Geçmişte Tekfir Meselesi Şiilikte Tekfir
Şia'dan bahsetmeden önce, Raşid Halife Hz. Osman (r.a)nın katledilmesi dönemini ve bunu izleyen Cemel Siffin ve Nehrevan savaşlarında müslümanla-rm birbirlerini öldürmelerini anlatmak gerekir. Müslümanlar kendi aralarındaki iç savaşla karşı karşıya geldiler. Kimin haklı kimin haksız olduğu münakaşa ve tartışmasının çıkması gayet normaldi. Kendilerinin dışındakiler karşı safta dururken veya tarafsız kalırken niçin bunlar bu tarafta duruyorlar? Sonra insanlar her tarafın delil ve dayanaklarını araştırıyordu.
Ebu'1-A'lâ el-Mevdudi (Rh. a.) bu konuda şöyle diyor 8: "Bu soruların neticesi olarak bazı bağımsız nazariyeler ortaya çıktı. Aslında bu nazariyeler sırf siyasi karakterde idiler.Çok geçmeden bu nazariyelerin propogandaciları kendi durumlarını sağlamlaştırmak ve kendi taraflarını güçlendirmek maksadıyla zamanla nazariyelerine bazı dini temeller bulmaya mecbur kaldılar. Böylece siyasi firkalar,yavaşyavaş mezhep fırkaları haline geldi.Anlaşmazlıkların başlangıcında meydana gelen öldürme ve kan dökme olayları, daha sonra Emeviler ve Abbasiler dönemlerinde de devam edip gitti. Bu anlaşmazlıklar sadece "fikir ve inanç" alanında kalmadı, müslümanların dini
ve şiddet olaylarına dönüştü. Her tarafta mücadeleler başladı. Her tartışma ve münakaşadan yeni siyasi, dini ve felsefi problemler ve zorluklar çıktı. Her yeni mesele yeni bir fırkanın doğmasına veya mevcut, fıkraların daha küçük parçalara bölünmesine sebep oldu. Bu fırkalar arasında sadece taassublann ortaya çıkması kâfi gelmedi, iş kavgaya, çekişmeye, hatta muharebeye kadar varan bir hal arzetti. İrak'ın o günkü başşehri durumunda olan Küfe, bu tufanın kaynağı idi. Çünkü, Cemel, Sıfınye Nehrevan savaşları hep Irak hududu dahilinde vuku bulmuştu. Aynı şekilde Hz. Hüseyin'in başına gelen yürekler acısı hadisede burada cereyan etmişti. Böylece Irak topraklan tüm büyük fırkaların doğuşuna tanık oldu. Önce Emeviler, sonrada Abbasiler muhaliflerinin başını ezmek için en şiddetli cezalandırma yeri olarak bu topraklan kullandılar."
Şüphesiz, her fırkanın zamanla ve münakaşa alanının genişlemesiyle düşünce ve inançlarının derleyip toparlandığı gibi zamanla bu fırkalarda gelişip büyüdü. Bundan ötürü İman Ali (r.a) nin etrafında toplananlar "Ali'nin şiası" yani yardımcıları olarak tanındılar ve zamanla "şia" adını aldılar. ,
Haşim oğullarının bazıları ve Sahabe'den bir grup Hz. Ali (r.a)nin, İslam'a ilk girenlerden, Resulullah'a akrabalığından, islamı savunmadaki iyi çabalarından, derin bilgisinden ve şecaa tından dolayı "hilafef'e daha layık olduğu görüşünü taşıyorlardı. Hz. Osman (r.a) dan önce ona hilafet teklif edilmişti. Şayet şartları kabul etseydi, elbetteki üçüncü raşit halife, o olacaktı.
Fakat bu fikirler henüz belli bir akide veya belirli özellikleri olan tek başına bir mezheb şeklini almamıştı. Nitekim bu fikirlerin sahipleri halifelere muhalefet etmiyorlar veya daha sonraki "şia"nın çığırtkanlık yaptığı gibi onları hilafeti "gasbetmiş kişiler" olarak görmüyorlardı.
Aksine onlar halifelerin hilafetini kabul ettikleri gibi, sancaklarının altında savaşıyorlar, kendilerinden devlete hizmet etmeleri istendiği vakit, gecikmeden ve kaçınmadan hemen hizmete koşuyorlardı.
Bu fikirlerin ilk defa gün ışığına çıkmaları, Cemel, Sıffm ve Nehrevan savaşları sırasındadır. İman Ali (r.a)nin öldürülmesinden sonra bu cemaatın işi büsbütün karıştı; ama cennet ehli gençlerin efendisi Hz. Hüseyin'le yazışmaya ve onu ayaklanmaya teşvik etme gayretine giriştikleri vakit umutları canlanmaya başladı. Hz. Hüseyin (r.a) Irak'a hareket edince, onu yardımsız bıraktılar, sonunda etrafı kuşatıldı ve şehid edildi. Hz. Hüseyin'in ve beraberindekilerin kılıçtan geçirilmesi büyük bir trajedidir. Bu olay dağınık halde olan şiâ'yı bir araya getirdi ve onların duygularım ateşlendirdiği gibi görüşlerini de zamanla açıklık kazanan bir kalıba döktü. Emevi yönetiminin özelliği haline gelen şiddet, kanlı mızraklar, özellikle de Irak'ta vuku bulan ayaklanmaların bastırılması için kullanılan yöntemler, halkı, karşı koymanın bir sembolü gibi Hz. Ali (r.a) nin çocuklarına ve torunlarına karşı duygusallığa şevketti. Emeviler döneminde de, Abbasiler döneminde de durum aynıdır. Bütün bunlar şia'nın oluşumuna katkıda bulundu ve güçlerini artırdı. Ayrıca onların etrafında insanların toplanmasına sebepoldu. Bir deümmetinResulullah'mâl-ibey-tine karşı meylettiğini ve gerek Emeviler gerekse Abbasiler döneminde bazı kişiler tarafından onlara reva görülenlere karşı büyük bir üzüntü duyduklannı ilave etmek lazım.
Şia'ya, gelince; o bunun aksini söylüyor, bu konuda bazı hadis ve haberler naklediyorlar. Şöyle diyorlar: Hz. Peygamber, kendinden sonra hilafeti Hz. Ali'ye vasiyet etti. Bu iş ne ümmetin işi, nede seçim işidir, aksine nas ile belirlenmiştir. Buna karşı ortaya atılan soru da şu; Resulullah'a halef olanlar arasında münakaşa çıktığı vakit niçin İmam AH (r.a) veya bu hadisi Resulullah' tan duyanlardan biri açıklamadı? Bu açık-lansay di elbetteki çıkış kolay olurdu ve ümmet bu görüş üzerinde birleşirdi, beyat'ta kolaylıkla tamamlanmış olurdu.
Merhum Mevdudi şianın bazı görüşlerini aşağıda şöyle özetliyor:
1- İmamet: Şiiler hilafet yerine "imamet" kelimesini ortaya attılar. Onlara göre "imamet" müslümanlann umumi işlerini tanzim etmek için değildir. Zaten "imam"ı ümmet seçip iş başına getiremez. Bu itibarla ümmetin seçtiği "imam" imam olamaz. Bu duruma göre onlar bu hakkı ümmetten zorla aldılar.-imamet elinin temel prensiplerinden biridir ve Şiiliğin temel taşlarındandır. Peygamber'in vazifelerinden biride "imam" tayinini ümmete bırakmak yerine açık bir hükümle kendisinin tayin etmesidir.
2- İmam'ın "masum" olması gerekir. Yanibüyükyada küçük günah işlemekten kendini koruması ve günahsız olması gerekir. Hata yapması da caiz değildir. İmamdan kaynaklanan bir söz veya fiil haktır, doğrudur.
3- Hz.Ali(r.a) efendimiz Öyle bir şahsiyettir ki onu bizzat Resulullah açık bir nas ile kendinden sonra imam olarak tayin etmiştir.
4-Nas gereğince her yeni imam, kendinden sonra gelecek olan imamı tayin etmesi gerekir. Bu makam ümmetin kararına bağlı değildir, müslümanlar toplanıp imam seçemezler. Aksi halde imam müslümanlann seçimi ile iş basma gelmiş olur.
5- Şülcrin bütün fırka ve zümreleri, İmamlığın ancak Hz.Ali evladının hakkı olduğu hususunda müttefiktirler.
Üzerinde ittifak sağlanan bu nazariyeden sonra şiiler, bizzat kendi aralarında muhtelif fikirlere bağlanır ve çeşitli fırkalara bölünürler. Mesela mutedil Şiilere göre Hz.Ali "yaratılmışların en üstünü"dür Onunla savaşan ve ona buğz eden kişi Allah'ın düşmanıdır, ebediyyen cehennemde kalacaktır. Ahirette de kafir ve münafıklarla birlikte haşrolunacaktır. Hz. Ali'den önce Devlet Reisliği makamında bulunan Ebu bekir, Ömer ve Osman'ın (r.anhüm) hilafetlerini Hz.Ali kabul etmeseydi, biz onların cehennemlik olduğunu söylerdik. Fakat Hz. Ali onların başkanlığını kabul edip onlara beyat etti ve onların arkasında namaz kıldı. Buna göre biz Hz. Ali'nin bu fiilinden dolayı mezkur üç halife hakkında bir şey diyemeyiz. Yine Şiiler derlerki; Biz Hz. Peygamber ile Ali (r.a) arasında nübüvvet makamından başka bir fark göremeyiz. Diğer bütün hususlarda ikisi de müşterek olup aynı vasıflan taşımaktadırlar.
Fakat Gulat-ı Şia (Aşın Şiiler) denilen bir grubun fikride şöyle: "Hz. Ali'den önceki halifeler hilafeti zorla almışlar, yani gasbetmişlerdir. Onlara Bey'at edenlerde zalim ve sapıktırlar. Çünkü Resulullah (SAV)m Ali ile ilgili vasiyetini inkar etmişler ve İmam'i hakkından mahrum bırakmışlardır.
Bazıları daha da aşın giderek, Hz.Ebu%ekir, Ömer ve Osman'ı tekfir etmişlerdir.
Şii fırkaların en ılımlısı Zeydiyye'dir 9
Şia'dan, Hz. Ali (r.a)nin Tanrı olduğunu, diri olup Ay'da yaşadığını söyleyenler de çıkmıştır. Fakat Zey-diyye ve îmamiyye, bunlara itibar etmeyip, bu düşünceleriyle islamdan çıktıkları görüşündedirler.
Ben geçmiş şeylerin tartışmasını yapmak istemiyorum; çünkü tartışma ve konu kapanmıştır. Benim bunlara ilave edecek birşeyimde yoktur.
Hevesliler bu alanda yazılmış kitaplara bakabilirler. Bu alanda gerçekten kitap çoktur. 10
Dostları ilə paylaş: |