Ç meba ında ayaktakımından bir İsrtaııbul Delikanlısı



Yüklə 5,85 Mb.
səhifə4/90
tarix17.01.2019
ölçüsü5,85 Mb.
#97870
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   90

— Başka bir zaman gelir, bu parçayı oydurur çıkarırız, dedim.

«Hanımlar bu fikirlerimize hiç şaşmadılar.

«Sonra, düşünebildik ki, bu kapıyı al* sak bile onu koyacak bir koleksiyonumuz da yoktur ve bir Tanbûrî Cemil müzesi halinde görmek istediğimiz bu evde, ond'an kalmış tek eser, bu kurşun kalemle çizilmiş desenden ibarettir. Varsın dursun!

«Arkamıza bakmadan çıktık.

«Cemil'in hayatına dair, hâtıra ve rivayetlerin dışında, müsbet ve vesikaya dayanan bilgilerimizin fukaralığı yanma bir de, onun mezarının nerede olduğunu bilmemek utancı katılıyor.

«Bence, bir insanın mezarının belli olma-siyle olmaması arasında, esasında büyük bir fark yoktur. İçimizden kaç kişi sevdiklerinin mezarlarını bilirler. Bilseler bile, onlar da öldükleri zaman kendilerinden sonrakiler bu mezarları nasıl ve ne kadar zaman muhafaza edebilirler? Tutank Amen, N,apoleon Bonapart. veya Pastörün mezarları bilindiği halde Mozart veya Yunus Emrenin yattıkları yerin bilinmemesi, bu insanların vicdanlar muzdaki yerini değiştiriyor mu?

«Bu suallerle içimde, beni paylayan sesi susturmaya çalışırken, o, mütemadiyen söylüyor:

«— Hayır, öğle değil! diyor. Bu adam senin babandır ve öleli ancak otuz sene oldu. Onun gönüllerde dolu hâtırasının, plâklarda kazılı sesinin bulunması, mezarının yerini bilmene mâni değildir. Tam tersine, yalnız bu sebeple, sade baban olarak değil, ayrıca büyük bir sanatkâr olarak onun mezarını


CEMİL BEY (Tanbûrî)

— 3480 —


İSTANBUL

ANSÎKLOPEDÎSÎ

3481 —

CEMiL EFENDi (Şekerci)




kaybetmemek, borcundu. Biliyorsun ki süvari yüzbaşısı, ressam Tahsin Bey senelerce o mezarı ihmal etmedi. Kabristanın köşesinden bucağından tek başına topladığı taşlarla ve kendi elleriyle etrafına bir dıvar çevirmeğe çalıştı. Sen de hiç olmazsa bu taşları biraz falcı ile tutturamaz, iki üç senede bir gidip ne oldu diye bakamaz miydin?»

«Öldüğü zaman, birdenbire büyük bir ağlama buhranına düştüm. Beni alıp Beya-zıtta Fuad Vehbi Beyin evine götürdüler. Sonradan işittim ki cenazede pek az insan, ancak onbeş yirmi kişi varmış, «Herhalde ölümü duyulmamış olduğundandır» dendi idi. Ama bir zaman sonra — belki bir sene — Kadı Fuad Efendi ile beraber Merkezefendi-ye gittim, mezarı gördüm.

«O gün, Yenikapı Mevlevihanesine de uğramış, merhum şeyh Abdülbaki Efendiyi ziyaret etmiştik. Baki Efendi, uzun uzun, his ve temkinle babamdan -bahsederken bir aralık:

— Merkezefendi kabristanı iyidir. Lâkin zamanla tahribata uğramakta, diğer cihetten yeni yollar yapılarak kabristanlar tadil edilmektedir. Nakli Kubur için müddeti muayyenenin hulûdünde, inşallah, merhumun bakiyei iz,amını Dergâhı şerifin hazire-sine naklederiz. Münasip olur, demiş.

Fuad Efendi de hararetle bu fikre iştirak etmişti. Babamın pek aziz dostu merhum Şeyh Ceiâl Efendinin oğlu ve Miraciye şair ve bestegârı Kutb-ün-nayî Osman Dede'nin torunu olan Baki Efendi, bütün cedlerinin ve kendisinin bu hazirede, ebedi uykuları için gereken huzur ve emniyete güveniyor, hattâ Tanbûrî Cemil'e de bu huzur ve istira. hatten istifade imtiyazını esirgememek inceliğini gösteriyordu. Fakat Nakli Kubur için kanunî müddet gelip geçtiği halde ne o, ne başka kimse buna teşebbüs etmedik. Bir zaman sonra tekkeler kapandı. İstanbuldaki Mevlevi tekkelerinin en mühimlerinden birisi ol,an Yenikapı Mevlevihanesinin son şeyhi Abdülbaki efendi, mânevi varlığının yoğu-rulduğu bütün bir geleneğe rağmen uyanık bir insandı. Başında vakur sikkesi yerine siyah yir melon şapka ile Cağaloğlundaki Türkocağmda millî umdelerimiz yolunda birkaç sene çalıştıktan sonra öldü ve herhalde dergâhın naziresine gömülmedi. Kadı Fuad Efendi ise, vasiyeti mucibince, Merkezefen-

dide babanım mezarına gömüldü. O gün mezar açıldı. Ben, babamın kemiklerini gördüm ve inandım ki toprak da kısmettir.

«Şimdi oralarda, gittikçe ihtiyarlayan serviler arasında, keçiler dolaşıyor.»

Tanbûrî Cemilin Ruhuna Gazel — Yahya Kemal Beyatlınm en güzel gazellerinden biri bu adı taşır; şiir şudur:

Bezm-i Cemşîdde devran ki kadehlerle döner Şevk şeb tâ beseher raks-ı mükerrerle döner Tutuşur meş'alei dille merâyâyi huzur Hüsnü aşk ortada bin mâh bin ahterle döner Cümle ervahı makâmât açılır arşa kadar Rast mahûr ile uşşak muhayyerle döner Kurtulur pâyi tarab yerden o dem kim melekût Yere gökten süzülür halkai şehperle döner Her gelen rind kanar zevke bu mecliste Kemâl Canibi rahmete son çektiği sâgarle döner

CEMİL BEY (Topkapulu Ahmed) — Mühendishânenin topçu sınıfından yetişmiş asker fen adamı, Mühendishânenin hicrî 1274 (milâdî 1857-1858) yılı mezunlarından; binbaşı iken Mektebi Harbiye ve Mühendishâne matbaalarında çalışmışdır. gaayetle mahir bir hakkak idi, 1311 (1893) de kaymakam rütbesinde (yarbay) ve Tophane Meclisi âzası iken vefat etti.

Bibi. : Esad, Mirâtı Mühendishâne.

CEMİL BEY PEHLİVAN — İkinci Sultan Abdülhamid devrinde Üsküdarm okumuş yazmış kişizade kabadayılarından; Hâriciye mütercimi Selimiyeli Nuri Beyin kardeşi Yüzbaşı Cemil Bey'dir. Orta boylu, mavi gözlü, yağlıca, ve fakat mütenâsib endamlı, sıkı vücüdlu, yetmiş okkalıklardan, pençeli, icâbında canavar gibi yırtıcı, paralayıcı; dostlarına karşı itaatli, gençlere karşı ğaayet şefkatli, muhabbetli idi. Adalı Hallilerin-, Erenköylü Küçük Osmanların başa güreştikleri ve meydanda bulundukları devirde Has-ahırlı Abdürrahman ve Zeynel ile büyük-ortaya güreş tutardı.

Zâbitaca tescil edilmiş vukuatı pek çok-dur, şimşek gibi bir adamdı. 1305 de (Milâdi 1887-1888) bir gün zil zurna sarhoş iken Ga-latada Hâlidin Gazinosunda pırpırı kaldırım oğlanı Kız Hidâyeti oynatmak ister, bu yüzden bir kavga çıkar, vak'aya yirmibeş yaşında foir gene olan Komiser Nasûhi Efendi müdahale eder, ve zorba Cemil Bey Pehlivan tabancasını çekdiği gibi bu gene komiseri katleder. Bu cinayetinden ne ceza görmüş, dür bilmiyorum, 1900.1905 arasında olacak,

yüzbaşılıkdan matrud olan Cemil Bey Sivasa sürüldü ve orada bir kahvehanede tavla oynarken arkasından beüne saplanan bir kama ile öldürülmüşdür; sonr.a bir rivayet çıkdı: «öldürülmedi, tüfenkci dükkânında, çiftesinde sıkışan fişengi çıkarmaya uğraşırken tü-fenk ateş alıp kendi fişengi ile öldü» dediler.

Vâsıf HİÇ

CEMİLE (Küçükpazarh) — 1935 ile 1937 arasında yirmi yaşlarında ve âfeti devran güzellikde bir sokak kadını, yaz geceleri geç vakitler Küçükpazardan kalkar, o zamanlar etrafı dar sokaklarla örüşmüş Bozdoğan Su kemerleri etrafında dolaşırdı, hemen dâima başında savruk bir başörtüsü, sırtında basma bir entari, ve çıplak ayaklarında da takunya bulunurdu. Aslı Sürmenenin bir kö-yündendi; ince uzun boylu, hurma renkli, kara saçlı, kara gözlü, büyük ağızlı, 'elleri ayakları büyük büyük, delişmen, türkceyi Karadeniz yalısı halkı 'ağzının en tatlı ahengi ile. konuşurdu. On sekiz yaşında iken Hıdır Ali adında bir gemici tarafından izdivaç vaadi ile kandırılıp kaçırılmış, fakat memleketinde evli ve bir kaç çocuğu olan bu gene adamla evlenme imkânı bulamayınca metresliğine rizâ göstermiş, iki yıl sonra da Hıdır Ali bir meyhane kavgasında tehevvüren katilden mahkûm olunca hamisiz kalmış, ve Cemile, bir odasında oturduğu evin sahibesi kadın tarafından teşvik edilerek fuhuş hayatına atılmışdır. İki ay kadar dolaşmış, ahlâk zabıtası tarafından tescil edilmeden durumu Hıdır Alinin bir arkadaşı öğrenmiş, bir gün o adamın önünde yemin ederek tövbekar oldukdan sonra bir bekâr uşağı olan bu ikinci gemici ile evlenmiş, ve İstanbuldan kocasının memleketine götürülmüşdür. İstan. buldaki hâtırası, kendisim sokak kadını iken gorüb tanımış olan Ahmed Bülend'in yazdığı bir şiir kalmışdır:

Kanlı kanlı gözleri, Ellerinde ateş kılıçlar, • Fenerler

Yeniçeri heykeli.

Bu muhnik gaz geçince yanlarından

Birer birer sönüb devriliyorlar.

Güzel!

Senin için zar atılır,



Bıçak oynatılır,

Cıgaraya esrar

Rakıya zehir katılır,

Hüsnü KINAYLI

CEMİL EFENDİ (Fındıklık Şeyh Mustafa) — İkinci Abdülhamid zamanında Sul-tanahmedde Arabacıbaşı Tekkesi yahud Meczublar Tekkesi isimleri ile meşhur Hâli-diye dergâhının şeyhi; faziletleri ile tanınmış bir sımadır; ilk tahsilini gördükden sonra Mühendishâneye girmiş, hicrî 1285 (milâdî 1868-1869) de mülâzım rütbesi ile mezun olmuş, hemen ertesi yıl adı geçen tekkenin şeyhi olan babasının ölümü üzerine, şeyhlik postuna oturmak için pâdişâha bir arîza vererek askerlikden affını istemişdir, dileği kabul edilerek gene mühendis şeyh olmuşdur. Hayatı hakkında başka bilgi edinilemedi.

Bibi. : Esad, Mir'âtı Mühendishâne.



CEMİL EFENDİ (Şekerci Hafız) — Geçen asır sonlan ile asrımız başlarında yaşamış çok değerli bir bestekâr, çok şöhretli ud virtüözü, bu yönden «Udi» diye de amin1. 1861 de İstanbulda doğdu, Şehzade Camii imamı Hasan Tâhir Efendinin oğludur. On üç yaşında iken babasının vefatı üzerine geçim kaygusu ile önce bir sene kadar Bedestende cevahirci antikacı yanında, sonra da uzunca bir müddet, semtini tesbit edemediğimiz bir dükkân-imâlâthânede şekerci çıraklığı yapdı, ve şekerciliği ileride kendisine meslek, iş olacak derecede öğrendi.

Zamanı, mûsikimizin revnaklı bir devri idi; hevesli ve istidadlı gençler, İstanbulun her semtinde feyz alacak bir mûsiki ve saz üstadı bulabiliyordu; kibar ve rical konakları gençlerle üstadlarm toplandığa, mûsikinin ön safda yer aldığı sanat mahfilleri hâlinde idi. Şekerci Cemilin, baba evinin geleneği olarak Kur'an hıfzı daha babasının sağlığında dinlenmişdi; sesi güzel, veçhen de melâ-het sahibiydi, mûsikiye heves etmiş, ud çalmaya başlamışdı; bir vesile ile tanışdığı Ûdî Basri Beyden ders aldı; bir gün de hocası gene hafızı Kadıköyünde devrin pek değerli sanatkârı «Kel» ve «Enderunlu» lâkab-ları ile meşhur Aid Beyin evine götürdü (B.: Ali Bey, Hanende Kadıköylü). Misafirlerini mütevazı evinin küçük bir odasında, başın. da takkesi ev kıyafeti ile kabul eden bu zât, Basri Beyin: «Cemil, udla bir taksim et de hoca dinlesin..» demesi üzerine gene sekerci hafızın udunu dinlemiş ve hiç acımadan:

— Oğlum!., sen henüz hiç bir şey öğrenmemişsin!., demişdi.

Bunun üzerine Hafız Cemil Kadıköylü



i

CEMÎLÎ

— 3482 —


istanbul

ÂNSİKLOPEDlSl

— 3483

CEMİYETİ SOOFİYEİ iTTÎHADÎYE




Ali Beyin ellerine sarılıp öperek ve ağlayarak kendisine ders vermesini reca etmişdi; ve iki yıl Ali Beyden ders alarak kendisini GÖlTete ulaşdıracak feyze kavuşmuşdu. Ken-d-!si anlatırmış: «Ali Beyi buldukdan sonradır ki mûsikinin ne olduğunu anladım» dermiş.

Tarihini tesbit edemedik; mûsiki çalışmaları ar,asmda şekerciliği de gereği gibi öğ-remn Hafız Cemil 25-30 yaşları, 1885-1890 •3rasında Şehzâdebaşında, Şehzade Camiin tam karsısında bir de küçük şekerci dükkânı acdı ki dükkân zamanımızda d,a şekerci du-kâmdır. Sahibi sanat ve edebiyat mahfillerinde şöhrete kavuşurken dükkânını da peşi sıra sürükledi ve orası kabar ve rical vekilharçlarının seker almak için sık sık uğradıkları bir yer oldu. 1894 ramazanında «Serve-tîfünun» devrin bu meşhur mecmuasında bir başmakalede Şekerci Hafız Cemilin dükkânını şöylece övüyor:

«Şehzâdebaşmın eğlence ve zevk yerlerini sayarken Hafız Cemil Efendinin şekerci dükkânını unutmamak lâzımdır. Her senenin ramazanına güzel reçeller, şurublar, ve bayramına şekerler, şekerlemeler takdim ederek dil d,amak tadına düşkün olanları memnun eden Şekerci Cemil Efendi bu ramazânı şerifde de ziyadesiyle gayret sarf et-mişdir».

Yine o yıllar arasındadır ki devrin pâdişâhı İkinci Sultan Abdülhamidin kız kardeşi Mediha Sultanın dâiresine imam olmuş-dur. Her halde sultanın ileri sürmesi ile olacak. 1898 de bir irâdei şahane ile Mızıkai Hû-mâyuna alındı, ikibar ve rical çocuklarına mûsiki dersleri vermeye başladı; 1908 de meşrutiyetin ilânından sonra Mızıkai Hümayun es'ki hâlini kaybedince 1911 de kendi isteği ile oradan emekliye ayrıldı ve Mısır hi-divi Aibbas Hilmi Paşanın davetini kabnl ederek Mısıra gitti; Mısır sarayında ve Mısırın zadegan muhitinde çok bir hürmet ve alâk,a ile karşılandı; Mısırda da pek çabuk şöhret alan bir sekerci dükkânı açmayı ihmal etmedi; 1913 yılı sofalarında orada refah; içinde vefat etti; kabri Mısırdadır.

Oğullarından Mehmed Ali Beyle Nured-dîn Bey Kadıköyünde şekercilik ile meşguldürler (1958).

Şekerci Hafız Cemil Efendi pek çok şarkı ve peşrev bestelemişdîr.

Sermed Muhtar Alus: «Gençliğimizde Şekerci Hafız Gemilin hicazkârdan «Lâyık mı $ana bu dili sevdâzade yansın» ve hicazdan «Bir nigâh et ne olur hâlime ey gönce dihen» şarkıları ile İsfahandan «Karâr etmez gönül mürgi...» semaîsi hepimizin ağzında dolaşırdı. Üç oğlu bir kızı vardı, torunlarından güzel bir delikanlı haytalık yoluna sapdı, serseri oldu, köprü altlarında yattı; pek efendi 'kişiler olan amıcaları bu çocuğu niçin korumamışlardır anlayamadım» diyor.

Bibi. : M. Kemal inal. Hoş Şada.

CEMİLÎ — Onbeşinci asır sonu ile on-altmcı asır basında yaşamış şâirlerden; meşhur bir şuerâ tezkiresi müellifi Kastamonulu Lâtifi: «Aslı Türkistanlıdır, şiirlerinin çoğu Nevâî tarzındadır, Nevamın üç cild dîvânında olan şiirlerin hemen hepsine kaafiye-ler kaafiye nazire söylemişdir, ama yazdıkları yalnız vezin ve kaafiyede naziredir, san,at, hayal, letafet ve sözde nazire değildir» diyor ve şu beytini tezkiresine örnek olarak alıyor:

Bulmasını ol encümen ki ande sahbâ bulmaya Bulmasun sahbâ dahi ger bir dilârâ bulmasa Bibi. : Lâtifi, Şuerâ Tezkiresi.

CEMİL PAŞA — (B.: Topuzlu Cemil)

CEMİYETİ İLMİYEİ İSLÂMİYE — 1908 inkılâbından sonra ilk kurulan cemiyetlerdendir, medreseli ulemâ tarafından kurulmuşdur.

Cemiyet kurulur kurulmaz fikirlerini neşretmek için «Beyânülhak» adında bir de mecmua çıkarmaya bâşlamışdır. Bu mecmuada «Cemiyetimiz» başlığı altında neşredilen bir makalede cemiyetin maksad ve gaayeleri şöyle anla-tılmışdır: «Ulemâ, uhdesine düsen ve icrasında dinî mecburiyet olduğu halde istibdadın tesiri ile yalnız tasavvurda kalan yüksek vazifelerini şimdi kemâli ehemmiyetle ifaya karar verdi ve hemen bir cemiyeti ilmiyei tesis etti. «Evvelâ cemiyetimiz bir cemiyeti siyâsiyei vataniyedir. Doğrudan Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyetine bağlıdır. Onun takib ettiği siyasî mesleği takib edecekdir. «Saniyen bir cemiyeti ilmiyedir. İstanbul ve taşra medreselerinin ihyası, ve tahsilin yükselmesi ve talebenin her türlü ilimlerden hisseyâb edilebilmesi çârelerini düşünecek, ve ibtidâî ve şâir mek-teblerde tahsili dinîyi nazarı îtibara alacak, ve âid oldukları makam nezdinde tesebbüsâtı lâzimede bulunacakdır.

«Sâlisen cemiyetimiz bir cemiyeti dinîyedir. Gerçek mevkut ve gayri mevkut ceridelerle ve ri-

sâlelerle, gerek vaaz ve nasihat suretiyle müslü-manlarm dinlerine olan merbutiyetlerinin tama-miyle takviyesine çalışacak, ve her sınıf halka zaruriyâtı diniyesini ve istitaatı nisbetinde ahkâmı islâmiyeyi tefhim ve tebliğ edecek, ve lüzum göreceği yerlere birer heyeti ilmiye gönderecekdir...». Fakat çok geçmeden bu Cemiyet, İttihad ve Terakki Fırkasının siyasî tutumu ile bağdaşamadı; kendi organı olan Beyânülhak Mecmuası ile, «Ahanı amali meşrûtiyeti meşrûayı muhafaza ile islâmiyetin terakki ve tealisine hizmetden ibaret bulunan Cemiyeti İlmiyei İslâmiyenin İttihad ve Terakki Cemiyetine rabıtası olmadığı ilân olunur» diye o siyâsî fırka ile münâsabetini kesdi, fakat kendi müstakil siyasî faaliyetine devam etti. Beyanülhakda, meşru meşrûtiyet yolundan ayrılmış olmakla ittiham edilen İttihad ve Terakki Fırkası da bu cemiyeti «dini siyâsete âlet ederek irticai körüklemekle» telıdid etti; ve 31 mart vak'a-sını hatırlattı. Nice masum ve gariblerin kurşuna dizilip asıldığı ve kanlı vak'anın hâtırası karşısında da Cemiyeti İlmiyei İslâmiye faaliyetine devam edemeyerek dağıldı.

Bu cemiyetden millî kütübhânemize cildlik Beyânülhak Mecmuası kalmışdır, pek vâkıfâne kaleme alınmış makalelerle doludur.

Osman Nuri ERGİN

CEMİYETİ SOOFİYE — Birinci Cihan Harbinin son felâketli yılı olan 1918 de, felâketli mütâreke yılı başında millî birliği koruma, felâket kargısında toplumu uyandırma yolunda kurulmuş cemiyetlerden biridir; azaları İstanbuldaki tekkelerde toplanıp konuşurlar idi. Bu cemiyetin nizâmnâmesinde şunlar yazılıdır: «Biccümle ehli tarik beyninde şeairi islâmiyeden bulunan uhuvveti dinîyeye revâbıtını teyîd ve tevsîk, ve mekârimi ahlâkın tesîs ve muhafazasına hadim olan esâsat ve meâliyâtı soofiyeyi neşir ve tamim, ve fukara ve dervîşânm zaruret ve ihtiyâcım ref ve tehvin eylemek maksadı ile merkezi Dârüsseadette (İs-tanbulda) olmak üzere Cemiyeti Soofiye adı ile bir cemiyet tesîş edilmişdir. Cemiyeti Soofiye bir heyeti hayriye olduğundan siyâset ile aslaa iştigal etmez meşâyih ve dervîşan ve muhibban, velhâsıl kâffei ehli tarik Cemiyeti Soofiyenin âzâi tabiîsinden, ve cemiyete kaydolunanlar âzâyi mukayye-desindendir».

Böylece kurulan cemiyetin idare heyetine «u zatler seçil mişdir:

Birinci Reis : Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi İkinci Reis : Urfa Mebusu Şeyh Safvet Efendi

Aza : Dersiam ve mukarrir Üsküdarlı Şeyh Osman Efendi

Aza : Sünbülefendi şeyhi Kutubiddin Efendi Aza : Meclisi Meşâyih reisi Tevfik Efendi Aza: Yenikapu Mevlevîhânesi şeyhi Abdülbâki

Efendi

Aza : Unkapanı Buhârî Tekkesi şeyhi Ali Efendi Aza: Meclisi Tetkikaati Seriye âzasından Şevketi Efendi Aza : Meclisi Tetkikaati Seriye âzasından Said



Efendi Aza : Darülfünun müderrislerinden İzmirli İsmail

Hakkı Bey Aza : Rumelihısarında Nafibaba Tekkesi şeyhi

Mahmud Bey

Aza : Kaadirîhâne şeyhi Abdüşşekûr Efendi Aza ve kâtibi umumî: Pîrîpaşa şeyhi Nurullah Bey Aza ve muhasebeci : Şeyh Reşid Efendi Aza ve muhasebeci : Taşbururi Tekkesi şeyhi

Sadeddin Efendi Aza ve muhasebeci : İmâmısânî Niyazi Efendi

O> karanlık zamanda hiç bir şey yapamayan

bu cemiyet bir kaç toplantıdan sonra dağılmışdır.

Bibi. : Osman Nuri Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, I.

CEMİYETİ SOOFİYEİ İTTİHADİYE —

1909 inkilâbında her sınıf ve cemaate cemiyet hâlinde toplanma hürriyeti verildiği sırada muhtelif tarîkatlere mensub olan kimseler de bu hak-dan faydalanarak bir cemiyet kurmaya teşebbüs ettiler. Esasen cemiyet kurmadan önce «Cerîdei Soofiye», «Tasavvuf», ve «Muhibban» isimleriyle muhtelif zümrelerin çıkarmakda oldukları mecmualarla diğer dinî mecmua ve gazetelere yazdıkları makaalelerle tekke ve tarikat mensubları da memlekette bir varlık olduklarını herkese gösteriyorlardı. Fakat tarikatlerin kendi aralarında ayrılıklar, bir de tekke mensubları ile medreseli ulemâ arasında geçimsizlik bu zümrenin bir cemiyet kurmasını çok zorlaşdırıyordu. Bu işe o devrin basın âleminde tanınmış Hacıbeyzâde Muhtar Bey adında bir zât teşebbüs etti; garibdir ki kendisi, diğer bütün tarikatlerce sevimsiz görünen bektâşîlik ile tamnmışdı; Muhtar Bey, çıkarmakda olduğu «Muhibban» isimli mecmuayı bu cemiyet kurma yolunda kullandı. Mutlakiyet devrinde sürgüne gönderilip hayli çevir ve cefâ çekmiş Şeyh Nail Efendi adında bir zâtın yazdığı «Cemiyeti Soofiyei İttihadiye» nizâmnâmesini mecmuasında neşretti (1911); fakat cemiyeti kurmak imkânı bulunamadı.

; Osman Nuri ERGİN

CEMÎYETÎ TEDRÎSÎYEI ISLÂMlYE

_ 3484 —


tSTANBÜL

ANSÎKLOPEDÎSÎ

— 3485 —

CEMRE, CEMRELER




CEMİYETİ TEDRİSİYEİ İSLÂMİYE — Büyük bir ilim ve şefkat ocağı olan Dârüşşefakayı (Darüşşefaka Lisesini) kuran ve bu bir asra yaklaşan bir zaman içinde bu müesseseyi emsalsiz ciddiyet ile idare eden, vatanımıza binlerce kıymetli insan yetişdirme imkânı sağlayan büyük hayır cemiyeti; bir ara ismi «Türk Okutma Kurumu» na çevrilmiş, fakat bu isimde başka bir dernekle karıştırıldığı için tekrar eski ismini almış-dır; kısa bir müddet sonra adı yine değiştirilmiş, «Darüşşefaka Cemiyeti» olmuşdur, hâlen bu son isim altında çalışmaktadır.

Kendisi de Darüşşefakanm âguuşî şefkatinde yetişmiş olan eski belediye mektubcusu merhum Osman Nuri Ergin «Türkiye Maarif Tarihi» adındaki eserinde bu hayır cemiyetinin kuruluşunu şöylece anlatıyor:

«Hicrî 1272 (milâdî 1855) de ıslahat fermanının nesrinden sonra simdi azlık dediğimiz gayri müslim unsurlar yâni ermeniler, rumlar ve musevîler, hattâ ecnebiler Istanbulun ötesinde berisinde kiliselerinin ve cemaatlerinin yardımı ile ve temin ettikleri ianelerle büyük büyük mekteb-ler yaparak veya açarak kendi çocuklarını okutmaya başladıklarını, ve bu mekteblerden çıkanların hayat ve ticaret sahalarında iyi mevkiler edindiklerini gören bir kısım müslümn mütefekkirleri tıbkı onlar gibi fakir müslüman çocuklarını okutmak ve onlara hayatda lâzım olacak derecede bazı şeyleri öğretmek istemişlerdi.

«Bu mütefekkirleri ilk önce bu hayırlı yola sevk eden bilhassa esnaf çırakları olmuşdur. Sabahları Büyükçarşıya giden esnaf çıraklarının çarşı açılıncaya kadar çarşı kapusu önünde, kahvehane ve çaycı dükkânlarında boş vakit geçirdikleri görülerek, boş geçen şu zamandan istifade ile onları biraz okuma yazma ve hesab öğretmek, ve bâzı ahlâkî ve içtimaî esaslar telkin etmek maksadı ile bu mütefekkirler hicrî 1281 (milâdî 1865) de «Cemiyeti Tedrisiyyei İslâmiye» adında bir cemiyet kurmuşlardır.

«Cemiyetin kurucu azaları şu zatlerdir: Yusuf Ziya Bey (Bu cemiyet fikrini ortaya ilk koyan zat, sonra maliye nazırı Yusuf Paşa olacaktır) Ahmed Muhtar Bey (Müşir Gazi Ahmed Muhtar Paşa), Vidinli Tevfik Bey (meşhur matematik bilgini müşir Vidinli Tevfik Paşa), Ali Nakî Efendi (ilk mebusan meclisinde Trabzon mebusu).

«Diğer azalar şu zatlardır: Sikkezenbaşı Ab-dülfettah Efendi, âmedî hulefâsmdan Memduh Bey( dâhiliye nâzın Memdut Paşa), terceme odası bulefâsmdan Mehmed Âsim Bey (Peşte konso-

losu), mezâhib odası hulefâsmdan Mustafa Refik Bey (adliye nâzın Manyâsîzâde Refik Bey), terceme odası hulefâsmdan Sâdullah Bey (Viyana sefiri Sâdullah Paşa), Anadolu varidat mümeyyizi Galib Bey (evkaf nazırı Galib Paşa), Defter-hâne başkâtibi Nazmi Bey, hâriciye mektubi kalemi hulefâsından Mahmud Ekrem Bey (şâir edîb Recâîzâde Ekrem Bey), mirilivâ Mehmed Selim Paşa, bahriye muhasebecisi İzzet Bey, Topçu Mektebi fenni mimari muallimi yüzbaşı Ali Bey, Harbiye idadisi farisî muallimi Cebbar Efendi, esham muhasebesi mühimme odası hulefâsmdan Mehmed Râsid Bey, Seraskerlik mübâyaat kalemi hulefâsmdan Cemal Bey, Beykoz naibi Musa Kâzını Efendi, Babıâli terceme odasından Ahmed Kâmil, Ahmed Rifat, Mehmed Rifat Beyler, Dâri Şûrâyi Askerî âzasından Mehmed Selâmi Paşa, Meclisi Has âzasından miralay Ahmed Râ-şid Bey, erkâniharb kaymakam Osman Nuri Bey, Dr. Kırımlı Aziz Bey, Dr. Binbaşı Hüseyin Sab-ri Bey, Harbiye nezâreti hulefâsmdan Mehmed Tevfik Bey, Emin Bey.

«Önce Büyük Kapalı Çarşının Örücüler Ka-pusundaki sibyan mektebi bu işe tahsis edilmiş, fakat tamir edilip tedrisâta başlamadan yannıış-dır. Bunun üzerine Bayazıdda Simkeşhâne binası köşesinde ve sebil üstünde Emetullah Valide Sultan Mektebi Evkaf tarafından tamir ettirilerek bu işe tahsis olunmuşdur.

«O zamanın büyük gazetelerinden Tasfiri Efkâr bu hâdiseyi şöyle anlatıyor:

Eshâbı zârûriyeye mebnî vaktiyle okuyub yazmaya muvaffak olamayan her sınıf ahâlii müsli-meye akaaidi diniyeyi tâlim ile az vakitde mektub, sened ve evrakı sârei kıraat ve tahrir edecek mertebe tahsili liyâkat ettirmek niyeti hayriyesi ile ve Cemiyeti Tedrisiyyei îslâmiye nâme ile bir cemiyet teşekkül etmişdir. Dersler esnaf ve sâireye tes-hilâta medar olmak üzere Çarşısının küşâdmdan ve iş zamanı hululünden evvelce îtâ olunacakdır... Mektebe devam edecek şâkirdânm kâffesine ders kitablan ile yazı kâğıdları gibi mühimmatı tah-siliye cemiyet tarafından meccânen verilecekdir. Talebeye sabahları bir buçuk veya iki saat Elifba ve Kelâmıkadim ve ilmihal ve bazı türkce kitab-lar ve hesab ve hendese ve coğrafya mukaddemâtı öğretilecekdir.


Yüklə 5,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin