Caiz: 6 Câlut: 7



Yüklə 0,66 Mb.
səhifə7/21
tarix12.01.2019
ölçüsü0,66 Mb.
#95639
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   21

Cenaze:

Sözlük anlamı, "ölü" dür. Ölen bir müslümanı yıkamak, kefenlemek, üzerine namaz kılıp defnetmek müslümanlar için farz-ı kifayedir. Müs­lüman ölüleri hayırla anmak, onların iyi taraflarını söyleyip kötü hallerini söyle­memek müslümanlann görevlerinden sayılmıştır.



Cenaze Namazı:

Yıkanmış ve ce­naze namazı kılmak üzere öntarafa konmuş olan müslüman bir ölü için, müslü­manlann abdestli ve kıbleye karşı cena­ze namazı kılmaları FARZ-I KİFAYE­DİR. Cenaze namazında niyet, kıyam ve tekbirler vardır. Bir de her tekbirden sonra okunan dualar... Kıyam ve tekbir­ler, cenaze namazının rüknü, niyet et­mek ise cenaze namazının şartıdır. Ni­yet; erkek, kadın, erkek çocuk ve kız çocuk için değişir.

Cenaze namazında cemaat şart değil­dir. Yalnızbirkadınbilekılsa namaz sa­hihtir. Birden fazla cenazenin hepsine bir namaz kılmak sahih ise de ayrı ayrı kalmak evladır. Cenazenin olduğu yer­de sadece bir müslüman olsa da başka kimse bulunmasa cenaze namazı kıl­mak o kimse üzerine farz-ı ayn olur. Ce­naze namazı kıldıracak imimda, imam­lık şartlannin bulunması lazımdır. Ce­maatin üç saf olmasımüstehabtır.

Namazlarda şart olan taharet, setr-i avret, istikbal-i kıble ve niyet'ten başka cenaze namazı için altı şart daha vardır. Bunlar:



1- Ölünün müslüman olması,

2- Ölünün temiz olması, (yani cenaze­nin yıkanması, kefene sarılması lazımdr. Yıkanmamış olan bir cenazenin na­mazı kılınmışsa, yıkandıktan sonra tekrar kılınır.)

3- Ölünün cemaat önünde bulunması.

4- Ölünün tamamının veya bedeninin çoğunun ya da hiç olmazsa başı ile bir­likte bedeninin yarısının mevcut olması. (Bedeninin yarısı gitmişse, başı yoksa yıkanmaz kefenlenmez. Bir be­ze sanlarak gömülür. Bunun gibi gai­be de namaz kılınmaz. Şafii ve Hanbeli mezheplerine göre gaibe namaz kılınır.)

5- Cenaze namazını kıldıracak kimse­nin râkirn ve kaaid bir halde bulunma­ması,

6- Cenazenin yere konulması, elde omuzda veya bir hayvan üzerinde bu­lunmaması,

Namaz kılmanın mekruh olduğu üç vaktin dışında cenaze namazı her zaman kılınır.

Cenaze Namazının Kılınışı: İmam, cenazenin göğsü hizasında ayakta du­rur. Niyet eder. Cemaat da niyet eder. İmam yüksek sesle tekbir alır, cemaat da imama uyarak hafif bir sesle tekbir alır. İlk tekbirde namazda olduğu gibi eller kulak yumuşağına kadar kaldırılır, baş parmaklar kulak yumuşağını değdirilir ve eller göbek altına bağlanır. Son­ra "SÜBHANEKE" okunur. Diğer na­mazlarda okumadığınız "VECELLE SENÂÜKE" cümlesi ilave edilir. Bun­dan sonra imam açıktan ve ellerini kal­dırmadan ikinci bir tekbir alır. Cemaat de hafif bir sesle tekbir alır. İkinci tek­birden sonra "Allahümme sallı ve Allahümme bârik,.." duaları okunur.

Bundan sonra yine eller kaldırılma­dan üçüncü tekbir alınır. Gizlice cenaze duası okunur. (Cenaze dualan erkek, kadın, erkek çocuk ve kız çocuk için ayrı ayn olduğundan buraya almayıp konunun sonuna sırasıyla aldık) bundan sonra dördüncü tekbir daha alınarak önce sağa sonra da sola selam verilir.

Cenaze namazı kılarken üçüncü tek­birden sonra okunan cenaze duasını bil­meyenler "Rabbena âtinâ.. gibi bildikleri bir duayı okurlar. Tekbirlerden sonra belirtilen dualan okumak, imamın cenazenin göğsü hizasında durması sünnettir, selam vermekise vaciptir.

Güneşin doğması, batması ve tam öğ­leye yaklaşıp gökyüzünü ortalaması sırasında cenaze namazı kılmak mekruhtur. Yukarıda geçen üç vakitten bi­rinde ölüyü mezara koymak mekruh değildir.

Canlı olarak doğduğu bilinen veya doğarken yandan fazlasının diri olduğu görülen bir çocuk yıkanır ve namazı da kılınır. İntihar edenin cenaze namazı kılınmaz. Anne ve babasını haksız yere kasten öldüren bir kimsenin cenaze na­mazı kılınmaz. İdam edilen kimse yıka­nır, kefenlenir ve cenaze namazı kılınır.

Düşüğe veya ölü doğan çocuğa cena­ze namazı kılınmaz. Yıkanır, bir beze sarılarak gömülür.

Cenaze namazını kabristanda kılmak mekruhtur. Namazı bozan şeyler, cena­ze namazını da bozar.

Cenaze Namazında Niyet:

Cenaze erkek ise şöyle niyet edilir:

Niyet ettim Allah rızası için nama­za, meyyit için duaya, uydum hazır olan imama."

Cenaze kadın (veya kız ise) şöyle ni­yet edilir:

Niyet ettim Allah rızası için nama­za, meyite için duaya, uydum hazır olan imama,"

Cenaze erkek çocuk ise şöyle niyet edilir:

Niyet ettim Allah rızası için nama­za, sabi için duaya, uydum hazırdan imama."

Cenaze kız çocuk ise şöyle niyet edi­lir:

Niyet ettim Allah rızası için nama­za, sabiyye için duaya, uydum hazır olan imama,"

Cenaze Duası: Her cenaze için ayrı dua etmek sünnettir. Cenaze duasında ilk bölüm erkek, kadın, erkek ve kız çocuklar için hep aynıdır. Ancak ikinci bölüm değişir. Cenaze duasında değiş­meyen ilk bölüm şöyledir:

Okunuşu: "Allahümmağfır li hayyinâ ve meyyitinâ ve şâhidinâ ve gâibinâ ve zekerinâ ve ünsânâ ve sağirinâ ve kebîrinâ.

Allahümme men ahyeytehü minnâ feahyihi ale'l-islâmi ve men teveffeytehü minnâ feteveffehü ale'l-îmân."

Mânâsı: "Allah'ım! Dirimizi ve ölü­müzü, burada hazır bulunanları (bura­da) olmayanları, küçüğümüzü ve büyüğümüzü, erkeğimizi ve kadınımızı mağrifet eyle. Allah'ım! Sulbümüzden hayat bahşederek vücud vereceğin yeni niselleri İslâm dini üzere yarat. Bizden olanlardan eceli gelip öldüreceklerini de iman üzere öldür."

Cenaze duasının buraya kadar olan ilk bölümü erkek-kadın, erkek ve kız ço­cukları için aynen okunur.

Bundan sonra cenaze erkek ise şu dua okunur:

Okunuşu: "Ve hussa hazâ'l-meyyite bi'r-ravhi ve'r râhati ve'l mağfîreti ve'r-rıdvân. Allahümme in kâne muhsinen fezid fî ihsanihî ve in kâne müsîen fetacâvez anhu ve’l lekkihâ'1-emne ve'l-büşrâve'l-kerâmeteve'z-zülfâbirahmetike ya erharne'r-rahimin."

Mânâsı: "Allahım! Bu meyyite lutfu kereminden safa içinde ebedi rahat, sonsuz rahmet, günahlardan mağfiret, cennet nimetleri içinde bir hayat bahşeyle Allah'ım! Bu ölü, yoksullara ihsan ve sana imân etti ise, şimdi de sen ona fazlasıyla ihsanda bulun. Eğer bu ölü günahkârise ondan vazgeç, günahlarını affeyle. Ya Erhamer Rahimîn. Bu ölü­yü korktuğundan emin kıl, lütfün ile müjdele. Onu ahi ret şerefine ve âli mer­tebeye kavuştur."

Cenaze kadın ise: Cenaze duasının yukarıda geçen ilk bölümü aynen okunduktan sonra şu dua İlave edi­lir:

Okunuşu: "Vehus sahazihi'l-meyyi-tete bi'r-ravhi ve'rrâhati ve'1-mağfireti ve'r-rıdva'ni. Allahümme inkânetmuh sineten fazid fî ihsânihâ ve in kânet musîeten fetecâvez anhâ ve lekkihâ'l-emne ve'1-bûşrâ ve'l-keramete ve'z-zülfâ bi-rahmetike ya erhame'r-rahimin."

Cenaze erkek çocuğu ise; cenaze duasının yukarıda geçen ilk bölümü aynen okunduktan sonra şu dua ilave edilir.

Okunuşu: "Allahümme'c'alhü lenâ feratan, ve'c'alhü lenâ ecran ve zuhran, ve'c'alhü lenâ şâfıan ve müşeffean."

Mânâsı: "Allahım! Bu çocuğu bizden önce cennete ulaştır. Bu çocuğu bizim için ecrü sevap ve ahiret azığı kıl. Bu çocuğu bizim için şefaatçi kıl ve şafaatını kabul buyur."

Cenaze kız çocuğu ise; yukarıda geçen cenaze duasının ilk bölümü okunduktan sonra şu dua ilave edi­lir:

Okunuşu: "Allahümme'c'alhâ lenâ feratan ve'c'alhâ lenâ ecran ve'c'alha lenâ şafıaten ve müşeffiaten."



Cenin:

Ana rahmindeki çocuk, döl. İslam'da cenin, hayat hakkına sahip ola­rak kabul edilir. Hakkında miras, vasiyet gibi hükümler vardır. Ayrıca dince geçerli bir gerekçeye sahip olmadan çocuk düşürmek de yasaklanmıştır. Özellikle geçim korkusuyla çocukların öldürülmesini, yani kürtajı Kur'an-ı Kerim büyük günahlardan saymak­tadır: "Fakirlik korkusuyla çocukları öldürmeyin. Onun da sizi de biz besli­yoruz, Onları öldürmek, büyük günah­tır.30



Cennet:

Sözlükte, "ağaçlı bahçe, ye­şillikleri bol bostan, sık dal ve yaprak­ları ile yeri gölgelendiren hurmalık ve bağlık" gibi anlamlara gelir.

Terim olarak, "peygamberlerin dave­tine uyarak iman edip dünya ve ahirete ait işleri, kulluk vazifelerini elden gel­diği kadar güzel bir şekilde yapan temiz ve müttâkî kişiler için hazırlanmış bir huzur ve saadet yurdu demektir.

Kur'an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde cennet çeşitli şekillerde tasvir edilmiş­tir. Kur'an-ı Kerim'de bilhassa" ağaçları altından ırmaklar akan cennetler" şeklinde çok tasvir edilmiştir. Bunlar­dan bazı âyetlerin meali şöyledir:



"İman edenlere ve iyi iş işleyenlere müjdeler ki, onlara (ağaçları) altın­dan nehirler akan cennetler vardır. Orada her defasında kendilerine rızık olarak bir meyve verilişinde, bu, daha önce bize verilmiş olan meyve" diyecekler. Onlara birbirinin benze­ri (rızıklar) verilecek. Onların terte­miz eşleri bulunacak ve orada ebedi kalacaklar.31

"Allah da onları bugünün şerrin­den korur ve yüzlerine parlaklık, kalplerine de neş'e verir. Sabretmiş olmaları dolayısıyla onları, cennetle ve ipekle mükâfatlandırır. Cennette sedirlere yaslanmış olarak, ne yakıcı güneş görürler; ne de dondurucu soğuk... Ağaçlarının gölgeleri, üzer­lerine yaklaşmış, meyvelerini topla­mak kolaylaştırılmıştır. Çevrelerin­de gümüşten kaplar ve billur kâseler dolaştırılır. Gümüşten yapılmış gibi billurlar ki, onları ölçülü bir şekilde dolaştırırlar. Orada, karışımı zence­fil olan bir kâseden içirilirler. O da cennette bir pınardır ki, ona "selsebil" denir. Çevrelerinde ebedîleşmiş gençler dolaşırlar; Onları gördüğün zaman saçılmış inci sanırsın. Zaten cennette nereye baksan bir nimet ve büyük bir mülk görürsün. Üzerinde, yeşil ipekten ince ve kalın elbiseler vardır. Gümüş bilezikler takınmış­lardır; Rableri onlara tertemiz bir içki içirir. Onlara denir ki: "İşte bu sizin mükafatınızdır. Dünyadaki ça­lışmalarınız şükre değer bulunmuş­tur.”32

"İman edenler ve salih amel işle­yenler ise, onlar için, kalacak Firdevs cennetleri vardır. 33

Kulların amel derecelerine göre cen­nette çeşitli tabakaları vardı. Bunların belli başlıları şunlardır:

a- Cennetü'n-Naîm (Nimet cennetle­ri)

b- Cennetü Atin (Adn cenneti)

c- Cennetü'l-Ke'vâ (Sığınılacak cen­net)

d- Dârus-Selâm (Selâmet yurdu)

e- Cennetü'l Firdevs (Ferdevs cen­neti. Cennetin en yüce tabakasıdır)

f- Cennetü'1-Huld (Sonsuzluk yurdu) Bu tabakaların da ayrıca kendi aralarında tabakaları vardır.34

Cennetin en üst tabakasına peygam­berler, sıddıklar, şehitler, salih kullar ve iman ve amel derecelerine göre diğer müminler girer. Peygamber Efendimi­zin bildirdiğine gör ecennetin sekiz kapısı vardır.

Cennet ebedidir ve hali hazırda mev­cuttur. Çünkü Cenab-ı Hak, Adem (a.s)'a "eşinle birlikte cennette otur." 35buyurmuştur.

Cennet ehli için ihtiyarlama, hastalan­ma, sakatlık, haset, kin, huysuzluk, gam, keder gibi insanı rahatsız eden hiçbir şeyyoktur.

Cennet huzur ve saadet yeridir.

Cerh Ve Ta'dil:

Cerh; hatasını or­taya çıkartmak, yaralamak; ta'dil ise düzeltmek, hizaya sokmak demektir. Hadis terimleri içerisinde çokça kul­lanılan bu terimin ıstılah anlamı ise; Cerh: Günahkârlık, bunaklık, yalan ko­nuşma vb. gibi sebeplerle, peygamberi­mizden hadis rivayet eden kişinin rivayetinin hadis alimlerince reddedilmesi. Ta'dil: Hadis rivayet eden kişinin rivayetine güvenileceğine dair sıfat ve özelliklerin ortaya çıkarılması demek­tir.

Zayıf, uydurma ve güvenilmeyen ha­dislerin diğerlerinden aynlması konu­sunda cerh ve ta'dil ilmi Hadis tasnifi ve öğretiminde önemli bir yer almıştır. Elbetteki cerh ve ta'dil yapacak ilim ehlin­de bazı sıfatlar aranmış ve meselenin gıybet veya dedikodu haline dönüşmesi engellenmiştir. Bu konuda birçok eserler yazılmıştır. Başlıcaları Razi'nin "Kitabu'l Cerh ve't Ta'dil"i, Zehebi'nin "Mizanü'l İ'tidal"i ve Buhari'nin "Tarihü'l Kebir"idir.

Cevher:

Bir şeyin yapıldığı ana madde, esas şey, öz, maya anlamlarına gelen bu kelime terim olarak, varlığı başkabirşeyin varlığına bağlı veonunla sınırlı olmayan, kendi kendine var olan şey demektir. Kelam ilminde varlığı ile boşlukta bir yer tutan, varlığını hissetti­ren şey demek olan cevher, tasavvufta ise ilahi nefs, rahmani benlik anlam­larında kullanılmıştır. Bunun dışında kelimenin bazı tamlamalarda kullanıldığıda görüImektedir. Cevher-i ev­vel (veya ula): İlk cevher, eşyanın yapıldığı ilk ruhi öz, tasavvufta Hz. Muhammed'in ruhu; cevher-i ulûm: İlim cevherleri, kanunlara, şeriatlere, zama­na ve mekana göre değişmeyen ezeli ve ebedi hakikatler; cevher-i ulvi: en yüksek cevher, ruh, ateş.. vb. gibi. 36



Ceza:

Sözlükte, "karşılık" anlamına gelir. İyi veya kötü bir harekete verilen karşılıktır, iyiliğin karşılığı sevap, kötülüğün karşılığı da azaptır. Türkçede ceza daha ziyade kötü karşılık ma­nasında kullanılmaktadır. Suç sahibine kanunen verilen şeyedecezaadı verilir.



Cezbe:

Arapça bir kelimedir, "sü­rüklemek, kendine çekmek" anlamına gelen "cezb" kelimesinden türemiştir.

Bir tasavvuf terimi olarak kişinin be­şeri sıfatlardan soyulup ilâhî sıfatlar ka­zanması ve bir takım tecellilere sahip olarak kendinden geçmesi ve hayır içinde bulunması durumudur. Cezbe manevi bir derecedir. Riyazet ve ibadete devam etmek suretiyle elde edi­lir.

Diğer bir ifadeyle; "Allah'ın kulunu kendine çekmesi ve kulun Hakka ka­vuşması hadisesi"dir. "Allah'tan gelen bir cezbe bütün insanların ameline be­deldir." Cezbeye tutulan, vecd ve iştirak halinde bulunan, bir anda bütün hal ve makamları geçerek külfetsizce vuslata eren kimseye "meczub"denir Zikir, aşk, çile hatta bütün şeyler cezbe hasıl etmek içindir.



Cibril: 37




Cibt:

Put, tağut, Allah'tan başka tapı­lan şey, pis ve alçak, kahin, ruhsuz ilah anlamlarına gelen bu kelime, tağut terimiyle birlikte Kur'an-ı Kerim'de Al­lah'tan başka ilah olarak tapılan ruhlu ve ruhsuz varlıkların, putların yerine kul­lanılmıştır.



Cidal: 38




Cifr:

Hz. Ali veya Cafer-i Sadik'ın is­tikbale ait olayları yazdığı söylenen de­riye cefr adı verilir. Bu nedenle istikbal olacak işlerden haber verdiği söylenen ilme cifr, bununla uğraşanlara da cifrî veya ceffar denilmektedir.

Cifr, bilhassa şiiler arasında yaygın­dır. Onlar Hz. Ali soyundan gelenlerin gizli bir anneye ve dünyanın sonuna ka­dar herşeyi kavrayan bâtını, dinî ve siyâsî bir bilgi mecmuasına sahip olduklarına inanırlar. İmamiyye, Ehl-i Beytin kazanılmış ilimler yanında Hz. Pey­gamberden intikal eden Allah vergisi ilimlere vakıf olduğuna inanırlar. "Pey­gamber aleyhisselam bu ilmi Ali'ye ver­di. Ali'den Ali Zeynelâbidîn'e, Ondan Muhammed Bakır'a, ondan Cafer-i Sadık'a geçti. Bu ilim cifir ilmidir, di­yorlar. Cafer-i Sadık'ın cifri "o, deriden bir kaptır. Onda peygamberlerin ve İsrailoğulları bilginlerinin bilgisi var­dır" şeklinde tarif ettikleri söylenir.

Cifr sadece istikbale ait bir keşif iken sonraları harflerin rumuz ve sayılarına dayanarak geleceğe dair hüküm çıkar­mak demek olan hurufıliğe dönüşmüş­tür.

Cifre ve gaybı bilmeye dair sahih bir dayanak yoktur. Eğer buna dair ilmî bir dayanak olsaydı elbette gelişir ve her­kes bunu öğrenirdi. Allah hiç kimseye gaybdan haber vermeye dair bir ilim vermemiştir ve gaybı kendinden başka kimsenin bilemiyeceğini Kur'an-ı Ke­rim'de beyan etmiştir. Yalnız bazı pey­gamberlere; ahiret, melekler ve cinlerle ilgili haberler vermiştir ki bunlar vahiy ile sabittir. Bunlara inanmak vaciptir.

Hiç bir dini ilmi esasadayanmayanbu ilimlerle uğraşmak ve bunlarla uğraşanların verdiği haberlere inanmak asla doğru değildir.

"(Ey Muhammed!) de ki; "Size, yanımda Allah'ın hazineleri olduğunu söylemiyorum; gaybı bilmem; size bir melek olduğumu da söylemiyo­rum, ben, ancak bana vahyolunana tâb ioluyorum."

(Ve yine) de ki: Hiç görmeyen (âmâ) ile gören bir olur mu? Hiç dü­şünmüyor musunuz?

"Gaybın anahtarları O'ndadır ve onları O'ndan başkası bilmez; karada ve denizde olan herşeyi bilir; hiç­bir yaprak düşmez ki onu bilmesin; yeryüzünün kararlılıklarında hiçbir dane, hiçbir yaş ve kuru olmasın ki apaçık kitapta bulunmasın.”39

Yine de ki:" Göklerde ve yerde Al­lah'tan başka hiç kimse gaybı bilmez. Ne zaman dirileceklerinin de farkına varmazlar.40



Cihad:

Arapça bir kelimedir. "Cehd" kökünden türemistir.

"Dinin korunması yayılması ve yü­celtilmesi için harbetmek" anlamında kullanılmaktadır.

İslâmda cihad farzdır. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyuruyor:



"Hoşunuza gitmese de düşmanla harbetmek üzerinize farz kılındı.”41"Her hangi bir fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın"42

Yalnız bu farz bazı hallerde farz-ı ayın, bazı hallerde ise farz-ı kifayedir. Müslümanlar içinden sadece bir grup cihadın gayesini gerekleştirebiliyor müslümanlann yurt, mal, ırz, namus vehay-siyetlerini düşmanlara karşı koruyabili-yorsa o takdirde cihad farz-ı kifaye ol­muş olur; öteki müslümanların üzerin­den sorumluluk düşer. Şâyet fert fert gücü yeten her müslümanın düşmana karşı koyma zarureti varsa ozaman farz-ı ayın olur; herkesin bizzat cihad etmesi icabeder.

Cihadın gayesi fitneyi ortadan kaldır­mak ve hakkı yüceltmektir. İslamda harp intikam, öldürme, yağma, baskı ve zulüm için yapılmaz, bilakis bunları ortadan kaldırmak için yapılır. Müslüman olmayanlar zorla islâma sokulmaz. Cihaddan maksat insanları baskılardan kurtarmak, İslamın yüce gerçeklerini onlara duyurmak ve kendi rızalanyle müslüman olabilecekleri şartları temin etmektir.

Yüce Rabbimiz, yeryüzünde İslâm di­ninin yayılmasına ve hâkim kılınma­sına mâni olmak isteyen, her fırsatta müslümanlara saldıran, gözleri dön­müş, kalpleri kin, haset ve husumet duy­gularıyla dolmuş, kafalarındaki fitne ve fesat çarkılannı son hızıyla döndermeye alışmış kafirlerle savaşmayı emredi­yor.

Kur'an-ı Kerim'de mallarıyla can­larıyla Allah yolunda cihâd edenlere büyük mükâfatlar vaad ediyor. Diri ile Ölüm, âlim ile câhil, sağlam ile hasta nasıl bir sayılmazsa bunun gibi Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihâd edenlerle, bu farizadan geri kalanlarda bir sayılamaz. Korkularından cihâd meydanlarına koşamayan, düşmanlarıyla mücâdele edemeyen her topluluk ezilmeye ve kuvvetli olan toplulukların boyunduruğu altında zulme uğramaya mahkumdur. Kalpleri cihâd aşkıyma çarpmayan birmilletin fertleri zulüm ve haksızlığa uğramaktan kurtulamazlar. Hiçbir zaman muvaffak olamazlar. Hür yaşayamazlar. Rahat hareket edemez­ler, daima korku ve endişe içinde kalırlar.

Yukarıdaki âyet-i kerimede ise;

Andolsun, eğer siz Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah'ın bir bağışlama ve esirgemesi, ona toplayacakları dünya menfaatından el­bette daha hayırlıdır..”

Cihâd meydanlarında muvaffak olabilmemiz için, önce bizi cihâddan alıko­yan sebepleri ortadan kaldırmamız ve ruhumuz, kalbimizi, kalıbımızı zararlı şeylerden kurtarmamız gerekir. Bir in­san, nefsi arzulardan, şehevi duygular­dan, mal ve servet hırsından, bencil is­teklerden, cimrilik denen mânevi hasta­lıktan kendini kurtarmazsa cihâd ede­mez.

Bir aile eğer İslâmın icaplarını yerine getirmiyor, zevk ve eğlence peşinde koşuyor, Allah'ın haram kıldığı işleri yapıyor, aile fertleri arasında huzur ve mutluluğu temin edemiyorsa; o aile Al­lah yolunda cihâd etmeye müsait değil demektir. Balın lezzetini tatmayan, fay­dalarını bilmeyen bi r insan dilinde onun lezzetini hissedebilir mi? Edemez. Al­lah, peygamber, din, imân nedir bilme­yen ibadetin mânevi zevkini tadabilir mi? Tadamaz. Bir millet birlik ve bera­berlikten yoksun, dinî ve ahlâki değer­lere sırt çevirmiş, anarşiden, haksızlık­tan, yolsuzluktan kendini kurtaramamış, ilmin, fennin, tekniğin zirvesine ulaşamamış ve hâlâ düşmanla rina avuç açıyor ise; o millet, Allah yolunda cihâd edemez demektir. Çünkü Allah yolunda cihâd edebilmek için müslüman olmak ve İslâmın icaplannı yerine getirmek lâzımdır.

Her konuda olduğu gibi bu konuda da Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) Efen­dimizin yaşayışları bizim için en güzel ve emsalsiz bir örnektir. Peygamberi­miz (s.a.v) Efendimiz İslâm'ı önce kendileri en güzel bir şekilde yaşamı örnek olmuş ve sonra da yakınlarından başlamak üzere İslâm'ın hükümlerini tebliğ ve telkin etmişlerdir. Önce ina­nanların sayılarını çoğaltmış, cihâd etmeye müsait bir cemaatmeydana getir­miş, sonra cihâd meydanlarına çıkmış­lar ve Allah için kafirlerle harp etmişlerdir. Tepeden tırnağa kadar imân­la dopdolu olan ve İslâm'ı en güzel bir şekilde yaşayan Ashâb-ı Kiram ile cihâd bayrağını çekmiş, İslâm düşman­larıyla, kafirlerle, putperestlerle, din­sizlerle savaşmıştır. Bazı şehidler vermiş, buna mukabil birçok azılı kâfirle­rin başlarını uçurmuşlardır. Cenab-ı Hak, yardım ederek inananları Allah'a ve Rasuline olan inançlarından, İslâm'a olan bağlılıkl arından dolayı zafere ulaş­tırmıştır.

Yüce Rabbimiz, Kur'an-ı Kerim'de meâlen şöyle buyuruyor:

Şüphesiz ki Allah, kendi yolunda birbiri ile kenetlenmiş (yekpare ve müstahkem) bir bina gibi saflar bağ­layarak çarpışanları sever.”43

Bir diğer âyet-i kerimede ise; Allah ve peygambere imân (da se­bat) eder, mallarınızla, canlarınızla da Allah yolunda çarpışırsınız. Bu si­zin için eğer bilirseniz çok hayırlı­dır.” buyuruyor.

Peygamberimiz (s.a.v) Efendimize:

Ya Rasulallah, hangi amel daha fazi­letlidir?" diye sorulunca:

Allah ve Rasulüne İmân etmek ve Allah yolunda cihâddır" buyurdular.

Yine birgün Allah Rasulüne:

“İnsanların hangisi efdâldir?" diye soruldu.

Allah yolunda malı ile canı ile cihâd eden kimsedir." buyurdular. 44

Bir diğer hadis-i şeriflerinde ise;



"Müşriklerle mallarınız, canlarınız ve dilleriniz ile cihâd ediniz.”45 buyuruyorlar. Allah yolun­da önce mal ile cihâd etmek sonra da can ile savaş meydanlarında kafirlerle çar­pışmak lazımdır. Allah yolunda malını vermeyen canını verebilirmi? veremez. Can maldan daha kıymetlidir.

Mü'minlerin gökteki yıldızlar gibi parladığı, etrafa nur ve feyizler saçtığı saa­det asrından misâller vermeden geçmek mümkün değildir.

Sahabe ordusu, Tebük seferi için hazırlığa başlamıştı.Rasulullah (s.a.v) Efendimiz, yolların uzaklığı, düşmanın çokluğu sebebiyle Ashabın daha ciddi hazırlanmalarını emretmiş. Mescid-i Nebevinin ortasına bir kilim serilmiş ve orduya yardım kampanyası açılmıştı. Bu kampanyaya genç-ihtiyar, kadın-erkek bütün müslümanlar katılmışlar. Kadınlar zinet eşyalarını alıp getirmiş, İslâm ordusuna feda etmişlerdir. Bütün müslümanlar, altınlar, gümüşler getir­miş yardım etmişlerdir. Hz. Osman ser­vetinin bir kısmını, Hz. Ömer servetinin yarısını getirip orduya toplanan yardım­ların üşerine bırakarak:

“Buyrun Ya Resûlullah, servetimin tamamı İslâm ordusuna feda olsun" de­miş.

“Rasul-ü Ekrem (s.a.s) Efendimizin: Çoluğuna çocuğuna ne bıraktın?" sualine:

“Allah'ı ve Resûlünü bıraktım Ya Habiballah" cevabını vermiştir.

Evet İslâm cemaatini oluşturan bütün müslümanlar o gün, şu âyet-i ke
rimenin ifade ettiği mânâyı düşünmüş ve ona görehareketetmişlerdir:

"Mallarını Allah yolunda harcayanların hâli; yedi başak bitiren, her başakta yüz 'dâne' bulunan bîr tek to­humun hâli gibidir. Allah kime diler­se ona kat kat verir. Allah, ihsanı bol olan ve hakkıyla bilendir." buyuruyor Cenab-ı Hak. Günümüzde ise müslümanım diyen zenginlerin bir çoğu değil Allah yolun­da servetinin tamamını veya yarısını vermek; kapısına gelen bir fakire üç-beş kuruş vermekten âciz, mânevi bir hasta durumuna düşmüş. Değil zinet eşyala­rını Allah yolunda feda etmek; yılda bir def akı rkta bir zekâtını veremeyecek ka­dar cimrileşmiştir. Değil her gün fakir ve yoksullara sadaka dağıtmak; hayır kurumlarım İslâmi kuruluşlara yardım etmek; günde on lira olsun İslâmi gaze­te, dergi ve mecmualara veremeyecek kadar gözlerini madde hırsı kapatmış, kalplerini karartmıştır.

Günümüzde İslâm düşmanları yoğun bir çalışma içerisindedirler. Küfür ve azgınlıklarını her geçen gün biraz daha şiddetlendirmektedirler. İslâm'a ve müslümanlara saldırılarını daha da ar­tırmaktadırlar. Müslümanların çoğu İslâm düşmanlarını bu saldırılarına kar­şı seyirci kalmakta, hatta bazı gafiller onlara yardım etmektedirler. Nasıl mı? Memleketimizde İslâm düşmanlarının, Yahudi ve komünistlerin münteşir, küfür ve iffetsizlik kokan gazete ve der­gilerini alıp okumakta, evine götürüp ailesine, çocuklarına; işyerlerine götü­rüp arkadaşlarına maalesef okumaktadır. Yeri gelince de göğsünü kabarta kabarta müslüman olduğunu iddia et­mektedir, gafil müslüman. İslâm düşmaniama ait bu gazete, dergi ve mecmu­aların İslâmm temeline konan bir bom­ba olduğunu; verilen bu paralar yarın karşımıza biz müslümanlan öldürücü silah olarak çıkacağım düşünmemekte veya düşündüğü helde önemsememek­tedir.

Eskiden İslâm memleketi olarak bili­nen bazı yerlerdeböyle yapıldığı; İslâm şekilde kaldığı, müslümanlarda müca­dele aşkı söndüğü, ahlâki faziletler terkedildiği için; şimdi komünizm denilen İslâm ve insanlık düşmanı bir rejim hüküm sürmektedir.

Aynı akıbete düşmek istemiyorsak Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) Efendi­mizin şu hadis-i şeriflerine kulak verip günlük hayatımıza tatbik etmek mecbu­riyetindeyiz. Buyuruyorlar ki:

Sizden biriniz çirkin bir iş gördü­ğü zaman onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse, diliyle (ikâzla, irşadla, tehlikeyi duyurmakla) önlesin. Buna da gücü yetmezse kalben buğz etsin. (Soğuk harp ilân etsin. Bizzat ve lisanen değiştirecek güce ulaşmak için çaba sarfetsin). Bu da (kalben buğzetmek) imânın en zayıf derecesidir.”

Memleketimizde küfrün sesini kes­mek, faaliyetlerini durdurmak, plan­larım altüst etmek, menfur emelleri kursaklarında bırakmak, baskı ve zulüm­lere son vermek için topyekün millet olarak seferber olup cihâd emrini yerine getirmeliyiz.

Anarşiyi önlemek, müslümanlan hu­zur ve refaha kavuşturmak, İslâm Nizâmını hâkim kılmak için Allah yo­lunda mallarımızla, canlarımızla cihâd farizasını yerine getirmeliyiz.

Müslümanlar olarak;

Her türlü günah kirlerinden temizle­nip birlik ve beraberlik duyguları içinde tek vücud olarak mallarımız ve canİarımızla her yerde ve her zaman İslâm'a düşman olan tüm şer kuvvetlerle ilâyı kelimâtullah uğruna en güzel birşekilde mücâdele ve mücâhede ettiğimiz za­man; gayemiz tahakkuk edecek, Rızâ-i İlâhi kazanılacak ve İslâm nizamı hâkim olacaktır. İşte o zaman;

Müslümanlar aziz, kafirler zelil ve re­zil; müslümanlar muzaffer, kafirler mağlub ve perişan; İslâmiyet hâkim, küfür ve şer kuvvetler ise mahkum ola­caktır inşallah.



Cihar-ı Yar-ı Güzin:

Farsça dört anlamına gelen "cihar"; dost an­lamına gelen "yar" ve seçkin anlamına gelen "güzin" kelimelerinin birleşme­sinden meydana gelmiştir: "Dört seçkin dost" demektir. Bunlar; Hz.Peygamber (s.a.v)'m en yakın dostları olan Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'dir. (Allah hepsinden razı ol­sun). Bunlara "Halefâ-Râşidîn" (olgun halifelerde denir. Bunların her birinin islâm dinine büyük hizmetleri olmuş­tur. Ayrıca hepsi de Hz. Peygamberin soy ve evlilik yönünden akrabalarıdır. Daha dünya hayatında iken cennetle müjdelenen on bahtiyar insandan dördü bunlardır. Allah Resûlü bu güzide insanları çok sevmiş ve övmüştür.



Cilbab:

Müslüman kadınların giy­diği vücudu baştan aşağı örten, çarşaf, ferace vb. anlamlara gelen kıyafet. Te­settür âyeti inince mümin kadınlar bütün bedenlerini örten kıyafetlerle evin dışına çıkmışlar ve böylece diğer kadınlardan ayırd edilmeleri sağlanmıştır. Cilbab kelimesi Kur'an-ı Kerim'de çoğul şekli olan "Celabib" olarak Ahzab Suresi 59. âyette zikredilmiştir. 46



Cilve:

Sözlük anlamı güzel hoş bir biçimde hareket etme, güzele yaraşır davranış ve duruş demektir. Terim ola­rak ise, Allah'ın takdirinin varlıklar üzerinde ortaya çıkması, ilahi kudretin bir görünüp bir kaybolması anlamına gelir. Bu anlamda cilvegah’da Allah'ın takdirinin, ilahi kudret tezahürlerinin ortaya çıkma yeri olarak tasavvufda gönül karşılığında kullanılır.



Cima:

Cinsi temas. Erkeklik or­ganının kadınlık organına girmesi. Bir hayat dini olan İslam evlenmeye teşvik etmiş ve erkekle kadının şehevi istekle­rinin evlilik müessesesi içerisinde helal olarak karşılanmasını emretmiştir. Cimanın usulüne göre yani; örtü altında, aybaşı hali dışında, kadının dübürüne tevessül etmeden ve sert davranmadan yapılması gerekir. Cimadan sonra gus­letmek farz olup, kadının adet ve lohusalık günlerinde cima etmek haramdır.



Cimrilik:

Tamahkarlık, para ve malı çok sevmek, başkasına birşey ver­memek, eli sıkı olmak, malın hakkını vermemek, onu hayır yollarında sarfetmemek" gibi anlamlara gelir. Cimri­liğin diğer bir ifadesi de "bahillik"tir. Yukarıda sıraladığımız vasıflardan bir veya birkaçını taşıyan kimseye "cimri" denir.

Cimrilik, son derece kötü bir has­talıktır. Allah Teâlâ bu konuda Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur:

Allah'ın fadlu kereminden kendi­lerine verdiği nimetleri (Allah yolun­da sarfetmeyip) cimrilik edenler, bu (nimet bolluğunun, kendileri için hayır olduğunu sanmasınlar. Aksine, bu onlar için serdir. Cimrilik ettikleri o şey, kıyamet günü boyunlarına do­lanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır." 47

Elini boynuna asıp bağlama; onu büsbütün de açıp yayma. Aksi halde kötülenmiş olur, pişmanlık duyar­sın.48

Muhacirler gelmezden önce Medi­ne'yi yurt edinenler ve imanı kalplerine sindirmiş olanlar, kendilerine hicret edenleri severler; onlara verilen şeyler­den dolayı içlerinde bir hasedlik hisset­mezler; kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, onları kendilerinden önce tutarlar. Kim nefsinin mal hırsından korunursa, işte asıl kurtuluşa erenler bunlardır. On­lardan sonra gelenler de derler ki:

"Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. İman eden­lere karşı kalbimizde bir hasedlik yarat­ma. Rabbimiz! Şüphe yoktur ki sen, çok şefkatli, çok merhametlisin.49

(Ey Muhammedi) Altın ve gümüşü biriktirip de onu Allah yolunda sarfetmeyenleri, cehennem ateşinde kızdırılıp onunla, alınlarının yanlarının ve sırtlarının dağlanacağı, "işte bu, kendiniz için biriktirdiğiniz şeyler­dir; o halde bu biriktirmiş olduğunuz şeyleri tadın" denileceği günkü acı azâb ile müjdele.50



"(Ey Muhammedi) De ki: "Rabbinin rahmet hazinelerine sahip ol­saydınız, fakirlik korkusunu yine de elden bırakmazdınız. İnsan da çok cimri oluyor."

"Nitekim işte sizler, Allah yolunda sarfetmeye davet olunuyorsunuz; içi­nizde yine de cimrilik edenler vardır. Oysa cimrilik eden, ancak kendine karşı cimrilik etmiş olur. Allah zen­gindir; Sizler ise fakirsiniz. Eğer yüz Çevirirseniz, Allah sizi başka bir ka­vim ile değiştirir de, onlar sizin gibi ol­mazlar."

Peygamber efendîmiz (s.a.s) de şöyle buyurur:



"İki özellik vardır ki bir mü'minde asla bulunmaz; cimrilik ve kötü ahlak,51 "Bozguncu yaptığı iyiliği başa kakar ve cimri Cennete girmez." "Cimri kimse Allah'tan uzaktır, Cennetten uzaktır, insanlardan uzaktır, cehenneme yakındır”.

Cin:

Gizlenmek" anlamına gelen Arapça bir kelimedir. İnsanlar tarafından görülmedikleri için bu isim verilmiştir. Cinler ruhani varlıklardır. Ruhani varlıklar;



1- Yalnız hayırlı olanlar (melekler),

2- Yalnız kötü olanlar (şeytanlar),

3- Ortada olanlar (iyileri ve kötüleri bulunan cinler) olmak üzere üç gruba ayrılır.

Bu ruhani varlıklardan cinler, ateşten yaratılmışlardır. Yeryüzünde yaşayan cinler akıllı varlıklardır. Çeşitli şekille­re girebilirler. İnsanların yapamadıkları çok ağır işleri yapabilirler.

Sebe suresinin 13., 14., 15. âyetlerin­de Cenab-ı Hak cinlerin nasıl çalıştıklarını şöyle haber veriyor:

"O cinler, Süleyman'a, Köşk ve Mescidlerden, şekillerden, havuz gibi (büyük) çanaklardan, basit (büyük) kazanlardan her ne isterse yapar­lardı. Çalışın, ey Davud ailesi şükre­din. Kullarım içinde (gereği üzere Allah' abolbol şükreden azdır."

"Vaktaki Süleyman'a ölümü hük­mettik (de bir yıl kadar ölü olarak değneğine dayalı kaldı). Ölümüne işaret eden (bir alamet)olmadı, ancak bir güve böceği değneğini yiyordu. (Böceğin değneği yemesi sebebiyle) Süleyman yere düşünce, anlaşıldığı ki, eğer cinler gaybı (Süleyman aleyhisselam'm ölümünü) bilmiş olsa­lardı o zılletli azab içinde bekleyip durmazlardı. (İnşasına memur edilip de bir yılda zahmetle ikmal ettikleri Beytü'l-Makdis'i inşa etmezlerdi)?"



"Gerçekten (Yemen'de yaşamış olan )Sebe kavmi için oturdukları yer­lerde (kudret ve vahdaniyetimize de­lalet eden ) bir alamet vardı: Sağ ve soldan iki taraflı bahçeler... (Pey­gamberleri ona şöyle demişti): Rabbinizin rızkından yeyin de O'na şükredin. (Çünkü Beldeniz ) hoş bir belde; Rabbinin de mağfireti çok bir Rab'dır."

Alemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz (s.a.v) Efendi­miz hem insanların, hem de cinlerin Peygamberidir. Cinler de insanlar gibi sorumludurlar. Ve kıyamet gününde de insanlarla beraber hesaba çekilecekler­dir.

Bu konuda Cenab-ı Hak, Zariyat sûre­si, 56. âyet-i kerimede mealen şöyle bu­yuruyor:

Muhakkak ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye ya­rattım."

Cinlerin vasıfları aynı ismi taşıyan cin sûresinde bütün ayrıntılarıyla anlatıl­maktadır. Cinlerin varlığı, âyet vehadis-lerlesabittir. İnkarı küfürdür.

Yüce Rabbimiz bu konuda şöyle bu­yuruyor:

(Ey Muhammedi! Deki:"cinlerden bir grup benden Kur'an dinlemiş ve öyle demişlerdi: Biz, doğru yola ileten hayret verici bir Kur'an dinle­dik ve ona iman ettik. Artık Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız".

Zira Rabbimizin büyüklüğü çok yüce olup, ne bir eş ve nede bir çocuk aslâ edinmemiştir."

Meğer cahilimiz, Allah'a karşı çok büyük yalan söylüyormuş."

Biz de insanların ve cinlerin Al­lah'a karşı hiç yalan söylemeyecek­lerini zannediyorduk."

Fakat insanlardan bazı ad ki, cin­lerden bazı kimselere sığınıyorlar-mış; cinler de onların azgınlıklarını artınyorlarmış."

Sizin, Allah'ın hiç kimseyi yeniden diriltmeyeceğini sandığınız gibi, cin­ler de öyle sanmışlar."

Biz gökyüzünü yokladık ve onu, sert bekçiler vebirer atımhkalevlerle doldurulmuş bulduk."

Halbuki biz önceden, göğün ha­berlerini dinlemek için onun oturula­cak yerlerine otururduk; şimdi ise, kim dinlemek isterse, kendisini göz­leyen bir alev buluyor."

Yeryüzündekilere bir kötülük mü murad olundu, yoksa Rableri onlara bir hayır mı istedi, doğrusu biz bunu bilemiyoruz."

İçimizde iyi olanlar da var, olma­yanlar da var. Çeşit çeşit gruplara ayrılmışız,"

Biz şunu iyice anladık ki, yeryü­zünde Allah'ı asla aciz bırakmaya­cağız; kaçmakla da onu âciz kılamayacağız."

Doğruluk rehberi Kur'anı dinle­diğimiz zaman, ona iman ettik. Kim Rabbine iman ederse, artık o, sevabı­nın azalacağından ve bir haksızlığa uğrayacağından korkmaz."

İçimizde müslüman olanlar da vardır; haktan ayrılmış olanlar da vardır. Fakat kimler müslüman olur­larsa, işte bunlar hak yoluna yönelmiş olurlar."

Haktan ayrılmış olanlar ise, ce­henneme odun olurlar.52

Ey cin ve insan topluluğu! Size kendi içinizden âyetlerimi anlatan ve bugünle karşılaşacağınızı size ihtar eden peygamberler gelmedi mi? On­lar:

"Kendi aleyhimize şehadet edi­yoruz." diyeceklerdir. Dünya hayatı onları aldatmış ve kafir oldukları hu­susunda kendi aleyhlerine şahidlik etmişlerdir.53

Cin Sûresi :

Kur'an'ın 72. sûresini teşkil etmektedir. Bu sûre-i Gelile de Mekke-i Mükerreme 'de nazil olmuştur. Tival-ı mufassal grubundan olan bu sûre 28 âyettir. Araf sûresinden sonra nazil olmuştur.

Bu sûrede, Peygamberimiz (s.a.v)'in okuduğu kur'an'ı cinlerin ilk olarak din­ledikleri zaman neler söyledikleri ve iman ettikleri; göğün bazı tabakalarına kadar yükselerek birtakım bilgiler kap­mak suretiyle yeryüzündeki dostlarına (kâhinlere) haber veren cinlerin gökten men edilmeleri, taşlanmaları; Mescidlerin kudsiyyeti Rasulullah'in tebliğ usu­lü, cinlerin kendilerinden imân edenleri ve inkâr edenleri olduğunu ikrar etmele­ri, Allah'a ve Resûlüne isyan edenlerin cezalarının cehennem olduğu, doğrulu­ğun rızkın bolluğuna ve maişetin güzel­liğine sebepolacağı beyan edilmiştir. İşte bu sûrenin adını aldığı âyetler:

"De ki: Bana vahyolundu ki, Cin­lerden bir topluluk Kur'an dinlediler ve şöyle dediler: " Biz harikulade güzel bir Kur'an dinledik doğru yola iletiyor, ona inandık. Artık Rabbimize hiçbir kimseyi ortak koşmayacağız."

Doğrusu Rabbimizin şânı yücedİr. O, ne eş, nede çocuk edinmiştir."

Cinan:

Cennetler. 54



Cinâyet:

Arapça bir kelimedir. Sözlükte, "meyveyi ağaçtan koparmak" anlamına gelir. Sonradan insanların yapmış olduktan kötü işlere isim ol­muştur. Buna göre cinâyet, "cezayı ge­rektiren suç" demektir. İnsanların can­larına, organlarına, mallarına, ırzlarına zarar veren yasaklanmış olan davranış­lardan herhangi birine cinâyet adı veri­lir. Mallara karşı işlenen cinâyetlere gasb, hırsızlık, yağma veya itlaf denir.

Terim olarak, "İnsanın nefsine veya organlarına yönelik yasak bir fiil" de­mektir. Diğer bir ifade ile, "kısas veya tazminatı gerektirecek şekilde insanın nefs veya bedeni hakkında vaki olan tecavüz" dür.

Cinâyetler iki kısma kayrılır.



1) Suçsuz bir kimsenin haksız yere canına kasdetmek,

2) Kişinin bir uzvuna karşı haksız yere yapılan tecavüz (İnsanı ya­ralamak veya azasını kesmek gibi).

İslam Hukukuna göre adam öldürme (katli) cinâyeti beş kısımdır:



1- Kasten öldürme: Silah veya silah yerine geçen yaralayıcı kılıç, bıçak ve balta gibi şeylerle vurup öldürmektir, böyle bir suçu işleyen hem büyük günah işlediği gibi kısas cezasını da çarptırılır. Kur'an-ı Kerim'de yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:

"Bir müminin bir mü'mini, hata dışı öldürmesi olmaz. Eğer bir kimse, bir mü'mini hataen öldürürse, (ce­zası) mü'min bir köle azad etmek ve öldürülenin ailesine o ailenin sada­ka olarak bağışlanamaması halinde teslim edilen bir diyettir. Eğer ölen, mü'min olduğu halde size düşman bir kavimden ise, bu takdirde (ceza), mü'min bir köle azad etmektir. Eğer sizinle onların arasında andlaşma bulunan bir kavimden ise, öldürüle­nin ailesine teslim olunan bir diyet ve mü'min bir köle azadıdır. Fakat kim (bunu) bulamazsa, (cezası) Allah ta­rafından tövbesini kabul edilmesi için iki ay peşpeşe oruç tutmaktır. Al­lah, herşeyi hakkıyla bilendir, hikmet sahibidir.”55

Her kim bir mü'mini kasten öldü­rürse cezası içinde daimi kalacağı ce­hennemdir. Allah ona gazap etmiş onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlanmıştır.”56



"Allah'ın haram kıldığı canı, haklı bir sebep olmadıkça asla öldürmeyin. Kim haksız yere öldürülürse, velisine (onun hakkını almak için) bir yetki verdik. Ancak veli (kısas ile katili) öldürmede aşırı gitmesin; zira ona, (diyet almak, yahut kasas yapmak hususunda yetki verilmekte) yardım edilmiştir."

Kasten öldürmede kefaret cezası yok­tur. Katil yakınını öldürmüşse miras ala­maz.



2- Kaste benzeyen öldürme: Taş, sopa ve benzeri gibi silah olmayan cisimlerle kasten vurup öldürmektir. Böyle bir ci­nâyeti işleyen de günahkâr olur. Kefaret öder ve ağır diyet cezasına çarptırılır. Miras alamaz.

3- Hata yoluyle öldürme: Hata, kasıtta hata veya fiilde hata olmak üzere kendi bünyesinde iki kısımdır. Av hayvanı di­yerek insanı silahla hedef almak ve ateş etmek kasıtta hata, başka bir hedefe atılan silahın insana isabet etmeside fiil­de hatadır. Böyle bir cinâyet işleyen günahkâr olmaz, kendisine kefaret gerekir, diyet ödemesi gerekir, miras ala­maz.

4- Hata yerine geçen öldürme: İnsanın uyku' esnasında sağa sola dönmesi ile yanındakini öldürmesi gibi. Bu hata yoluyle öldürne sayılır ve aynı hükme gi­rer.

5-Sebep olarak öldürme: Çeşitli şekil­lerde bir başkasının ölümüne sebep ol­maktır. Mesela birinin kendi mülkü olmayan bir yere kuyu kazıp oraya bir başkasının düşürek ölmesi gibi. Böyle bir cinâyetten dolayı sadece diyet öde­nir.

Hac veya umre içim ihrama girmiş olan kimselerin, yapılması dinen yasak olan şeyleri yapmalarına da cinâyet adı verilir. Hac ve umre esnasında işlenen cinâyetîn büyüklük veya küçüklük derecesi­ne göre bazı cezalar gerekir. (Kurban kesmek veya sadaka vennek gibi.) 57



Cinnet :

Sözlükte "delilik, delirme, çıldırma" gibi anlamlara gelir. Buna "cünûn" da denir. İnsanın aklına etki eden bir hastalıktır. Cinnet hastalığına yakalanan kimselere mecnun denir. İyi ile kötüyü, güzel ile çirkini birbirinden ayırt edemezler. Yaptıklarından so­rumlu olmazlar. Mecnun kimseler, me­deni haklardan yararlanabilme açısın­dan çocuk gibi muameleye tabi tutulur­lar. Cinnetiki kısma ayrılır:



a- Sürekli olan cinnet, (sürekli olan cinnette, kişinin üzerinden ibadetler düşer.) Ancak akıl hastalığının sürekli­lik ölçüsü, ibadetlere göre değişir. Na­maz yükümlülüğünün düşmesi için cin­net halinin bir günden fazla devam etmesi gerekir. Ramazan orucu için, Ramazan ayı boyunca devam etmesi şarttır. Ramazan ayı içerisinde geçici olarak cinnet haline yakalanan bir kim­se daha sonra iyileşince Ramazan oru­cunun hepsini kaza etmesi gerekir. Ze­kat yükümlülüğünün düşmesi için ise akıl hastalığının bir yıl boyunca devam etmesi gerekir. Aksi halde zekatını ver­mek zorundadır.

Akıl hastalarının sözlü tasarrufları muteber değildir. Ancak hasatlık nöbet­lerinin yokluğunda vaki tasarrufları geçerlidir.

Başkalarının malına zarar vermişler sebundan sorumludurlar. İşledikleri za­rar mallarından tazmin edilir. Çünkü

mal güvenliği esastır.



b- Sürekli olmayıp geçici olan veya aralıklarla gelen cinnet.

Ci'rane Olayı:

Huneyn Gazvesin­den sonra Peygamberimiz (a.s)'in gani­metleri dağıtması sırasında yaşanan olaylar. Mekke'nin fethedümesinden sonra Sakif ve Hevazin kabilelerinin müslümanlarla savaşmak üzere büyük bir ordu hazırladığını haber alan Resûlullah derhal harekete geçerek Huneyn'de düşman ordularına büyük zayi­at vererek dağıtmıştı. Düşman ordusu­nun bir kısmı Evtas'a, diğer bir kısmı ise Taif kalesine çekilince Peygamberimiz Ebu Musa el-Eş'ari komutasına verdiği birliklerle Evtas'daki düşmanları tama­men dağıttırdı ve kendiside Taif-i muhasaraya aldı. Bu arada Huneyn'deki gani­met ve esirleri Ci'rane denilen bölgede bekletiyordu. Yirmigün süren Taif ku­şatmasından sonra Ci'rane'ye döndü. Havazin'lilerin geri dönerek İslam'ı ka­bul edeceklerini tahmin eden Resûlullah, ganimet ve esirlerini kendilerine ia­de etmek niyetiyle on gün kadar bekledi ve ganimetleri savaşa katılanlara taksim etmedi. Ne varki bazı münafıklar ve İslam'a yeni girmiş bedevilerin mal hırsına kapılıp Peygamberimizi gani­metleri biran önce dağıtması için sıkıştırmaları neticesinde Resûlullah (a.s) Beytül mal'in 1/5 (Humus) hissesi­ni ayırdıktan sonra ganimetleri pay­laştırdı. Bir müdet sonra Havazinliler gelerek müslüman olduklarını ve mal­larım geri istediklerini söylediler. İslam askerlerinin rızası alınarak esirler ve mallar kendilerine iade edildi. Beytül Mal'in hissesini ise Resûlullah (a.s) Kureyşli yeni müslüman olanlara, Kureyş ileri gelenlerinden Müellefe-i Kulub'a uygun şekilde dağıttı. Bu ganimetler­den İslam'a gönül vermiş ihlâslı müminlere ve ensara hisse verilmedi. Buna gücenen bazı ensar gençleri Resûlullah adil davranmıyor diye itiraz ettiler. Ayrıca henüz Kureyşlilerin kanı kılıç­larında kurumadan (Mekke fethi sırasında) onlara ihsanda bulunulmsını yadırgadılar. Peygamberimiz ise müminleri toplayarak "Onlar verdiğim deve ve koyunlarla yurtlarına dönerken bende sizinle birlikte yurduma dönüyorum. Bu şerefsize yetmez mi?" diye ko­nuştu. Hatasını anlayan müslümanlar özür dileyerek Resûlulah'ın kendilerini affetmesini istediler.



Cizye:

Sözlükte, "karşılık ve kifâyet" anlamına gelir. Terim olarak, "gay­ri müslimlerin mükellef olan erkeklerinden senede bir defa alınan şahsi bir vergidir. Özet olarak "İslam devletinin himayesine girmenin, mal ve can emni­yetine kavuşmanın bedeli olarak gayri müslimlerden alınan vergi"ye cizye adı verilir.

İki kısma ayrılır:

a- Anlaşma yoluyla tesbit edilen ciz­yedir. Bunun miktarı sulh şartlarına ta­bidir. Hz. Peygamber zamanında Necranlılarla senelik ikiyüz kat elbise üzerineanlaşmayapılmıştı.

b- Devlet başkanı tarafından doğru­dan tesbit edilen cizyedir. Bu da müslümanların kendi kuvvetleriyle bir düşman memleketi ele geçirip halkını ora­da vatandaş olarak bıraktıkları zaman konur. Bunun miktarını idareyi elinde bulunduran kimse tayin eder.

Bir kimseden cizye alınabilmesi için akıllı, buluğa ermiş, hür, sağlam ve sıh­hatli olması gerekir. Deliler, çocuklar, kadınlar, köleler, âmâ olanlar, fazla yaşlı olanlar, sakatlar, bir yıl içinde altı aydan fazla bir süre hasta olanlardan ciz­ye alınmaz. Çünkü cizye savaşmaya gücü yeten gayri müslimlerden alınır.

Cizye herkesten aynı miktarda alın­maz. Cizye alınacak şahıslar üç gruba ayrılır. Zengin olanlardan 48, orta hallilerden 24, çalışmaya gücü yeten fakirlerdenise senede 12 dirhem cizye alınır.

Cizye'yi tahakkuk ettikten sonra dü­şüren haller şunlardır:



a- Mükellefm müslüman olması. Ciz­ye verecek kimse müslüman olursa kendisinden cizye kalkar. Zira Hz. Peygamber (s.a.v):

"Müslüman üzerine cizye yoktur" buyurmuştur.

b- Cizye tahsil edilmeden senenin geçmiş olması. Bu durumda cizye zaman aşımına uğramış olur.

c- Cizye tahsil edilmeden mükellefin ölmesi. Bu halde de cizye düşer, mirasında tahsil edilmez.

Cömertlik:

Eli açık olmak, Al­lah'ın verdiği malı herhangi bir maddi karşılık beklemeden gerekli yerlere har­camak, “hayır yerlerine sarfetmek" de­mektir. Cömertlik, insanın malım israf derecesinde harcaması demek değildir. İslam dini cimriliği yasakladığı kadar, israf etmeyi de yasaklamıştır. Ayrıca insanları cimrilikten sakındırmış, cömert­liğe teşvik etmiştir. Hz. Peygamber in­sanların en cömertiydi. Kendisinden bir şey istenildiği zaman asla yok demezdi. Yanında varsa verir yoksa olanlardan alıp da verir veya verilmesini emreder­di.

Ashab-ı Kiram da cörnertlik konusunda birbirleriyle yarış ediyorlardı. Medineli müslümanlar, yurtlarını ve malların terkederek hicret eden Mekke'li müslüm anlara ihtiyaçlarıda olduğu halde mallarının bir kısmını karşılıksız olarak vermişlerdi. Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de onların bu hareketlerinden övgüyle bahsediyor.

"Muhacirler gelmeden önce Medi­ne'yi yurt edinenler ve imam kalple­rine sindirmiş olanlar, kendilerine hicret edenleri severler; onlara veri­len şeylerden dolayı içlerinde bir hasedlik hissetmezler; kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, onları kendilerin­den önce tutarlar, kim nefsinin mal hırsından korunursa, işte asul kurtu­luşa erenler bunlardır.58

Ey iman edenler! (Sadaka olarak) gerek kazandıklarınızın ve gerekse yerden sizin için çıkardıklarımızın iyi yerinden verin. Gözü kapalı ol­madıkça alıcısı olmayacağınız malın kötüsünü sadaka olarak vermeye kalkışmayın. Bilin ki, Allah, (sizin ve­receğiniz şeylerden) müstağnidir; hamdedilmeye asıl lâyık olan da odur.59

Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği emreder. Allah ise, size günahtan bağışlama ve bolluk vadediyor, Allah ihsanı geniş olan ve herşeyi hakkıyla bilendir.60

İnsanın kendisi ihtiyaç içerisinde iken başkalarını düşünmesi, onları kendisi­ne tercih edip yardım etmesi büyük cömertlik örneğidir. Buna "İsâr" adı veri­lir.

Bu konuda"cûd"ve"sehavet" tabirle­ri de kullanılır. Cûd: Kendisine az bir şey bırakıp malının çoğunu dağıtmaktır. Sehave f. malının birkısmını dağıtıp bir kısmını bırakmaktır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu ko­nuda şöyle buyurmuştur:

Cömert, Allah'a yakındır, cennete yakındır, insanlara yakındır. Cehen­nemden uzaktır. Cömert bir cahil Al­lah katında cimri bir sofu (abid) den daha sevimlidir, Cömert kimsenin yemeği şifadir. Cimri kimsenin yemeği ise hastalıktır; in­sanı rahatsız eder.61 "Cömertlik güzel şeydir fakat bu­nun zenginlerde olması daha da gü­zeldir"



Cûd:

Kerem sahibi ve cömert olmak." Diğer bir ifadeyle, "Bilgi veya malı lâyık olan yere bir karşılık beklemeden ikram ve ihsanda bulunmak"tır.

Bir eşyayı, lâyık olmayan birine ver­mek yahut da lâyık olan bir kimseye dünyevî veya uhrevî bir maksat için bağışlamak cömertlik sayılmaz. İsraf ve cimrilik ise, bu özelliğin zıddıdır.62

Cûdi Dağı:

Türkiye'nin güneydoğu Anadolu bölgesinde bir dağ. Hz. Nuh peygamberin gemisininTufan'dan son­ra üzerinde kaldığına inanılan dağ. Kur’an-ı Kerim'in belirttiğine göre:

"Ni­hâyet: 'Ey arz! Suyunu yut. Ey gök! Yağmurunu kes.” denildi. Bunun üzeri­ne su yerden çekildi, iş olup bitti. Gemi 'Cudi' denilen yerde durdu. 'Zalim ka­vim helak olsun' denildi.63

Cuma Günü:

Haftanın günlerinden perşembe gününü takip eden günün adı"dır. Cuma kelimesi sözlükte, toplanma ve cemaat olma" anlamına gelir. İnanan insanların toplu olarak ibadet et­tikleri gün olması nedeniyle cuma adı verilmiştir. Cuma günü, mü'minlerin kaynaşıp bütünleştikleri bir bayramdır. Ve bir hafta içindeki günlerin en faziletlisidir. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:



"Üzerine güneşin doğ­duğu en faziletli gün cuma günüdür.” Çünkü Adem (a.s) cuma gününde yaratılmış, yer yüzüne o gün indiril­miş, tevbesi o gün kabul edilmiş ve o günde vefat etmiştir. Kıyamet de o gün kopacaktır. Kuran-ı Kerîm 'de cuma ismini alan bir süre vardır.

Cuma gününün en büyük özelliği o günde cuma namazı kılınmasıdır.



Cuma Namazı:

Cuma günü, Al­lah'a inanan ve bu inancının bir gereği olarak ibadet eden, Resûllullah'a gönül verip O'nun sevgisi ve O'nun aşkıyla hayatını nurlandıran, Rahmet, Hidâyet, Nur ve Feyiz kaynağı olan Kutsal Ki­tabımız Kur'an-ı Kerim'e teslim olan mü'minlerin adeta bir bayram günüdür.

Cuma günü, rnüm'mirilerin yüzlerin­de nur, sevinç ve mutluluk ifadeleri bütün güzelliğiyle müşahade edilir.

Adem (a.s)ın yaratılması, cennetten yeryüzüne indirilmesi, tövbenin kabul edilmesi gibi ilahi ve tarihi hadiselere sahne olan cuma günü, içerisinde bir sa­at vardır ki, o saatte yapılan dualar asla reddedilmez. Bu saat ile de, cuma gü­nün derecesi kat kat artırılmıştır. Nur, feyiz ve bereketlerle tezyin edilmiştir

Cuma günü. Her zaman temizliğe riâyet eden mü'minler, bir bayram günü olan cuma gününde gusul (boy abdesti) alır, terte­miz elbiselerini giyer, güzelce kokular sürünür ve cuma namazı kılmak üzerine farz olanlar hemen camilere koşar. Mü'minler, cuma gün ve cuma namazı­nın faziletinden nasıp alabilmek için adeta yansırlar.

Yüce Rabbimiz Kur'an-ı kerim'de meâlen şöyle buyuruyor:



"Ey imân edenler, cuma gününde namaz için ezan okunduğu zaman he­men Allah'ın zikrine koşun. Alış ve­rişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır.” 64

Cuma günü, cuma ezanı okunmaya başladığı andan itibaren cuma namazı kılınıp mü'minlerin dağılmaya başladıkları ana kadar alış-veriş yapmak, ka­zanç sağlamak, ticaretle meşgul olmak haramdır.

Bazı mü'minlerin kendileri cuma na­mazı kılmak için camiye giderken tica­rethanesi kapalı kalmasın diye oğlunu, kardeşini veya bir yakınını orada bıraktığı da bir vakıadır. Bu kardeşleri­miz, üç-beş kuruş kazanacağım diye işyerlerinde bıraktıkları çocuklarını, kardeşlerini veya yakınlarını cuma na­mazından mahrun bıraktıkları gibi ebedi hayatlarını mahvetmektedirler. Bir taraftan sevap kazanırken diğer taraftan günaha düçar oluyorlar.

Cuma namazının adap ve erkânına riâyet ederek kılan mü'minleri Rasul-i Ekrem (s.a.s.), birçok hadis-i şerifleriyle müjde etmekte ve büyük mükâfatlara nail olacaklarını, günahlarının affedile­ceğini haber vermektedir. İşte bu müjde dolu hadis-i şeriflerden sadece bir kaçı:



"Bir kimse cuma günü gusleder, iyice temizlenip yağlanır, kokular sürünür veya evinde olan kokuları kullanır da camiye gider ve iki kimse arasını ayırmadan kendisi için mu­kadder olan namazları kılar ve sonra da imam hutbe okuduğu zaman sükût ederse o cuma ile diğer cuma arasındaki günahları mağfiret olu­nur.”65

"Bir kimse cuma günü boy abdesti alır da ilk saatte camiye giderse; bir deve, ikinci saatte giderse bir inek, üçüncü saatte giderse boynuzlu koç, dördüncü saatte giderse bir tavuk, beşinci saatte giderse bir yumurta tasadduk etmiş gibi olur. İmam, minbe­re çıktığında melekler hazır olur ve hutbeyi dinlerler. şerifte geçen saat, bildiğimiz semt olmayıp zamanın bir parçasıdır.” 66

"Cuma gününde bir saat vardır ki, bir müslüman namaz kıldığı halde o saate rastlar da Allah'tan birşey di­lerse; muhakkak Allah onun dileğini yerine getirir.”67

Bu hadis-i şerifleri dinleyen ashab-i Kiram, cuma günü ve cuma namazının nur, feyiz, rahmet ve bereketinden nasip alabilmek için cuma gecesinden hazır­lık yapar saatler öncesinden camiye gi­derlerdi. Zamanla bu güzel adet maalesef terkedildi.

Bugün birçok kardeşimiz cuma na­mazına ancak ezan okunmaya başladığı zaman gelebildikleri için bu faziletten mahrum kalmaktadırlar. Bu arada müslümanlan cuma namazına gitmek­ten alıkoymak için mesnetsiz sözler ile­ri süren zavallılara acımak ve hidâyete ermeleri için duaetmek gerekir.

Cuma namazı kılmayanların vahim akıbetlerini sevgili Peygamberimiz (s.a.v) Efendimiz şu hadis-i şerifleriyle haber vermektedirler:



"Bir kimse, zaruribirsebep olmak­sızın üç cuma namazını terkederse (hak katında) münafık olarak yazılır.”68

"Cuma namazını umursamamak ve önemini inkâr etmek neticesi kılmayan kimsenin Allah iki yakasını bir araya getirmesin. Ona işlerinde bereket göster­mesin. Biliniz ki, cuma namazı kılma­yanın namazı yoktur, zekatı yoktur, onun haccı yoktur, orucu yoktur. Meğer ki tövbe etsin. Allah tevbe edenlerin tövbesini kabul buyurur.” 69

İlk Cuma Namazı Ne zaman Kılın­dı?

Alemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz (s.a.v) Efendi­miz, hicret esnasında Medine yakınında bulunan Küba'da Amr b. Avî oğulları yurdunda bir süre konakladı. Orada Pazartesi, Salı, Çarşamba ve Perşembe günleri kalıp Kuba Mescidi'nin temelle­rini attı. Cuma günü Medine'ye doğru harekeletti. Salimb. Avî oğulları yurduna gelince cuma vakti girdi ve orada ilk hutbesini irad etti ve ilk cuma na­mazını eda etti. Sevgili Peygamberimiz hicret etmeden önce henüz Mekke'de iken cuma namazı kılmaları mümkün değildi. Zira emniyetleri yoktu. Cuma namazı farz-ı ayındır. Farzıyyeti kitap, sünnet ve icma ile sabittir. İnkan küfrü gerektirir.


Cuma Namazının Farz olmasının Şartları

Cuma namazı herkese farz değildir. Cuma namazının bir kimse üzerine farz olabilmesi için bir takım şartlar vardır. Bunlar sırasıyla:



1. Erkek olmak (Cuma namazı kadın­lara farz değildir. Şâyet camide bulunur ve imama uyarlarsa kılmış oldukları na­maz, öğle namazı yerine geçer.)

2. Cuma'ya gitmek için hür ve serbest olmak,

3. Yolcu olmayıp mukim olmak,

4. Hasta olmayıp sıhhatli olmak,

5. Kör olmamak,

6. Ayakları olmak,

7. Namaza gitmeye mâni ve gitmemeyi mubah kılan bir özrü bulunmamaktır.

Ayrıca şiddetli yağmur, fazla çamur ve düşman korkusu da cuma namazına gitmeyi mubah kılan özürlerden sayıl­maktadır.


Cuma Namazının Sahih Olması­nın Şartları

Cuma namazının farz olmasının bazı şartları bulunduğu gibi sahih olmasının dabazı şartları vardır. Bunlar:



1. Vakit: Cuma namazının sahih ola­bilmesi için vakit şarttır. Vakti geçtik­ten sonra cuma namazı kılınmaz ve kaza edilmez. Cuma namazının vakti, öğle namazının vaktidir. Vaktinde cu­ma namazı ile birlikte öğle namazı da kılınmamışsa yalnız öğle namazı kaza edilir.

2. Mekân: Cuma namazı kılınan yer şehir veya şehir hükmünde olmalıdır. Şehir konusunda mezhepler arasında ih­tilaf vardır. Bugün küçük bir köyde dahi cuma namazının kılınabileceğine dair fetvalar verilmiştir. (Diyanet işleri Başkanlığı 16.2.1933 yılında yeterli miktarda camaati bulunan küçük köy­lerde bile cuma namazı kılınabileceğine dair fetva vermiştir) İmam-Şafii, şehir şartını ileri sürmemiş, kırk erkeğin ika­met ettiği yerlerde kılınabileceğini söylemiştir. 70

3.Cemaat: Cuma namazının sahih olabilmesi için imamdan başka en az üç kişinin bulunması gerekir. İmam Ebu Yusuf’a göre imamdan başka iki kişinin bulunmasıda yeterlidir. Bu kişilerin er­kek, akil, baliğ ve müslüman olmaları gerekir.

4. Genel İzin: Cuma namazı kılınan yer, bazılarına açık bazılarına kapalı değil herkese açık olmalıdır.

5. Cuma Namazını Görevli Bir Kimsenin Kıldırması: Cuma na­mazını, vazifeli olan birinin kıldırması gerekir. Cuma namazı kıldırnaya res­men izinli olan kimsemin kıldırması. Cuma namazını kıldırnaya resmen izinli olanlar, kendi yerlerine başkalarını geçirebilirler.

6. Hutbeyi cuma namazının far­zından önce okumak: Hutbesiz cuma namazı sahih değildir. Bu nedenle cuma namazının sahih olabilmesi için cu­manın farzından önce hutbe okunması gerekir.

Cuma Namazı Nasıl Kılınır?

Cuma günü abdestli olarak camiye geldiğimizde cuma namazı vakti girip de ezan okunduktan sonra cuma namazının dört rekât ilk sünnetini kılarız. Buna, "niyet ettim Allah rızası için Cu­manın dört rekâtlık ilk sünnetini kılmaya" diye niyet eder ve öğle na­mazının ilk sünnetini kıldığımız gibi kılarız. Cuma namazının farzından önce kılman dört rekât ilk sünnet, sünnet-i mükkededir. Sonra cami içinde ezan okunur. İç ezandan sonra imam minbere çıkıp cemaate karşı hut­be okur. Hutbe okunurken yemek, içmek, selam vermek veya almak, ko­nuşmak mekruhtur. Hutbe bittikten sonra cuma namazının iki rekât farzı kılınır. Bunun için de, "niyet ettim Al­lah rızası için bugünkü Cuma namazının dört rekât son sünnetini kılmaya" diye niyet eder (bu sünneti de cumanın ilk sünneti gibi kılarız.) Sonra isteyen dört rekât zuhr-i ahir namaz ile iki rekât vak­tin sünnetini kılar.

Cuma namazı kılmak için camiye gi­demeyen kimselerin öğle namazını cu­ma kılınan beldede cemaatle kılmaları tenzihen mekruhtur. Fakat cuma na­mazı kılınmayan yerler de öğle na­mazını cemaatle kılmak mekruh değildir.71

Cuma gününü diğergünlerden ayıran özellikler şunlardır:



1. Hz. Peygamber (s.a.s.) Cuma gününü sabah namazında ed- Dehr ve es-Secde sûrelerini okurdu. Çünkü bu iki sûre cuma günü olmuş ve olacak şu hadiseleri ihtiva etmektedir: Hz. Adem'in yaratılması, kıyamet günü, ba's ve hasr...

2. Her zamankinden fazla cuma günü ve gecesi Hz. Peygambere (s.a.s) salât-ü selâm müstehab kılınmıştır. Resûl-i ekrem bu mevzuda şöyle buyur­muşlardır:

"Günlerinizin en üstün olanlarından biri de cuma günüdür: Âdem o gün ya­ratılmış o gün ruhu kabz edilmiştir. Sûra ogün üflenecek ve ogün kıyâmet vuku bulacaktır. Bu sebeple o gün üzerime çokça salât-ü selâm gönderiniz; çünkü salavatınız huzuruma getirilmektedir.” Sordular:

“Ya Resûlallah! Çürümüş olduğunuz halde salavatınız size nasıl arz edilir?”

Cevap verdiler:

Şüphesiz Allah yere, peygamberlerin cesetlerini yemesini haram kılmıştır.”



3. Müslümanların Arefe toplantısı dışındaki en büyük ve mukaddes top­lantılarını vesile teşkil eden, peşipeşine üç defa terkedenin kalbi mühürlenir... cuma namazı bu güne mahsus bir ibâdettir.

4. Cuma günü gusül emredilmiş, bazı müetehidler bunu farz telâkki eyle­mişlerdir,

5. O gün güzel koku sürünmek diğer günlerden efdaldır.

6. Cuma günü misvak kullanmak ve dikeri yıkamak üzerinde daha fazla du­rulmuştur.

7. Camiye erken gitmek teşvik edil­miştir,

8. İmam minbere çıkıncaya kadar na­maz kılmak. Kur'an okumak ve Allah'ı anmak gibi İbâdetler ilemeşgul olunur.

9. Hatip hutbe irâd ederken susmak farzdır.

10. Cuma günü "el-Kehf sûresini okuyana uhrevî mükâfat vadedilmiştir.

11. İmam Şâfi ve tabileri ile İbn Teymiye gibi müctehıdlere göre cuma günü zeval vaktinde (güneş doğudan batıya seyrini tam yarıladığı, eşyanın gölgesi dibine düştüğü ve doğu istikâmetinde uzantı başlamadığı zaman) namaz kılmak mekruh değildir.

12. Hz. Peygamber (s.a.s) Cuma na­mazında ekseriye "el-Cumua ve el Münâfikun" yahut "el-A'la ve el- Gaşiye" sûrelerini okumuştur.

13. Cuma günü müslümanların haftalık bayram günüdür.

14. Bugünde herkesin gücüne göre en iyi elbisesini giymesi müstehabdır.

15. Bu gün camileri tütsülemek teşvik edilmiştir.

16. Kendisine cuma namazı farz olan kimsenin, vakti girince yolculuğa çık­ması câiz değildir.

17. Cumaya giden kimsenin her adımına bir yıllık nafile namaz ve oruç sevabı vardır.

18. Her cuma, sonraki cumaya kadar günahlara keffâret vesilesidir.

19. Her gün faryab edilen cehennem o gün sakin olur.

20. Cuma günü içinde, duaların kabul edildiği bir zaman "Sâatü'l - icâbe " vardır. Bu zamanın Hz. Peygamber devrinden sonra da devam edip etmediği; ediyordiyenlere göre günün belli bir zamanında olup olmadığı hususlarında çeşitli görüşler vardır. Cuma gününün muayyen bir zamanındadır diyenler de bu mevzudaki hadislerin delâlet ve işaretlerinden faydalanarak muhtelif neticelere varmışlardır ki ortaya on bir tahmin çıkmaktadır. Bunların içinde en kuvvetli olanı ikisidir:

a) İmamın minbere çıkmasından namazın kılınmasına kadar,

b) İkindi namazından sonra

21. Her müslümana şartları bulunun­ca farz olan cuma namazını geçiren kimsenin bir dinar, eğer bulamazsa yarım dînar tasadduk eylemesi emredil­miştir.

22. Cuma namazı içinde hutbe vardır. Hutbeden maksad Allah Teâlâ'ya hamdüsenâ birlığine şehâdet; Rasüllullah'a salât-ü selâm ve peygamberliğine şahidlik etmek, müslümanlara va'z-u nasihatta bulunmak, önemli haberleri ilet­mek ve uyarmaktır.

23. Cuma günü farz ve nafile cinsin­den çeşitli ibâdetlere tahsis edilmiş bir gündür. Bugün, yıl içindeki Ramazan ayı, ömür içindeki hac gibi hafta içinde ibâdet günüdür. Bu günün değerlendi­rilmesi haftanın değerlendirilmesi de­mektir.

24. Cuma aynı zamanda bir bayram günüdür. Bayram günlerinde kurban ve sadaka vardır. Cumaya erken gitmek de bu günün kurban ve sadakası olarak ka­bul edilmiştir.

25. Cuma günü fukaraya yapılan yardım, diğer günlerde yapılandan daha ecirli ve sevaplıdır.

26. Allah Teâlâ cenneti, cuma günleri şerefine, sevgili kullarının kendisini ziyaretlerine fırsat bahş etmek için tecel­li edecektir. Haberlere göre bu tecellîde O'na en yakın olan, cumada imama en yakın olandır; bu tecelliye önce mazhar olanlarda cumaya önce gelenlerdir.

27. el-Bürûc" sûresinde geçen:

"Yıldızlarla dolu semâya, geleceği va'-dedilen güne şâhidlik edene ve kendisi için şâhidük edilene yemin olsun." âyetindeki va'dedilen gün "Kıyamet günü" şâhidlik eden "cuma günü", şâhidlik edilen de" arafe günü" olarak tefsir edilmiştir.

28. Cuma günü insan vecin şeytanları müstesna bütün varlıkların heyecan duydukları ve bu günü hissettikleri bildirilmiştir.

29. Ezelden beri mübarek olan cuma gününü yahûdi ve hiristiyanlar bula­mamış, Allah bu günü bulup değerlendirmeyi müslümanlara nasîb eyle­miştir. Bilindiği üzere Yahudilerin ibâ­det günü cumartesi, hiristiyanlarınki ise pazardır.

30. Allah Teâlâ aylar içinde ramazan, geceleri içinde kadir gecesini, yeryü­zünde Mekke'yi, insanlar içinde Muhammed Mustafa'yı (s.a.s) seçtiği gibi günleriçinde de cumayı seçmiştir.

31. Bazı kalb sözü açık kimselerin hatıratından anlaşıldığına göre diğer günlerden çok cuma günü vefat etmiş kişilerin ruhları kabirleriyle irtibat kur­makta, yapılan dualar, verilen selâmlar ve ziyaretlerden haberdâr olmaktadırlar.

32. Ahmed b. Hanbel gibi bazı müctehidlere göre hafta içinde yalnız cuma günü kasten oruç tutmak mekruhtur. İmam Ebû-Hanife ve Mâlik'e göre mek­ruh değildir.

33. İkinci ezandan itibaren alış-veriş haram ve cuma için camiye hareket farzdır. 72

Cum'a Sûresi:

Cum'a sûresi, Kur’an'ın 62. sûresidir. Medine-i Münevvere'de nazil olmuştur. Bu sûre-celile 11 âyettir. Bu sûrenin Mekke'de nazil ol­duğu rivayet edilmişsede oldukça zayıf bir rivayettir. Peygamberimiz (s.a.s) Efendimizin faziletine işaret buyurduğu tesbihaüa başlayan sûrelerden bir tanesidir.

Bu sûre-i celileyi üç grupta mütalaa ederek şöylederiz:

1. Bu sûrenin birinci bölümü yani baş tarafı Cenab-ı Hakkı teşbih ve takdis ile Resûlullah (s.a.s)'ın risaletinin büyüklüğü, büyük bir nimet ve fazilet olduğu,

2. Bu sûrenin orta bölümünde ise Tevratı terkeden Yahudileri tevbih,

3. Sonuç bölümünde ise mü'minlerin cuma namazını topluca kılmalarının farziyeyeti cuma saatinde alışveriş yapmanın yani ticaretle meşgul olmanın haram olduğu, cuma namazı kılındıktan sonra rızık aramak için yeryüzüne dağılmanın meşruiyyeti beyan buyurulmuştur. 9. âyetinde Cuma namazından bahsedildiği için bu ismi almış olan bu sûre. Hac sûresinden sonra nazil ol­muştur.

Cumartesi:

Haftanın yedinci ve son günü olan cumartesi. Yahudilerce kutsal sayılır. Yahudilere göre bu günde her türlü çalışma yasaklanmıştır, Yalnızca tannya ibaret günü olarak kabul edilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de cumartesi (sebt) günü hakkında şunlar söylen­mektedir:



"Onlara (yahudilere) deniz kıyısında bulunan şehir halkının duru­munu sor. Hani onlar cumartesi günü haddi aşıyorlardı. Tatil yaptıkları cu­martesi günü, balıklar akın akın kendile­rine geliyor, tatil yapmadıkları diğer günler ise, onlara yaklaşmıyorlardı. İşte Biz, onları yoldan çıkmaları sebebiyle, böylece imtihan ediyorduk.”73

Cumruh-ı fukaha:

Fıkıh alimle­rinin çoğunluğu, genele yakın kısmı de­mektir. Bir asırda ve aynı bölgede yaşamış fıkıh alimlerinin mezhep ayırımı gözetmeksizin çoğunluğu an­lamında kullanılmşıtır. İslam fıkhında, icma-i ümmet (ümmetin ittifakı) şer'î delil sayıldığı halde, cumhur-u fukaha'nın görüşü delil olmayıp tercih sebe­bi olmuştur. Herhangi bir konuda fıkıh alimlerinin çoğunun kabul ettiği görüşü dile getirmek için "cumhur-u fukaha'run görüşü budur" ifadesi kulla­nılmıştır.



Cünd:

Asker anlamına gelen bu keli­menin daha çok çoğulu olan cünud şekli kullanılır. Kur'an-ı Kerim'in Fetih sure­si, 7. âyetinde geçmektedir:



"Göklerin ve yerin cünudu (askerleri, orduları) an­cak Allah'ındır. Allah her şeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir."

Cünüb:

Cenabet olan kişi74 Kur'an'da bu durumda olan kişilerin yıkanıp arınması emredilmektedir:



"Ey inananlar! Namaza kalktı­ğınız zaman yüzlerinizi ve ellerînizi dir­sekler ile beraber yıkayın, başlarınızı mesnedin. Ayaklarnıızı topuklarla be­raber yıkayın. Eğer cünüp iseniz, (tam) temizlenin." 75

Cüz:

Bir bütünü oluşturan kısımlardan her biri parça. Ayrıca Kur'an-ı Kerim'in sayfalar bakımından otuz eşit parçaya bölünerek oluşan her parçasına da cüz denir. Kur'an'ın böylece ayrılmış her cüzüde dört eşit kısma ayrılır ve buna hizb denir. Kelam ilminde ise cüz kelimesi maddenin en küçük parçası anlamında kullanılır. Cüz-i lâ yetecezza tamlamasıyla daha küçük parçalara ayrılamayacağı düşünülen maddenin özü, çekirdeği, cevheri anlatılmak istenir. Hadis ilminde de sahabeden veya daha sonra gelen birinden rivayet edilen hadislerin toplanmasıyla oluşan kitapçıklara da cüz denilmiştir.



Yüklə 0,66 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   21




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin