Danyal (a.s):
İsrailoğullarına gönderilmiş olan peygamberlerden biridir. Henüz çocuk yaşta iken İsrailoğulları ile birlikte esir edilmiş, Babil'e getirilmiştir. Orada hükümdarın sarayında büyümüş. Ancak hükümdar Buhtun-nassar'ın resmine secde etmediği için aslanların önüne yem olarak atılmıştır. Cenab-ı Hak, sevdiği kulunu (Danyal Peygamberi) korumuş ve salimen kurtulmuştur.
Hz. Üzeyir (a.s) ile aynı asırda yaşadığı bildirilen Danyal (a.s)'ın gösterdiği mucizeler karşısında o zamanın devlet adamları dahi saygı gösterirlerdi. Hükümdarın ölümünden sonra her iki peygamber Kudüs'e gönderilmiş, dönüşte vefat etmiştir. Doğum ve vefat tarihleri kesin olarak bilinmiyor.
Dâr:
Mesken, geniş ve büyük ev, içinde oturulan yer, konak, ülke gibi sözlük anlamları bulunan Dâr terimi, çeşitli tamlamalar yapılarak kullanılmıştır. Dârü'l-İslam; Dârü'1-Harb... gibi 88
Ayrıca dâr kelimesi tasavvufta, özellikle Bektaşilikte tarikate giren kişinin bir meydanın tam ortasında tarikat kurallarına uyacağına dair söz verdiği yerin ismi olarak da kullanılır. Bundan başka dâr kelimesi ile yapılan bazı tamlamalar da şöyledir: Darü'1-beka: Sonsuzluk yurdu, ahiret; Darü'1-adl: adalet yurdu, İslam ülkeleri için söylenir; darü'I-eman; güvenlik içinde, her hangi bir tehlikeye uğrama korkusu olmadan yaşanılan yer. Bu terim hem Kabe için, hem de müslümanlarla barış anlaşması bulunan ve müslümanların güvenlik içinde yaşadığı veya müslümanların zimmetini kabul etmiş bulunan gayrı müslim toplulukların yaşadığı ülkeler için kullanılır.
Darb-ı Mesel:
Bir şeyi örnekleme yoluyla anlatmak için kullanılan, halk içinde bilinen hikmetli ve meşhur söz veya deyim. Türkçe karşılığı atasözüne yakın sayılır. Mesel tek başına örnek, benzer anlamım verir. Kur'an-ı Kerim'in insanlara anlatım sırasında kullandığı metodlardan birisi de misal getirmek arb-ı mesel’dir. Kur'an'ın misalleri hayatın içinde yaşanan şeylerden olup muhatabın anlamasını kolaylaştırma niyeti ile verilmiştir. Kur'-an-ı Kerim'de çok sayıda misaller verilmiştir. Örneğin; İsra suresi 48-52. âyetleri insanın tekrar dirilişi ile ilgilidir.
Darü'l-Aceze:
Darülaceze, sokaklarda dilenen çocuklarla sakat erkek ve kadınları, dilenmekten kurtarılması, güçleri nisbetinde çalışarak geçinebilmelerini sağlamak amacıyla istanbul'da kurulan bir hayır kurumudur.
1877-1878 Osmanlı-Rus harbinden sonra (93 harbi olarak bilinen) İstanbul'u dolduran, kimsesiz, yoksul, dul ve yetimlerin barındırılması için 2. Abdülhamid tarafından açılması düşünülmüştür. Bu düşünceyle, 9 Nisan 1890'da 2. Abdülhamid, Sadrazam Halil Rıfat Paşa'nın öncülüğüde teşebbüse geçilmesi emrini vermiştir. Ayrıca Abdülhamid, büyük mali yardımda bulunmuştur. Darulaceze'nin temeli, 7 Kasım 1892'de Kağıthane poligonu sırtlarında 27 dönümlük arazide atılmıştır. 2 Şubat 1896'da ise, camii, kilisesi, havrası ve çeşitli iş yerleri ile birlikte hizmete açılmıştır.
Darulaceze'nin yönetimi, 28 Ocak 1895'te yürürlüğe giren iki ayn yönetmelikle tesbit edilmiştir. Kamu yaranna dernekler gibi çalışan kurumun yönetimi yönetmeliğe göre şu kişilerden meydana geliyordu. Yönetim kurulu başkanı, Şehremaneti (Belediye)den seçilen ve padişahça onaylanacak bir memurdur. Üyeleri, Müftülük, Vakıflar İdaresi, Zaptiye nezaretinden atanacak bir memurla, Rum, Ermeni, Katolik, Yahudi azınlıkların gönderecekleri birer temsilciden ibaretti. Kurul üyeleri ücretsiz çalışırlardı. Ayrıca kurumun vakfiyesinde, dil, din, ırk farkı gözetilmeksizin herkese hizmet verileceği belirtilmektedir.
Bugün Darulucaze'nin bünyesinde 400 yataklı büyükler ve 100 yataklı küçükler için hastane ile çocuk yuvaları, çeşitli atölyeler ve iş yerleri mevcuttur. Hastalar değişik meşguliyetlerle tedavi edilmektedirler. Genellikle Türk el sanatları, süslemecilik, terzilik, müzik çalışmaları başlıca meşguliyet sahalarıdır.
Darülaceze, açıldığından bu güne kadar 68.000 kişiye hizmet vermiştir. Birçok öksüz, yetim çocuk yetiştirilmiş ve iş sahibi yapılmıştır. Binlerce güçsüz debarındırılmıştır.
Kurumun Özelliği ve Sonuç: Diğer sosyal-yardım kurumlarımızda olduğu gibi, Darulaceze'nin de en belirgin özelliği, burada barınacak olanların yoksul, kimsesiz ve güçsüz olmaları yanında, dil, din, ırk ve milleyet farkı gözetmeksizin herkpsi kabul etmesidir. Kurum bünyesinde bulunan cami, kilise ve havra bunu göstermektedir. Ayrıca bu durumun dinimizin insana verdiği önemin ve toleransın tabii neticesi olduğunda şüphe yoktur.
Darü'l Erkâm:
Safa Tepesi eteklerinde bulunan, Müslümanların Resûlullah'ı dinledikleri, nöbetçilerin etrafı gözetledikleri, nice büyük sahabilerin islâm ile müşerref oldukları Abdullah bin Erkam diye bilinen Erkam bin Ebi-Erkam (r.a)a ait olan ev için kullanılan bir tabirdir.
Bu mübarek hanenin sahibi Abdullah bir Erkam'ın ailesi, cahiliyye döneminde fevkalade izzet ve itibar sahibi olduğundan Mekke müşrikleri, müslümanların burada toplanmalarına fazla ses çıkaramıyorlardı. Bu zat, İslâm'ın ilk çileli günlerinde hiçbir fedakarlıktan çekinmemiş ve diğer sahabilerle birlikte Medine'ye hicret etmekten geri kalmamıştır. Resûlullah (s.a.s) bu sahabiyi, Ebû Talha (r.a) ile kardeş yaptı rahat ve huzur içinde yaşaması için de Benî Züreyk saatinde biraz arazi verdi.
Müşriklerin Darü'n Nedve'de gizlice almış oldukları korkunç kararın gereğini infaz etmek üzere yola çıkan Ömer bin Hattab, Eniştesi Said'in evinde dinlediği Kur'an âyetlerinin etkisi ile yumuşayıp bu kutlu eve gelmiş ve Resûlullah (s.a.s)ın huzurunda müslüman olmuştur.
Hz. Ömer (r.a), Abdullah bin Erkam için: "Ben Erkam'dan daha fazla Allah'tan korkan birisini görnedim" demiştir.
Bu mübarek ev, Abdullah bin Erkam'ın vefatından sonra çocuklarına intikal etti. Hicretin 140. yılına kadar hacca giden müslümanlar Safa ile Merve arasında Sa'y yaparken bu evi görürlerdi. Halife Mansur, bu evi mirasçılarından satın alarak Devlete mal etmiştir.
Ancak Halife Mehelî döneminde yapılan tadilatla evin asıl özelliği kaybolmuş, böylece bu mübarek ev sonraki nesillere intikal edememiştir.
Dostları ilə paylaş: |