Hazırlayan; Bekir Peker, Mustafa Karabal ve Musa karakaya etiK(moral) LİderliK



Yüklə 0,63 Mb.
səhifə5/9
tarix03.05.2018
ölçüsü0,63 Mb.
#49944
1   2   3   4   5   6   7   8   9




2.KÖRFEZ SAVAŞINDA TÜRK DIŞ POLİTİKASI

GİRİŞ

Neden yapıldığını hala anlamakta güçlük çektiğimiz bir savaşı bütün dünya ile birlikte izledik televizyon ekranlarından. Önümüzde cereyan eden bu dram Osmanlı Devleti yıkıldıktan beri diğer Arap halklarının yaşadıkları ile örtüşüyordu. Ve bu dram halkını bile bile cehennemin ortasına atan bir diktatörün gelecek için yol gösteren bir ibret vesikasıydı.

Bu çalışmamızda beraberinde birçok soruyu ve belirsizlikleri getiren II. Körfez Savaşını ve bu savaş çerçevesinde gelişen Türk Dış Politikasını ele alacağız. Şüphesiz Savaş sonrası Irak’ın hala belirsizlikler içinde olması konuyu daha çetrefilli hale getiriyor. Bu konuyu incelemek için ise çok büyük araştırmaların yapılması gerekliliği ortada. Bu Savaş ile ilgili en sağlıklı inceleme ancak Irak bölgesi tamamen normale döndükten sonra yapılabilecektir. Bundan dolayı çalışmamız günlük gelişen olayların bir incelemesi niteliğindedir.



Herkesin dikkatlerini üzerinde toplayan Irak Savaş’ını incelediğimiz çalışmamız üç ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, Savaşın daha iyi anlaşılabilmesi için Irak’ın coğrafyasına, siyasi oluşumuna, etnik yapısına, ABD’nin Körfez politikasına ve I. Körfez Savaşı’na kısaca bakacağız. İkinci bölümde, ABD’nin yeni Bush yönetimi ile oluşturduğu güvenlik stratejisine, 11 Eylül olayına ve bu bağlamda savaşın yapılmasının nedenlerini inceleyeceğiz. Çalışmamızın üçüncü ve son bölümünde de genel olarak Türk dış politikasını inceleyeceğiz. İktidara geldiği 3 Kasım tarihi ile birlikte büyük sorunların ortasında kalan AKP iktidarının savaş konusundaki kararsız politikasını diğer karar alıcı unsurlar ile birlikte ele alacak, Türkiye ve ABD ilişkilerini zora sokan Tezkere Krizini, dünya ve Türkiye kamuoyundaki imajımızı olumsuz etkileyen savaş öncesi yapılan pazarlıkları, Savaş sonrası genel olarak Bush ve Blair’e kendi kamuoyları tarafından gösterilen tepkileri irdeleyeceğiz. Bir başlık altında da Türkiye nasıl bir Irak istiyor? Sorusuna cevap arayacağız. Çalışmamız kısa bir değerlendirme ile son bulacak.

SAVAŞA KADAR IRAK

I. IRAK’IN KONUMU

I.I.  IRAK’A BAKIŞ

Yirmi birinci Yüzyıla girdiğimiz yıllarda Amerika 11 Eylül şokuyla sarsılırken dünya encamını henüz kestiremediği bir maceranın içinde buldu kendini. 11 Eylül, ardından Afganistan, ardından da Irak... Bundan sonra ise sıranın kimde olacağı bir tahminden öteye gitmiyor.

Afganistan Savaşının neden olarak 11 Eylül saldırıları misilleme olması savaşın meşru görülmesine sebep olmuş ve hiçbir devletin karşı çıkmaması bir yana destek görmüştür. Ancak Irak’ın gündeme gelmesi hem nedenleri, hem meşruiyeti hem de savaşa uluslar arası sistemde hiçte azımsanmayacak bir direnç gösterilmesi ile hala tartışılmaktadır; uzun zaman da tartışılacaktır. Bu bakımdan Irak Savaşının daha iyi anlaşılabilmesi için genelde Körfez Bölgesi’ne, özelde Irak’ın coğrafyasına, siyasal ve etnik yapısına ve Saddam iktidarına kısaca göz atmanın faydalı olacağı kanaatindeyiz.


I.I.I. COĞRAFYA

Irak konumu itibari ile körfez bölgesinde olmasından dolayı oldukça stratejik bir konumdadır. Özellikle Basra körfezinin burada olmasından ve bölgede petrolün bulunmasından dolayı bölge bütün devletlerin dikkatlerini  üzerine çekmektedir. Körfez ülkeleri arasında Irak 438.320 kilometrekare büyüklüğü ile Suudi Arabistan ve İran’dan sonra gelir. Doğuda İran, kuzeyde Türkiye, batıda Suriye ve Ürdün, güneyde Suudi Arabistan ve Kuveyt ile sınırları çevrilidir. Bütün körfez bölgelerinde ise yaklaşık 100 milyon insan yaşamaktadır.



Irak’ın da içinde bulunduğu Ortadoğu bölgesi ayrıca çok büyük öneme sahiptir. Araplar Cebelitarık Boğazının bir yakasını, Hint Okyanusuna kuzeyden çıkan yolları denetim altında tuttuklarından, oldukça önemlidir. Bundan dolayı bölgeye ABD ve Avrupa tarafından öncelikli statü verilmiştir.[1]


I.I.II. SİYASİ OLUŞUM VE BAAS PARTİSİ

Irak I. Dünya savaşına kadar Osmanlı Devletinin yönetiminde bulunmuş, 1920 yılında İngiltere egemenliğine girmiştir. 3 Ekim 1932 yılında bağımsızlığını kazanmıştır. 1941 yılında ülkede Nazi yanlısı bir darbe girişiminde bulunulmuş, ancak darbe bastırılmış, 1958 yılında Abdülkerim Kasım yönetimimde sol bir darbe gerçekleştirilmiş, 1979 yılında da Saddam Hüseyin bir darbe ile iktidarı eline geçirmiştir.[2] Esasında günümüz Irak’ını oluşturan olaylar zincirinin bizde olduğu gibi II. Meşrutiyet ile başladığı söylenebilir.[3] Irak’ın kaderinde uzun yıllar söz sahibi olmuş Baas partisi ise 1943 yılında Ortodoks bir Hıristiyan Michel Eflak ve Müslüman Selahattin El Biter tarafından Şam’da kurulmuştur.[4] En güçlü konumuna 1948 yılında Suriye’de erişmiştir. Arap ulusçuluğu ve sosyalizmin sentezinden oluşan bir düşünce sistemi vardır. Iraktaki Baas partisi 1958’den beri iktidarda bulunmuştur.[5] II. Dünya Savaşından sonra süper güçlerin Ortadoğu’da hakimiyet kurmak için yöneldikleri başlıca alanlardan birisi Körfez Bölgesi olmuştur ve dolayısı ile Irak çok önem kazanmıştır. Büyük güçler tarafından oluşturulan suni sınırlar, din ve mezhep çatışmaları bu bölgede büyük güçler için zemin oluşturmuş ve adeta istenen bir durum olmuştur.[6]



1979 yılında Baas Partisinin başına geçen Saddam Hüseyin ise 28 Nisan 1937 yılında Bağdat’a 100 km. uzaklıktaki Tikrit kasabasına bağlı El Avca köyünde dünyaya elmiştir. Fakir bir ailede dünyaya gelmiş, baba sevgisinden yoksun büyümüş[7], 10 yaşında dayısı Hayrullah Tulfah’ın yanına kaçmış, askeri okulu çok istediği halde not ortalamasının tutmaması sonucu bu okula girememiş, 19 yaşında Kral II. Faysal’ı devirmeye yönelik bir darbe girişiminde yer almış, 1963 yılında Baas Partisine girmiş ve nihayet 1979 yılında bir darbe ile yönetimi ele geçirmiştir.[8]

I.I.III. ETNİK GRUPLAR, DİNSEL YAPI

Irak nüfus bakımından büyüme gösteren ve halkın %98’i Müslüman olan bir ülkedir. Irakta %73.5 Arap, %21.5 Kürt, %2.4 Türkmen, ve diğer halklar ise %2.5’dir. Ülkede Şii Müslümanlar %53.5, Sünniler %41.5, Hıristiyanlar  %3.6 ve diğerleri %1.4 oranlarında bulunur.[9] Yani Irak’ta üç büyük etnik grup bulunmaktadır. Bunlar sırası ile Araplar, Kürtler ve Türkmenlerdir. Şii Araplar ise büyük bir dini grubu oluşturmaktadır.




I.I.III.I.  IRAK ŞİİLERİ

Bugün Irak’ın nüfusu 24 Milyonun biraz üzerinde tahmin ediliyor. Bu nüfusun ortalama %55’ini Şiiler, %42’sini Sünniler ve geri kalanı % 3’ünü de Süryaniler oluşturmaktadır. Irak Şiileri hemen tamamı Arap olmasıyla İran Şiilerinden ayrılır. Ancak aralarındaki bağlar sebebiyle Amerikan Yönetimi açısından tehdit oluşturmaktadır. Şiiler dünyada üç ülkede çoğunluğu, bir ülkede de nispi çoğunluğu ellerinde bulunmaktadır. Bu ülkeler İran %92, Irak %55, Bahreyn %60’dir. Lübnan’da ise %35 Şii, %30 Hıristiyan, %30 Sünni Müslüman olarak sıralanır. Irak’ta yeni bir siyasi oluşumun arefesinde bulunan Şiiler elde edebilecekleri siyasi güç ile diğer Şiilere de örnek olma durumunda bulunmaktadır ve bu da hem ABD hem de Türkiye için istenmedik bir durumdur. Şiilerin Saddam sonrası Irak’la ilgili düşünceleri genel olarak şöyle özetlenebilir. Şiiler yayınladıkları deklarasyonlarda oluşabilecek üçlü bir federasyonla Bağdat’tan kopmak istememektedir. Bunun yerine ise Kürtlere verilecek federe bir devletin yanı sıra Sünni ve Şii Arapların demokratik temsil prensibine dayalı bir sistem istemektedirler. Yayınladıkları deklarasyonlar ile demokrasi, federalizm ve cemaat haklarının yeni rejimin üzerine bina edilmesini savunmaktadırlar.[10]




I.I.III.II.  TÜRKMENLER

Irak’ın nüfusu Arap, Kürt ve Türkmenlerden oluşmaktadır. Etnik grup olarak Türkmenler nüfus bakımından Araplar ve Kürtlerden sonra gelir. Çoğunluğu Sünni olan Türkmenler, Musul’un batısında yer alan Telafer’den başlayarak, Musul ve çevresi, Erbil, Altunköprü, Kerkük, Tazehurmatı, Tavuk, Tuzhurmatı, Kifri, Hanekin, Karatepe ve Mendeli’ye kadar uzanan bölgede yaşarlar. Türkmen nüfusunun yüzde 20-25’i Şii’dir. Bu Şii nüfus genel olarak Musul, Tavuk ve Tuzhurmatı bölgesinde bulunurlar. Türkmenlerin son yıllarda nüfuslarının yüzde 90’ının merkezi yönetimin hakimiyetinde  olmalarından dolayı örgütlenmeleri mümkün olamamıştır.[11] 1991 körfez savaşından sonra 15.000 civarında Türkmen Türkiye’ye gelmiş 2000 civarı Türk vatandaşlığına geçmiştir.[12]



Savaş sonrası oluşturulan ABD güdümündeki yönetim ile birlikte Türkmenler konusu Türk kamuoyu için daha çok önem kazanmış özellikle Türkmen’lerin dışlandığı ve adeta zenci muamelesi gördüğü yorumları yapılmaya başlanmıştır. Ayrıca Irak savaşına Türkiye’nin destek vermemesin­den dolayı Türkmenlerin cezalandırıldığı da söylenmiştir.[13]


I.I.III.III.  SÜRYANİLER

Süryani parti ve örgütler Saddam sonrası Irak için laik, demokratik bir cumhuriyetin kurulmasını ve Süryanilerin haklarının korunduğu bir otonomi istemektedirler.[14]




I.I.III.IV.  SÜNNİ ARAPLAR

Irak’ta Sünni Arapların yaklaşık nüfusu 4.5-5 Milyondur. Yoğun olarak yaşadıkları şehirler Bağdat, Ramadi, Samarra, Tikrit, Ana ve Hadisa olarak sıralanabilir. Irak’ın Saddam zamanında askeri gücünün 80.000’nin ve iyi eğitilmiş askeri ekibin Sünni Araplardan oluştuğu bilinmektedir.[15]




I.I.III.V.  KÜRTLER

Kürtlerin toplam nüfusları 20 milyon civarında tahmin edilmektedir. Sürekli kamuoyumuzu meşgul eden Kuzey Irak bölgesinde de 5 milyon civarında Kürt yaşamaktadır. Nüfusları az olmasına rağmen iyi örgütlenmiş askeri yapıları vardır. Bundan dolayı Şiilerden fazla etkinlikleri vardır. Osmanlı Devletinin son dönemlerinden beri bölgede bağımsız hareket etme temayülü göstermişler ve hali hazırda siyasi yapıları bağımsızlık fikri temeli etrafında gelişmiştir. Irak Kürtlerinin kurucu rol üstlendiği 35 siyasi parti ve örgüt bulunmaktadır. Bunların en güçlüleri Irak Kürdistan Demokratik Partisi (IKDP), Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği (IKYB)’dir. Bu örgütler çerçevesinde Mesut Barzani ve Celal Talabani ismi önem kazanmaktadır. Ayrıca son zamanlarda İslami Hareket’te önem kazanmaya başlamıştır.[16]



Bütün gayretlerini bağımsızlık temeline oturtan Kürtlere ABD’nin beklenmedik bir şok yaşatabileceği de gözden uzak tutulmamalıdır. ABD böyle bir ayrılığı desteklemeyeceğini açıkça belirtmiş,[17] bu durum da politikalarını federalizm adı altında yürütmeleri fikrini beraberinde getirmiştir. Nitekim 08.01.2004 tarihinde Irak Kürdistan Demokrat Partisi (IKDP) lideri Mesud Barzani ile Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği (IKYB) lideri Celal Talabani Irak Geçici Hükümet Konseyi (GHK) üyeleri ile bir araya gelerek Irak’ın kuzeyinin statüsünü görüşmüş, Talabani yaptığı açıklamada, Irak halkının yararına hareket ettiklerini söylerken, Irak’ı parçalara bölmek amacıyla hareket etmediklerini belirtmiştir.[18]


I.II. ABD’NİN KÖRFEZDEKİ POLİTİKASI

İngiltere 1971’de Basra Körfezinden çekilmiş bu da ABD’nin kendini etkin bir biçimde bölgede kendini göstermesini sağlamıştır. Ancak 1971 yılına kadar ABD’nin bölge üzerindeki politikası Ortadoğu’nun devamı niteliğindedir. Bölgede petrolün bulunması ABD’nin bölgeye olan ilgisini arttırmıştır. Ancak bu ilgiden bölgenin stratejik konumu da etkilidir. ABD’nin Körfez Bölgesine girişi 1920’li yıllarda petrol şirketlerinin bölgeden petrol ayrıcalığı elde etmesi ile başlamıştır. Burada İngiltere’ye petrol sevkıyatının güvenliği konusunda yardımcı olmuştur.[19] Zaman içerisinde ABD’nin bölge ile ilişkileri gün geçtikçe daha da artmış günümüze kadar kopmayacak şekilde gelişme göstermiştir. Bundan dolayı ABD bölgede kendinden başka kendi menfaatlerini tehdit eden ikinci bir gücün varlığına çok soğuk bakmaktadır. [20]



İsrail Devletinin kuruluşunda ABD ve İngiltere’nin çok aktif rol oynamaları Müslüman ülkelerin ve özelliklede bu bölgedeki Arap ülkelerinin düşmanlıklarını arttırmıştır. Körfezde ki menfaatleri yüzünden ABD, Arap İsrail savaşında (1948) tarafsız görünmeye çalışmış ise de kendilerine duyulan nefretin önüne geçememiştir. Ayrıca ABD’nin silah satışlarında Ortadoğu Bölgesinde büyük yer tutması bu bölgenin huzurlu bir şekilde neden yaşayamadığını da açıklamaktadır. ABD yılda 7 Milyar dolarlık silah satışı yapmaktadır ki Ortadoğu’nun barış ve huzura kavuşması tabi ki kendilerine gelecek rantın azalmasına sebep olacaktır.[21]

ABD politikası Başkan Nixon döneminde değişme göstermiş ve Körfez bölgesinde ABD’nin çıkarına ters olacak şekilde herhangi bir saldırı veya tehdit olması halinde güç kullanılacağı ortaya çıkmıştır. Buna bağlı olarak bölge ülkeleri ile ilişkiler kurularak üst ve liman kolaylığı sağlanmaya çalışılmış ayrıca Hint Okyanusunda ki askeri varlıkları da güçlendirilmiştir.

Körfezdeki politikaların başka bir temelini de İsrail’in güvenliği oluşturmaktadır. ABD bölgede genel olarak güç dengesi diye tanımlanabilecek bir politika izlemiş birinci Körfez Savaşından sonra ise bu politika bölgeyi tamamen kontrol altına alma politikası olarak değişmiştir.[22]


I.III.  TÜRKİYE VE ABD

Türkiye bulunduğu konum itibariyle  Batılı devletler için büyük öneme sahip bir yerdedir. Çünkü Batıyı Ortadoğu Bölgesine bağlayan bir köprü niteliğindedir. Soğuk savaş zamanında da Sovyetler Birliği ile Ortadoğu ülkeleri arasında da stratejik bir tampon bölgesi olmuştur.[23] 1980lerde Türk İsrail ilişkilerinde gelişme görülmesi ABD ile ilişkileri güçlendiren bir faktör olmuştur. Türkiye ve İsrail ABD’nin bölgede ki en yakın müttefikleri olmuştur. Bundan dolayı Türk-İsrail ilişkilerinin kuvvetlenmesi dolaylı olarak ABD ile ilişkilerin güçlenmesini de beraberinde getirmiştir. Rahmetli Cumhurbaşkanımız Turgut Özal İsrail’den oldukça fazla yararlanmak istemiş 1985 yılında ABD’ye yaptığı bir ziyaret sırasında bu ülkedeki en güçlü konumu da olan Yahudi Lobileri ile ve İsrail’in Büyükelçisi ile gizlice görüşmüş, kendilerinden İsrail ile ilişkileri geliştirme karşılığında kongrede Türkiye’ye destek sözü almıştır.[24]




I.IV.  I.KÖRFEZ SAVAŞI

Irak 2 Ağustos 1990 günü Kuveyt’i önce işgal sonra da ilhak ettiğini açıklamış böylece de Körfez krizi çıkmıştır.[25] Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesinin başlıca sebebi Kuveyt’i ayrı bir devlet olarak görmemesi veya görmek istememesidir. Onlara göre Kuveyt Irak’ın topraklarından bir bölümünü gasp etmiş ve hala Irak’a bağlı bir vilayet hükmündedir. Ve kanaatimizce Saddam’ı böyle bir işe sevk eden en önemli etken de budur.[26] Nitekim Saddam’da gerekçe olarak Kuveyt’in haklı olarak Irak’a ait olduğunu, batılı emperyalistlerin zorla bu ülkeyi kendilerinden ayırdığını ileri sürmüştür.[27] Ayrıca Irak İran-Irak savaşı sırasında bazı maddi fedakarlıklarda bulunduğunu bundan dolayı bazı borçlarının silinmesi gerektiğini hatta Irak–Kuveyt sınırının tekrar tespit edilmesi  gerekliliği üzerinde durmaya başlamıştır. 31 Temmuz 1990 ‘da Irak ve Kuveyt heyetleri Cidde’de bir araya gelmişler petrol sınır ve mali konularda görüşmüşlerdir.[28] Ancak heyet görüşmelerden bir sonuç alamayınca Irak 1Ağustos’u 2 Ağustos’a bağlayan gece Kuveyt sınırına yığmış bulunduğu 150 Bin kişilik ordusuna işgal emri vermiş. 7 saat sonra da başkent Kuveyt’e girilmiştir.[29] Bu işgal sonucunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplanarak 660 sayılı kararı almıştır. Bu karar Irak’ın Kuveyt’ten derhal ve şartsız olarak çekilmesini sorunların çözülmesi için görüşmelerin yapılmasını içeren bir karardır. Savaş çıkmadan önce BM Güvenlik Konseyi 12 defa toplanmış 12.kararında ABD liderliğindeki çok uluslu güce kuvvet kullanma izni çıkmıştır.[30] 17 Ocak 1990 günü ABD Başkanı George Bush çöl fırtınası harekatının başladığını duyurmuş ve fiilen savaş bugün başlamıştır. Türkiye, ABD ve çok uluslu güce siyasi destek vererek NATO Hava üssünü kullandırmaya başlamıştır.[31] 15 Şubat 1990’da Irak yönetimi BM Güvenlik Konseyinin 660 sayılı kararını şartlı olarak çekilmek kaydıyla kabul ettiğini açıklamış 26 Şubat’ta Saddam Hüseyin Kuveyt’ten çekileceğini ancak Kuveyt’in ebediyen Irak toprağı olarak kalacağını söylemiştir. 27 Şubat günü ABD’nin tamamen üstünlüğü ele alması ile birlikte ateşkes ilan edilmiş 28 Şubatta ateşkes yürürlüğe girmiş fiilen savaş sona ermiştir.[32] Eğer Saddam Hüseyin Kuveyt’i almayı ve elinde tutmayı başarsaydı OPEC üretiminin yüzde 20, Dünya petrol rezervlerinin de yüzde 20 doğrudan kontrolünü ele geçirmiş olacaktı.[33] ABD tarafından neden bu kadar acele ve şiddetli bir şekilde bu harekatın yapıldığının da bir izahıdır bu gerçek.


Türkiye Körfez Krizinin ilk gününden itibaren Irak karşıtı cephede yer almış bunda Irak’ın PKK”ya verdiği destek, aşırı silahlanması ve Türkiye’nin Güney Doğu Anadolu’daki  projesine karşı takındığı tutum etkili olmuştur. [34] Turgut Özal savaş esnasında klasik dış politikanın dışına çıkarak oldukça aktif bir politika izlemiş ancak bürokrat kesim Türkiye’nin tedbirli hareket etmesini gerektiğine inanmış ve Özal’ı bu yönde uyarmıştır. Dışişleri Bakanlığının tedbirli olunmalı diye algıladığı durumu Turgut Özal fırsat ve avantajlardan yararlanılmalı olarak algılamıştır. [35] Aslında Özal bütün politikacılardan ve dış politika uzmanlarından daha gerçekçi olmayı başarmıştır. O da şudur: Özal, Körfez Krizinin bizi çok yakından, hatta diğer bütün devletlerden fazla ilgilendirdiğini başından beri anlamıştır. Irak’ın savaştan önceki üstün silahlarla bize nasıl bir tehlike oluşturduğunun farkında idi. Bu yüzden muhalefetin baskılarına rağmen BM tarafından oluşturulan koalisyona katılmanın ve konulan ambargoyu uygulamanın sadece zorunluluk değil aynı zamanda çıkarlarımıza da uygun olacağı kanısındaydı.[36] Bu savaşta Türkiye geleneksel politikasını Özal ile birlikte değiştirerek aktif taraflılık politikası izlemiştir. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı Özal, Iraklı bir temsilcinin kendisini ziyaret edip Kuveyt’ten çekilmeyeceklerini söylemesi ve işbirliği teklif etmesinin hemen ardından 5 Ağustos 1990’da yine ABD Başkanı Bush’u arayıp, Bush’a, ambargonun yetmeyeceğini, derhal askeri operasyonları düşünmek gerektiğini Saddam’ın, Kaddafi’den daha tehlikeli biri olduğunu, ve Saddam’ın gitmesi gerektiğini söylemiştir. Ayrıca Bush’a savaşmayı reddeden 120 subayı ‘daha dün’ kurşuna dizdiğini hatırlatmış, eğer abluka çok katı olursa, halkın Saddam’ı devirebileceği görüşünde olduğunu bildirmiştir. Ancak Irak’ın ambargoya sonuna kadar direneceğini kendisine aktarmıştır.[37]


Türkiye bu savaşla birlikte yıllardır Arapların sorunlarına karışmama politikasını bırakıp bizzat ABD bloğunda yer alarak aktif bir politika izlemiştir. Savaştan sonra Irak’ın kuzeyinde uçuşa yasak  bölge uygulamasına başlanmış ve kuzeyden Saddam çıkarılmış, burada özerk bir yönetim kurulmuştur. İncirlikte Çekiç Gücün konuşlanması ile birlikte Türk kamuoyu üzerinde Çekiç Gücün PKK’ya yardım ettiğine dair kanaat güçlenmiş ve hoşnutsuzluk oluşmuştur. İleride de bahsedeceğimiz Türkiye’nin Kuzey Irak’ta oluşabilecek bir Kürt Devletine karşı duyduğu hassasiyetin altında da kanaatimizce bu yatmaktadır. Nitekim Çekiç Gücün bölgeye konuşlanmasından sonra da PKK terörü hız kazanmaya başlamıştır.[38] 2. Körfez Savaşı’nda da yaşanan gerilimin temelinde de bu güvensizliğin yattığının söylenmesi yanlış olmaz. Hatta iki müttefik arasında da politikaların net bir şekilde ortaya konmamasından dolayı yanlış anlamalar bulunduğu da ileri sürülebilir.


Yaklaşık 205.500 Iraklının Birinci Körfez Savaşı sonrasında öldüğü, ölümlerin 35.000 inin savaş sonrası sivil çatışmalarda, 111.000 inin de altyapının yok edilmesi sonucu gerçekleştiği belirtilmektedir. BM yaptırımlarının 12 yıl boyunca uygulanması sonucunda ise çocuk ölümlerinde 370 bin ile 530 bin arasında bir artış olmuştur.[39]

Ağustos 1990’da Irak Kuveyt’i işgal etti. Bu hareket en azından acil bir tehdit oluşturuyordu. Birleşik Devletlerin cevabı, Iraklıları Kuveyt’in dışına sürdüğü ve iyi bilinen askeri ve politik nedenlerle daha ileri gitmemeye karar verdiği Körfez Savaşıydı. Fakat bu savaş Saddam Hüseyin’i iktidarda bıraktı.




II. KÖRFEZ SAVAŞI VE TÜRK DIŞ POLİTİKASI

II. ABD’NİN SAVAŞI

II.I. ABD’NİN YENİ GÜVENLİK STRATEJİLERİ VE YANSIMALARI

Sovyetler Birliği’nin ve bu ülkenin önderliğini yaptığı Varşova Paktı’nın dağılmasıyla birlikte, 1990’ların başından itibaren zamanın Amerikan başkanı George Bush’un Yeni Dünya Düzeni olarak adlandırdığı döneme girilmiştir.[40] Bu dönemde Amerikanın temel üç politikasının olduğunu söylemek yanlış olmaz. Hegemonyasını korumak, buna göre yeni bir dünya düzeni oluşturmak ve başka bir rakip gücün oluşmasını engellemek.[41] Ardından gelen Clinton yönetimi ile bu strateji ile bağlantılı ancak şiddet meyli göstermeyen bir strateji yürütülmüş, George W. Bush ile de kendilerini tehdit edebilecek bir oluşumu daha başlarken vurmayı amaçlayan bir strateji oluşturulmuştur. 11 Eylül saldırılarının ardından bu strateji uygulamaya konmuş, bu bağlamda Afganistan’a ve Irak’a savaş açılmıştır. Bu bağlamda Irak Savaşı daha bir önem kazanmaktadır. Çünkü Irak Savaşı kendi içinde bir savaş değil ABD’nin tek taraflı olarak Orta Doğu’yu ve sonra da dünyayı yeniden yapılandırma projesinin ilk adımıdır.[42] Bu savaşta İngiltere’de ABD ile birlikte yer almıştır. ABD ve en yakın müttefiki İngiltere’nin ittifaklarında her iki devletin de çıkarları vardır. ABD yalnız kalmama, destek sağlama ve askeri destek amacı gütmüş, İngiltere ise uluslararası sistemde aktif rol alabilme imkanı bulmuş ayrıca ABD aracılığıyla Ortadoğu’ya açılma planı yapmıştır. Yine ABD İngiltere sayesinde AB’nin direncini kırabilmiştir.[43] Nitekim AB Savaş konusunda ortak bir politika üretememiş, üyeler arası ortak bir görüş oluşturamamıştır.[44]


17 Eylül 2002 tarihinde ABD Başkanı tarafından imzalanarak yürürlüğe giren Yeni Güvenlik Stratejisi toplam 9 bölümden oluşmaktadır. Kısaca birinci bölümde ABD’nin uluslar arası stratejisi gözden geçirilmekte ABD’nin dünyada bir eşinin ve örneğinin olmadığı belirtilmektedir. İkinci bölümde insan onuru ve hakları üzerinde durulmakta özgürlüğü ve adaleti savunma gereği vurgulanmaktadır. Üçüncü bölümde ABD’ye ve onun dostlarına karşı saldırıları önlemeye çalışmak ve küresel terörizmi yenmek için uluslar arası dayanışmanın güçlendirilmesi üzerinde durulmaktadır. Teröristlerin izole edilmesi için bölgesel müttefikler ile gayretlerin birleştirilmesi askeri, mali ve politik destek sağlanması öngörülmektedir. Dördüncü bölümde bölgesel sorunların üstesinden gelinebilmesi için işbirliğinin gerektiği ve müttefikler arasında dayanışmanın gerekliliği üzerinde durulmaktadır. Büyük güçler arasındaki rekabet bölgesel sorunlar ile birleşince insan haklarına saygıyı azaltacaktır. Beşinci bölümde kitle imha silahları üzerinden gelen tehdidin önlenmesi üzerinde durulmaktadır. Radikalizm ve teknoloji bileşimi en ciddi sorunlar arasında gösterilmektedir. Asi olarak tanımlanan devletlerin terörizme destek verdikleri ulusal kaynakları şahsi menfaatlerinde kullandıkları hassas askeri teknolojiler ve kitle imha silahları edinmeye çalıştıkları belirtilmekte bundan dolayı bu devletlerin büyük bir tehdit kaynağı olduğunun altı çizilmektedir. Altıncı bölümde serbest pazar ve ticaret üzerinde küresel ekonominin canlandırılması öngörülmektedir. Bu bölümde gelir artışının sağlanmasının olumlu etkilerine dikkat çekilmekte ABD’nin ekonomik büyümeyi ve hürriyetleri destekleyeceği ifade edilmektedir. Belgenin Yedinci bölümünde demokrasinin yeniden yapılandırılması ve gelişmenin yaygınlaştırılması üzerinde durulmaktadır. Bu bağlamda terörle savaşa devam edileceği ve bütün insanlar için daha iyi bir dünyanın oluşturulacağı ifade edilmektedir. Sekizinci bölümde küresel güç merkezleri ile işbirliğini gerektirecek gündemler oluşturulması gerektiğinin altı çizilmektedir. Belgenin son bölümünü ise ABD’nin ulusal güvenlik yapısının değişen zamana ve 21. yüzyılın gereklerine göre fırsatları karşılayacak şekilde yeniden yapılandırılması oluşturmaktadır.[45] Konumuz itibariyle doktrinin en çarpıcı noktasını şu cümle oluşturmaktadır. “ABD, Haydut Devletleri ve onların terörist dostlarını bizi ve müttefiklerimizi kitle imha silahları ile tehdit eder hale gelmeden önce durdurmaya hazır olmalıdır.”[46] 



Yüklə 0,63 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin