schlem'de doğmuşdur; ilk tahsilini hususî olarak gördü, 1917 de Gimna-siumu bitirdi, 1923 de Leipzig Üniversitesi Tıb Fakültesinden diploma aldı; 1930 da Padua Üniversitesinde doçent oldu, 1935 den 1942 yılına kadar da Leipzig Tıb Fakültesinde çalışarak bu Üniversitede ordinariyusluğa kadar çıkdı; 1942 -1945 arasında Münih Üniversitesinde bulundu, 1950 de de İstanbul Üniversitesine intisab etti. Almanca, fransızca, italyanca, ingilizce bilir; eser olarak orijinal meslekî çalışmaları vardır. Kayak ve yüzme sporlarını sever, pul koleksiyoncusu-dur; evli ve üç çocuk sahibidir. Bibi. : Kim Kimdir Ansiklopedisi.
CLIFTON'LARIN YALISI — Kırım Harbi içinde istanbul'a gelmiş ve bu beldeyi çok seviniş olan İngiliz iş adamı Hansoıij harbden sonra ailesini de getirerek İstanbul'da yerleşmiş, ve Boğaziçinde Kandilli'de bir yalı yapdırmışdı; yıllarca orada yaşamışlar, Kandilli'nin yerli halkı arasına karışmışlardı.
İstanbul âşığı Hansonlar İngilteredeki dostları Cliftonları da buraya çağırmışlar ve mesleği avukatlık olan Mr. Clifton'a İngiltere konsoloshanesinde bir vazife bulmuşlardı.
Cliftonlar da Hansonlar gibi Kandillide ikameti tercih etmişlerdi.. Bu yeni aile Kandilli'nin-* Vaniköy tarafındaki ve burundan evvel gelen kagir yalıyı satın almışlardı. •
Bu yalı daha evvel bir İngiliz ailesi için bir
İngiliz mimarı tarafından yapılmıştı. Kâgk ve üç katlı olan binanın ayrıca bir de çatı katı vardı. Yalı, kiremidi renkli ve pan-curları yeşildi.
Deniz cephesinde bir taraşa çıkılır ve buradaki cümle kapısından dar bir sofaya girilirdi. Sofanın bahçe tarafından da ayrı bir sokak kapısı mevcuttu. Dar sofa üzerinde sı-rasiyle odalar bulunuyordu.
Binanın arkasında ve setin hemen eteğinde küçük, güneş görmez ve kasvetli bir bahçe pek itinaiı bir şekilde tanzim edilmişti. Bu bahçeden sokağa tırmanan uzun merdivenin etrafı da saksılar ve çiçeklerle süslenmişti.
Binanın içi Viktorya üslûbunda eşyalarla ve fazla cicili, bicili bir şekilde döşeliydi.
İzdivacından sonra Doria L. Neave ismini alan Cliftonlarm kızı seneler sonra Boğaziçine ve bu yalıya ait hâtıralarını bir kitap halinde neşretmişti.
Aile, birinci dünya harbindeki büyük Kandilli yangınına kadar bu yalıda yirmi altı sene oturmuş ve yalının yanması üzerine Kandilliden ayrılmıştı. Cliftonlarm kızı yalının güzel taraşından seyrettiği fırtınalı havalan, 93 harbinde Ka-radenize çıkan Türk gemilerine mendil sallayış-lannı ve harbin sonunda . Ayastefanostaki Rus karargâhına evrak getiren Rus posta gemisinden nasıl korktuklarını uzun uzun hikâye etmektedir.
Cliftonlarm yalısı 19. asrın ikinci yarısında Boğaziçi kıyılarında görülen yabancı üslûptaki binalardan birisidir. Bu devirde Fransız ve İtalyan mimarlarının büyük, ahşap, sahilhane plânlarına mukabil Cliftonlarm yalısı tamamen İngiliz zevklerine ve ölçüsüne göre inşa edilmiş bir bina idi.
Halûk Y. ŞEHSÜVAROĞLU
COHEN KIZKARDEŞLER, COHEN KÜ-TÜBHÂNESİ — (İsim Kohen okunur) Beyoğ-lunun kuruluşu kırk seneye yaklaşmış meşhur bir
Kandilli'de Cliftonlarm Yalısı (Resim : Aziz, Cumhuriyet Gazetesi)
kütübhânesidir; 1918 de İstiklâl Caddesinde 491 kapu numaralı dükkânda orta halli bir halı komisyoncusu olan Bohor Hayin Cohen'in evlâdları (analarının adı Raşel Cohen) olan Mazalto Cohen (doğumu 1888) ve Elisa Cohen (doğumu 1896; evlendikden sonra Benzimra soyadını aldı) iki kız kardeş tarafından yalnız dört lira sermâye, ve ırkdaşlarınca temin edilen yardımla tesis edilmiş-dir. Yabancı diller üzerine kitabcılık yaparlar. Son zamanlarda İstanbul editörlerinin basıb neş-retdikleri eserleri de alıp satmaya başlamışlardır.
Cohen Kütübhânesi 1934 de yine aynı caddede 495 numaralı dükkâna taşmmışdır ki, hâlen de oradadır; İstiklâl Caddesinin Tünel başı tarafında, Tünelden çıkıldığına göre sağ koldadır; İsveç hükümetine âid bir gayri menkuldür, son zamanlarda İsveç Konsolosluğu Cohen Kız-kardeşlerini buradan çıkarmak istiyordu ki; İstan-bulun . fikir hayatında kırk seneden fazla hizmet etmiş bir kütübhânenin yerinden atılması, pek mübrem sebebîer yok ise diplomatik nezaketle pek bağdaşamayan hareket olsa gerekdir.
Her iki kız kardeş, işleri kitabcılık olduğu halde, doğub yaşadıkları İstanbul gibi bir beldede Türk edebiyatı ile meşgul olmadıklarından, türkçeyi avâimî ağız ile konuşurlar; ana dilleri ve türkçeden gayrı Mazalto Cohen Fransızca, İngilizce, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Rum-
COCHRANE (Jacline)
— 3600 —
istanbul
ÂNSlKLOfEDİSÎ
— 360Î
COSTANTİNOPOLİ
Mazalto Cohen ve Eliza Benzhnra (Resim : S. Boczah)
ca, Eiisa Benzimra da Fransızca, İngilizce, İspanyolca bilir; her ikisi de kahve tiryâkisidir, sey-yahatı severler, güzel sanatlara, bilhassa resme derin alâkalan vardır; kütübhânenin ağır yükü Mazalto Cohen'in üstündedir, ev işleri ile uğraşamaz, o işler Eîisa Benzimra'ya kalmışdır. (1963 Temmuz).
COCHMANE (Jaclme) — Amerikalı ünlü kadın pilot; 30 ekim 1949 da özel uçağı ile İstanbul'a geldi. Birçok dünya rekoru kırmış bulunan Jacîine Cochrane, o tarihte Kanada'nın Ankara elçisi bulunan General Victor W. Od-lum'un 3'eğeni, Amerikanın sayılı zenginlerinden ve Constellation uçaklarının âmili Mr. Cochrana Odlum'un de zevcesidir; «Yıldız Pilot» diye meşhur idi; İstanbul'a zevci ile beraber gelmiş-dir. Cumhuriyet Gazetesi muharrirlerine şu be-yânatda bulunmuş idi:
«17 senedenberi uçuyorum. Şimdiye kadar 7.500 saat uçtum, 375 gün, yani geceli gündüzlü bir seneden fazla havada kaldım demektir.
«Harb esnasında Amerikanın baş-kadın pilotu ismini taşıdım, harbin u-zun bir kısmını İngiltere'de geçirdim ve muhtelif bombardıman harekâtına iştirak ettim.
Jaclinc Cochrana (Resim : S. Bozcalı)
«Mayıs ayında Avrupayı baştanbaşa kendi uçağımla dolaşacağım. Şimdiye kadar 40 muhtelif dünya rekorum var. Sürat rekorunu da yakın-
da kıracağımı zannediyorum. Şimdilik saatte 650 kilometreye kadar sürat elde ettim. Harb içerisinde Japonya'ya giden ilk Amerikan kadın pilotu da benim Her tip uçakla uçarbilirim, kanaatimce sıhhati müsaid her kadın, erkek pilotların yanında harbe iştirak edebilir. Bugün Amerikada 8 binden fazla kadın pilot mevcuddur.»
'COMENDİNGER — (İsmin okunuşu: Komandinger) İstanbul'un en eski musiki mağazası idi; piyanolar, yaylı ve nefesli sazlar, nota vesâir musiki levazımı satar, Avrupa'nın Peters, Litlolf, Schott, Universal, Heugel gibi büyük müzik editörlerini, ve Beçkstein, Blühtner, İbach, Steinweg, Winkelmann gibi ünlü piyano fabrikalarım temsil eder idi. Comendinger Mağazası 1848 de Macaristandan Rodos'a oradan da İstanbul'a hicret eden ve itibarlı bir ailenin mensubu olan Antoine Comendinger tarafından Bey-oğlunda, Şimdiki Lion Mağazasının karşısında 347 numarada açılmışdır; aynı zamanda Anto-ine'ın kardeşi Luis Comendinger de Avrupa Pasajında-18 numarada bir başka mağaza açmışdı. Üçüncü bir kardeş Ernest Comendinger bu işi devam ettirdi, Beyoğlundaki mağaza Emet'in oğlu Fernand Comandinger'in idaresinde iken 1929 da islerin iyi gitmemesi yüzünden kapandı. Bu müessesenin son mümessili Fernand 1888 de İstanbul'da doğmuş, 1930 da ailenin vatanı olan Macaristan'a dönmüş, ve 1939 da Budapeştede ölmüşdür.
79 yıl İstanbul ,şehrinin musiki çevresine yararlı hizmetlerde bulunmuş olan bu müessese Avrupa müzik çevrelerinde de tanınmış, ve îti-mad edilir bir merkez olarak, müzik malzemesi satış işlerinin doğu münâsebetlerine öncülük ve temsilcilik etmiş idi, «Zâti Hazreti Şahanenin Piyano ve muzika müteahhidi» (Fornisseur de S. M. de Sultan) unvanını almışdır. Ailenin son üyesi Fernand'ın oğlu, büyük babasının adını taşıyan Ernest Comendinger, şehrimizin tanınmış ve sevilmiş müzikçilerinden biridir, ve hâlen bir Türk vatandaşıdır.
Mesud CEMİL
CONKİKİRİK — Birinci Cihan Harbi içinde İstanbul'un hatta Türkiye'nin tek halk mizah gazetesi olan «Karagöz» ün «İngiliz» karşılığı uydurub kullandığı bir isimdir. Dört sayfa olarak çıkan ve her nüshasında 1. ve 4. sayfalarında ancak iki karikatür neşreden Karagöz, îcab ettikçe İngiliz; tipini dâima kuru, ince ve uzun boylu olarak göstermiş ve İngiliz karşılığı hep bu ismi kullanmışdır; «Con» İngilizi ifâde
Conıendînger'Ierin armam unvanları
etmiş, «kikirik» sesi de bu kuru uzun tipi canlandırmış, devrin hemen yegâne mizah gazetesinin ortaya attığı halk ağzına da düşmüşdü; fakat harb sonunda pek çabuk unutuldu; hâlen hiç kullanılmaz gibidir.
CONSTANTİNOPLE — (B.: Kostanta-niye),
CONSTANTİNOPLE — İstanbul, üzerine ingilizce resimli kitabların en güzellerinden biri; 15,5X21,5 eb'adında kalın güzel bir kâğıd üzerine basılmış 276 sayfalık bu eserin müellifi A-lexander van Milîingen'dir (B.: Millingen, A. van), kitab, ünlü İngiliz suluboya ressamı War-wick Goble'nin İstanbul'da yapdığı suluboya tablo ve etüdlerinden metin dışı 63 parça çok renkli resim ile tezyin edilmiş olarak 1906 da Londra da A. ve C. Black tarafından basılmışdır (B.: Goble, Warwick).
Her biri ayrı güzellikde, pek çoğu bugün tarih vesikası olmuş resimler kitabdaki sırasına göre, şunlardır:
— Yaşmaklı, feraceli Türk Hanımı
— Galata Rıhtımı
— Bozdoğan kemeri üstünden Galata'nm. görü-
nüşü.
— Dilenci.
— Sepetçi çingeneler.
— Yüksekkaldmm.
— Üsküdar'da Yeni Valide Camii önünde çiçek
pazarı.
— Galata Köprüsü ve Yeni Cami.
— Riımelihisarında Kayalar Mezarlığı.
— Han kahvecisi.
— İngiliz Hastahânesinden Halicin manzarası.
— Bir sokak, Çömlekçiler.
— İstanbul'da bir sokak.
— Kavak (Rumelikavağı?)
«- Köprü üstü ve Galata Kulesi,
16 — Marmara kıyısında kulübemsi evceğizler.
i? — Şekerci. ;
— Çiçekçiler.
— Halı tamircileri,
— Yemiş yazarı.
— Halıcılar Hanı.
— Çeşmebaşı ye eskici.
—. Rumelîhisannda sokak.
— Büyük Kapahçarşı.
— Bemirci,
— Gümüşsuyundan.
Sarayburnunun manzarası.
— Alîirkâpusu.
— Haydarpaşa İngiliz nıez
arlığında Kırım Harbi âbidesi.
— Sultan Ahmed Camiinde
minber. \
— Büyükada'daıı bir
manzara.
Sî —' Aksam üstü Haliç.. 32' — Gaiata Köprüsü.
— Halic'de gemiler ve Süleymaniyeniıı silueti.
_ Karşı tepelerden Haliç ve Süleymaniye.
— Eyyub'da mezarlık.
— Kuşbakışı Haliç.
— Haliç.
— Surlarda îsaac Angeîos Kulesi.
— Eyyub sırtlarından Haliç.
— Eski Beyoğlu mezarlığı.
— Sultan Ahmed Camii avlusunda pazar yeri.
— Süleymaniye Camii avlusu,
— Ayasofya'nın içinde.
— Ayasofya'da Hünkâr mahfili
— Ayasofya'da mermer küp.
— Köprü üstü ve Yeni Cami.
_ Büyük Kapalıcarşı.
— Bakla falı bakan arab bacı.
— Tophanede sokak.
— Merdivenli bir sokak.
— Simitçi.
— Üsküdar pazarı.
— Han kapusu ösü.
— Kuyu ve tulumba (Yeşiltulumba kahvehanesi).
— Küçüksu Çeşmesi.
— Ayasofya meydan kahvehaneleri.
— Rumeli Hisarı.
— Derviş.
— Mevlevi.
— Üsküdarda Açık Türbe.
— Kâğıdhâne.
— Yaşmaklı Hanını.
— Göksu (Üçkardeşler).
Bu resimlerin hemen hepsi İstanbul Ansiklopedisinde metin içinde, dışında yer alacaktır.
Burhan OLKER
CONSTANTİNOPOLİ — Ünlü İtalyan edîbi Edmondo de Amicis'in İstanbul üzerine seyahatnamesi; asırlar boyunca İstanbul'a gelmiş Avrupalı seyyahların İstanbulu isimle zikrederek çeşidlı dillerde kaleme aldıkları eserlerin en
istanbul ansiklopedisi
— 3603 —
COSTANTÎNOPOLt
güzellerinden biri, fransızca- ve italyanca itinalı bir baskısı, o devirde yaşamış C. Biseo isimli kudretli bir İtalyan ressamının pek güzel ve şirin resimleri ile tezyin edilmisdir (B.: Amicis, Edmondo de; Biseo, Cesare).
Kuvvetli bir müşâhid olan ve çok tatlı bir kaleme sâhib bulunan Ed. de Amicis'in bu güzel İstanbul seyahatnamesi türkçeye ilk defa çok, pek çok kısaltılmış olarak Reşad Ekrem Koçu tarafından terceme edilmiş ve 1936 senesinde Cumhuriyet Gazeteside on makalecik hâlinde neşredilmiş, sonra bu makaaleler «1874 de İstanbul» adı altında kitab olarak toplanıp 1938 de Çığır Kitabevi tarafından basılmışdır. On makaalenin R. E. Koçu tarafından konmuş başlıkları şunlardır: «Köprü üstü»,. «İstanbul», «Galata», «Ta-tavlada bir meyhane ve Kasımpaşa sırtında bir kahve», «Kıyafet», «Çarşı», «Kayık», «Kâğıd-hâne ve Göksu», «Yangın», «.Sokak köpekleri».
Aşağıdaki satırları o tercemeden alıyoruz:
İstanbul'un müslüman ^sekenesini görmek için en münasip zamanda bulunuyoruz: Geçen asırda kıyafet daha yeknasakmış, ve gelecek asırda da muhakkak ki gene yeknasak bir şekil alacak. Şimdi bir değişme devrinin içi olduğundan ötürüdür ki, kıyafet, harikulade bir nenevvü gösteriyor. Halkın büyük bir kütlesi, inkılâpçıların ileri hareketleri ile ihtiyar Türklerin mukavemeti arasında btıcalıyor.
«Eski Türkiye ile yeni Türkiye mücadelesi, kıyafette aydın olarak görünüyor. İhtiyar Türü hâlâ sarıklı, şalvarlı, kaftaniı ve an'aneye uygun olarak sarı veya kırmızı çedik pabuçludur. Uyanık Türk, çenesine kadar düğmeli siyah ve uzun pardesü (İstanbulin) ve pantalon giyer; başında sadece bir fes vardır. Bunların arasında da genç-
Sırık Hamnıallan De Amicis'in kitabında C. Biseo'nun resimlerinden.
Ayasofya'da Mermer Küp Van Milligen'in kitabında Warwick Goble'nin resimlerinden, Sabiha Bozcalı'uın eli ile.
ler, cüretkâr delikanlılar, kapalı ve uzun istanbulinleri atmış, göğsü ,açık redingot giymektedirler. Ayaklarında açık renk pantalonlar, boyunlarında zarif krâVatları ve ellerinde bastonları vardır; yaka deliklerine de bir çiçek iliştirilmiştir.
«Şalvarlı Türkle pantalonlu Türk arasında bir uçurum vardır. Sarıklı hâlâ sırat köprüsüne inanır. Beş vakit abdestini alır, ibâdetini yapar ve evine akşam ezanı ile gider. Pantalonîu Türk hürâfâta gülümser, fotoğrafını çıkartır, fransızca konuşur ve gecesini tiyatroda geçirir.. Bu ikisinin arasında da çekingenler bulunmaktadır ki, bazıları el'an sarık sarar, amma, küçüktür, fes giydiği zaman birdenbire göze batmasın diye. Bazıları hâlâ şalvar taşır, fakat ne göze batan, renkler, ne kuşak ve ne de çedik pabuç kalmıştır; buna mukabil başlarında fes bulunur; yavaş yavaş son kalan şeyleri de atacaklardır.
«Yalnız .kadınlar eski yaşmak ve feraceyi muhafaza etmektedirler. Fakat bu yaşmak artık pek şeffaftır; feracenin altında da ekseriya Paris'in en son moda resimlerine göre dikilmiş bir fistan bulunur.
«Her yıl binlerce kaftan, şalvar düşüyor; ve binlerce pantalon çekiliyor; her gün bir ihtiyar Türk ölüyor ve bir münevver Türk doğuyor; dua kitabını gazete, çubuğu sigara, arabayı kupa, darbukayı piyano, Emsile ile Binayı fransızca gramer, ahşap evi kagir ev istihlâf etmektedir.
«Her şey karışıyor, her şey değişiyor, belki bir asırdan az bir zaman içinde, ihtiyar Türkiye-nin bakaayasmı aramak için Anadolunun en u-zak vilâyetlerinin,, en ıssız köşelerine gitmek lâzım gelecektir.
«Önümüzden geçen şu dervişler de bu son günlerin simalarmdandır. Bunlar Mevlevi dervişleri-dir ki, Beyoğlu caddesin-de çok meşhur bir tekkeleri var. Hiç şüphesiz ki, mevlevîleri birbiri arkasından devran meydanına giderken görmek çok caziptir: Devetüyü bir cüb-beye sarılmışlar, baş iğil-miş, kollar kavusdurul-mus, tatlı ve yeknesak bir musiki kendilerine refakat etmektedir; öyle bir musiki ki, Üsküdar me-
İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ
3605 —
CONSTlTUTİON (S. S.)
•> •* ~, - -'X,
'< ~--as' *
Cami avlusunda pazar De Amicis'in kitabında C. Biseo'nun resimleriadea.
^•«ssii^flS -^^T^
zarlıklarınm servilerinde inleyen rüzgâra benziyor, gözleri açıkken insana rüyalar gördürüyor. Bir defa çevreyi döndükten sonra mihrabın önünde ağır ve muhteşem bir hareketle karşılıklı ikişer ikişer ilgililer; sonra sırtlarından, canlı bir hareketle cübbelerini yere atıp bembeyaz uzun enta-rilerile (tennurelerile) kolları açık, baş bir cezme ile yana iğilmiş, dönmeye başlamaları çok güzel bir sahnedir.
«Mevleviler sanki görünmeyen bir elle arkalarından itiliyormuş gibi meydana atılırlar; beyaz, hafif, fırıl fırıl, tennure şişik ve dalgalı gözler yarı kapanmış, müsavi mesafelerle dönmeğe başlarlar.
«Seyyahların görüp tasvir ettiklerinin hilâfına, ben bu Mevlevî dervişlerde harikulade kıvrak, yorulmaz, san'atlarını tam bir soğukkanlılıkla yapan bir dansörden başka bir şahsiyet göremedim. Hattâ onların yüzünde istihfaf edici tebessümler bile gördüm. Bir genç derviş gördüm ki, karşısındaki tribünden bir İngiliz kadınının yiyecek gibi bakan nazarlarından hiç te çekinmiş, hırçınlaşmışa benzemiyordu; ve içlerinden bir çoklarını öyle cürümler üzerinde yakaladım ki, iğilip arkadaşlarının elini öpecek yerde, gizlice ısırıyor, beriki de onun elini çimdikliyerek mukabele ediyordu. (Bir iftira, çirkin isnad mıdır, yoksa kötü tesâdif, güiler arasına iki zakkum nıu karışmışdır, bilemeyiz?)
«En ziyade gözüme çarpan, her yaş ve sımada olan bu adamların bizim birçok salon dan-sörlerimizi kıskandıracak poz ve hareketlerindeki zarafet ve letafetti. Bu, pek tabiidir ki, şark ırklarının, vücudun hususî bir yapılışına borçlu oldukları bir imtiyazdı.
«Bir başka gün tekkenin bir höcresine girmiştim. Orada devrana hazırlanan bir derviş gördüm. Bu, uzun boylu, narin, tüysüz bir delikanlı idi. Kız gibiydi. Bir aynanın karşısında beyaz tennuresinin belini kuşakla sıkıyordu; bize doğru döndü ve gülümsedi Elleri ince vücudunun etrafında dolaşıyor, acele acele fakat tatlı bir eda ile, bir artist gözü ile elbisesinin her tarafım düzeltiyordu; tıpkı tuvaletine son çeki düzeni veren bir kadın gibi; ve arkasından o uzun etekleriyle, hakikaten, bir balo için giyinmiş ve aynada kendisini seyreden bir genç kıza benziyordu. Des-demonanın Othelloya dediği gibi «Hakikaten garip şeyler!..»
«Pangaltı tepesinden indik. Kurumuş küçük bir sel yatağını geçtik. Bir başka tepe tırmandık,
ve kendimizi başka bir semtte bulduk: Aya Di-mitri.
«Buranın hemen bütün sekenesi Rumdur. Her tarafta kapkara gözler, ihtiyar keşişler, atılgan ve tığ gibi delikanlılar, Örgülü saçlarını omuz-laıma dökmüş kadınlar sokakta toz toprak arasında oynaşan ve sokağı çığlıklarla dolduran ve yüzlerinden hîle ve şeytanet akan kopiller görüyoruz. Taşlarla kayıdrak oynayan bu oğlancıkların yanına yaklaştık. İçlerinden biri ki, aşağı yukarı sekiz yasında idi; hepsinden şeytanı ki, hemen her dakika bir çığlık kopararak küçücük fesini havaya fırlatıyordu. Birdenbire bir kapının önünde oturmuş olan başka bir çocuğa döndü ve bağırdı;
—• Cecchinoi buttami la palla!
(Cecchine! Topu bana at.)
Çocuk hırsızı bir çingene gibi kolundan yakaladım ve:
İtalyan mısın? dedim.
Hayır, dedi. İstanbulluyum.
Italyancayı kim öğretti? diye sordum.
Anam, dedi.
«Bu çocuk, sekiz senedenberi İstanbulda yerleşmiş Livourne'lu bir taşçı ile Pisa'lı bir kadının oğlu idi.
«Küçük vadiyi bir kere daha geçtik ve bir başka Rum mahallesine geldik ki, Tatavla denilen bu semtte, İstanbulun sayısız ve birbirine benzi-yen içkili ahçı dükkânlarından birine girdik.
«Burası, bir tiyatro yapılabilecek kadar büyük bir yerdi. Büyük bir ocağın karşısında kötü yüzlü bir adam, gömleğinin kollarını sıvamış balık kızartıyordu, kebap çeviriyordu. Öbür tarafta bir tezgâh vardı. Tezgâhın başında başka bir teh-ditkâr yüz, ayaklı kadehlerle beyaz ve kırmızı şarap dağıtıyordu. Ortada ve ilerde, kunduracı masalarını hatırlatan küçük masalar ve arkalıksız iskemleler vardı.