Bu fırkanın kurucusu Vâsıl bin Ata (80/699-131 /748) ile Amr bin Abîd (ÖI:145/763)dir. Bu sonuncu zat zühd ve ibadetiyle tanınmıştır. Mutezile'nin çıkış yeri Basra'dır. Ortaya atılan meselelerin münakaşasında büyük katkıları olmuştur. Ayrıca toplantı yerlerini ve mescitleri dolduran tartışmalara girişmişlerdir. Onlar akılcı bir eğilime sahiptirler. Ebul'A'Iâ el-Mevdudi onlann görüş ve inançlarını şöyle özetlemiştir.:
1-İmam tain etmek (devlet kurmak) şer'an. farzdır.
Fakat bazılarına göre ancak imama mutlak bir ihtiyaç duyulunca (anarşi durumu gibi) farzdır. Eğer ümmet kendi işlerinde tam manasıyla doğru yolu tutarsa, imama lüzum kalmaz, bu durumda imam fuzu-lidir.
2-İmam seçimi ümmete bırakılmıştır. İmamet ancak ümmetin yaptığı seçimle halledilir. Bazıları diğer bir şart ilave ederek şöyle derler: "İmam, umûmi ittifakla seçilmelidir. Fitne ve ihtilaf zamanlannda imam seçilemez."
3-Ümmet, müslümantardan en salih ve en imanlı gör-' düğü kişiyi imam seçme hakkına sahiptir.
Seçilen zatın Kureyşli olması veya olmaması, Arap asıllı olması veya olmaması gibi bir kayıtla sınırlandırılamaz. Bazıları daha da ileri giderek, imam'm. Arap olmayanlardan seçilmesinin daha iyi ve güzel olacağını, söylerler. Hatta imam'm mevali (azatlı kolejlerden seçilmesinin daha*efdal olduğunu savunurlar. Gerekçeleride şudur: Eğer devlet reisinin akraba ve yakınları taraftarları kemmiyetçe az olursa, zulüm yaptığı takdirde, görevden uzaklaştırılması daha kolay olur. Sanki bu kişiler hükümetin sağlamlığını ve devamlılığını düşünmekten çok, imamın kolayca görevden uzaklaştırılmasını düşünmekle meşguller.
Benim görüşüme göre bunun sebebi, yöneticilerin zulüm ve haksızlıklarına rağmen görevlerinden uzaklaştırılmadaki güçlük ve baskıdır. Bundan dolayı bu sebep onları bu yöne şevketti.
4-Facir (günahkar ve vaktini kotu işlerle geçiren) imamın arkasında namaz kılmak caiz değildir.
5-"el-Emru bil'maruf ven-Nahya ani 'l-Münker-iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak". Mutezile'nin temel prensiplerindendir.
Güç hazırlandığı takdirde adalet ve doğruluktan ayrılan bir hükümetin aleyhinde ayaklanmayı Mutezile, farz kabul eder. Başarılı bir ihtilal ancak böyle mümkün olur. 18 Bundan dolayı Mutezile, Emevi Halifesi Velid bin Yezid (125-126 H/743~744M.)aIeyhine vuku bulan ayaklanmaya iştirak ettiler.
6- Müslümanlardan büyük günah (günah-ı kebair) işleyen kişi kafirde değildir, mü'min de değildir.
Ancak bu iki halin arasında bir yerdedir.
Küçük islami cemaatlardan bazılarının görüşünün bu görüşe dayandığını görüyoruz. Halbuki bu görüş, bilmeden Mutezile'nin görüşünün etkisi ile oluşmuştur.
7 - Onların reisi Vasıl bin Ata şöyle diyor: "Cemel ve Sıffîn savaşlarına katılan iki taraftan biri fasıktır. Ama hangi tarafın fasık olduğunu kesin olarak belirlemek mümkün değildir." Bu görüşe göre Vasıl bin Ata diyorki: Ali/ Talha, Zübeyr (r.anhüm) bir sepet sebze için dahi şehadet etseler, bu şahadeti kabul etmem.
Çünkü bunların fasık olmaları muhtemeldir. Amrbin Ubeyd'in görüşüne göre her iki tarafta fastktır.
Mutezile Hz. Osman (r.a)ı ağır bir şekilde tenkid etmiştir. Hatta bazıları daha da ileri giderek Hz. Ömer (r.a)a dil uzatmışlardır. Bütün bunlar bir tarafa, Mutezile, İslam kanunlarının kaynağını teşkil eden İcma ve Hadis (sünnet)i nerdeyse inkara yeltenmişlerdir." 19
Şeyhul İslam Ibn-i Teymiyye şöyle diyor: "Mutezile, Hariciler'in dediği gibi büyük günah işleyenlerin ebedi cehennem'de kalacaklarım söylüyorlar. Ve yine diyorlar ki, biz onları ne mü'min, ne de kafir diye adlandırırız. Aksine onlara "fasık" adını veriyoruz. Biz onları "iki menzil" arasında bir yere o tutturuyoruz. Yine Mutezile, Hz. Peygamber (SAV)in, ümmetinden büyük günah işleyenler için şefaat edeceğini ve bir kimsenin cehenneme girdikten sonra oradan çıkabileceğini reddediyor.
Bir de, insanları iki gruba ayırıyorlar: Said ve Şaki. Said (mutlu) azab görmez, şaki ise mutluluğu tatmaz.
Şaki de iki türlüdür: Kafir ve fasık. 20
Bu yazdıklarımız, ne onların söylediklerinin tümü, ne de görüşlerinin hepsidir. Bizim burada asıl maksadımız, onların özellikle "büyük günah işleyenin" durumu ve onun ne mü'min ne de kafir olduğu konusundaki görüşleridir. Onlar ikisinin arasında mevcut olmayan bir yer icad ettiler. Aynı şekilde zalim hükümete karşı ayaklanmanın farz olduğu, günahkâr imamın arkasında namaz kılmanın caiz olmadığı, onların görüşleri arasında yer almaktadır. 21
Şia, Hz. Ali ile savaşanları, onunla çekişmeye girenleri veya onu yenmeye uğraşanları kafirliklesuçla-yarak en sağda yer alınca, Hariciler de, Hz. Ali'yi, ona savaş açanları ve her iki tarafa katılan müslümanlan kafir sayarak en solda durunca, bu sefer adına "Mür'cie" denilen yeni bir fırka zuhur ett:, 'Mür'cie" kelimesi geri bırakma ve geciktirme anlamına gelen "irca" kökünden türemiş "geciktiren, sonraya bırakan" anlamında bir kelimedir. Bu yeni fırka eski fırkaların aşırılığından hoşlanmadı. Bunun üerine tam bir tarafsızlığa meyletti. Sebebi; ya iç savaşın kendi nazarlarında katılmamayı ve bir tarafa çekilmeyi gerektiren bir fitne olduğu için ya da; savaşan taraflardan birinin hatalı davrandığını söylemekten kaçındıkları gibi savaşanlarla birlikte hakkın açığa çıkmaması içindi. Onlar şöyle dediler: Her iki grubun da işi Allah'a bırakılmıştır. Kıyamet gününde Allah haklıyı haksızdan ayırır. Bu görüşler kendi bütünlüğü içinde islam ümmetinin cumhurunun görüşüdür. Ama ne var ki, Harici-lerin-Şiilerin ve diğerlerinin ateşli münakaşayla birHkte "tekfir" ve "kebire" konusundaki ısrarları, diğer fırkaların görüşleri karşısına dikilen müstakil nazariyelerin oluşmasına sebep olmuştur.
Mürci'enin bazı görüşleri:
1- lman denen şey, sadece Allah'ı ve Resulü'nü kabul etmek demektir. Amel iman için zaruri değildir. Buna göre, bir insan farzları terketse ve büyük günahları işlese yine mü'min olarak kalır.
2- Kurtuluşun esası yalnızca iman etmektir. İmanla birlikte herhangi bir masiyet kişinin imanına zarar vermez. İnsan oğlu olmak hesabiyle bir kişinin mağfirete ermesinin şartı, şirkten kaçınması ve tevhid akidesi üzerine Ölmesi yeterlidir.
3- Mürci'e'den bazıları şunu da eklerler: Şirkin dışında ki tüm büyük günahların affolmaması mümkün değildir.
4- Yine bazıları şöyle der: Bir insan kalbiyle inandığı takdirde, islam ülkesinde bile, hiç kimseden korkusu olmadığı için diliyle küfrünü ilan etse, putlara tapsa, ha tta yahudi ve hıristiyan dinini seçtiğini söylese, o kişi kamil iman sahibi, Allah'ın dostu ve cennet ehlidir.
Mürcie'nin fitne korkusu ve fitneden kaçmalarına bakılarak, bazı mürcie mensupları, şöyle dediler: "Emr-i bil'maruf ve nahy-i'an'il müker" prensibi, silah kuşanmayı gerekli kilsa da yine de bu bir fitnedir. Hükümetin dışında da diğer insanların yanlış hareketlerini men etmek meşrudur. Fakat yöneticilerin zulmüne ve hükümetlerin haksız uygulamalarına itiraz caiz değildir.
Bu gibi fikirler, bin yıl önce ortaya çıkmış olsa da, ne yazıkki onların bir kısmı hâlâ bugün müslümanla-nn çoğunluğunun arasında yaşamaktadır. Bunun da sebebi gerek şimdi, gerekse eskiden müslümanlarm zalim yöneticilerin zulmüne ve haksızlığına uğramış olmalarıdır.
El-Cassas ve benzerleri, Mürcie'e ile ilgili şikayetlerini yükselttiler. Özellikle el-Cassas kendi imamından naklen şöyle diyor: Fasığm imameti caiz değildir, hilafeti değil. Kim kendini imam tain ederse, halkın ona ne itaati ve ne de uyması gerekir. 22 Gerek eski, gerek yeni hükümetlerin mürci'enin bu gibi fikirlerinin yayılmasını istediklerinde şüphe yoktur. Zira onlar, bu sayede rahatlık içinde yaşar, cüretle haddi aşar ve hiç korkmadan diledikleri malı elde ederler.
Bazan biri çıkar şöyle der: Cumhuruyla bu ümmet nerede duruyordu? Bu ümmet, bu fırkayla beraberini yoksa ondan uzak mı? 23
Dostları ilə paylaş: |