Evliya deneme



Yüklə 4,3 Mb.
səhifə14/57
tarix17.01.2019
ölçüsü4,3 Mb.
#99316
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   57

Menzil i Burabay nâm mahalde meks etdük. Bu mahalde dahi Azak kal‘asının cânib i garbîsi mukâ­bilinde Azak denizine munsab olan nehr i Ulu Tün'ün bir fırkası dahi cereyân edüp yine bahr i Azağ'a munsab olur. Bu nehr i azîm Moskov vilâ­yetinin (   ) nâm şehrinin dağlarından gelüp üç yerden Azak denizine katılır. Sazlık ve kamışlık içinden gelmek ile ol kadar lezîz değildir. Ve bu nehrin sâhilinde olan kavmin ekseriyyâ reng i rûları zerdî-rûdır. Ve boğazlarında kuşka ta‘bîr etdükleri bir lahm ı zâ’id yumru şiş hâsıl olur ve bu nehr kenarında cümle Tatar ı sabâ-reftâr askeriyle meks edüp bir çemenzâr ve şükûfezâr yer olmağıla bî-bâk u bî-pervâ alacık­larımızı kurup sekiz kerre yüz bin alaşa atlarımız çemenzâra cıvarup bir gice anda mihmân olup safâ edüp bu menzilde üç yüz at boğazlayup tenâvül olundu.

Bu hakîrin ibtidâ at eti yiyüp Tatar askeriyle sefer eşdiğimiz bu Azak senesidir. Bu ha­kîr gerçi Tatar Hâna müntesib idik. Ammâ kabîle i Mansûrlu beğlerinden Kaya Beğ kovuşuyla eşüp yovar bar-keşi idik. Yarar nâmdâr ağırmak atlarımız var idi. Ve bu kabâ’il i Mansûrlu Kırım'ın yurd ekeleri­dir, ya‘nî Kırım cezîresinin sâhibleridir. Gözleve kal‘ası tarafında Mankıt illeri bunların yurdlarıdır. Gâyet semîn atları olur lahm [ü] şahmları ceyran lahmın­dan fark olunmaz. Gâyet mukavvî ve serî‘u'l-hazm atlarının etleri olur. Bu menzîlde sabâh olup şems i âteş-tâb kulle i felekden tulû‘ edince cümle [263a] kovuşlardan öt ağaları taraf taraf köslerin ça­lınca cümle Tatar sadaklanup savatlanup atlara süvâr olup 9 sâ‘at yürüyüp,



Menzil i kenar ı Nehr i Süd: Bunu dahi cümle atlar ile yeldirüp kenarı bir çe­menzâr yer olmağıla anda meks olundu. Lâkin ça­tak ve batak u sazlı yatak yer olmağıla yüz mikdârı at ve elli esîr gark ı âb oldu. Bu Nehr i Süd; dahi Moskov diyârının cânib i garbîsinde Gürleviçse nâm şehr i azîmin ve kal‘a i kadîmin dağlarından cem‘ olup bu mahalde Azak bahrine mahlût olur. Ammâ bakır ve gümüş ma‘denlerine uğramak ile süd gibi beyâz-levn olduğundan ismine Süd suyı derler. Kanlı sudur, bu dahi bî-nef‘ sudur ve nûş edenlerin ekseriyyâ bo­ğaz­larında urları olur. Ammâ bu nehrin tarafey­ninde yetmiş pâre ma‘mûr [u] âbâdân ve metîn kal‘aları vardır. Lâkin cümlesi Tatar havfin­den âcizlerdir. Kırım'dan haftada bir iki kerre beş baş çetecileri bu kal‘a altına seğirdüp şikâr alıp Kırım'a mâl ı ganâ’imle vâsıl olurlar. Ve bu mezkûr kal‘alar cümle Moskov'a tâbi‘lerdir. Ve bu nehr i Süd kenarından yine kalkup bir sâ‘at gidüp,

Nehr i Muş: Azîm sudur, bunu dahi yüz bin renc [u] anâ ile şid­det i şitâ ile yeldirüp cümle silâhları tulumlara ko­yup karşu tarafında sehl meks olundu. Zîrâ asker geçmede usret çekildi. Bir âb ı hayât sudur. Nehr i Tün gibi ve nehr i Turla ve nehr i Tuna gibi bunda dahi latîf morina ve mersin balıkları olur ve çığa ve uştuka balıkları gâyet lezîz olur. Bu nehr dahi di­yâr ı Moskov'un şîmâlinde (   ) dağlarından cem‘ olup bu mahalde Bahr i Azak'a mahlût olur. Cümle asker bu nehri ubûr edüp andan kûs i rıhletler çalı­nup yola revâne olduğumuz mahalde üç arşın kar yağdı ve ol gice Deşt i Kıpçak'da kar üzre meks edüp ertesi gün ale's-sabâh dipi ve boran çekerek 16 sâ‘at yürüyüp yine Deşt i Kıpçak'da,

Menzil i Yörembay: Bunda dahi kar üzre yatup ale's-sabâh yine atlara süvâr olup ılgar ile yine 16 sâ‘at gidüp mâh ı (   ) günü,

Evsâf ı cezîre i vilâyet i Kırım ;: Or-ağzı nâm kal‘aya dâhil olduğumuz mahalde Âsitâne i Sa‘â­det tarafından Vezîria‘zam Kara Mustafâ Paşa'nın ulak Kara Receb Ağa'sı yigirmi atlı ile Azağa giderken bize râst gelüp Azak Kal‘ası fethi müyes­ser olmadu­ğu­nun kıssa i pür hissesin bir bir takrîr etdiğimizde Hân hazretlerinden mektûblar alup yine gerü Âsitâne tarafına dönüp gitdi. Hakîr, Hân hazretleriyle cezîre i Kırım'a dâhil olup Bâğçe Sarây nâm şehr i azimde Çürüksu nâm dere kenarında bu abd i ah­kara bir mihmânhâne ihsân olunup cümle ta‘yînâtlarımızla devâm ı devlet i Hân'a hayr du‘â edüp ibâdete meşgûl olup sehel şikeste-hâl ve her seyrden fâriğu'l-bâl olup şiddet i şitâdan bir kadem seyâhate dermânımız olmadı. Bu vakt i şitâda Tatar Hân hazretleri Azak Kal‘ası'nda mahsûr olan küffâra imdâd gelmesin içün Kırım cezîresinden üç kerre kırkar ellişer bin asker ile tâ Azak Kal‘ası altına ça­pul seğirdüp şikârlar alınup sâlimîn ü gânimîn ve mansûr u muzaffer cezîre i Kırım'a dâhil olurdu. Ve bir senede üç kerre yine Moskov diyârına Kalga[y] Sultân seksener bin asker ile çapul cıvarup beşer onar bin esîr ve bu kadar mâl ı ganâ’imle cezîre i Kırım'a dâhil olurduk. Vakt i şitâ gidüp mev­sim i bahâr ı nevrûz ı Harzemşâhî gelüp der i dev­letden dergâh ı mu‘allâ kapucıba­şıla­rından (   ) Ağa gelüp Hân hazretlerine çizme-bahâ on iki bin altun getirüp "Evvel bahâ[r]da yüz bin Tatar ı adüv-şikâr ile serdâr ı mükerremimiz Civân Ka­pu­cu­başı Mehemmed Paşa ile Kal‘a i Azak muhâ­sa­rasına âmâ­de olasın" deyü yarlığ ı belîğ i Âl i Osmân gelince Hân hazretleri "semi‘nâ ve eta‘nâ" deyüp kırk gûne at bağlayup cemî‘î kabâ’il atların beslemeğe başla­yup işbu sene (   ) mâh ı (   ) günü seksen yedi bin asker i Tatar ile mevsim i bahârda Kırım'dan Or-ağzı nâm mahalle varup du‘a vü senâ ile Or'dan taşra çı­kup kal‘a i Azağ'a müteveccih olduğumuz konak­ları beyan eder:

Evsâf ı menâzil i Kal‘a i Azak

(   ) (   ) (   ) (   ) (   ) (   ) (   ) (   ) (   ) [263b] Küffâr ı dûzah-makarr, Kal‘a i Azak'da deryâ-misâl Kırım askerinin yine Azak üzre gel­me­sin is­timâ‘ edüp ve Âl i Osmân'ın donanma yı hü­mâyû­nuyla berren ve bahren sene i sâbıkdan zi­yâ­de deryâ-misâl askerlerin belağan-mâ-belağ mü­him­mât-ı elzem [ü] levâzımât ve niçe bin lâğım­cılar ve beldâ­rân ve teberdârân ve kûh-kenler ile ge­le­cek­lerin istimâ‘ edüp derûn ı kal‘ada mütahassın olan küf­fâr ı menhûs ı sakar-makarr bir yire gelüp meşve­ret i bî-meâl edüp netîce i kelâmları bu olur kim :

{Müşâvere i kefere i Kazak ı Azak}: "Sene i mâzîde güç ile Âl i Osmân elinden kurtulduk. Bu kış bize Tatar göz açdırmayup bir tarafdan imdâdımız gelmedi ve bir cânibden kış bizi helâk etdi. Bir ta­rafdan kaht [u] galâ ve bir tarafdan Tatar-ili vilâye­timiz harâb u yebâb edüp akrabâ ve ta‘allukâtlarımız esîr i kayd-bend etdiler. Ve bizler dahi Tatar havfinden bu kışda kal‘adan taşra baş çıkarmağa dermânımız olmayup kal‘ayı ta‘mîr u termîm ede­meyüp cebehâneden bir vukıyye baru­du­muz kal­mayup sâ’ir âlât ı silâh ve mühim­mâtdan dahi bir şey kalmayup cümle on bin Hıristiyan kaldık. İşte şimdi yine Âl i Osmân donanmasıyla deryâ-misâl asker ile gelmede. Azak balığı yiye yiye cânımıza tâk deyüp ciğerlerimiz cılk oldu. Âhir bu kal‘ayı Âl i Osmân elde komaz. Bıldır otuz bir bin Hıristi­yanımız mürd oldu. Hâlimiz âhir neye müncer olur. Hemân Tatar ve Âl i Osmân kal‘ayı muhâsara etme­den bırağalım, yohsa Osmân­lının bu gelişinden halâs olmak yokdur", deyüp bir gün kal‘ayı bırağup cümle top u tüfenk ve yât u yarâğların Tün suyu gemilerine tahmîl edüp karâr­la­rı firâra mübeddel olup nehr i Tün kenarınca Çer­kes-kirmâna ve Ho­ras-kirmâna ve Tuzla-kirmâna ve gayrı kal‘a i dâ­rü'l-bevârlarına gidüp karâr etdiler. Beri cânibden Tatar Hân ile Kal‘a i Azak altına giderken nehr i Süd kenarında bir kaç Kazak ı Ak keferesi dil dutu­lup Azak Kal‘asından küffârın firâr etdüğün anlar­dan istimâ‘ edüp ol gün ol gice çapula seğirdir gibi ılgar edüp mâh ı (   ) günü Kal‘a i Azak altına dâhil olup deyyâr ı âdem âde­mî-zâtdan bir cân bulmayup hirre ve kutta ve kelb ve mûş ve fun­guz­dan bile zî-rûh kısmı bir eser bu­lun­mayup kal‘anın der-i dîvârından ancak bir Cene­viz kullesi kalmış. Bu ahvâl i pür-meserreti bah­ren Âsitâne tarafına Tatar Hân arz edüp on bi­rin­ci gün Moskov kralının çâşıtları Âsitâne tarafın­dan gelirken Tatarlar giriftâr ı bend edüp Hân hu­zû­runda fesâhat üzre bî-bâk ü bî-pervâ dedi­ler kim "Biz kırk kimesne ile der i devletde çâşıdız. Deryâ-misâl asker ile Âl i Osmân geliyor. Kal‘ayı bırağup kaçasız. Sâ’ir zamâna kıyâs etmeyesiz deyü haber gön­der­dik. Biz dahi kal‘aya gelirken Tatar'a giriftâr olduk. Emr hânındır" dedikde üçünün dahi şirb-kelle ve pâf-gövde (?) olup cân-ber-cehennem gitdiler.

Mâh ı mezbûrun on üçüncü gün debdebe ve velvelev i Âl i Osmân ile deryâ-misâl asker kal‘a i Azak altına Serdâr ı Mu‘azzam Civân Kapucubaşı Vezîr Mehemmed Paşa gelüp Kal‘a i Azağ'ı hâlî buldular. Ammâ küffârın bir hıyel [u] şeytanatı vardır deyü üç gün ârâm edüp dördüncü gün kal‘a zemînine ezânlar okunup kol kol cemî‘-i Eflak u Boğdan'a fermânlar olup Kal‘a i Azak'ın esâsına Bism-i İllâh ile hafirler kazılmağa mübâşeret olunup üç günde ka‘r ı zemînden su zâhir olup temeline rah­tım i Horasân ile ısgaralar çatup Timurlenk nâm cezîrede bir münhedim olmuş kal‘a i atîkden cümle keştîler taş-keşân olmağa me’mûr olup kal‘ayı binâ etmeğe mübâşeret olundu. Bir ayda iki kulle binâ olundu kim kadîm i evvelde Ceneviz binâsından metîn oldu. Hâlâ bu kal‘a hakkında "Ceng i Serdâr Deli Hüseyin Paşa, feth i Bahâdır Girây Hân, binâ yı Civân Kapucubaşı" deyü Kırım tevârîhinde mestûr­dur. Ve ta‘mîr ü termîm olunup yine ke'l-evvel Kefe eyâletinde sancak beği tahtı olup iki tuğ ile mir i mîrân (   ) Paşa muhâfız kalup ve yeniçeri ağası yerine (   ) Ağa yigirmi aded yeniçeri odasıyla ve altı topçu odasıyla topçubaşı ve on oda cebeciyle cebe­cibaşı ve yedi bin kara tayak Tatar askeri muhâfa­zacı kondu ve yedi sancak beği ve on iki alaybeği ile muhâfazacı yigirmi altı bin asker kondu ve kal‘a içine yetmiş balyemez ve kırk kolomborna ve üç yüz şâhî handak kenarlarına koyup gice ve gündüz ih­timâm ı tâm ile kal‘a bir gün [264a] evvel itmâm etmeğe sa‘y ı belîğ edüp cemî‘î ammâl ve bennâlara ve sa’ir mühimmât u levâzımâtlara beş bin kîse harc olundu" deyü der i devlete arz olundu. Ve bu kal‘a inşâ olunurken yedi kerre Tatar askeri Mos­kov diyârına sefer edüp on beşer yigirmişer bin esîr ile ordu yı İslâm'a gelüp cümle asker i İslâm onar gu­ruşa esîr alırlardı. Âhirü'l-emr Moskov kralı "Aman, aman ey güzîde i Âl i Osmân" deyüp elçileri Âsitâne i sa‘âdet tarafına akd i sulh etmeğe revâne oldu­lar. Kal‘a itmâm bulup içinde câ-be-câ hâneler imâr olurken Serdâr Mehemmed Paşa, Âsitâne'ye gidüp sâ’ir asâkir i İs­lâm dahi vatanlı vatanlarına gidüp hakîr yine Tatar ı adüv-şikârın Mansûrlu kabâ’iliyle gidüp geldiğimiz yollar ile yine sekiz günde vilâ­yet i Kırım'a dâhil olduk. Yigirmi gün yine Bâğçesa­rây'da zevk idüp,

................ (29 satır boş) ................ [264b]

Hamd i Hudâ bu gazâdan dahi doyum gelüp (   ) (   ) Girây Hân'dan İslâmbol'a gitmek içün me’zûn olup bir kîse guruş ve üç esîr ve bir semmûr kürk ve bir kat esbâb ihsân edüp Kalga[y] Mehemmed Girây ve Nûreddîn (   ) Girây Sultân, Vezîr i dilîr Sefer Gâzî Ağa ve Sübhân Gâzî Ağa ve Ayu Ahmed Ağa ve Defterdâr İslâm Ağa bu efendilerimiz birer esîr ihsân edüp Kırım diyârında on dörd esîr ve dörd kîse tahsîl edüp Tarabef­zûn'dan ve Mikrilistân'dan ve Abaza diyârından aldığımız esîrler ile cümle on se­kiz re’s esîrimiz ile cezîre i Kırım'dan İslâmbol'a müteveccih olduğu­mız­da Kırım diyârının cümle a‘yân [u] eşrâflarıyla vedâlaşup Hân hazretlerinin du‘a yı hayr senâların alup Kalga[y] sultânın atla­rına süvâr olup niçe yârânlar dahi hakîri yollamak içün Kaçı deresine dek gelüp andan cümlesiyle ve­dâlaşup anlar Bâğçesarây'a rücû‘ edüp hakîr cümle huddâm­ları­mız­la altı sâ‘atde cânib i cenûba gidüp,

Evsâf ı menzil i kal‘a ı Balıklava;: Bu diyâr ı Kırım'ın âb [u] hevâsı ve imâret [u] âsârların sefer­lere gitmeden bir vakt i ta‘tîl bulmadığımızdan ev­sâf ı Kırım'ı tahrîre cür’et edemedik. Bu Balıklava kal‘asın evsâfın dahi tahrîr etmeğe mübâşeret edecek mahalde {sene (   ) târîhinde mâh (   )} Ucalı Sefer Re­’îs nâm bir kimesnenin şaykasına üç yüz elli nefer kimesne ile gemiye girüp ol gice keştî içre yatup muhavvif ve muhatara vâkı‘alar gördüm. Def‘ i belâ içün taşrada ba‘zı fukaralara tasad­duklar verüp yine gemiye girüp salpa demir edüp sandal ile limandan taşra çıkup 1 ve dahi 2 nass ı kâtı‘ı üzre sa‘d i sâ‘ate nazar etmeyüp ve dâ’ire i ricâlü'l-gaybe amel etmeyüp yıldız rûzgâ­rıyla yelken yırtup mütevekkilen-ala'llâh deyüp mu­vâfık ı eyyâm ile bir gün bir gice pupa gidüp Kara­deniz'in tahmînen ortasına vardık.

Ser-güzeşt [ü] ser-encâm ı Evliyâ yı bî-riyâ

Şimâl cânibinde Ayaya dağları ve Balıklava kurbunda Suluyar dağları gâ’ib olup Sinop ve Amasıra dağları dahi önümüzde nâm [u] nişânı yok bir girdâb ı elîmde kâh eyyâm ı muvâfık ve kâh ey­yâm ı nâ-muvâfık ile bir gün bir gicede deryâ yı bî-emân içre çalkanup ne cânibe gideceğimiz nâ-ma‘lûm oldu. Âhirü'l-emr "Ol engîn nâ-mübâ­rekde ne reh ne râhber peydâ" mazmûnunca güneş deryâda doğar ve deryâda batar. Bu gûne bir gir­dâb ı gamda talattum ı deryâ ile serserî gezerken hikmet i Hudâ gün doğusu rûzgârı tarafında evc i semâda kara bulutlar zâhir olur. Zifoz ve ra‘d u berkli sağanaklar ve kırıntılı üçerleme kumlar peydâ olunca cümle keştîbânların reng i rûyları mütegay­yir olup ellerin ovmağa başladılar. Ve geminin kıçı tarafında pusula ve kıble-nümâlarına nazar edüp birbirlerine nazar edüp cân bâzârı mu‘âmeleleri etmeğe başladılar. Hemân Dede Dayı nâm bir ihtiyâr ı umûr-dîde keştîbân eydür "Bre dayılar! Ne havfe dü­şersiz? Hudâ Kerîm'dir. İşte kırıntı ve sağanak gelme­dedir. Mayna alaburta" deyüp hemân cümlesi bir yire cem‘ olup alaburta iplerini indirüp alaburta di­reği dahi aşağı indi. Ammâ temevvüc i derya inme­yüp dibelik müştedd olmada. Hemân gemi üstünde azîm yapağı çuvalları ve papır hasırları ve balık tur­şusu fıçıları ve gemi keresteleri var idi. Cümle halk imdâd edüp cümle mezkûr eşyâları deryâya atdılar ve iki yüzden mütecâviz sağîr ve kebîr üserâları gemi üstünden der-anbâr edüp anbar kapağın sedd etdiler. Hamd ı Hudâ gemi sehl-i hıffet buldu. Ammâ yine talattum ı deryâ evc i âsumâna berâber gelüp ziyâ­desiyle cûş [u] hurûşa başladı. Beyt:

Kalırsa hicr ile girdâb ı gamda zevrak ı dil

Ne çâre neyleyeyim rûzigâr elimde değil

mazmûnunca rüzigâr, rûzgâr[ı] şiddet üzre ele alup azametu'llâh bin elli (   ) Safer'inin dördüncü günü bizi temevvüc i deryâ döğmeğe başlayup üç gün üç gice ra‘d u berk, zifoz ve salıntı ve kırıntı ve şimşek ve yıldırım ve yağmur ile mahlût, kar ve dipi ve bo­ran çekmeden mellâhların gemi üstünde durmağa iktidârları olmayup her biri geminin birer küncinde genc bulmuş gibi pinhân oldular. Yolcular hod ev­ve­len-bi't-tarîk kimi istifrâ‘ etmede kimi istiğfâr edüp kurbânlar ve tasadduk-ı nezerâtlar etmede. Hakîr eyitdim "Ey İbâ­dullah, gelin sizinle ale'l-umum İhlâs ı şerîfe müdâ­vemet edelim. Ola kim Cenâb ı İzzet âyet i İhlâs hürmetine cümlemiz halâs ide" dedim. Hemân cümle hâzırûn, derûn ı dilden [265a] İhlâs ı şerîfe müdâvemet edince bi-emrillahi Te‘âlâ ân ı vâhidde zulumât ı semâ ref‘ olup hevâ küşâde olur, ra‘d u berk dahi münkatı‘ oldu. Ammâ yine deryânın te­mevvüci ârâm etmeyüp yedi­şerleme ta‘bîr etdikleri kum aslâ amân ver­me­yüp kâh evc i âsumâna çıkup bulutlara geminin sütûnu dokunurdu; kâh ka‘r ı deryâya inüp gûyâ Gayyâ deresi ve derk i esfele inmiş olup cânib i erba‘a­mızda Bahr i siyâh, kûh i bî-sütûn-misâl nümâyân olurdu. Âhir anbarın ka­pağın küşâde edüp anbardan metâ‘ ı sakîlleri cümle deryâya ilkâ eyledik, yine emân bulmadık. Anı gör­dük, geminin kıçından dümen iğneciği kırılup dü­men deryâya düşünce cümle keştîbânlar ellerin dizlerine urup pes i perdeden birbirleriyle helâlleş­meğe başladılar. Hemân bu mahalde cânı başı zinde, yarar ve bahâdır gemiciler ellerine baltalar alup ib­tidâ gemi çar­mıh­ları iplerini kesüp andan gemi di­reğine balta üşürüp ân ı vâhidde direği kat‘, direk deryâya düşerken on bir âdemi ezüp helâk etdi. Ol merhûm­ların mey­yitlerin deryâya atınca gemi içre bir gıriv [u] feryâd kopup herkes hayâtdan me’yûs olup cân bâzârına düşdüler. Bu mahalde bir sağa­nak dahi gelüp gemiyi baştan tarafa iki pâre edince anbâr içinde pinhân olan cümle yolcular ve üsârâlar anbâr­dan taşra çıkup fez‘ u ez‘a başlayınca niçe âdemler helâlleşüp ba‘zı keştîbânlar uryân olmağa başlayup herkes bir tahta ve kabak [ve] varul ve fıçı şekilli eşyâları ellerine almağa başladılar. Hakîrin dahi hâli ol hâlde dîr-gûn olup Yâsîn i şerîfe müdâvemet edüp bu kadar memâlîk u mâl [u] erzak aslâ hâtıra hutûr etmeyüp derûn ı dilden cümle um­ûrum Cenâb ı İzzet'e tefvîz edüp âyet 1 âyetin, âyet



2

âyetiyle kelime i şehâdete meşgûl oldum, anı gördüm bir kaç kefere­ler geminin sandalını ipinden çeküp sandala atılınca sâ’ir keştîbânlar dahi geminin öte tarafından deryâ­ya kendülerin birer tahta pâreleri ve gayrı eşyâlar ile deryâya döküldüler. Hemân hakîr dahi yedi cân refîklerimizle dal-kılıç olup sandala atladığımız gibi sandal içre olan kefereler sandalın ipin kesüp iki ke­fere bizim üzerimize dal-bıçak olup Ayntâblı Şerîf Ramazân Çelebi'yi memesi üstünden urunca hemân yedi kişi dal-kılıç olup sandal içre el kaldıran sekiz kâfire kılıç urup dördün katl edüp dördü havfinden kendülerin deryâya atdılar. Sandal ancak bizim refîklerimiz yedi kişiye münhasır olup sandal içre olan bâr ı sakîlleri deryâya atup sandal sehl hiffet bulup temevvüc i deryâda giderken ânî gördük; büyük gemi başdan kıça varınca iki pâre olup üç yüz elli nefer yolcu ve tüccâr ve dörd yüz mikdârı memâlik keştîbân ehl i tüccâr sadâ yı Allah rehâ buldurup cümlesi rûy ı deryâda her biri birer sened ile şinâ­verlik edüp kimi gark ı deryâ, kimi mellâh ı bî-pervâ kimi bir levha pâresi üzre rehâ bulup çârsû yı cân bâzârında bî-zer ü pürzâr-ı bâzâr etmede. Ba‘zısı cân u başı ile şinâverlik ederek bizim sandalı­mız üzre ge­lirken Kıssahân Emîr Çelebi gelüp anı kolundan yapışup sandala alınca dahi gayrılar birer takrîb ile bizim sandala geliyorlar, anı bildik kim bizim san­dal dahi kesret i âdemden gark olması mukarrerdir. Hemân yedi kişi dal-kılıç olup gelen âdemlere kılıç havâle edüp pârelenen gemiden sehl alarka olup gemiden nâm [u] nişâ[n] ve benî Âdemden bir cân nümâyân olmaz oldu. Cân başı­mı­za düşüp kâh evc i âsumâna [urûc u] kâh ka‘r ı amîka nüzûl edüp sandal içinden kavukla­rı­mız­la su dök­me­den ve şiddet i şitâdan bî-tâb ve bî-mecâl kaldık. Ânî gördük Menkub Kadısı Alî Efendi, deniz mâliki gibi gav­vâs­lık ederek bizim sandalımıza yakın gelüp gûyâ Cenâb ı Bârî yârı kı­lup kudret eliyle Alî Efendi'yi bizim sandala koyup on kişi olduk. Yine Yâsin i şerîf tilâvet ederek deryâ­ya su dökerek gideriz ammâ cümlemiz hayât em­niyyesinden me‘yûs olmuşuz.

Bu hâl üzre bir gün bir gice sandal ile deryâda gezüp berk i hazân gibi dir ditreriz âc u zâc ve giryân [u] nâlân uryân Kadı Alî Efendi ve Kıssahân Emîr Çelebi zâtü'l-cenb ma­razları dutup merhûm olunca emr i Hudâ deyüp na‘şların deryâya ilkâ edüp yine [265b] sandal içre kel-evvel sekiz âdem kaldık. Ammâ yanımız sıra yigirmi zirâ‘ kaddi bir çam tahtası kovuşluk içün bir arşın enli bir levha bizim sandala musallat olup do­kunur, kâh alarka olur ne çâre emr Hudânın deyüp su dökmeden ve sovukdan bî-zâr olup mebhût ve mütehayyir kaldık. Emr i ilâhî. Beyt:

İdemez def‘ sakınmağla kazâyı kimse

Bin sakınsan yine ön son olacak olsa gerek

mazmûnu üzre üçüncü gün vakt i zuhrda bi-emrillah bir kum gelüp sandalı baş aşağı edüp hakîr dahi baş aşağı deryâya düşüp cân havliyle şinâver­likde bi-sehl mahâretimiz olması sebebiyle el kol ata­rak çabalıyarak Cenâb ı Hakk'a bir âh ı dil-sûz çe­küp Hazret i Kur‘ân ı Azîm'i ve Furkân ı Mecîd'i derûn ı dilden şefî‘ dutup cemî‘î ziyâret etdiğim ki­bâr ı evliyâullahın rûhâniyyetlerinden derûnîce is­timdâd taleb edince Cenâb ı İzzet derûnuma bir âteş halk edüp kalb âyînesi mücellâ olup derûn ı dilden Kelîme i Tevhîd'e meşgûl olup gâyet tesellî-i hâtır buldum kim seyâhat etdiğim diyârlarda ehl i hâl kimesneler hâtırıma gelüp havf u haşyetden berî olup cân başıma gelüp temevvüc i deryâda bî-bâk u bî-pervâ gavvâs-vâr yüzüp kâh âlî ve kâh süflî deryâ­da sehl şinâverlik ederken ol Kâdir [u] Kayyûm ve Perverdigâr ı Lem-yezel [i]râdet i ezelîsi bu imiş kim bu abd i âsîyi halâs ide. Ânî gördüm mukad­demâ sandalımız yanına gelen tavîl ü arîz mezkûr kovuş tahtası yanından ubûr ederken he­mân hakîr cüst u çâbük ve çâlâklık edüp bu Bahr i siyâh ı bî-emânda gark olmadan ise bu levhaya sarılayım deyüp cân havliyle tahtaya sarılup her-çi bâd-âbâd deyüp cân bâzârında cânbâzlık edüp levha i azîme yılan gibi sarılup gûyâ deryâda Hazret i Hızır'a râst geldim ve sandal içre olan refîklerimden haberim olmayup gâ’ib oldular. Hakîr bu hâl üzre kâh sovukdan kâh talattum ı deryâ havfinden Bahr i siyâh üzre galtân u cünbân ederek emvâc ı bî-emânda ser-gerdân ı hayrân iken gerü tarafda deryâda bir feryâd kopdu. Cân havliyle gerüye nazar etdim. Meğer benim sü­var olduğum uzun kovuş tahtası üzre iki Gürcî gulâ­mı ve iki Çerkes bâkiresi ve bir Rus gulâmı tahta i kebîr üzre süvâr olup yarasa kuşu gibi sarılmışlar. "Âh bunlar benim süvâr olduğum tahtaya bâr-ı girân olup garkıma sebeb olurlar. Âh hal i digergû­num neye müncer ola" deyüp perîşân hâtır olup, "Âyâ bunları ne hâl eylesem kim levha bana yalnız mün­hasır olup sebük-bâr olsam", derken hikmet i Hudâ bizim süvâr olduğumuz tahta yanından bir su varülü kabak gibi yüzerek geçerken hemân Rus gulâmı tahta üstünden kendüyi şinâverlik eden varül üzre atup varülü der-âğûş edemeyüp "Ala müsâ­firi" kelâmı üzre fakîr gulâm gark âb olup sohbet dörd esîre kaldı. Hudâ Kerîm'dir, deyü bu hâl üzre deryâda aslâ bir sahîl i bahr zâhîr ü bâhîr değil, ammâ hamd i Hudâ hevâ sehl mu‘tedil olup âfitâb ı âlem-tâbın şiddet i harâreti dahi sehl ziyâde olup talattum ı deryâ dahi cüz’î tenezzülde olup gündo­ğusu rûzgârı bizi süre süre hamd ı Hudâ üçüncü gün evc i âsumâna berâber kûh i bî-sütûnlar nümâyân olup vakt i zuhrda temevvüc i deryâ bizi sâhil i bahre bırağup bî-tâb u bî-mecal türâb [u] ri­mâl üzre düşdüğüm bildim. Beyt:



Be-deryâ der menâfi‘ bî-şümâres[t]

Eger hâhî selâmet der-kenares[t]1

deyüp var kuvveti bâzûya getirüp Cenâb ı Bârî'ye yüz bin hamd [ü] senâ etdim. Ol kerem ıssı Mevlâ'yı gör kim Mikrilistân ve Abazistân''da ve Kı­rım'da on sekiz aded üserâlar ihsân edüp yine aldı. Cân u cihândan me’yûs iken ol deryâ yı bî-emânda yine dörd esîr ihsân etdi kim her biri vâhid ke-elf mümtaz u mahbûb u mahbûbe bintân u gılmân­lar idi. Bu gulâmlar ile sâhil i bahrde birer kayanın arasında daldalanırken niçe ümmet i Muhammed gelüp bizleri bu hâl üzre görüp eynlerinden birer kat libâslarını hakîre ve gulâmlara giydirüp bizi evc i âsumâna berâber kayaların zirve i a‘lâsına çı­kardıkda su‘âl etdim. Meğer Silistre eyâletinde Ka­radeniz kenarında Keliğra Sultân dağları ve kayaları ve bâğları imiş kim evc i âsumâna müntehî olmuş. Sergüzeşt [u] ser-encâmımızın ibtidâsından gemi gark olaldan üç gün üç gice [266a] aç u zâc u muhtâc sandal ile gezdik. Sandal gark olup kovuş tahtasıyla bir gün bir gice deryâda gezüp ikinci gü­nün vakt i zuhrunda Nûh Necî-vâr Keliğra Sultân kayasına düşüp necât bulup âsitâne i Keliğra Sultân dervîşleriyle cân sohbeti edüp bize ihsân ı Hudâ olan kölelerimizle bir hücre ta‘yîn eylediler (   )

Evsâf ı tekye ve kal‘a-i Keliğra Sultân

Bu tekyegâhda on gice mest [u] medhûş hâb ı râhatda yatup şiddet i şitâda çekdiğimiz âlâm-ı şedâ’idler ve havf u haşyetlerden cümle emrâz ı muhtelifeler urûklarımıza istîlâ edüp kâmil bir kış şikeste-hâtır olup girde-bâliş üzre nâliş ederek on hatm i şerîf i şükrân etdim. Bu mahalde âlem i sabâvetden berü bin altmış hatm i şerîf olmuşdu. Ve bu âsitâne i Keliğra Sultân'da cümle fukarâ yı Bektâşiyân ile sekiz ay tashîh i mizâc edince cân sohbetleri edüp kâh mü’ezzinlik ve kâh imâmetlik ederek ıslah ı vücûd eyledik. Gulâmlarımızın birisi bir gün, biz fülân âdemin abd i memlûkları idik demeyüp gûyâ helâl [u] zülâl mâlımız ile iştirâ olunmuş abd i müşterâ­mız idiler.



{Menâkıb} Der-sitâyiş i Tekye i Keliğra Sultân, ya‘nî Sarı Saltık Sultân

Bu âsitâne i bâ-sa‘âdetin sebeb i inşâsı oldur kim sene (   ) târî­hinde bizzât Muhammed Hacı Bektâş ı Velî Yesev şehrinde Türk-i Türkân Hoca Ahmed-i Yesevî'den cihâz ı fakrı kabûl edüp diyâr ı Rûm'da sâhib i seccâ­de olmağa me’zûn olup üç yüz yetmiş fukarâ ve bu Keliğra Sultân cümle fukarâlara ser-çeşme olup Hacı Bektâş ı Velî ile Rûm'da Orhân Gâzî'ye gelüp Bursa fethinden sonra Hacı Bektâş, Keliğra Sultân'ı yetmiş fukarâsıyla Moskov ve Leh ve Çeh ve Dob­ruca diyârlarına gön­de­rüp Rûm erenleri olmağa izn verüp "Dobruca'da bir böcük vardır, anı katl edüp ibâ­dullahı şerrinden emîn eyle" deyü Hacı Bektâş, Ke­liğra Sultân'ın destine bir tahta kılıç ve bir seccâde ve tabl ve ku­düm ve alem ve sıraf ve def ve nakkâre verüp Keliğ­ra Dede kal‘a i Sinop'a gelüp alâ me­le’i'n-nâs yet­miş nefer fukarâsıyla postların deryâ üzre döşeyip "Yâ Hayy [u] yâ Kayyûm" esmâsına mü­dâvemet edüp def ve kudümlerin çalarak bir günde Rûm câ­ni­bin­de diyâr ı Kırım'a andan vilâyet i Mos­kov'da Heşdek tâ’ifesin ve Leh diyârında Libka tâ’ifesin cümle İslâm ile müşerref edüp tebdîl i câme ile Leh diyârında Danıska iskelesinde İsveti Nikola nâm ya‘nî Sarı Saltık isimli bir bıtrîk ve kıs­sîs i dalâlet-âyîn ile hem-sohbet olup ol Sarı Saltık'ı katl edüp lâşe i murdârın pinhân edüp niçe zamân sav­ma‘adan çıkmayup "Ben Sarı Saltık'ım" deyü niçe bin âdemi nihânice dîn i Muhammedî'ye da‘vet edüp İslâm ile müşerref ederdi. Niçe zamân bu hâl ile Sarı Saltık nâmıyla seyâhat etdi. Ve kendü­lerinde alâ-sûret i asfaru'l-levn olmağıla Şeyh Ahmed Yesevî hazretleri kendülere Saltık Bây nâ­mıy­la künye demişler idi. Ammâ ism i şerîfleri Mu­ham­med Buhârî'dir. Ba‘dehû seyâhât ile "Pırarvardı" ya‘nî Pravadi kal‘asına gelüp sâkin olmağıla "Bir er vardı"dan galat Pravadi kal‘ası derler. Anda def ve kudûmün çalarak Dobruca kralına buluşdukda kral ı dâll i bed-fi‘âl eydür: "Ey Sarı Saltık! Eğer sende kerâmet varsa benim diyârımda bir ejdehâ peydâ olup Karadeniz sâhilinde bir yalçın kaya içinde âşiyân edinüp cümle re‘âya vü berâyâm yidi. Ve hâlâ dâr ı dünyâda iki ciğer-kûşe kızlarıma tâli‘ i kur‘a düşüp ejdere gıda olmağiçün Dobruca sahrâsında bir amûd ı azîme kızlarım bağlamışız. Vakt i zuhr olunca gelüp yise gerek, ammâ bu ejdere bir çâre eyle" deyü Dobruca kralı ricâ edince Sarı Saltık Sultân eydür "İmdi kral, Muhammed dînin hak bilüp İslâm ile müşerref olursan senin kerîmelerin ol böcüğün gıdâsı olmadan bi-emrillah ve bi-himmeti'l-pîr halâs ideyim" de­dikde kral cân u gönülden yemin billah eyleyüp dürür, hemân Saltık Bây ı Velî fukarâlarına "üzkürul­lah" deyüp yetmiş aded dervîş i dil-rîşiyle def u ku­dûmlerin çalup alem ve sıraf kaldırup Saltık Velî tahta kılıcın gılâfından çıkarup "niyyetü'l-gazâ" deyüp bir papas kulağuz ile Dobruca sahrâsında kral kızla­rının amûda bağlı olduğu yire [266b] varup kızları halâs edüp bir yerde hıfz eder. Kendüsü amûd di­binde durur. Ejdehâ dahi şiddet i hâr olunca Dob­ruca sahrâsından bir ejder i heft-ser gıjgırup dâmen-ber-hevâ kec kılup mu‘tâd ı kadîmesi olan mile yakın gelince hemân Sarı Saltık Sultân fukarâlarına işâret edüp def ü kudüm ve nefîr ü zil çalınca ejder mil dibine yakın geldikde Saltık Bây Sultân "Yâ Ma‘bûd ı bî-hemtâ" deyüp dal-satûr ı Muhammedî; olup 1 âyetiyle bir na‘raya rehâ buldurup ej­derin aşağı kellesine bir tahta kılıç niçe urursa kelle galtân olup bir şimşîr levha dahi urup bir kellesin kesüp hemân ejder dem çekim sınup bi-emri Hudâ dem-beste olup dörd başıyla firâr eder. Ardı sıra Şeyh Saltık Sultân ejderi kovarak ejder cân acısın­dan gârına girüp Şeyh dahi akîbince girüp dörd kellesin dahi keserken ejder şeyhi der-âğûş edüp sı­kar. Şeyh dahi "Yâ Hâfız-ı Müste‘ân" deyüp ar­kasın gârın bir cânibine dayayup şeyhin vücûdu kayaya girdüğü yer hâlâ zâhir ü bâhirdir. Ve iki dest i şerîfleri ve iki kadem i sa‘âdetleri kayaya te­’sîr etdüğü alâmetleri zâhirdir. Ba‘dehû ejderin tâb [u] tüvânı kalmayup Saltık Sultân'ı koyverir. Sultan ı merkûm eli kan, kılıcı kan, sînesi uryân, dilinde Haz­ret i Kur’ân tilâvet ederek fukarâlarının yanına ge­lüp kralın iki kerîmesin yanına alup Dobruca kralına gitmede. Mukaddemâ kızların bağlı olduğu amûdun dibinde azîz hazretleri ejderin üç kellesin kesüp ardı sıra kovagiderken beri tarafda kulağuzluk ile gelen papas ejderin iki kulağın ve bir dilin kesüp seğir­de­rek Dobruca kralının huzûruna kulakları ve dilleri bırağup "Müjde olsun kralım, ejderi katl edüp kızları halâs etdim, işte alâmeti" deyü kizb [u] iftirâ eder. Ân ı sâ‘atde Saltık Sultân dahi kralın kızlarıyla gelüp tahta kılıcı kanıyla kralın huzûruna kor. Kız­ları kral bağırlarına basup "Ejderi kim katl etdi" deyü Dobruca Kral kerîmelerinden su‘âl eder. Kız­lar dahi mâ-vak‘ı üzre Saltık Bây Sultân'ın katl etdüğün bir bir takrîr ederler. Ruhbân ı mel‘ûn musırr olup "Elbette ben katl etdim" der. Saltık Sultân eydür "İmdi ey kral. Ejder öldürmek kerâmetdir. Bu râ­hib ile beni bir kazana koyup su içinde fıkır fıkır kaynadın. Kangımız ejderi öldürdü ise pişmeyüp halâs olur. Kizb söyleyüp ben öldürdüm diyen büryân olur" deyü bu da‘vâ yı merdi edince papas ı bî-dîn bu kavle rıza vermeyüp kral "eyle olsun" deyüp Pravadi garbında Kazan Balkanı demekle ma‘rûf ol balkanda bir kazan içre su doldurup gayrı ruhbânlar Saltık Sultân'ın ellerin ardına bağlayup kazana korlar. Dervîşânlar dahi papası muhkem kayd-bend edüp kazan içine korlar. Kazan altına âteş edüp alev-ber-alev âteş i Nemrûd içinde iki cân kaynamada. Beri Anadolu tarafında Kırşehri'nde Hacı Bektaş ı Velî, destmâliyle bir kayayı silüp "Saltık Muhammed'im ıztırâbda terlemededir. Hak dest-gîr [u] mu‘în u zahîri ola" dedikde kayadan tuzlu su akardı. Hâlâ Hacı Bektâş ı Velî tuzu ol günde hâsıl oldu. Ba‘dehû kazanın ağzın açup gör­düler kim Saltık Bây Sultân arak-âlûd olup "Yâ Hayy" ismine meşgûl, ruhbân ı mel‘ûn herse olup ancak üstühânları ve siyâh ruklesi kalmış. Bu hâli Dobruca Kral görüp hâk i pây i şeyhe düşüp şehâdet par­mağın kaldırup derûn ı dilden bende i Sübhân olup ta‘allukâtından ol sâ‘at yedi bin âdem ile İslâm'a geldiler. İslâm'a gelmeyenlere gazâlar edüp feth [ü] fütûhâtlar etdiler. Dobruca Kral Orhân Gâzî'ye elçi­ler gön­der­üp mutî‘ [u] münkâd oldu. Orhân'dan Dobruca Krala kadı ve tuğ u alem gelüp ismi Alî Muhtâr oldu. Ba‘dehû sene i mezbûrda Saltık Sul­tân vasıyyet eyledi kim "Beni gasl edüp yedi tâbût âmâde edin. Zîrâ benim içün yedi kral ceng [u] ci­dâl ve harb [u] kıtal etseler gerekdir" deyü vasiy­yet i şerîfi üzre cümle fukarâları cem‘ olup yedi tâbût hâzır edüp azîz hazretleri dahi sene (   ) târîhinde [267a] dâr ı bâkiye irtîhal edüp cümle hulefâları tevhîd [u] tezkîr ile azîzi gasl edüp bir tâbût içre ko­dular.

Hemân yedi kral tarafından askerler gelüp ibtidâ Maskov kralı bir tâbûtu alup açup gördüler kim cesed i şerîfi tâbût içre durur. "Bre meded bizim tâbûtda imiş", deyü tâbût ile cesed i Saltık Bây'ı alup diyâr ı Moskov'da (   ) (   ) şehrinde defn edüp hâlâ bir âsitâne i azîmi vardır.

Andan Leh Kralı bir tâbût alup anda dahi na‘ş ı şerîfi bulunup Leh diyârında Danıska iskelesi şehrinde defn edüp anda dahi azim âsitânesi vardır.

Üçüncü Çeh kralı askeri bir tâbût alup gitdiler. Çeh diyârında Pızovniçe nâm şehirde bir âsitâne i azîmi vardır.

Dördüncü İşfet kralı bir tâbût alup diyâr ı İsfeçe'de Yivançe nâm şehirde âsitânesi vardır.

Beşinci İdrivne kralı bir tâbût alıp Edirne kurbunda Baturye nâm şehrin manastırında defn etdiler kim hâlâ Babaeskisi nâm kasaba şehr i azîm idi. Anda medfûndur kim bir deyr i kadîmdir. İlâ yevminâ-hâzâ çerağları sönmemişdir. İslâmbol'dan Edirne'ye gidenlerin ziyâretgâhlarıdır kim Babaes­kisi nâmıyla şöhret bulmuşdur.

Altıncısı Boğdan Kralı Yirvan nâm kral kendi gelüp bir tâbût alup Bo­zav kal‘ası kurbunda bir çengelistân u hıyâbân yerde bir deyr-i kadimleri var idi. Anda defn etdiler kim hâlâ ol deyr yerinde Bâyezîd i Velî, Akkirmân fethinden sonra bir câmi‘ ve bir imâret ve medrese ve hân ve hammâm ve imâret ve Saltık Bây ı Mu­hammed i Buhârî üzre bir kubbe i pür-envâr inşâ edüp der-i sa‘âdeti üzre târîhi budur

"Geliniz, bâb ı mu‘allâyı ziyâret kılınız" sene [1008].

Hâlâ ol şehre Babadağı derler bir şehr i şîrîndir. Cümle Muham­med Buhârî Sarı Saltık evkâfıdır. yigirmi bir sene Sal­tık ruhbân nâmıyla millet i Mesîhîyye'den görünüp cümle kefereleri dîne da‘vet edüp mücâhidü fî-se­bîlillah idi.

Yedinci tâbûtu Dobruca krallığından İslâm ile müşerref etdüğü Alî Muhtâr bir tâbût alup bu maksad [u] merâmımız olan Keliğra kayalarında Ejderha mağarasında defn edüp Keliğra kayası nâmıyla iştihâr bulmuş kaya olmağıla Keliğra Sultân derler. Lisân ı Latînde Keliğra ejder-i heft-sere derler. Fesahat-ı lisân-ı Latin'dir. Anınçün yedi kralda medfûn olup âsitâne i sa‘âdetleri vardır. Üçü Âl i Osmân hükmünde ulu âsitânelerdir. Ve her diyârda birer ismiyle müsemmâdır. Ammâ Rûm'da Baba Sultân ve Sarı Saltık Sultân ve Keliğra Sultân derler. Ammâ kâfiristân ı Hıristiyânistân'da İsvet i Nikola derler. Cemî‘î millet i Mesîhiyye gâyet mu‘tekid­lerdir. Hâlâ cemî‘î dervîşânları def ve kudûmler ça­la­rak alem i peykerlerin açarak dîb i Frengistân'da gezüp pâdişâhâne zevk u safâ edüp tatyîb i hâtırlarıyla cümle nasârâ mukayyed olup nezerât ve sadakalar ihsânlar edüp beleğan-mâ-belağ mâl i firâvânlar ile yine âsitânelerine gelirler. Ammâ bu bizim deryâdan halâs olup âsitânesinde mihmân olduğumuz Tekye i Keliğra Sultân, Karadeniz kenarında evc i âsumâne ser çekmiş bir burundur kim fil hortumu gibi deryâ­ya uzanmışdır. İslâm­bol'dan Kara Hırmeni ve Kös­tence ve Kili câniblerin özleyen gemiler bu Keliğra kayalarını özleyüp gelir. Yüz elli mil yerden nümâ­yân âsmâne peyveste olmuş kûh ı bülendlerdir. Deryâ aşırı karşu şark cânibinde Anadolu tarafında Sinop Burnu bu Keliğra kayalarına mukâbildir. İkisi mâbeyni (   ) mildir. Küşâde hevâda Ke­liğra'dan Sinop dağları Sinop'dan Keliğra dağları seçilir. Ammâ gâyet küşâde hevâ ister. Bu Keliğra kayasının tâ burnunda Keliğra Saltık Sultân bir ma­ğara içinde medfûndur kim ejderhânın gâr ı karârı idi. Ve yine bu mahalde tekyesi âsitâne i azîmdir kim ibtidâ bânîsi Dobruca Alî Muhtar binâ etmişdir. Azîzin ağaç kılıcı ve sapanı ve def ve kudûmü ve alemi ve sancağ u bayrak­ları durur. Ve âsitânesinde müte‘addid hüc­re­leri ve yaz meydânı ve kış meydâ­nlarının cânib i erba‘asında pâk u pâkîze kurbân postlarıyla döşen­miş her post üzre birer sâhîb i ma‘rifet ehl i ilm u fâzıl ve âlim u fâzıl cânlar vardır. Cümlesi ehl i sünnet ve'l-cemâ‘at mü’min ve muvahhid cânlardır. Evkât ı hamselerin mescidle­rinde edâ eder sâhib i tertîblerdir. Yüzden mütecâviz âşıkân ı sâdıkânlardır. Hatta hakîrden sekiz ay Hıfz kırâ’ati üzre [267b] Kur’ân ı Azîm tilâvet etdiler. Bu âsitânenin ve türbe i pür-envârın revzenleri cümle deryâya nâzır­dır. Ve görmeğe muhtâc ibret-nümâ bir matbah ı Keykâvûs'u vardır. Mu‘allak bir kubbe-misâl dûd-keş bacası vardır. Şeb [u] rûz ale'd-devâm âteş üzre ni‘meti hâzırdır. Âyende vü revendeye ni‘meti mebzûldur. Hayrât [u] akârâtı olmayup pârsâ yı Muhammedî ile geçinir bir alây fakr [ü] fâka eren­leridir. Ve işbâzlarında pây-bürehne ve ser-bürehne cevallâkî zeber-dest tüvâna zivinleri var kim her biri aşk ı ilâhî ile suhte olup pute i kâlde hâl sâhibi olmuşlar, böyle bir âsitâne i kübrâdır.

Bu tekyenin yemîn u yesârında kayalar üzre niçe yüz kuyu de­likleri vardır. Bu cümle kayalar evc i âsumâna çık­mak ile kûh ı bî-sütûn-misâl altları serâpâ boşdur. Deryâ döğer limânlardır. Yüzer arşın alabur di­reğiyle gemiler kayaların altına girüp demir bırağup yatarlar. Bu gemi re’isleri kayalar üzre olan kuyu ağızlarında re‘âyâlardan arabalar ile arpa ve buğ­dayı alup kuyulara döküp aşağıda gemi anbârlarına dökülüp buğday ile mâl-â-mâl olur. Bu kuyuları zamân ı kadîmde Ferhâd-vâr kefereler kazup gemi­ler yanaşır garîb ve acîb temâşâgâhdır kim bir diyâ­ra mahsûs değildir. Zîrâ bu gemilere çuvallar ile arpa ve buğday ve gayrı metâ‘ indirmek mümkün değildir. Her tarafdan üçer dörder sâ‘at ba‘îd yol­ları vardır. Anlardan dahi piyâde âdem keçi gibi tır­maşup sarmaşup çıkmağa muhtâcdır. Karadeniz sahilinde dâiren-mâdâr böyle evc i semâya ser çekmiş kûh i bî-sütûn-misâl kayalar yokdur. Lodos rûzgârı ve kıble ve gün doğusu fırtınası bu kayalara urdukda ra‘d-vâr gürleyüp Silistre kurbunda Afala­tar ve Alhanlar bir konak yerdir, gürüldüsü tâ Al­hanlar'da istimâ‘ olunur, böyle kehkeşân-âsâ semâ­ya ser çekmiş kûh ı bülendlerdir. Kayalarda şahin ve zağanos ve miskî kartal âşiyânları var kim her bir kartal birer koyun kadar vardır. Ba‘zı âdemler tek­yede kurbânlar edüp miskî kartallara bezl ederler. Ba‘zı âdemlerin kurbânın yerler, hâcet kabûl derler ba‘zı kurbânları aslâ yemezler kabûl olmadı derler, efvâh ı âlemde böyle şâyi‘dir. Ve bu Keliğra Sul­tân'ın niçe yüz menâkıbı vardır ammâ ihtisar üzre tahrîr etdik. Ve bu tekyeye karîb,



Yüklə 4,3 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   57




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin