GiRİŞ Rahman ve Rahim Olan Allah'ın adıyla



Yüklə 0,65 Mb.
səhifə2/11
tarix15.01.2018
ölçüsü0,65 Mb.
#38279
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11

«Şu kitap», burada «kitap»ın elif-lam takısı ile verilmesi onun türünü göstermek içindir. «Şu kitap» demek, her yönü ile tam ve mükemmel kitap demektir. Buradaki ifade «işte adam şudur» veya «işte kahraman şudur» anlamındadır. Yani bu ifade, onun adam almada veya kahraman oluşunda mükemmel olduğunu gösterir. Sanki türün tamamı onda canlandırılmıştır. Çünkü diğer fertlerde bulunan olgunluğun tüm özellikleri onda bir araya gelmiştir. O, türün hepsini, üzerinde taşıdığı sıfatlar ve özelliklerle temsil edecek niteliğe sahiptir… Buna göre «işte şu kitaptır» ifadesi; mükemmel, yol gösteren, her asırda insana yol gösterecek büyük görevi taşıyacak tüm özellikleri üzerinde taşıyan kitap budur anlamına gelir.

 

 



 

«Onda kuşku yoktur». Yani ondan kuşkuya kapılmak doğru olmaz. Bu cümlenin anlamı hiç kimse onda şüphe etmez değildir. Çünkü insanların çoğu O'nun etrafında kuşku ve tereddüt havası estirmeye çalışmışlardır. O'nun için «Bu, öncekilerin masallarıdır» demişlerdir. Başka yaftalamalarda bulunanlar da olmuştur. Böyle yapanlar ya O'na karşı açılan kampanyaya kendini kaptırmış ve Kur'an'ın apaçık karakterini anlayamamıştır veya insanın düşüncesini doğru yoldan saptıran çeşitli saptırma yöntemlerine boyun eğmişlerdir. Bu öyle bir kitaptır ki, ayetlerinde ve açıklamalarında kuşkuya yer veren ve kuşkuya kapı açan hiçbir unsur bulmak mümkün değildir. Kur'an'ın özelliklerini inceleyen ve O'nun apaçık köklü manalarını tetkik edenlerin ondan şüpheye kapılması yersizdir. İnsan bu özellikler ve anlamlar üzerinde düşünüp derinlemesine nüfuz ettiğinde, onları sağlıklı bir biçimde anladığında ondan asla kuşkuya kapılmaz. Önündeki şüphe, kuşku ve tereddüt havası dağılır gider.

 

 



Kur'an Bir Hidayet Kitabıdır.

 

«Takva sahipleri için hidayet rehberidir». İşte hiç kimsenin kendisinden şüpheye düşmemesi gereken ve her şeyi en mükemmel biçimde ortaya koyan kitabın üçüncü özelliği budur... O muttakiler için yol göstericidir... O bir hidayet kitabıdır. O'nun asıl görevi, fonksiyonu budur. O, yeryüzünde yapılan bilimsel çalışmalara, bilimsel keşiflere değinen, onlardan söz eden veya kendisine izafe edilen başka konulardan bahseden bir kitap değildir. Onun fonksiyonu bu değildir. O, insan için bir hidayet rehberidir. İnsanı doğru yola, sıratı müstakime iletmek için gelmiştir. Bu temel niteliği ile beraber Kur'an'ın yer yer evrenin bazı sırlarına, bazı tabiat olaylarına değinmesinde bir sakınca olamaz. Fakat burada da bu konular sırf bilimsel açıdan ele alınmaz. Olayın hidayeti ilgilendiren tarafı üzerinde durulur.Yöntem ve hedef olarak bilim değil, hidayet alınır. Kur'an Kimya, Fizik bilimlerini, Biyoloji ve Botanik bilimlerini derleyen bilimsel bir kitap değildir. Kur'an bir irşad, yönlendirme ve hidayet kitabıdır. İnsanın her alanda hayatını nasıl düzenleyeceğini" nasıl yaşayacağını ve nasıl mücadele edeceğini gösterir.

 

Kur'an insanın düşüncesini arı duru ve net bir biçimde belirler. Bununla insanı İslam'ın başlangıç ve son arasındaki sürecine sokar. Nasıl hareket edeceğini, sabırla ve gönül huzuru ile sorumluluğunu nasıl yükleneceğini gösteren şer’i hükümlerle insanın gidişatını ve hayatını bir program içine sokar. İnsanı, kendisini iyi tanıyan bir hareketin içine sokar. Çünkü bu hareket meseleyi açık bir biçimde gören ve hedefine doğru yol alan bir harekettir.



 

Kur'an hidayetinin en önemli değeri, onun kişisel alanda dondurulmamasıdır. Kur'an'ın hidayeti insanın içe dönük aydınlanma ve temizlikle uğraşıp ona yol göstermek ve yol göstericiliğini sırf içe yönelik aydınlanma alanı ile sınırlandırıp başkalarının hayatına katkıda bulunmayan bir hidayet değildir. Kur'an'ın hidayeti kalpten başlayıp hayata uzanan bir hidayettir. Kur'an'ın hidayeti yeryüzüne dağılan bolluk, bereket ve hayat getiren bir pınara benzer.

Kur'an hidayetinin karakteri ise, kendi türüne has özgün bir hidayettir. Akla yol göstermek için düşünce alanı ile sınırlı kalmaz. Aklın felsefe yapmasına, tahlilde bulunmasına, felsefe ve tahlil türünden düşünceler üretmesine katkıda bulunmakla yetinmez, insanın tüm iç boyutlarına kadar inebilen, onları harekete geçiren bir hidayettir. Bu hidayet örneğinde kuru bir düşünce anlayışı yoktur. İnsanlar kendilerini, kendilerine dışarıdan empoze edilen kuru düşünce kalıpları ile yüz yüze yaşadıkları bir konumda görmezler. Kendilerini, canlılıkla dolu hayat fışkıran bir hidayetle karşı karşıya görürler. Bu hidayet, insanın düşüncesinde, vicdanında, duygularında ve hislerinde kendisini gösterir. İnsan burada yüce Allah'ın kontrolünde derinliklerden kaynaklanan bir nurla karşı karşıya olduğunu hisseder. Artık burada düşünmek, ibadete denk ve hayata yön veren bir eylemdir.

«Muttakiler»e gelince; bunlar, düşünce ve vicdani uyanıklıkla akılları doğru düşünceye açılan kimselerdir. Onların vicdanlarında kendilerini düşüncenin sağlam ilkelerine bağlayan bir kanaat ve güven yaşamaktadır. Onların ruhlarında Allah'la karşılaşma duygusu o kadar etkili bir hal almıştır ki, onlar uykularında ve uyanık olduklarında Allah'ın kendileri ile beraber olduğunu hissetmektedirler. Hayatın her alanında Allah'ın kontrolünü göz önünde bulundurmaktadırlar. Onların iç âleminde nesneler bağımsızlığını ve varlığını kaybeder. Çünkü bunlar Allahın varlığının, kudretinin, hikmetinin ve rahmetinin canlı görüntüleridir. Bunlar hayatları sırat-ı müstakim üzerinde seyreden insanlardır. Onlar attıkları her adımı bilinçli, dengeli olarak atan, yolun bilincini tüm boyutları ve yönelişleriyle yaşayan kimselerdir. Yolun herhangi bir duygusallığı onları sapıklığa götürmez. Onların görevi sürekli olarak Allah yolundaki aydınlık üzere dosdoğru yol almaktadır.

 

 



Kur'an Sadece Muttakiler İçin mi Hidayettir?

 

Şimdi burada daha önemli bir soruyla karşılaşıyoruz: Kur'an nasıl muttakiler için yol gösterici, hidayet rehberi olur da diğer tüm insanlar için olmaz? Kendi içlerinde hidayeti yaşayan muttakiler Kur'an'ın kendilerine yol göstermesi için bir hidayete muhtaç mıdırlar?



Cevap: Muttakiler akide ve hayata karşı düşünsel ve toplumsal sorumluluklarının bilincinde olan insanlardır. Bunlar düşünceyi ve derin muhakemeyi aşılayan fikri takvaya sahip kimselerdir. Mücadele konularında karşılaştıkları zor problemlerde ciddi bir tavır ortaya koyarak hidayet isteyen kesimdir. Bu "problemler karşısında vurdum-duymaz ve düşünsel çözülme halini göstermeyen ciddi bir tutum takınırlar Aksine, fikirlerin çatışması ameliyesine girerler. Karşılaştıkları problemi düşünürler. Onu tartışırlar. Ya bilinçli olarak onu kabul eder veya reddederler.

Sonra Muttakiler, samimiyet ve iman ile Allah'tan korkan ve onu seven kimselerdir Bu nedenle sorumluluklarının bilincindedirler. Onların bu sorumluluk bilinci, çok geçmeden düşünce ve eylem alanında bir kontrole ve değerlendirmeye dönüşür. Bundan hemen sonra hidayetin temelini oluşturan sürekli bir eyleme girişirler. Böylece onu düşünme ve tartışma konusu yapar belli bir sonuca bağlarlar.

Muttaki olmayan diğerlerine gelince onlar ne kendilerine, ne rablerine ne de hayatın tümüne karşı sorumluluklarının bilincinde olmayan kimselerdir. Bunlar hayatı vurdumduymaz bir tavırla karşılarlar. Düşünceyi ve vicdanı yapan her şeyden kaçan, doğru yola ulaşmaya çalışmayan, hidayeti düşünmek istemeyen kimselerdir. Dolayısıyla, kitabın onları doğru yola iletmesi mümkün değildir. Zira hidayete ulaşabilmek için, gayret sarf eden açık bir akla, sağlıklı bir vicdana ihtiyaç vardır. Fakat kitap onların kulaklarında çınlamaya devam eder. Onların yeni uyanış hallerini bekleye durur. Onları Bilinçli bir irade ile hidayete ulaştırmak, hidayete talib olmalarını sağlamak için çalışır, İmanla uzatılan Allah'ın geniş ufuklarına ulaşmalarına yol açmaya çalışır.

 

 



 

 

İKİNCİ DERS: BAKARA SURESİ 3-5. AYETLER



 

MUTTAKİLER

SİMALARI… SIFATLARI... BİRİNCİ ÖRNEK

 

 Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla...



 

 

 



«Onlar görmediklerine inanırlar, Namaz kılarlar ve kendilerine: verdiğimiz rızıktan başkalarına verirler. Yine onlar gerek sana ve gerekse senden önce indirilen kitaplara inanırlar ve ahiretten hiç kuşku duymazlar. İşte onlar Rableri"nden gelen hidayet yolundadırlar ve onlar kurtuluşa erenlerdir»([7])

 

Biz bu ayetlerde muttakilerin sıfatlarını görüyoruz. İmanlarını ve yaşantılarını gözlemiyoruz. Bunlar akidenin temelini belirleyen niteliklerdir. Akide hareketinin hayattaki ana ilkelerini kapsamına almaktadır. Biz burada bu sıfatları; maddi ve manevi hayatımızdaki fonksiyonları, anlamları ve yapıları ile incelemek istiyoruz.



 

Gaybe İman Etmekten Amaç Nedir?

 

«Onlar ki, gaybe iman ederler» işte muttakilerin ilk sıfatı budur. Bu sözcüğün, değişik alanlara ulaşan tarafları vardır. Öyleyse gaybe iman etmek ne demektir?

  «Gaybe iman», duyguların doğrudan olarak ulaşamadığı şeylere inanmaktır. Allah'a iman da gaybe iman konusuna girer. İnsan, Allah'ın eserleri ve yarattığı varlıklar yolu ile Allah'a iman eder. Bu koca evrendeki eserleriyle ona iman eder. Fakat O'nu görmek ve O'na dokunmak mümkün değildir. Çünkü insanın vicdanı Allah' ın varlığını bilimsel ve akli temellere dayanan kesin bir gerçek olarak görür. İşte bu eylemle, düşünce planındaki takva içte bir harekete dönüşür. Orada yakin'i harekete geçirir. İmana doğru sevk eder. Muttaki olmayanlar ise, gözlem ve deneyin dışında bir şeye inanmazlar. Bunların ötesinde kalan kurallara, ilkelere nüfuz edemezler. Buna göre, düşünce alanında herhangi bir değeri olan şeyler, mutlak olarak gözleme dayalı değerlendirmelere boyun eğen şeylerdir. Önceden düşünce ve akli alanda herhangi bir yaklaşıma yer vermeyen düşüncelerdir. Zira gözleme iman etmek bazılarının dediği gibi insanın tabii ölçüler elde etmesini sağlar. İşte bu ölçülerle hak ile batılı tespit etmek mümkün olur. Zira başarı ve başarısızlık hallerinde insanlar, deneyin sonuçlarını görebilmektedir. Eğer başarı elde edilirse, hayat onunla beraber devam eder, deney tekrar edilerek başarının tüm boyutları ortaya çıkarılır. Eğer deney başarısız kalırsa, deneyin sınırlarında belli merhalelerde durulur. Tekrar edilmez. Çünkü yanlış, deneyin tekrar edilişi ile düzelmez...

 

Akli düşüncelere gelince... İnsan, sağlıklı bile olsa vicdana dayalı bir yöntemle hak ve batılın boyutlarını göremez. Çünkü bu konuda herhangi bir ölçümüz yoktur. İmanın sağlam temellere dayandırılmasını sağlayacak, düşünce ve değerlendirmeye boyun eğen gözle görünen şeyler yoktur.. Herhalde bu, gözlemlerin akılcılara karşı ileri sürdüğü en önemli şüphelerden biridir. Akılcılar, bilginin gözlemden başka bir temeli olduğunu söylemektedir.



 

 

Fakat bu şüpheyi cevap niteliğinde bir değerlendirmeye tabi tuttuğumuzda tenkit karşısında sağlam çıkmadığını görürüz.



Birinci olarak: Akla başvurmanın yanlış olduğuna dair ileri sürdükleri delil akli bir delildir. Sırf düşünceye ve değerlendirmeye dayanmaktadır. Çünkü onlar diyorlar ki: Eğer bilginin kaynağı olarak gözlem ve deneyi almazsak doğru ve yanlışın sağlıklı bir ölçüsüne kavuşamayız. Bu da onlara bir soru yöneltmemize neden olmaktadır: Sizin bu yaklaşımınızın düşünce temeli sırf gözleme mi yoksa başka şeylere mi dayanıyor? Eğer sırf gözleme dayanmıyorsa, o zaman siz akli bir delili yine akli bir delille reddetmeye çalışıyorsunuz. Bu da deneyin dışında inancın, kanaatin, düşüncenin ve vicdanın bir ilke olarak bir delili bulunduğunu desteklemekte ve onu pekiştirmektedir.

 

İkincisi: Gözlem ve deney, akli yargılar olmadan genel bilginin bir ilkesi olarak alınamaz. Çünkü deney sürekli biçimde belli yer ve zamana bağımlı, onlarla sınırlıdır. Dolayısıyla deney ancak deneyin hacmi ölçüsünde sınırlı sonuçlar verebilir. Bu deneyin, çerçevesini aşan meydana gelmemiş diğer deneylere uzanan genel çerçevede, herhangi bir açıklama getirmesi mümkün değildir. Belli bir deney yapıp, belli bir sonuca ulaştıktan sonra aynı deneyi tekrar eder ve yine aynı sonucu alırsak ve bunu defalarca tekrar edersek yine de gözlem mantığı burada benzer bir hüküm vermemize izin vermez. Çünkü gerçekleşmeyen deneyler hakkında herhangi bir hüküm vermek gözleme dayanmış olmaz. İkinci deneyin birinci deneyle çeliştiği durumlarda yanlışı tespit etmek mümkün olmaz. Çünkü bunların hepsi belli şartlarla gerçekleşmiştir. Her biri, içinde yaşadığı zamanın şartlarına boyun eğer. Dolayısıyla her bir deney örneğinin kendi şartlarını aşacak nitelikte bir hüküm ortaya koyması beklenemez.

 

 

Yalnız, akli mantıktır ki, deneyin sonuçlarını daha geniş boyutlara ulaştırır. Yer ve zamanın şartlarını aşacak niteliğe kavuşturur. Buna bir Örnek vermek gerekirse: Eğer biz hareketin bir milyon halini deneyden geçirdikten sonra bilimsel bir kanunla, mesela «Hareket, ısı doğurur» kanunu ile karşı karşıya gelsek, sırf akli hükümlerin temeline dayanmadan bu kanunu genel-geçer, kapsamlı bilimsel bir kanun diye niteleyemeyiz. «Yani, caiz olanda ve caiz olmayanda, birbirine benzer şeylerin hükmü aynıdır» gibi bir kanuna dayanmamız zorunludur. «Özellikleri ve şartları aynı olan nesnelerin sonuçlan da aynı olur» demektir bu. «Bir, çoktan meydana gelmez.» «Bir ancak birden meydana gelir», «Bir şeyin hem kendisi hem de karşıtı doğru olamaz». Evet işte buna benzer sağlıklı akli ilkelere dayanmadan deneyi kendi sahasının dışına doğru genelleştirmemiz mümkün olmaz. Çünkü birinci ilke deney altına alınmayan halleri de hesaba katmamızı garanti etmektedir. Bunlar deney altına girmemiş olsa da, onların, benzerleri gibi aynı sonuçlar vereceğini kestirebilme olanağı sağlamaktadır. İkinci ilke, sebep aynı olduğundan bir milyon hareketin sonucunun da aynı olacağını görmemizi sağlamaktadır. Bu, hareketin yapısı gereğidir. Her birinin özelliklerinden uzak haldedir. Çünkü bir tek sıcaklığın bir milyon sebepten doğmuş olması mümkün değildir. Üçüncü ilke doğrunun kesin olduğu yerde yanlışın da varlığını ortadan kaldırıyor. Çünkü doğrunun olduğu yerde yanlış olma ihtimali birleşme imkanı olmayan iki zıt şeyi bir araya getirmeye vardırır.. Bunlar ışığında diyebiliriz ki: Sınırlı deneylerle genel hükümlere, düşüncelere varmamızı sağlayan şey deneyler değil, akli kurallardır. Eğer bu akli ilkeler olmasaydı gözleme dayalı deneylerin bilimsel genel yasalarda ve hayatın genel ilkelerinde insanlara bilimsel ve fikri zenginlik kazandırması beklenemezdi.      .



 

Burada üçüncü bir ilkeye daha işaret etmemizde yarar vardır. Apaçık akli ilkelerin doğru ve yanlışı belirlemek için bir ölçü olduğunu kesin biçimde gösteren örneklerden biri de: varlık ve yokluğun aynı zamanda, aynı yönde, tek bir çerçevede bir araya gelemeyeceğidir. Bu düşünce hiçbir kuşku götürmeyen ve hiçbir bilim dalının kendisinden müstağni olmadığı akli-kesin delillerden biridir. Bilimin hiçbir yöntemi, varılan doğru sonucun karşıtının da doğru olma olasılığı bulunduğu durumlarda ciddi bir sonuca ve öneme sahip olamaz. Çünkü mesele bu durumda hem doğru ve hem yanlış olma ihtimalini beraberinde taşıyor demektir. Bu iki ihtimalin birini ortadan kaldırmak, ancak, hiçbir normal deneysel temele dayanmayan bu, akli kurala dayanmakla mümkün olabilir.

 

Özet olarak belirtirsek. Deney, doğru ve yanlışı tanımanın biricik yolu değildir. Dolayısıyla bilgi de gözlemin sınırları ile dondurulamaz. Gözlemin yanında akıl da vardır. Akıl yolu ile hem soyut düşünceler ve hem de deneysel düşüncelerle insan bilginin kaynağı konusunda sağlam bir ilkeye ulaşmış olur.



 

Buradan hareketle, gözle görülmeyen birtakım güçlerin, âlemlerin ve nesnelerin varlığına inanan dini düşüncenin sağlıklı olduğunu çıkarabiliriz. Zira realiteler dünyasında bu nesnelerin varlığını gösteren rasyonel ilkeler olduğunda kuşku yoktur. Ve bunlar değişmez akli delillerle desteklenmektedir... İşte Yüce Allah'ın varlığına iman da bunun gibidir. Çünkü O’nu gözlerimizle görmesek de, bütün imkânlarımızla onu gözlemleyemesek bile etrafımızdaki her şey O'nun varlığını göstermektedir. Zira akli ilkeye göre, var olan her şeyin başka sebeplere boyun eğmeyen bir sebebe dayanması gerekir. Bunu, başka açıklama yöntemleri ile daha da aydınlatabiliriz. Evren de, görmediğimiz halde iman ettiğimiz bazı nesneler vardır. Fakat biz pratik hayatımız da görmediğimiz bu nesnelerin varlığını gösteren yeteri kadar ikna edici vasıtaya

sahip bulunuyoruz. Bu da ilkenin, -gözlemlenemeyen bir takım şeylere inanma ilkesinin- sağlıklı ve bir realite olduğunu göstermektedir. Bunlar ileride gözle görme imkanının varlığı veya yokluğu, konunun hükmünü değiştirmez. Bu ise, gaybe imanın, gözlem ve deneyin bilginin kaynağı açısından biricik kaynak olmadığını, bunların yanında aklın da bulunduğunu ortaya koyduğu; aklın, gözlemle beraber hareket ettiği ve böylece bilgi kaynağımızın hem gözlem ve hem de akıl olduğu şeklinde özetlenebilecek düşüncenin bir devamıdır.

 

Dinin Hepsi mi Gaybtır?

 

Şimdi burada gerçekten önemli bir noktaya değinmek istiyoruz. O da, eğer din gaybe imana dayanıyorsa bu din yalnız gaybe iman üzerine kurulmuş anlamına gelir mi? İmanın kapsamında, şahısların değerlendirilmesinde, toplumsal ve evrensel olayların, hadiselerin tahlilinde temel ilke gaybe iman mıdır? Bazılarının söylediği veya inandığı yahut yorumladığı gibi, tabii olayların hepsi veya çoğu, insan düşüncesinin ulaşmadığı gaybi yorumlara mı boyun eğmektedir! İnsan aklının bazı merhalelerinde sağlık, hastalık, mağlubiyet, zafer, ekonomik ve siyasal problemlerdeki geri kalışlarda veya pratik hayatın dışında kalan konularda, tabii olayların nedenlerini,  sebeplerini açıklamaya kalkıştığı durumlarda Allah’ın evrende belirlediği, evrenin ve hayatın düzenini kendisine bağladığı eşyadaki doğal nedenler ilkesini göz önünde bulundurmadan sadece Allah'a havale etmekle yetindiği yaklaşımlar gibi midir? Yoksa başka bir yorumu var mıdır? İşte bu anlayıştır ki bazı anormal mü'minleri, bilimin pek çok sonuçlarına karşı bu tür sonuçlarla bağdaşmaz kabul ettikleri zihinsel gayb ile çeliştiğinden olumsuz tavır almalarına neden olmuştur. Onlardan bazıları daha aşırı giderek kâinattaki olayların evrende geçerli olan doğal yasalara bağlı olarak gerçekleştiğine inanan insanları tekfir etmektedirler. Zira onlar bunu, iman ile küfrün arasını ayıran bir ilke niteliğinde görmektedirler. Buna göre, sebeplerin gayb olduğuna inananlar iman tarafında, onların birer realite veya maddi olduğuna inananlar ise küfür tarafında yer almış olur.



 

İşte bu atmosferde, bazı zaman dilimlerinde hayatın bütün alanlarını kuşatmak üzere Allah'ın evrene koyduğu doğal yasalar hiç açıklanmadan gaybi tarafın açıklanması öğütlerin o tarafa yöneltilmesi üzerinde durulmuştur. Bu anlayışta bütün doğal olaylar doğrudan Al1ah'a bağlanır. Belki de geçen asırlarda Müslümanları ilerlemekten geri bırakan, evrende egemen bulunan yasaları anlamak suretiyle evreni anlamaya yönelmesine engel olan sebeplerden biri de budur. Gaybi bir akla, gaybi duygulara sahip, geçmişi ve geleceği gaybi adımlarla araştıran gaybi şahsiyetin oluşmasına katkıda bulunan nedenlerden biri de budur. Geleceği gaybi araştırmalarla karşılayan, böylece kâhinlere, gaybten haber verenlere, insanların duyguları ve hisleriyle «fal açma» oyunları vasıtasıyla oynayanlara yol açan bir geleceğe yönelir. Biz, politika ile uğraşan çok kimselerin ve başka şeyleri meslek edinenlerin politik ve duygusal geleceklerini öğrenmeye önem verdiklerini görmüşüzdür. Bunlar kendi geleceklerini gaybi bir yolla öğrenmek için cadılara ve kâhinlere yönelirler, onlara başvururlar.

 

Biz gaybe iman hareketini, insanların özel ve tüzel bütün hayatlarını kapsayacak ölçüde geniş şekilde anlamıyor ve gaybe böyle iman etmiyoruz. Biz, bizi Allah'a bağlayan gayba inanıyoruz. Bu, dar kapsamlı bir gayb anlayışıdır. Bu nedenle biz İslam'ın, gaybi anlayışı düşünce ve hayatın realitesinden uzaklaştırmak, gaybe iman anlayışını akide bölgesinde, insanın içinde yaşayan bir dünyaya dönüştürmek için, gaybten haber verenleri, gaybten haber vermeyi, fala bakmayı, fala bakanları şiddetli biçimde eleştirdiğini görüyoruz. Bu gayb anlayışı ile insan maddenin kör dünyasında boğulmaz. Hayatın her alanında gözünü daha geniş, daha yüksek ufuklara diker. Sürekli Allah ile beraber olduğu bilincinde olur. Dar kapsamlı sınırlı bir çerçevede donup kalmaz.



 

Biz, anlamadığımız çoğu konularda cesur bir biçimde gaybe inanırız. Veya kendi anlayışımıza göre, gaybi bir tarafı da olabilecek doğal yasalara karşı geliriz. Çünkü biz biliyoruz ki, hayat sürekli olarak maddi yorumlara boyun eğmez. Zira her birimizin hayatında rızık, sağlık ve başka alanlarda gaybi birtakım olaylar vardır. Bazı hastalıkların şifası bir peygamberi, bir veliyi veya bir duayı, ibadete ilişkin bir, eylemi, içe dönük bir atmosferde Allah'a vasıta kılmakla elde edilebilir ve bu olay bilimsel, psikolojik yorumla uyum sağlamayabilir.

 

Biz insanın manevi bir tarafı olduğunu, insanı gözetip, hayatına etki ettiğini inkâr etmiyoruz. Fakat İslami bir bakış açısı ile meseleye baktığımızda hayatta ilkenin şu olduğunu görürüz. Hayat, politik, sosyal ve ekonomik alanların hepsinde, gizli açık tüm meselelerinde, olayların da Allah'ın evrende geçerli kıldığı doğal yasalara boyun eğer. Bu, Kur'an'ın bir dizi ayetinde ve Allah'ın evrensel yasalardan söz eden açıklamalarında açıkça anlaşılan bir olgudur:



 

        «Sizden öncekiler arasında da Allah'ın geçerli olan yasası buydu. Allah'ın yasası değiştirilemez»([8])

        «Bu, Allah'ın öteden beri geçerli olan yasasıdır. Allah'ın yasasının değiştirildiğini, Allah'ın yasasının başkalaştığını göremezsin»([9])

Bu nedenle biz gaybe imanımızın yanında hayat ve doğada meydana gelen her olayın nedenlerini, sırlarını anlamaya çalışabiliriz. Allah bizzat Kur'an-ı. Kerim'de tefekkür, düşünme, muhakeme ayetlerinde bizim evrene ve tarihe bakmamızı istemekte onların hepsini öğrenmemizi

Ön görmektedir ki, bu yolla Allah'ın ululuğunu kavrayalım. Buna bağlı olarak İslam düşüncesi, evrene, hayata ve düşünceye hükmedecek bilimsel kuralları araştırmaya çalışan, hayatı ve insanı inceleyen tüm bilimleri dengeli ve eksiksiz bir biçimde beslemeye çalışır. Bu bilimlerin hepsini realiteye yöneltir ki, onların tamamını insanın, hayatta Allah tarafından belirlenen temel görevine paralel düşecek biçimde yorumlasın.    

 

* * *



 

Namaz Kılarlar

 

Kur'an-ı Kerim «Allah'a iman» ile sembolize edilen gaybe iman konusundan söz eder ve onu pratik bir eyleme bağlar. Böylece İslam'daki imanın sadece insanın düşüncesinde yer alan sırf akli birtakım değişikliklere neden olan teorik bir iman olmadığı, bu imanın, insanın gönlünde yer ederken hayatın pratik eylemleri sahasında da varlığını ortaya koyan bir iman olduğunu anlatmak ister. Bu nedenle imana, İslam'a dayalı şahsiyet, akidenin düşünce tarafına dayandığı gibi hayatın pratik eylemlerine de aynı şekilde dayanır. .



 

Namaz İnanç Sistemine Dayanan Uygulamanın Bir Görüntüsüdür.

 

Kur'an-ı Kerim, pratik eylem alanında iki örnek vermiş bulunuyor.



 

Birincisi: Akidenin pratik eylemlere dönüşmesi, imanın içten dışa doğru tezahürü olan namazdır. Namaz ile bütün arzularına kavuşur. Sürekli olarak Allah ile engin bir bağ içine girer, Hatta imanda tekâmül gösterme pratik bir eyleme, canlı bir ifadeye ihtiyaç duyabilir. Böylece insanın içindeki gizli duygular ve sözlerle, hareketlerle, tutumlarla, şuurlarla kendisini ifade etme olanağı elde eder. Böylece insanın gönlüne geniş ufuklar açılmış olur. Artık o, imana ilişkin tutumunu daha derin duygularla, düşünce yolu ile sağlamlaştırır, dış etkiler ve yönlendirmelerle değil. Bu, artık verimlilik dönemidir. Bir pınar gibi içten fışkırıp gelir. Başkasından Öğrenme, başkasının verdiğini almak değildir. İşte buna namaz adı verilir. Burada söylenen her söz, yapılan her hareket bu manevi havaya uygundur. İnsanın Allah'a karşı hassasiyetini harekete geçirmeye yöneliktir. -Böylece insanın eylemi sevgiye, ibadete, doğruluğa dönüşür. İnsanın ruhu Allah tarafından kendisine bağışlanan değerli bir diriliş ile dirilir. Bu atmosferde kendisini kaybeder. Allah'ın huzurunda duruşunun kendisine bağışladığı ruh ile hayattaki büyük görevine, sorumluluğunun bilincine varır. Böylece iman eylemine daha hazırlıklı hale gelir. Yıpratıcı etkenlere ve güçlerin saldırılarına karşı ona güçlü direnme imkânı verir. Böylece kuvvetin ana kaynağından uzak düşmez. Dayandığı, varlığını ona borçlu olduğu, her alanda ve her sahada kendisinin koruyucusu olan güçten ayrılmaz. Böylece Allah'ın huzurunda tam bir bağlılığı ve sağlamlığı gerçekleştirme imkânına kavuşur.

        İkincisi: Allah'ın verdiği rızıktan fakirlere dağıtmaktır. Ayet-i Kerime bunu şu şekilde ifade etmektedir:

 

«Onlara rızık olarak verdiklerimizden dağıtırlar.»

 


Yüklə 0,65 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin