Dünya klasikleri : 13



Yüklə 9,99 Mb.
səhifə111/150
tarix18.06.2018
ölçüsü9,99 Mb.
#54169
1   ...   107   108   109   110   111   112   113   114   ...   150
İ
DOSTOYEVSKİ
 
Rusçadan çeviren: Leyla Soykut
BEYAZIT OEVLET KÜTÜPHANESİ           
Tasnif No:       Demirbaş No.
891.733 -   -,'\ ı . J O^.l361528
cem
yayınevi
Üçüncü CiltDOKUZUNCU KiTAP
ÖN SORUŞTURMA
l
MEMUR PERHOTİN'İN KARYERİNDE BAŞLANGIÇ
Mal sahibi tüccar Morozova'nın evinin kilitli olan sağlam dış kapısını var gücü ile yumruklarken bıraktığımız Piyotr İlyiç Perhotin, tabiî en sonunda vuruşlarını duyurabildi. Dış kapıya böylesine şiddetle vurulduğunu işiten, iki saatten beri hâlâ heyecan içinde bulunan ve aklından silemediği düşünceler yüzünden uyumaktan korkan Fenya, şimdi tekrar ner-deyse kriz geçirecek kadar bir korku duymuştu. Kapıyı çalanın gene Dimitriy Fiyodoroviç olduğunu sanıyordu. (Oysa onun gittiğini kendi gözü ile görmüştü.) çünkü kapıyı böyle «küstahça» ondan başka hiç kimse çalamazdı.
Fenya, uyanmış olan ve vuruşları işiterek kapıyı açmaya giden kapıcıya koştu, açmaması için yalvarmağa başladı. Ama kapıcı «kim o?» diye sorduktan ve kapıyı çalanın kim olduğunu, aynı zamanda çok önemli bir iş için Fedosya Mar-kovna'yı görmek istediğini öğrendikten sonra, kapıyı açmağa karar verdi.
Piyotr İlyiç, Fedosya Markovna'nın yanına, daha doğrusu aynı mutfağa girdikten sonra (ki Fenya «iş daha iyi anlaşılsın» diye ondan kapıcının da içeri girmesine izin vermesini rica etmişti) ona birçok sorular sormağa başladı ve hemen en önemli konuya değindi. Yani Dimitriy Fiyodoroviç'ina                                         
Gruşenka'yı aramak için oradan koşarak giderken, havanın içinden havanelini kaptığını, dönüşte ise ellerinin boş, ama kan içinde olduğunu öğrendi. Fenya anlatırken: «Hem de kan hâlâ damlıyordu. İşte böyle damlıyordu ellerinden. İşte böyle!...» diye yüksek sesle anlatıyordu.    Herhalde bu korkunç olay, dengesi bozulmuş zihninin uydurduğu bir şeydi. Ama o kanlı elleri Piyotr İlyiç de görmüştü. Gerçi üzerlerinden kan damlamıyordu ama, Piyotr İlyiç o ellerin yıkanmasına yardım etmişti. Hem zaten asıl sorun, ellerin çabuk kuruyup   kurumadıklarında değil, Dimitriy Fiyodoroviç'in elindeki havan-,   eli ile nereye koştuğuydu. Daha doğrusu, Fiyodor Pavloviç'in evine gidip gitmediğini öğrenmeliydi. Oraya gittiği kesin olarak acaba nereden öğrenilebilirdi?
Piyotr İlyiç bu noktada ısrarla, ayrıntılı olarak duruyordu ve gerçi sonunda kesin olarak hiç bir şey öğrenemedi, ama gene de Dimitriy Fiyodoroviç'in babasının evinden başka hiç bir yere gidemeyeceği ve oraya gittiğine göre, muhakkak orada «bir şeyler»in olup bittiği kanısına vardı.
Fenya heyecanla: «Döndüğü vakit ise, ona her şeyi açıkladım, sonra ona sorular sormağa başladım:  'Sevgili Dimitriy Fiyodoroviç, her iki eliniz de neden kan içinde?" diye sordum. O da bana ellerindeki kanın, insan kanı olduğunu ve biraz önce bir insanı öldürdüğünü söyledi,» diye devam etti. «Öylece açıkladı hepsini. Şuracıkta bana suçunu bildirdi, sonra deli gibi koşarak evden dışarı çıktı. Ben de oturup düşünmeğe başladım, 'acaba o şimdi böyle deli gibi nereye koştu?' diye; 'Mokroye'ye gidip, hanımefendiyi öldürecek' dedim kendi kendime. İşte o zaman hanımefendiyi öldürmesin diye yalvarmak için evine gitmek üzere bir koşu dışarı çıktım. Bir de baktım ki,  kendisi Plotnikov'ların  dükkânı  önünde gitmeğe hazırlanıyor. Elleri de artık kan içinde değil.»
Fenya bunu daha o zaman farketmiş ve aklında tutmuştu. İhtiyar büyük annesi de torununun sözlerini elinden geldiği kadar destekledi. Piyotr İlyiç, daha birkaç soru sorduktan sonra, evden girdiği andakinden daha da büyük bir heyecan ve endişe içinde çıktı.

Öyle düşünülür ki, en doğrusu ve en akla uygun olanı şimdi Fiyodor Pavloviç'in evine gidip, orada bir şeyler olup


KARAMAZOV KARDEŞLER                                           9
olmadığını öğrenmek; ancak o zaman artık kesin bir kanıya varıp, Piyotr İlyiç'in kafasına koyduğu gibi komiserliğe gitmekti.
Ama gece karanlık, Fiyodor Pavloviç'in evinin kapısı ise çok sağlamdı. Onu gene yumruklamak gerekecekti. Sonra Piyotr İlyiç, Fiyodor Pavloviç ile uzaktan tanışıyordu. Ya sesini duyurduktan sonra, kapı açılınca içerde hiç bir şey olmadığı anlaşılır o alaycı Fiyodor Pavloviç de, ertesi günü bütün kente, tanımadığı bir adamın, memur Perhotin'in acaba biri onu öldürdü mü diye gece yarısı evine geldiğini alay ede ede yayarsa ne olacaktı? Düpedüz skandal! Piyotr İlyiç ise dünyada en çok skandaldan korkardı.
Öyleyken  kendini kaptırdığı  duygu,  o kadar şiddetliydi ki, ayağını yere vurup gene kendi kendine küfrederek hemen yeniden yola koyuldu, ama bu sefer Fiyodor Pavloviç'e değil, bayan  Hohlakova'ya  gidiyordu. Eğer  o  kadın:  «Daha önce falanca saatte Dimitriy Fiyodoroviç'e  üç bin ruble  verdiniz mi?» sorusuna olumsuz bir karşılık verirse, o zaman hemen Fiyodor Pavloviç'e uğramadan doğru karakola giderim, diye düşünüyordu. Ama bunun tersi olursa, o zaman herşeyi ertesi güne bırakacak ve evine dönecekti. Şimdi şunu belirtmek gerekir ki, genç adamın gece vakti, hemen hemen saat on birde, sosyeteye mensup olan ve hiç tanımadığı bir hanımefendinin evine gidip, kendisine her bakımdan acaip sorular sormak için onu yatağından kaldırması, belki de Fiyodor Pavloviç'in evine gitmekten çok daha büyük bir skandala yol açabilirdi. Ama bazen, özellikle buna benzer olaylarda, en titiz ve en serinkanlı insanların bile verdikleri kararlar böyle olur. Piyotr İlyiç ise o anda artık hiç serinkanlı değildi! Sonradan ömrü boyunca yavaş yavaş tüm varlığını saran karşıko-nulmaz bir huzursuzluğun, nasıl sonunda ona acı veren büyük üzüntü halini aldığını, hatta onu iradesi dışında oraya sürüklediğini hatırlayacaktı. Tabiî, gene de yol boyunca o hanımın evine gittiği için kendi kendini azarlıyordu. Ama belki onuncu kez, dişlerini gıcırdata gıcırdata:  «Ne olursa  olsun, ne olursa olsun işi sonuna dek götüreceğim!» diye tekrarlıyordu ve gerçekten de niyetini yerine getirdi, işi sonuna dek götürdü.
Bayan Hohlakova'nın evine geldiği sırada saat tam on bir-10
 
KARAMAZOV KARDEŞLER
11
di. Avluya oldukça çabuk alındı ama, kapıcı «hanımefendi uyudular mı, yoksa daha yatmadılar mı?» sorusuna verdiği karşılıkta genel olarak o saatte yattıklarını belirtmekten başka kesin bir şey söyleyemedi. «Kendileri yukardalar; geldiğinizi bildirirsiniz isterlerse sizi kabul ederler, istemezlerse etmezler,> dedi.
Piyotr İlyiç yukarı çıktı, ama orada iş biraz zorlaştı. Uşak Piyotr llyiç'in geldiğini bildirmek istemiyordu; sonunda hizmetçi kızı çağırttı. Piyotr İlyiç, kıza nezaketle, ama ısrar ederek hanımefendiye buralı memurlardan Perhotin adında birinin önemli bir iş için gelmiş olduğunu, o önemli iş olmasaydı, hiç bir zaman oraya gelmek cesaretinde bulunamayacağını söylemesini rica etti: «Bu sözleri aynen tekrarlarsınız,» dedi Kız gitti. Piyotr İlyiç sofada kalarak bekledi.
Bayan Hohlakova'ya gelince, gerçi henüz uyumuyordu ama, artık yatak odasındaydı. Mitya'nın o günkü ziyaretinden beri sinirleri bozulmuştu ve bir önsezi ile -bu gibi olaylardan sonra her zaman olduğu gibi- gece migrenden artık kurtulamayacağını hissediyordu. Bayan Hohlakova kızın sözlerini hayretle dinledi, bununla birlikte sinirli bir tavırla ve böyle bir saatte tanımadığı «buralı bir memurun» ziyareti sonucu, bir hanım olarak içinde büyük bir merak duymasına rağmen, kabul edilmemesini emretti. Ama Piyotr İlyiç, bu sefer katır gibi inatçılık etti. Kabul edilmeyeceğini belirten sözleri dinledikten sonra, olağanüstü bir ısrarla ona tekrar kendisini görmek istediğini söylemelerini, hatta muhakkak aynı sözleri tekrarlayarak çok çok önemli bir iş için gelmiş olduğunu ve eğer şimdi onunla görüşmeyi kabul etmezlerse, sonradan belki de pişman olacaklarını belirtmesini rica etti.
Sonradan bunları anlatırken: «O anda sanki kendimi bir tepeden aşağı koyuvermiş gibiydim,» diyecekti. Hizmetçi kız hayretle onu tepeden tırnağa süzdükten sonra bir kez daha durumu bildirmeğe gitti. Bayan Hohlakova derin bir şaşkınlık içinde kaldı. Biraz düşündü, gelenin nasıl bir adam olduğunu sordu ve «çok temiz giyinmişler efendim, genç, hem de öyle nazik ki,» karşılığını aldı. Bu arada, parantez açıp şunu da belirtelim ki, Piyotr İlyiç oldukça yakışıklı bir gençti, böyle olduğunu da biliyordu.
Bayan Hohlakova, odasından çıkıp onunla görüşmeğe ka-
rar verdi. Sırtında artık evde giydiği ince bir entari, ayağında da terlik vardı; ama omuzlarına siyah bir şal aldı. «Memurun» misafir odasına, daha önce Mitya'nın kabul edildiği aynı odaya geçmesini rica ettiler. Ev sahibi hanım, misafirin yanına yüzünde sert ve soran bir ifadeyle çıktı. Onu oturtmadan4 hemen «ne istediğini» sorarak söze başladı. Perhotin:
— Sizi ikimizin de tanıdığı Dimitriy Fiyodoroviç Karama-zov için rahatsız ettim, diye söze başlayacak oldu, ama daha bu adı söyler söylemez ev sahibi hanımın yüzünde müthiş bir sinirlilik belirdi.
Bayan Hohlakova az kalsın çığlık atacaktı ve birden öfkeyle sözünü kesti. Delirmiş gibi:
— Daha ne kadar zaman bu korkunç adamın yüzünden bana acı çektirecekler? diye bağırdı. Sayın bay, ne cesaretle tanımadığınız bir hanımı evinde bu saatte rahatsız ediyor... ve ona, aynı misafir odasında daha üç saat önce beni öldürmeğe gelmiş olan bir adamdan, burada ayağını yere vura vura,, namuslu bir evden hiç kimsenin çıkamayacağı bir tavırla çıkmış olan bir adamdan söz etmeye geliyorsunuz? Şunu bilin ki, sayın bay sizi şikâyet edeceğim! Bu yaptığınıza göz yummayacağım! Lütfen beni derhal rahat bırakınız... Ben bir anneyim, ben şimdi... ben... ben... ben...
— Öldürmek mi? Demek sizi de öldürmek istedi, öyle mi? Bayan Hohlakova hemen:
— Yoksa başka birini mi öldürdü? diye sordu. Perhotin azimli bir tavırla:
— Lütfen beni yarım dakika kadar dinler misiniz? dedi. Size iki sözle herşeyi anlatacağım. Bugün öğleden sonra saat beşte, bay Karamazov benden dostça on ruble borç aldı ve çok iyi biliyorum ki o şurada elinde parası yoktu! Gene bugün, saat dokuzda ise elinde yüz rublelik bir deste para ile odama girdi, hemen hemen iki, hatta üç bin ruble kadar parası vardı. Elleri ile yüzü hep kan içindeydi. Kendisi de delirmiş gibi görünüyordu. Bu kadar parayı nereden bulduğunu sorduğum vakit, bana kesin olarak bu parayı biraz önce sizden almış olduğunu ve güya sizin kendisine altın aramaya gitmesi için üç bin ruble kadar bir para vermiş olduğunuzu söyledi...
Bayan Hohlakova'nın yüzünde birden olağanüstü ve anor-12
 
KARAMAZOV KARDEŞLER
13
mal bir heyecan belirdi. Kollarını şiddetle iki yana indirerek:
— Aman Allahım! Demek ihtiyar babasını öldürdü! diye bağırdı. Ben ona hiç para vermedim, hiç vermedim! Eyvah! Koşun! Koşun! Artık hiç bir şey söylemeyin! İhtiyarı kurtarın! Babasına koşun! Koşun!..
— Bir dakika, hanımefendi, demek ona para vermediniz, öyle mi? Ona hiç para vermediğinizi kesin olarak hatırlıyorsunuz, değil mi?
— Vermedim, vermedim!.. İsteğini reddettim. Çünkü değer vermek nedir bilmiyordu. Buradan deli gibi çıktı... Ayaklarını yere vurmağa başlamıştı. Üstüme atılacak oldu, ben kendimi bir yana attım... Hem artık kendisinden hiç bir şey saklamak niyetinde olmadığım bir insan olduğunuz için, şunu da söyliyeyim ki, yüzüme bile tükürdü... böyle bir şeyi düşünebilir misiniz? Ama ne diye öyle duruyoruz sanki? Hay Allah! Oturun... Özür dilerim, ben... Ya da iyisi mi, koşun, koşun, siz koşup zavallı ihtiyarı korkunç bir ölümden kurtarmalısınız!
— İyi ama, ya onu daha önce öldürdüyse?
— Aman  Yarabbi!  Öyle ya!  Peki,  ne yapacağız  şimdi? Ne dersiniz, şimdi ne yapmalı?
Bu arada Piyotr İlyiç'i oturtmuş, kendisi de karşısına yerleşmişti. Piyotr İlyiç kısaca, ama oldukça açık bir şekilde işin bütün hikâyesini, hiç değilse hikâyenin o gün tanık olduğu kısmını anlattı ve biraz önce Fenya'nın anlattıkları ile «havaneli» meselesini de haber verdi. Bütün bu ayrıntılar, durup durup çığlık atan ve elleri ile gözlerini kapatan heyecanlı hanımefendiyi dayanılmaz derecede sarsmıştı...
— Düşünün, bütün bunların olacağını sezmiştim ben! Benim böyle bir özelliğim var işte! Aklıma ne gelirse, o mutlaka olur. Kaç kez o korkunç adama bakarak hep:  «İşte bu adam eninde sonunda beni öldürecek!» diye düşünmüşümdür. Sonunda da öyle oldu işte... Gerçi şimdi beni öldürmedi, babasını öldürdü ama, herhalde bu işte Tanrı'nın beni koruyan parmağı rol oynadığı için böyle oldu. Hem zaten beni öldürmekten  utanırdı, çünkü ben  burada,  kendi  elimle  boynuna «çile çeken büyük azize Barbara'nın» tasvirini takmıştım. O anda ölüme ne kadar yaklaşmışım! Tâ yakınma kadar gitmişim, o da bana boynunu uzatmıştı! Biliyor musunuz Piyotr İlyiç... (Özür dilerim, galiba bana adınızın Piyotr İlyiç oldu-
ğunu söylemiştiniz?) biliyor musunuz? Ben mucizeye inanmam, ama bu tasvircik ve şu anda karşılaştığım mucize beni sarstı, bu yüzden gene her şeye, akla gelebilecek her şeye inanmağa başlıyorum. İhtiyar Zosima'yı duydunuz mu? Ah! Her neyse, ne söyliyeceğimi bilemiyorum... Düşünün bir kez, boynunda o tasvir varken yüzüme tükürdü... Gerçi öldürmedi, sadece tükürdü ama, sonra da... Koşa koşa nereye gittiğini şimdi anlıyorum! Ama şimdi biz kime, nereye başvuracağız? Piyotr İlyiç ayağa kalktı ve şimdi polis komiserine gidip ona her şeyi anlatacağını söyledi. Komiser de artık ne gerekirse onu yapacaktı.
— Ah o harikulade, harikulade bir insandır. Ben Mihayıl Makaroviç'le tanışıyorum. Muhakkak ona gitmeli!    Asıl ona gitmeli. Ne kadar yerinde buluşlarınız var, Piyotr İlyiç! Bunu da ne güzel düşündünüz! Biliyor musunuz? Ben sizin yerinizde olsaydım, bunu dünyada düşünemezdim.
Hâlâ ayakta duran ve veda edip yola çıkmasına bir türlü fırsat vermeyen  geveze kadından  kurtulmak  istiyen Piyotr
İlyiç:
— Kaldı ki, polis komiserini ben de iyi tanırım, dedi.
Kadın:
— Hem biliyor musunuz? diye söylenmeye devam ediyordu.  Orada  göreceğiniz,  öğreneceğiniz şeyleri...  Meydana  çıkacak olanları... Neye karar vereceklerini, onu nasıl bir cezaya çarptıracaklarını gelip bana anlatırsınız... Söyleyin, bizde ölüm cezası yok, değil mi? Ama muhakkak gelin!  Saat üçte de olsa, dörtte de olsa, hatta dört buçuk bile olsa muhakkak  gelin... Beni  uyandırmalarını,  eğer  uyanmıyorsam, beni sarsarak uyandırmalarını söylersiniz...  Aman Allahım! Hem zaten şimdi gözüme uyku bile girmez. Bir şey söyliye-
ı mi? Sizinle birlikte ben de gelsem nasıl olur?
— Hayır, olmaz efendim, ama eğer her ihtimale karşı Dimitriy Piyodoroviç'e hiç bir zaman herhangi bir para vermediğinizi bildiren üç satırcık bir yazı yazarsanız, yerinde bir şey olur... Her ihtimale karşı...
Bayan Hohlakova yazı masasına doğru heyecanla zıplar-
casına gitti: — Tabiî yazarım, dedi. Hem biliyor musunuz buluşlarınızla ve bu  işlerdeki becerikliliğinizle  beni  şaşırtıyorsunuz.14
 
 
15
Bayağı heyecan duyuyorum... Burada görevli misiniz? Bizim kentte hizmet gördüğünüzü işitmek ne hoş bir şey...
Konuşurken mektup kâğıdına iri bir yazı ile acele acele şu üç cümleyi yazdı:
«Hayatımda hiç bir zaman zavallı Dimitriy Fiyodoroviç Karamazov'a borç olarak (zavallı diyorum, çünkü şimdi artık kendisi zavallı olmuştur) üç bin ruble'yi vermemişimdir! Ne bugün ne de herhangi bir zaman, hiç bir vakit başka bir para da vermedim! Bu konuda dünyamızda kutsal olan ne varsa hepsinin üzerine yemin ederim!
Hohlakova.»
Çevik bir hareketle Piyotr îlyiç'e doğru döndü:
— İşte kâğıdı yazdım, dedi. Gidiniz, kurtarınız! Bu sizin yapacağınız büyük bir aşama olacaktır.
Sonra onu  üç kez haçla kutsadı. Hatta onu  uğurlamak için koşarak sofaya kadar gitti:
— Size ne kadar teşekkür etsem azdır! Önce bana geldiğiniz için size ne kadar minnettar kaldığımı bilemezsiniz. Nasıl oldu da şimdiye kadar hiç karşılaşmadık? Sizi evime kabul etmek, benim için bir gurur vesilesi olur; bundan böyle de daima evime gelebilirsiniz... Hem burada hizmet gördüğünüzü işitmek ne hoş bir şey... Hem de görevinizde bu kadar titizlik gösterdiğinizi, böyle yerinde buluşlarınız olduğunu bilerek... Ama değerinizi bilmeleri gerekir! Artık sizin nasıl bir insan olduğunuzu anlamalıdırlar! İnanın, sizin için elimden ne gelirse hepsini... Ah, gençleri o kadar severim ki!.. Gençliğe âşığım ben. Bugün acı içinde kıvranan Rusya'nın bütün dayanağı gençlerdir, bütün umutlan onlara bağlıdır... Ah, haydi güle güle!
Piyotr îlyiç, artık koşarak dışarı çıkmıştı, öyle yapmamış olsaydı,  Hohlakova  onu  o kadar çabuk bırakmıyacaktı. Bununla birlikte bayan Hohlakova onun üzerinde oldukça hoş bir izlenim yaratmış, hatta böyle berbat bir işe burnunu sok-• ması yüzünden içinde uyanmış olan endişeyi biraz hafifletmişti. İnsanların zevki değişiktir, bu bilinen bir şeydir. Piyotr İlyiç içinde hoş bir his duyarak: «Hem hiç de o kadar yaşlı değil, tersine ben onu kızı sanabilirdim!» diye düşünüyordu. Bayan Hohlakova'ya gelince, genç adam onu düpedüz bü-
yülemişti: «Ne kadar becerikli, ne kadar titiz! Çağımızın gençlerinden biri böyle olsun, bu kadar görgülü, üstelik derli toplu bir görünüşü olsun, hayret!.. Bir de çağdaş gençlerin hiç bir şeyi beceremediklerini söylerler. İşte tam tersini doğrulayan bir örnek!» gibi şeyler düşünüyordu. Ö kadar ki «o korkunç olay»ı aklından büsbütün çıkarmıştı ve ancak yatağına yatarken, «ölüme ne kadar yaklaşmış olduğunu» hatırlıyarak:
— Ah, bu feci bir şey! Feci bir şey! diye mırıldandı...
Ama hemen sonra derin ve tatlı bir uykuya daldı. Bu arada şunu söyliyeyim ki, eğer şimdi anlatmış olduğum o genç memurla henüz hiç de o kadar yaşlı olmayan dul arasındaki eksantrik karşılaşma, sonradan bu titiz ve görevini tam olarak yerine getiren dikkatli genç adamın meslek hayatında, kentimizde şimdiye dek herkesin hayretle hatırladığı bir kariyer yapmasına yol açmamış olsaydı, bu önemsiz küçük olayları böyle ayrıntılarıyla birlikte anlatmazdım! Zaten Karâ-mazov kardeşlerin bu uzun hikâyesini sona erdirdiğimiz vakit, belki de bu konuda ayrıca bir sözümüz olacaktır...
II
TEHLiKE iŞARETi
Bizim komiser Mihayıl Makaroviç Makarov, emekli bir yarbaydı. Emekli olduktan sonra saray müşaviri olmuştu. Karısını kaybetmiş, iyi bir adamdı. Kentimize ancak üç yıl önce gelmiş, ama bu süre içinde herkesçe «toplumu düzene sokabi-len» bir insan olarak tanınmıştı. Evinden misafir eksik olmazdı ve görünüşe bakılırsa, kendisi de misafir olmadan rahat edemezdi. Evinde muhakkak, her gün yemekli misafir vardı. İsterse bir kişi olsun, ama mutlaka biri olurdu. Misafir olmadan sofraya oturulmazdı.
Ayrıca çeşit çeşit hatta bazan hiç akla gelmiyecek bahanelerle ziyafetler verilirdi. Sofraya, gerçi pek o kadar nadide olmamakla birlikte bol yiyecek gelirdi, nefis kulebyaka, {*) lar
(*) Kulebyaka: Bir çeşit etli börek.16
 
KARAMAZOV KARDEŞLER
17
pişirilirdi. Şaraplara gelince çeşit olarak belki o kadar iyi değildiler ama bol bol ikram edilişleri bunu unutturuyordu.
Kapıdan içeri girince oldukça güzel döşenmiş bir bilardo salonu vardı. Hatta .duvarlarında siyah çerçeveler içinde İngiliz yarış atlarının resimleri asılıydı. Bilindiği gibi her bekâr adamın bilardo salonunda bu yarış atı resimlerinin asılı olması zorunlu bir şeydi. Her akşam, hiç değilse bir masanın çevresinde toplanılır, iskambil oynanırdı. Ama Mihayıl Maka-roviç'in evinde en çok kentimizin yüksek sosyetesinde en tanınmış insanlar ve anneleriyle genç kızlar dans etmek için toplanırlardı.  Mihayıl Makaroviç, gerçi eşini  kaybetmişti,  ama mazbut bir aile hayatı sürdürüyor ve çoktandır dul dalmış olan kızıyla birlikte oturuyordu. Kızının da iki kızı, yani Mihayıl Makaroviç'in iki tane de torunu vardı. Genç kızlar artık yetişkindi, çirkin sayılmazlardı; neşeli kızlardı ve herkes evlendikleri vakit, onlar için bir drahoma verilmiyeceğini bildiği halde, dedelerinin evine bizim yüksek sosyetenin bütün gençlerini çekerlerdi.
Mihayıl Makaroviç, işten pek anlamazdı, ama görevini bir çok başka insanlardan aşağı kalmıyacak şekilde yapıyordu. Doğru söylemek gerekirse, tahsili oldukça az olan bir insandı. Hatta yetkilerinin sınırı konusunda oldukça açık ve kayıtsız bir havası vardı. O zamanki çarın yaptığı reformları tam olarak anlıyamıyordu demlemez, ama bunları bazan oldukça göze batacak şekilde yanlış anlıyordu. Bu da kişisel yeteneksizliğinden değil, karakter bakımından kayıtsız olmasından, her hangi bir şeyi incelemek için vakit bulamamasından ileri geliyordu.
Kendisi için «efendim ben yaradılış olarak sivil olmaktan çok askerim» derdi. Hatta yapılan köy reformlarını hâlâ tam ve kesin olarak anlayamıyor ve bu reformlar hakkında başkalarından her yıl bir şeyler daha öğreniyor, böylece bilgisini daha çok pratik olarak arttırıyordu. Oysa kendisi de çiftlik sahibiydi.
Piyotr İlyiç, kesin olarak o akşam Mihayıl Makaroviç'in evinde misafirlerinden biri ile karşılaşacağını biliyordu, ama bu misafir kim olacaktı, bunu tahmin edemiyordu. Oysa o akşam Mihayıl Makaroviç'in evinde savcı ve bölge hükümet
tabibi Varvinskiy oturmuş yeralaş (*) oynuyorlardı. Bu Var-vinskiy, Petersburg tıp fakültesini pekiyi ile bitirmiş ve kentimize Petersburg'dan yeni gelmiş genç bir doktordu. Savcı ise, daha doğrusu savcı muavini olan ama bizde herkesin «savcı» dediği İppolit Kirilloviç özelliği olan bir adamdı, ihtiyar değildi. Ancak otuz yaşlarında vardı. Ama vereme tutulmaya çok yatkın bir bünyesi vardı. Öyleyken oldukça şişman ve çocuksu bir hanımla evliydi. İzzetinefsine düşkün ve sinirli bir adamdı. Bununla birlikte zekiydi. Hatta iyi bir yüreği vardı. Galiba bütün felâket kendisini sahip olduğu özelliklerinden daha üstün bir varlık sanmasından ileri geliyordu. İste bunun için hep huzursuz görünüyordu. Bundan başka bazı yüksek eğilimler, hatta sanatçılara özgü iddialara sahipti: örneğin, insanların psikolojik durumunu, insan ruhunun özünü kavrama, hatta suçlunun kişiliğini ve işlediği suçu inceleme bakımından özel bir yeteneğe sahip olmak gibi. Bu bakımdan kendini hakkı çiğnenmiş ve meslek hayatında lâyık olduğu görevlere ulaşamamış bir insan olarak düşünür, daima üst makamların kendisini değerlendiremedikleri ve ona düşman oldukları kanısını beslerdi. Canı sıkıldığı zamanlar meslekten ayrılıp adî âmme suçları ile uğraşan bir avukat olacağını söy-liyerek tehditler bile savurduğu olurdu. Baba Karamazov'un çocukları tarafından öldürülmesi, onu büsbütün ayağa kaldırmış gibiydi: «Bu öyle bir iş ki, bütün Rusya'ya duyurulabilir> diye düşünüyordu. Yalnız ben burada gene biraz ileri atlamış oluyorum.
Yandaki odada, bize Petersburg'dan ancak iki ay kadar önce gelmiş genç sorgu hâkimi Nikolay Parfenoviç Nelüdov, genç kızlarla birlikte oturuyordu. Sonradan, «cinayet» akşamı bütün bu insanların sanki mahsusmus gibi icra kuvvetini temsil eden bir adamın evinde toplandığından söz edilmiş, hatta herkes buna hayret etmiştir!
Oysa iş çok daha basit ve son derece normal olmuştu. İppolit Kirilloviç'in eşinin iki gündür dişleri ağrıyordu ve adamcağızın kadının iniltilerini duymamak için herhangi bir yere gitmesi gerekiyordu. Doktor ise zaten alıştığı için akşamları •»iskambil oynamadan duramazdı. Nikolay Parfenoviç Nelüdov
(*) Yeralaş: Bir çeşit iskambil oyunu.18
 
 
19
ise daha üç gün önce, Mihayıl Makaroviç'in büyük kızı Olga Mihaliyovna'ya, sırrını bildiğini, güya lâf arasında söylüyormuş gibi birden açıklamak, böylece canını sıkmak düşüncesi ile o akşam evlerine gitmeyi tasarlamıştı; genç kıza o gün doğum günü olduğunu bildiğini, ama genç kızın mahsus, tek bütün kent halkını danslı bir toplantıya davet etmemek için bizim sosyeteden bunu saklamış olduğunu söyliyecekti. Genç kızın yaşı konusunda imalarda bulunarak çok güleceğini tahmin ediyordu. Ona: «Yaşınızı açıklamaktan korkuyorsunuz, şimdi artık sırrınızı biliyorum, yarından tezi yok, bunu herkese anlatacağım, falan... filân...» diyecekti. Sevimli genç, takılmayı çok severdi. Hanımlar bu yüzden ona «yaramaz» diyorlardı, bu da onun galiba hoşuna gidiyordu. Bununla birlikte, oldukça iyi bir aileden, iyi terbiye görmüş, iyi duygular besliyen ve takılmayı sevdiği halde, bunu kötü bir niyet beslemeden yapan ve daima terbiyeli davranan bir gençti. Görünüşte kısa boylu, zayıf ve narindi. İnce solgun parmaklarında daima pırıl pırıl parlayan birkaç yüzük göze çarpardı. Görevini yerine getirdiği vakit ise aşırı derecede ciddî olur, sanki görevinin önemini ve sorumluluklarını kutsal sayıyor-muş gibi bir tavır takınırdı. Özellikle sorgu sırasında basit halk arasındaki katilleri ve başka canileri müşkül duruma sokmayı beceriyor ve gerçekten onların içinde, kendisine fcarşı saygı olmasa bile, bir çeşit hayret uyandırıyordu.

Yüklə 9,99 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   107   108   109   110   111   112   113   114   ...   150




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin