Dedikodu Ve İftiranın Tevbesi :
“Bavdat'ül-Ulemâ” adlı kitapta şöyle denilmiştir: “Ebû Muhammed'e sordum: “Dedikodu eden kişi, dedikodusu arkadaşının kulağına gitmeden tevbe ederse tevbesi kabul edilir mi?” diye sordum. “Evet, o dedikodusu günah durumuna gelmeden tevbe etmiştir.” cevabını yerdi. Yani bu dedikoduya henüz kul hakkı karışmamıştır. Zira dedikodu, dedikodu edilenin kulağına giderse ancak günah olmaya intikal eder. Ben yine sordum, dedim ki: “Eğer bu dedikodu tevbe ettikten sonra sahibinin kulağına giderse ne olur?» Bu soruma karşılık: “Tevbesi batıl olmaz.” cevabını verdi. Belki Allah Teâlâ dedikodu yapanı tevbe ettiği için, dedikodu edileni de üzüldüğü için affeder. Çünkü Allah Teâlâ kerem sahibidir. Tevbeyi kabul ettikten sonra tekrar reddetmesi şanına yakışmaz. Belki ikisini de affeder.”
Burada işi Allah'ın keremine ve lütfuna bağışladığı aşikârdır. Çünkü o kişinin tevbesinin kabul edilmesinin, dedikodu edilen kişinin bu sözü bilmemesi şartına bağlı olması ihtimali vardır.
Fakat bir kimse başkasına iftirada bulunsa ki iftira bir kimsede olmayan şeyi ona isnad etmektir bu iftira edenin üç yerde tevbe etmesi gerekir. Birincisi iftirada bulunduğu topluluk arasına gidip “Ben falancayı sizin yanınızda böyle böyle andım. Bilmiş olun ki ben bu sözde yalancıyım.” demesi lâzımdır. İkincisi, iftirada bulunduğu kişiye gidip onu bu konuda razı kılmak ve helallik almaktır. Üçüncüsü: Allah'ın hukukunda olduğu gibi adabına uygun şekilde tevbe etmektir. İftiradan daha büyük bir günah yoktur.
Sonra dedikodusunu yaptığı bir kimseye “Seni dedikodu ettim. Hakkını helâl et.” demek yeterli midir? Yoksa dedikodunun konusunu ona açıklamak zorunda mıdır? İbn'ül-Acemî “El-Mânsik” adlı kitabında, gıybet konusunda “Eğer bildirmesi fitneye sebep olacağını biliyorsa, dedikodunun konusunu sahibine bildirmez” diyor. Bize göre, meçhul haklardan ibra etmenin caiz olması da buna delil teşkil etmektedir. Ancak sonra dedikodu edilen kişinin, helâllik isteyen kişiyi ibra etmesi müstahaptır. Çünkü bu şekilde arkadaşını günahtan kurtarmış oluyor. Böylece kendisi de büyük bir mükâfatla kurtulmuş oluyor.
“El-Mültakıt” adlı kitapta şöyle deniliyor: “Bir kimsenin başka birinde alacağı bulunsa ve bu alacağını tahsil etmeğe gücü yetmese, bu borcu o kişinin boynunda bırakmaktansa, onu ibra etmesi ve hakkını helâl etmesi onun için daha hayırlıdır.”
“EI-Kınye”de ise, iki hasmın, bir anlaşmazlık sebebiyle tokalaşması helâllik talebidir, denilmektedir. Şerefül-Eimme'den rivayet edildiğine göre, iki kişi birbirine sövse helâllaşmaları vacip olur.
Bu fetvalar, halk arasında ilim adamları arasında meşhur olduğu üzere; “dedikodu yaygındır, herkesin diğeri üzerinde hakkı vardır. Dolayısıyla birbirine karşı haklarını karşılıklı olarak yaptıkları dedikodu ile ödemiş olurlar.” düşüncesi kabul edilemez.
“El-Kınye”de kaydedildiğine göre, bir kimse diğer bir kimseye eziyet etse, sonra bu kişiye üst üste birkaç kere selâm verse ve bu kişi de selâmını alsa, güzel davransa; öyle ki kendisine hakkını helâl ettiğini zannetse bu kişinin mazereti kabul değildir. Eziyet ettiği kişiden helâllik istemesi vaciptir.”
Şereful Eimme el-Mekki'den şöyle dediği rivayet edilmiştir. Eziyet eden hemen o anda helâllik istemez. Çünkü o kişi gazabla doludur, beni affetmez, derse tehir ettiğinden ötürü mazereti kabul değildir.
El-Kirmanî, “el-Mensik” adlı kitabında bu konuda diyor ki; sonra sağlam bir şekilde eğer tevbe ederse, kesinlikle ve şeksiz, şüphesiz olarak kabul edilir, reddedilmez. Çünkü Allah Teâlâ nassın hükmü ile bizlere vaatta bulunuyor:
“O Allah ki kullarından tevbeyi kabul eder ve kötülükleri affeder.” 558 buyuruyor. Hiç kimse için Tevbenin kabulü Allah'ın dilemesine bağlıdır demek doğru olmaz. Zira bu, halis bir cahilliktir. Bunu söyleyenin kâfir olmasından korkulur. Çünkü bu tevbelerin şüphesiz ve kesinlikle kabulü konusunda Allah'ın kesin bir vaadidir. Tevbe eden kişi eğer doğru ise tevbesînin kabul edilmesi konusunda şüpheye düşünce, o tevbe ve bu inançla ilk günahından daha büyük bir günaha girmiş olur. Bundan ve helake götüren bütün düşünce ve davranışlardan Allah'a sığınırız.”
İmam Gazali'nin sözü bu konuya açıklık getirmektedir: “Tevbe şartlarını topladığı zaman mutlaka makbuldür. Tövbekar olan kişi yalnız, tevbesinin şartlarına uygun olup olmadığı konusunda şüpheye düşer. Kabul edileceğini düşündüğü için bunu bildiği tasavvur edilse de haddizatında tevbenin mutlaka kabul edilme yolu olduğunda bizi şüpheye sevketmez.”
Biz ise şöyle deriz; Tevbenin tarifinde “Gücü yettiği zaman” sözleri şu sebebe dayanmaktadır: Bir kimse zina yapmaya gücü yetmediği ve kudretten kesildiği için bu işi terk ederse buna tevbe denilmez. “El-Mevâkıf” adlı kitabtada böyle yazılmaktadır. Mevâkıf şârihi diyor ki; bu kaydın faydası şudur: Kötülüğü terk etmeye azmetmek mutlak değildir ki kudreti kaybolan kimseden olması düşünülsün... Belki bu azim, işi yapma kudretinin var olduğunu farz etmekle kayıtlıdır. Bu sebeple o azim bu kudrete sahip olmayandan vaki olacağı da düşünülebilir.
Bu takdirde bu kudrete kesinlikle yok denilemez. Bu konudaki araştırmanın neticesi Âmidi'nin sözüdür. Biz, gelecekte işi yapmaya ehil olduğu zaman gücü yeterse, kaydını şu sakıncaya göre koyduk; bir kimse zina etse sonradan zina etme kudretinden kesilse, yahut ölüme yaklaşsa gelecekte işi terk etmeye azmetmesi tasavvur edilemez. Bununla beraber yaptığına pişman olursa selefin ittifakı ile tevbesi kabuldür.
Ebû Haşim'in ise bu konuda «bir kimse zina ve diğer kötülükleri yapma kudretinden kesildiği zaman, âciz olduğu için tevbesi kabul ve sahih olmaz» sözü batıldır. Çünkü ölüm korkusu getiren bir hastalığa yakalanmış kişi, gelecekte bu işi yapmaktan aciz olduğunu kesin olarak bilse de ittifakla yapacağı tevbe sahihtir.
Bütün Günahlardan Tevbe Etmek.
Sonra bil ki bütün gruplarca müslüman olmak isteyen kişinin küçük büyük bütün günahlardan tevbe etmesi gereklidir. Bu günahlar ister zahire talluk eden işler olsun, ister iç yapı ile ilgili batını ahlâkla ilgili olsun arada bir fark yoktur. Sonra kendini sözlerinde, işlerinde ve davranışlarında Allah korkusu ile dinden çıkacak hususlardan koruması gerekir. Çünkü dinden çıkmayı gerektiren söz, iş ve davranışlar, yapılan amelleri iptal eder; gelecekteki sonunun kötü bir durumda neticelenmesine sebep olur. Eğer Allah takdir etmiş de kendisinden dinden çıkmayı gerektirecek şeyler çıkarsa bunlardan derhal tevbe eder ve Kelime-i şehâdeti yeniler ki saadet kendisine dönsün. “Hülâsa” adlı kitapta kaydedildiğine göre can çekişme halindeki iman kabul değildir, fakat tercih edilen görüşe göre bu durumda tevbe kabuldür.”
Bu rivayetin akla aykırı olduğu açıktır. Çünkü Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Şüphesiz Allah, can çekişme durumuna gelmedikçe kulun tevbesini kabul eder.” 559
Belki Allah Teâlâ'nın:
“O kimseler ki, kötülüklerde ısrar ederken onlardan birine ölüm geldiği ve hayattan ümidini kestiği zaman, ben şimdi tevbe ettim, der. O kimseler için tevbe kabul değildir. Kâfir olarak ölenlere tevbe yoktur.” 560
âyetinde açıkça beyan edilmiştir. Bu sebeple herkesin inanılması gerekli hususları bildiğinden daha kuvvetli bir şekilde küfrü gerektiren hususları bilmesi gerekir. Zira inançla ilgili hususlarda sadece icmali iman etse yeterlidir. Fakat küfrü gerektiren birinci kısım bilgiler böyle değildir. Özellikle bizim Mezhebin imamı Ebû Hanife'ye göre bu konuda tafsilâtlı bilgi bulunması gerekir. Bu sebeple: Maksadın hasıl olması bakımından İslâm'a girmek kolaydır. Fakat İslâm'ın hükümleri üzerinde devam ve sebat etmek güçtür.” denilmiştir. Allah Teâlâ'nın:
“Gerçekten rabbimiz Allah'tır, deyip de sonra imanda sebat gösterenler, onların üzerine: korkmayın, üzülmeyin. Vaad olunduğunuz Cennetle neşelenin, diye melekler inecektir.” 561
Dostları ilə paylaş: |