GeçMİŞte ve güNÜMÜzde tekfir meselesi


Hükümleri Doğrudan Kur'an'dan Almaya Çalışmak



Yüklə 0,74 Mb.
səhifə8/32
tarix15.01.2019
ölçüsü0,74 Mb.
#97276
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   32

Hükümleri Doğrudan Kur'an'dan Almaya Çalışmak

Alimlere olan güvenin yitirilmesinin sonuçlan karşısında bazı müslüman gençler, hükümleri doğru­dan Kur'an'dan almanın gerektiğini açıklamak için bir adım daha ileri gittiler.

Bu iş eskiden mümkün olsa da, özellikle Kur'an kendi ana dilleri ile inen, nüzul sebeplerini iyi bilen ve sünnete bihakkın vakıf olan sahabeler için mümkün olsa da, şu andaki gençler için imkansız denecek ka­dar zordur. Her ne kadar arapçayı sebeb-i nüzulü ve sünneti bilseler de yine bu kafi gelmez, yine bu gençle­rin içinde bulundukları zor şartları da eklersek güçlü­ğün miktarını ve hataya düşme imkanını anlamış olu­ruz.

Rivayet edilmiştir (1) ki, sahabe-i kiram'dan ibn-i Maz'un, Hz. Ömer (ra)'in hilafeti döneminde içki iç­mişti, bu konuda gerekçe olarak şöyle diyordu: "İsti­kamet ve takva haramhk faktörünü giderir. Bu görü­şüne de Maide suresinin 93. ayetini delil getiriyordu, ayet şöyle buyuruyor: "îman eden ve iyi işler yapanla­ra; hakkıyla sakınıp iman ettikleri ve iyi işler yaptıkla­rı, sonra yine hakkıyla sakınıp yaptıklarını ellerinden geldiğince güzel yaptıkları takdirde (haram kılınma­dan önce) tattıklarından dolayı günah yoktur. Allah iyi ve güzel iş yapanları sever."

Mü'minlerin Emiri Hz. Ömer (ra), ona ayeti yanlış anladığını izah edip, bazı fakih sahabilerle konuyu görüşmesi için salıverdi.

Görüştüğü sahabiler bu ayetin içkinin haram kı­lınmasından sonra nazil olduğunu açıkladılar. Baş­vurduğu sahabilerin bazısı fiilin önce vuku bulmasın­dan ötürü haram kabul ettiler. Bazıları da şöyle dedi: "Bazı kardeşlerimiz içki içmişlerdi. İçki karınlarında , iken öldüler, bunun üzerine Cenab-ı Hak sonrası için değil de haram kılınmadan önce fiil işlendiğinden do­layı bu günahı izale etmek için bu ayet-i kerimeyi in­dirdi. Raşid Halife Ömer (ra) bu suçu işleyen kişiyi iki durumdan birini tercih etmesi hususunda serbest bı­raktı: Ya kendisine haramlığı beyan edildikten sonra helallığma ısrar ettiği takdirde küfründen dolayı ceza uygulayarak Öldürülmek ya da yanlış anladığını ve hatalı davrandığını itiraf ettiği takdirde içki cezası uy­gulamak... Sözkonusu kişi de ikinciyi seçti ve kendisi­ne içki cezası uygulandı. Bu gün gençlerimizin fıkhi bilgileri, bu sahabiden daha mı fazla?

Buna benzer bir olay yine var. Sahabe-i Kiram'dan bazıları: "Safa ile Merve arasında Sa'y yapmaya gerek yoktur, çünkü Cenab-ı Hak Kur'ân-ı Keriminde şöyle buyuruyor: "Safa ile Merve şüphesiz Allah'ın nişanların-

dandır. Her kim Beytullah'ı ziyaret eder veya umre yaparsa onları tavaf etmesinde bir günah yoktur. Her kim gönüllü olarak bir iyilikyaparsa şüphesiz Allah onu bilir, karşılığım verir'' Buna göre de, günah olmaması vacip olmadı­ğı, anlamına gelir, dediler.

Hz, Aişe (r.anha) validemiz bunu duyunca: "İş si­zin anladığırız gibi değildir. Ama bir kısım insanlar cahiliye döneminde putlar orada iken, Safa ile Merve arasında say yapıyorlardı. Müslümanlığı kabul edin­ce onlar daha önce yaptıkları gibi say yapmayı günah saydılar. Bunun üzerine de Cenab-ı Hak bu anlayışı kaldırmak için bu ayet,i kerimeyi indirdi" diye buyur­du. Bunun gibi misaller çoktur.

Müslüman gençlerin içine düştükleri yanlış anla­yışlardan biri de şu: Onlar diyorlar ki, "Müslüman ne zaman büyük veya küçük bir günah işlese hemen tev-be etmesi gerekir. Aksi takdirde hemen tevbe etmezse kafir olur." Bu görüşlerine de şu ayeti delil getiriyor­lar: "Allah'ın kabul edeceği tevbe, ancakbilmeden kö­tülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesi-dir; işte Allah bunların tevbesini kabul eder; Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir." 41

Kur'an ve Sünnetten bildikleri sadece bu nass ol­saydı, elbette hüküm, söyledikleri gibi olurdu. Ama onu takib eden ayette Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca: 'Ben şimdi tevbe ettim diyen ve kafir olarak ölenler için (kabul edilecek) te vbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlamışadır." 42

Hemen arkasından biz bu iki ayeti birleştirdiği­miz vakit birinci ayette geçen "tevbe edin"in manası, ölümün gelip çatması anlamına gelir. Biz buna bazı hadisleri de eklersek, bu anlam bütün açıklığıyla pe­kişmiş olur. örnek olarak şu hadisi verebiliriz. Hz. Peygamber (sav) şöyle buyuruyor: "Kim, güneş batı­dan doğmadan önce tevbe ederse Allah onun tevbesi­ni kabul eder." Yani kıyamet alametleri zuhur etme­den önce tevbe ederse anlamınadır.

Nitekim Rasulullah (sav)'den şu hadis nakledil­miştir: "Allah azze ve Celle güneş batıdan doğuncaya ka­dar, gündüz işlenen günahları bağışlamak için geceleyin merhamet elini uzatır, gece işlenen günahları bağışlamak için gündüzleyin merhamet elini uzatır." Hz. peygamber (sav)'in şu sözü hem bu hadisten hem deşu yukarıda­ki hadisten daha net ve açıktır: "Şüphesiz Allah -azze ve celle- kulun tevbesini can çekiştirmedikçe kabul eder." Bu hadis-i şerif, Nisa suresinin 18. ayeti kerimesi ile tamamen uyum sağlıyor. Sonra gençler bir başka delil ilave edip şöyle diyorlar: "Cenab-ı Hak Bakara suresinin 81. ayetinde: "Hayır! Her kim bir kötülük eder de onun kötülüğü kendisini çepe çevre kuşatırsa, işte o kim­seler cehennemliktir. Onlar orada devamlı kalırlar." diye buyurmaktadır. Buna göre, her günahkar tez elden tevbe etmezse, onun yaptığı kötülük kendisini çepe­çevre kuşatır ve cehennemde ebedi kalır. Cehennem­de de ancak kafir kişi ebedi kalır. Kim de tez elden tev­be etmezse, kafir olur."

Biz tekrar, aynı şekilde Kur'ani nassı kesik ve di­ğerleriyle ilişkisi koparılmış bir şekilde ele alırsak, is­tenilen bir netice elde edilmiş olabilir. Ama biz âyet-i kerîmeyi kendi konumu içinde ele aldığımız vakit, ayetin, îsrailoğullarmdan Tevrat'ı tahrif edişlerinden ve tahrif edip kendi elleriyle yazdıklarını Allaha isnat edişlerinden bahsettiğini görüyoruz. Allah onları yaptıkları çirkin işlerden dolayı azapla korkutunca ve onlarda: "Bizler cehenneme gireceğiz; ama orada ebedi kalmayıp ancak birkaç gün kalacağız" demeleri üzerine Cenab-ı Hak onlann bu sözlerini reddetti ve onların büyük bir günah kazandıklarını, bu günahın da onları çepeçevre kuşattığını, bundan ötürü de ate­şe gireceklerini, iddia ettikleri gibi birkaç gün değil de orada ebedi kalacaklarını açıkladı. Biz ayetin tümünü okuyalım. Ayet şöyle: "Onlardanümmiler fokur yazar ol­mayanlar) vardır ki, bir takım kuruntular hariç Kitab'ı (Tevrat'ı) bilmezler. Onlann bildiklerinin hepsi sadece zan ve tahminden ibarettir. Vay haline o kimselerin ki kitab'ı (Tevrat'ı) elleriyle yazarlar, sonra o yazdıkları şeyi az bir para karşılığında satmak için "Bu Allah kalındandır" der­ler. Ellerinin yazdıklarından ötürü vay haline onların. Yine kazandıklarından ötürü vay haline onlann. (İsrailoğulları) dediler ki, sayılı birkaç gün müstesna ateş bize dokunmaya­caktır. De ki onlara: 'Yoksa Allah katından bir söz mü aldı­nız? Şayet öyle ise Allah mutlaka sözünü tutacaktır. Yoksa siz Allah katında bilir bilmez konuşup duruyor musunuz? Hayır! Her kim bir kötülük eder de onun kötülüğü kendini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennemliktir. Onlar orada devamlı kalırlar." 43

Yukarıdaki ayetlerde "el ile yazmak" tabiri hiçbir karışıklığa meydan vermeden iki yerde geçti. Kuşku­suz Allah'ın kitaplarını tahrif etme suçu, sahibini ebe­di cehennemde kalmaya müstehak kılar. Hatta fakih-lerimiz şu görüşe sahiptir: Kur'an'a bir harf ilave eden veya ondan bir harf eksilten kişi tahrifçi bir kafirdir.

Bir hata işleyen müslümana gelince, onun yaptığı yukarıdaki türden bir iş değildir. Ölüm gelmeden ön­ce yapılan tevbe ona yeterlidir. Çünkü bu tür bir iş Al­lah'ın hukukuna girer. Ama kulların haklarına giren bir işe gelince, ona yalnızca tevbe kafi gelmez, sahibinden affetmesini ve bağışlamasını dilemek gere­kir.

Günah işlemeyi tahrif etmek ile kıyaslamak caiz değildir. Gıybet bir masiyettir, söz taşıma bir masiyet-tir, hased bir masiyettir, arkadan çekiştirmek veya bi­rini alaya almak, çirkin lakablarla çağırmak da bir ma-siyettir. Bunların benzerleri çoktur. Şimdi bu sayılan­ları işleyen kişi kafir mi olur? Bu soruya olumlu cevap verecek olursak, yeryüzünde müslüman kalmaz. Hatta ne bu gençler, ne dediğerleri kalır, burada zikre değer bir başka konu daha var. Oda: Birmü'mini kas-den öldürenin durumu. Bir ayet-i kerimede Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Kim bir mu'mini kasden öldürür­se cezası, içinde ebedi kalacağı Cehennemdir. A ilah ona. ga-zab etmiş, ona lanet etmiş ve onun için büyük bir azab hazır­lamıştır. " 44

Acaba küfrü gerektirenler arasında küfrüne hük­mederek, bir müslümanın b ir mü'mini öldürmesi var mı? Bunu kim söyleyebilir? Halbuki yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler,' Öldürülenler hakkında size kısas yazıldı. Hür e hür, kiHey e köle, kadına kadın öldürülür, ancak kim kardeşi tarafından affedilirse kısas düşer. Bun­dan sonra iyiye uymak, öldürülenin velisine (gereken diye­ti) güzel bir şekilde ve tam olarak ödemek gelir..." 45Bu ayeti kerimede Cenab-ı Hak "katil"i kan sahibinin kar­deşi olarak vasiflanditmiştir. Hiç kafirle mü'min ara­sında kardeşlik olur mu?

Burada altmışlı yıllarda bazı müslüman gençlerle karşılaştığım vakit, aramızda geçen müslüman halkın tekfiri konusundaki konuşmayı anmak istiyorum.

Gençlerden bazısı: Burada halkı İslam ya da küfürle nitelemekten vazgeçen kimseler var dedi. Ben de "bu nasıl olur" dedim. Bize göre insan ya müslüman ya da kafirdir. Kafir de ya kitap sahibidir veya kitapsızdır, buna göre, İslam ile nitelendirdiğimiz bu halkın sıfatı nedir? Gençlerden biri şöyle dedi: Onlar diyorlar ki, Biz halkı İslam veya küfür ile vasıflandırmaktan vaz­geçiyoruz. Müslümanların yapması gereken şey "vaz­geçmektir." Dinden dönenlerleyapıîan savaşlarda, İs­lam ordusu ilerleyip durdu. Ezan sesini duyunca on­ların müslüman olduklarını ve onlarla savaşmanın ca­iz olamıyacağım düşündü. Eğer ordu ezan sesini duy-masaydi onların dindendöndüğünehükmedip onlar­la savaşacaktı.

Ben dedim ki, burada üzerinde durulması gere­ken birçok konu var. Birincisi, üçüncü bir sınıf insan grubu çıkarmak. Bu grup ne müslüman ne de kafir. Bu sınıflandırmayı ilk defa kimlerin yaptığmı biliyor mu­sunuz? Gençler: Biz bilmiyoruz, dediler, ben de onla­ra şöyle dedim: İmam Ali (ra)'ye karşı çıkan Hariciler: Büyük günah işleyen kişinin kafir olduğunu söyleyin­ce, bu görüşe tepki Mürcie'den geldi. Mürcie de: Bü­yük günah işleyen kişinin mü'min ve müslim olduğu­nu, Allaha ve Rasulüne iman ettiği sürece büyük gü­nah işlemenin îman'a zarar vermeyeceğini söyledi. Haricilerin "tekfir"de aşırı gittikleri gibi Mürcie de "te-sahül=kolaylaştırma"da aşırı gittiler ve iman mevcut olduğu sürece bir müslümanırt ne yaparsa yapsm işle­diği günahın kendisine zararı dokunmayacağını, mutlaka bağışlanacağını, söylediler. Bu sırada Mute­zile ortaya çıktı, onlar da "orta bir çözüm" icad ettiler. Şöyle dediler: Büyük günah işleyen ne mü'mindir ne de kafir. Ama o "iki menzil arasında bir menzü"dedir. Bugün bazı gençlerin söylediği de budur. Onların bu sözleri ya Mutezile'den nakildir ya da kendi icadîan olan görüştür ki, onlarınki ile tevafuk ediyor. İslam in­sanları "mü'min" ve "kafir" diye sınıflandırdıktan son­ra artık bizim üçüncü bir sınıf icad etmemiz ne hakkı­mızdır, ne de haddimize düşer. Burada aslında çok önemli ve çok büyük bir mesele var. Bizim nazarımız­da hükümler kafir ve mü'min ile ilgili olduğuna göre, bu üçüncü sınıfa hangi hükümler tatbik edilecek? Me­sela onların kestiklerini elealahm. helal mi, haram mı? Onlarla anlaşma yapmak ve anlaşmaların kurallarına uymak, onlarla evlenmek helal mi haram mı? Onlarla diğerleri arasında miras hükümleri nasıl olur? Halka müslüman yada kafir demekten vaz geçme meselesi­nin İslamda daha bir benzeri yoktur. Dinden dönen­lerle savaşa giderken meydana gelen olaya gelince, o sadece bir tesbit ve tanımadır. Bize, şehir halkının müslüman olduklarını, namaz kıldıklarını ve dinden dönmediklerini söyleyen bir kişi gelirse, biz onun bu haberini alıp kabul ederiz. Şayet kendilerinden bir he­yet gelip, kendilerinin dinden döndük!- :iru ve küfrü seçtiklerini söylerse, biz onlara kafir demekten de vaz­geçmeyiz. Çünkü bu durumu tesbit ve açığa kavuş­turmadır. Ama müslüman halkı sınıflandırma konu­suna gelince, hüküm bulunmadığı için duraksamak gerekir. Bu öyle bir konudur ki, daha bir benzeri yok­tur. Kim benzer konular biliyorsa açıklasın... Biz de öğrenelim.

Geçmişdönemlerde İslam fakihleri, müslüman ve kafir hakkında daru'I-İslam ve daru'1-Harp konusun­da, daru'l-islam'ın daru'l-Harp'e ne zaman dönüşece­ğini veya aksini de araştırıp görüşlerini belirtmişler­dir, ama biz mutlak olarak müslüman bir halkın "kim­lik belirsizliğime uğradığını, yani müslüman mı kafir mi olduğunu duymadık. Ben de onlara: Bazı problemler, aklen ve mantıken bazendoğru olabilir dedim. Fa­kat biz onların şer'i delilini ve güvenilir bir senedini araştırdığımız vakit, onu bulamıyoruz. O vakit ne ya­parız? Aklımızla hüküm mü koyarız yoksa naslann sınırında durur muyuz? Bu kapı açılınca, gizli servisin adamları o kapılan daha da genişleterek oradan içeri girecek, dinin şeklini değiştirecek hükümler icad ede­cekler. Allah ve Rasülünün çizdiği sınırda durmayı bilmeliyiz. O sınırı aşmamalıyız. Özellikle de bu gibi hassas konularda... 46




Yüklə 0,74 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin