I u n d e n bugüN



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə23/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   129

Bibi. Derviş Mustafa, Harik Risalesi, TSM, Hazine, no. 1632; Tarih-i Naima, V, 117; Iz-zî, Tarih, ist, 1199, s. 216-217, 233-234; Silahdar Tarihi, I, 183; Mûri't'-Tevârth, I-III; Ayvansarayî, Mecmuâ-i Tevârih, 333; A. Ce-vad (Paşa), Etat militaire ottotnan, î/1: Le corps deş Janissaires, ist, 1882, s. 48-51; Par-doe, Bosphorus; E. Oberhummer, Konstanti-nopel unter Sultan Suleiman, München, 1902, s. 13, levha 10; İlmiye, 138-139, res. 152-153; R. E. Koçu, Yeniçeriler, tst, 1964; ay, "Ağakapısı", 75714, I, 245-247; Uzunçarşılı, Kapıkulu, I, 390 vd; S. Eyice, "Ağakapısı", DlA, î, 462-464.

SEMAVİ EYİCE-NECDET SAKAOĞLU



AĞAÇAYIRI MESCİDİ VE TEKKESİ

Fatih İlçesi'nde, Kocamustafapaşa ve Yedikule semtlerinin sınırında, Ağaçayı-rı mevkiinde, Cambaziye Mahallesi'nde, Alayimamı Sokağı ile Ağaçayırı Soka-ğı'nın kavşağında yer almaktadır.

Ağaçayırı Mescidi'nden söz eden matbu kaynakların en eskisi olan Hadî-ka'da yapının Kasım Çavuş Ağa tarafından inşa ettirildiği, baninin mihrap duvarı önünde gömülü olduğu belirtilmekte, ne var ki gerek burada gerekse de diğer kaynaklarda inşa tarihine veya Kasım Çavuş'un yaşadığı devre ilişkin hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Üstelik ne camide ne de baninin mezar taşında bu hususları aydınlatacak bir kitabe görülmektedir. Çevre halkı arasında yaşatılan, Kasım Çavuş'un Fatih'in deveciba-şısı olduğu yolundaki rivayeti de belgelemek mümkün olmamaktadır. Nitekim, İstanbul'un fethinden 1546'ya kadar, tarihi yarımadada tesis edilen bütün hayır eserlerinin vakfiye özetlerini içeren istanbul Vakıfları Tahrir Defteri''nde Ağaçayırı veya Kasım Çavuş Mescidi'nin adı geçmez. Söz konusu mescide, 18. yy'ın birinci çeyreğinde Halvetî-Sünbülî tarikatından meşihat konulmuş olduğuna göre inşa tarihinin 16. yy'ın ikinci yarısı ya da 17. yy içinde yer alması gerekir. Mescit adını, çevresinde yer aldığı, eski bir mesire olan Ağaçayırı'ndan almakta, aynı zamanda banisinin adıyla da anılmaktadır.

Ağaçayırı Mescidi'nde (eski tabirle "derûnunda") tesis edilen tekkenin de kuruluşuna ilişkin bazı şüpheli noktalar bulunmaktadır. Şöyle ki; Vakıflar İdare-si'ndeki kayıtlarda, tekkenin banisi olarak, Zâkir, Mecmua-i Tekâyââaki şeyhler listesinde ikinci sırada yer alan Şeyh Mustafa Safvetî Efendi gösterilmekte, ayrıca tekkenin tesis tarihi, daha doğrusu mescide hangi tarihte meşihat konulduğu da açıklanmamaktadır. İlk postni-şin Şeyh el-Hac Ahmed Efendi'nin vefat tarihinden (1154/1741) hareketle mescidin bu tarihten önce, muhtemelen 18. yy'ın birinci çeyreğinde tekke olarak kullanılmaya başladığı söylenebilir. Ağaçayırı Tekkesi "Çayır, Safvetî, Şeyh Safvetî, Süddedâr" gibi isimlerle de tanınmaktadır.

Atatürk Kitaplığı, O. N. Ergin yazmaları, no. 1825'te kayıtlı, yaklaşık 1220/1805 tarihli İstanbul tekkeleri listesinde, "Ağaçayırı'nda Süddedâr Tekkesi" kaydının yanında, yeni imar edilmiş olduğunu gösteren "nev-âbâd" ibaresi göze çarpmakta, diğer taraftan Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ'daki şeyhler listesinde, 1207/1792'de vefat etmiş olan üçüncü postnişin Süleyman Efendi'den sonra gelen Şeyh Ebubekir Efendi'nin Kadiri tarikatından olduğu belirtilmekte, söz konusu tarikat değişikliği, İstanbul tekkelerine ilişkin listelerden de izlenebilmektedir. Bütün bunlar, Ağaçayırı Mescit-Tekkesi'nin, 19. yy başlarında, yeni baştan inşa ettirilmese de, muhtemelen Şeyh Ebubekir Efendi tarafından köklü bir onanma tabi tutulduğunu göstermektedir.

Halvetîliğin Sünbülî koluna bağlı olarak kurulan Ağaçayırı Tekkesi, 19. yy'ın birinci çeyreğinde Kadirîliğe bağlanmış, sonra tekrar Sünbülîlerin eline geçmiş-



AĞAÇKAKAN MESCİDİ

96

97

AĞALAR CAMÜ

tir. Şeyhlerinin listesi şöyledir: 1) Şeyh el-Hac Ahmed Efendi (ö. 1741); 2) Şeyh Mustafa Safvetî Efendi; 3) Şeyh Meh-med Şemseddin Efendi (ö. 1775): Mes-cit-tevhidhanenin mihrap duvarı önündeki küçük hazirede gömülüdür. Kabir kaşında Sünbülî tacı görülür; 4) Şeyh Süleyman Efendi (ö. 1792); 5) Şeyh Ebubekir Efendi (ö. 1804): Mescit-tev-hidhanenin haziresinde gömülüdür; 6) Şeyh Sadık Efendi: Zâkir'in, Mecmua-i Tekâyâ'sindi adı bulunmayan bu şeyhin varlığı, Süleymaniye Kütüphanesi, Zühdü Bey böl., no. 489'da bulunan, müellifi bilinmeyen, 1823 civarına tarih-lenebilen, İstanbul'daki tekke şeyhlerinin dökümünü içeren elyazmasından tespit edilmektedir. Burada, Kadirî şeyhleri arasında "Kocamustafapaşa kurbünde Ağaçayırı'nda Şeyh Bekir Efendi hulefâlarından Şeyh Sadık Efendi dâileri" kaydı bulunmakta, böylece Sadık Efendi'nin, selefi Ebubekir Efen-di'nin halifesi olduğu, Kadirîliğe bağlı bulunduğu da anlaşılmaktadır; 7) Şeyh Mehmed Emin Efendi (ö. 1847): 1834'te Saliha Sultan ile Halil Rıfat Paşa'nın düğününe davet edilen Sünbülî şeyhleri arasında adı geçmekte, Ağaçayırı Tek-kesi'nin Kadirîlerden tekrar Sünbülîlere intikal ettiği anlaşılmaktadır; 8) Şeyh Mehmed Şevki Efendi (ö. 1854); 9) Şeyh Mehmed Raşid Efendi (ö. 1912): Selefinin oğludur. 1889 tarihli Münib, Mecmua-i Tekâyâ 'da postnişin olarak kayıtlıdır; 10) Şeyh Rıza Efendi: Tekkenin son postnişini olduğu anlaşılan bu şeyhin varlığı 1923 tarihli Sefîne'den öğrenilmektedir.

Ağaçayırı Mescit-Tekkesi tekkelerin kapatılmasından sonra cami olarak kullanılmaya başlamış, 1940 civarında kadro harici bırakılmış, bu tarihten sonra kullanılmayan ve harap olan yapı 1964'te çevre halkının yardımlarıyla onarılarak tekrar ibadete açılmıştır. Bu onarım sırasında, aynı zamanda tekkenin tevhidhanesi olarak kullanılan mescidin mimari kimliğine uymayan değişiklikler olmuş, bu yapının kuzey yönünde yer alan ahşap tekke bölümlerinin yerine de, aynı şekilde uyumsuz, betonarme meşruta ve tuvaletler inşa edilmiştir.

Mescit-tevhidhanenin, nispeten özgün kalabilmiş harim bölümü kare planlıdır. Giriş kuzey duvarında, mihrap ek-senindedir. Onarımda, kesme taş örgüsünü taklit eden, fugalı bir sıvayla kaplanmış olan duvarlarda, iki sıra halinde düzenlenmiş dörder pencere bulunmaktadır. Alt sıradakiler dikdörtgen açıklıklı, üsttekiler yuvarlak kemerlidir. Aslında ahşap olduğu anlaşılan son cemaat yeri, betonarme tekniği ile yeniden inşa edilirken, son derece oransız, enine dikdörtgen percerelerle donatılmıştır.

Kagir duvarlı, ahşap çatılı alelade bir yapı olan mescit-tevhidhanenin en özgün unsuru, harimin kuzeybatı köşesine kondurulmuş olan bodur minaredir. Dışa taşkın kare bir kaide üzerine oturan

Ağaçayırı Mescidi ve Tekkesi'nin bodur

minaresi.

M. Baha Tanınan, 1993

ve harim kitlesi ile yanı yükseklikte olan minare, kaide üzerine oturan, dikdörtgen pencereli bir ezan okuma yeri ile donatılmıştır. Soğan biçiminde, kurşun kaplı bir ahşap külahla son bulan bu ilginç minare, bazı istanbul mescitlerinde görülen şerefesiz bodur minarelerin "nev'i şahsına mahsus" bir örneğini oluşturmaktadır. Bunun yanına eklenmiş olan mescit kitlesine göre fazla uzun düşen yeni minarede klasik Osmanlı üslubundan alınma ayrıntılar bulunmaktadır.

Alayimamı Sokağı'ndan girilen avluda görülebilen tek özgün unsur, mermerden yontulmuş, dikdörtgen prizma biçimindeki abdest tekkesidir. Mihrap duvarının önünde, tek sıra halinde dizilmiş dört adet mezarı barındıran küçük bir hazire bulunmaktadır. Mihrabın hizasında yer alan tarihsiz, kavuklu şahide Kasım Çavuş'a aittir. Diğer üç şahi-dedin ikisi Şeyh Mehmed Şemseddin Efendi ile Şeyh Ebubekir Efendi'ye aittir, biri de Nûr-u dîdem oğlum / Abdül-kadir âb / kuş gibi uçdu mısralarıyla başlamakta ancak alt kısmı toprağa gömülü olduğu için kitabenin devamı okunamamaktadır. Aynı sırada, küçük bir mezar şahidesi görünümünde, 17 Zilhicce 1277/1861 tarihli, bir namazgaha ait mihrap taşı bulunmaktadır. Eski devirlerde, mesirelerin muhakkak bir namazgaha sahip olduğu hesaba katılırsa, bu taşın Ağaçayırı mesiresinde bir zamanlar var olan namazgahtan getirilip buraya dikildiği tahmin edilebilir.

Duvarlar içerden formika lambrilerle kaplanmış, ahşap kaplamalı tavan yüzeyinde, ince çıtalarla kareli bir taksimat uygulanmış, kuzey duvarı önündeki betonarme mahfil mihrap ekseninde yer

alan bir sütunla desteklenmiştir. Yuvarlak kemerli mihrap, klasik üslupta, çubuklu bir silme ile kuşatılmıştır. 19. yy'a ait olan ahşap minberde II. Mahmud'un güneş kabartmaları, ayrıca beş ve sekiz kollu yıldızlar görülmektedir. Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 47-48; Kut, Dergehnâme, 222; Çetin, Tekkeler, 586; Aynur, Saliha Sultan, 34, no. 9; Âsitâne, 8; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 6, no. 29, 66-67, no. 104; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 8; th-saiyat II, 21; Vassaf, Sefine, V, 273; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 79-80; Öz, istanbul Camileri, I, 19; İSTA, I, 235-236; ÎKSA, I, 311; Fatih Camileri, 146, 269.

M. BAHA TANMAN



AĞAÇKAKAN MESCİDİ VE SffiYAN MEKTEBİ

Fatih İlçesi'nde, Kocamustafapaşa-Ağaçkakan semtinde, Alifakih Mahalle-si'nde, Ağaçkakan Sokağı ile iskender Paşa Camii Sokağı'nm kavşağında yer almaktadır.

Banisi, mescidin Kıble yönünde gömülü olan Debbağ İskender Çelebi'dir. Matbu kaynaklarda, ne İskender Çele-bi'nin ölüm tarihi ne de mescidin inşa tarihi hakkında bir bilgi bulunmaktadır. Ancak mescidin, 953/1546 tarihli istanbul Vakıftan Tahrir Defterinde adının geçmemesinden, ayrıca eski yapısında gözlenen mimari özelliklerinden hareketle 16. yy'in ikinci yarısına veya 17. yy'a ait olduğu söylenebilir. Banisinin adından ziyade bulunduğu Ağaçkakan semtinin adıyla anılan mescit, tespit edilemeyen bir tarihte, Kalaycızade Mehmed Efendi adında bir şahsın minber koydurmasıyla camie dönüştürülmüştür. Cumhuriyet devrinin başlarında, kullanılmadığı için bakımsız kalarak harap olan yapı 1955'te, çevre halkının yardımlarıyla yeniden inşa ettirilmiştir.

İstanbul Ansiklopedisinde: yer alan, R. Sevinçsoy'a ait plan krokisi ile dış görünüm eski mescidin mimarisi konusunda aydınlatıcı olmaktadır. Bu yapı, enine dikdörtgen planlı, bağdadi duvarlı, kapalı bir son cemaat yeri ile moloz taş örgülü duvarları olan, ters "T" planlı bir harim bölümünden meydana gelmekteydi. Geniş saçaklı, kiremit örtülü bir ahşap çatı yapıyı örtüyordu. Krokide, İskender Paşa Camii Sokağı üzerinde bulunan cümle kapısından son cemaat yerine girildiğinde, hemen sağda, mihrap ekseninden batıya doğru kaydırılmış harim kapısı bulunmaktadır. Son cemaat yeri ile harimi ayıran duvarın eksenine küçük bir mihrap, bunun yanlarına da, simetrik konumda birer pencere yerleştirilmiştir. Harim mekânının, ahşap çatılı mescitlerde hemen hiç görülmeyen ters "T" planında olması, diğer taraftan minarenin -geleneksel mescit şemasına aykırı olarak- harimle son cemaat yerinin sınırında bulunmaması, ayrıca minareden itibaren kuzeye doğru harim duvarlarının bağdadi olarak devam etmesi muhtemelen geç devirde, ibadet alanını genişletmek amacıyla son

cemaat yerinin harime katıldığım, kuzey yönüne de yeni bir son cemaat yerinin yapıldığını kanıtlamaktadır. R. Sevinç-soy'un, mescidin güney ve batı cephelerini gösteren deseninde, harim duvarlarının ikişer çift pencere ile donatılmış olduğu, alt sıradakilerin sivri kemerli olarak tasarlandığı görülmektedir. Harimin kuzey duvarı boyunca uzanan, ahşap fevkani mahfil dört adet ahşap sütuna oturmakta, batı kesiminde kavisli bir çıkma yapmaktadır. Bugünkü mescit inşa edilirken, tasarımın ana hatlarında ve boyutlarda eski yapıya belirli ölçüde sadık kalınmış, ancak bu arada, basık kemerlerle donatılan tepe pencereleri alt sıradaki pencerelerin üzerine oturtularak cephelerdeki klasik oranlar bozulmuş, fevkani mahfil kagire dönüştürülmüş, harim duvarları, pencerelerin alt hizasına kadar, ayrıca mihrap fayansla kaplanmıştır. Özgünlüğünü koruyabilmiş tek unsur olan minare, almaşık örgülü çokgen kaidesi, alternatif dizilmiş üçgenlerden oluşan pabucu, alt ve üst bitimlerinde kesme taştan simitlerle donatılmış, almaşık örgülü ve silindir biçimindeki gövdesi, alçıdan mamul, geometrik şebekeli şerefe korkulukları ve kurşun kaplı konik ahşap külahı ile dikkati çeker. Mescidin güneybatı köşesinde, İskender Paşa Camii Sokağı tarafında, duvara yerleştirilmiş olan çok ufak bir mermer levhada, sülüs hatla yazılmış Kelime-i Tevhid ve "Şefaat yâ Nebiyallah" ibaresi görülmektedir. Cümle kapısının üzerine, Arap rakamlarıyla 1955 tarihli, Nuri imzalı, sülüs hatlı bir ayet levhası konmuş, baninin, mihrap önündeki kabri Latin harfli bir şahide ile donatılmıştır.

Aynı mahallede, Ağaçkakan Mesci-di'nin 200 m kadar batısında, Hacı Ham-za Mektebi Sokağı'nda, Debbağ İskender Çelebi tarafından yaptırılmış bir sıb-yan mektebinin kalıntıları bulunmaktadır. "Ağaçkakan" ya da "Hacı Hamza" adlarıyla anılan bu mektebin, klasik üslupta, almaşık duvarlı, çift sıra pencereli bir yapı olduğu anlaşılmaktadır.

Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 37; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 6-7, no. 30; İSTA, I, 238; Öz, İstanbul Camileri, I, 19; Aksoy, Sıbyan Mektepleri, 12; ÎKSA, I, 314-315; Fatih Camileri, 314.

M. BAHA TANMAN



AĞAÇKAKAN TEKKESİ

Fatih İlçesi'nde, Kocamustafapaşa-Ağaç-kakan semtinde, Alifakih Mahallesi'nde, Ağaçkakan (İskender Çelebi) Mesci-di'nin yanında yer alıyordu.

Adını, bulunduğu semtten ve komşusu olduğu mescitten alan bu tekke 1256/1840 yılında, Bedevî tarikatından, "Şeyh Ahmed Baba" olarak tanınan Şeyh el-Hac Ahmed Niyazi Efendi (ö. 1877) tarafından kurulmuştur. İstanbul tekkelerine ilişkin kaynaklarda, banisinin, üçüncü postnişini Şeyh Mustafa Nailî Efendi'nin veya bağlı bulunduğu tarikatın adlarıyla da anılmaktadır. İstanbul Kültür ve Sanat Ansiklopedi-

si'ndeki maddede, İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü Arşivi, R. 1341/1925 tarihli Esâmi-i Tekâyâ Defterinde bulunan vakfiye özetinde, Şeyh A. Niyazi Efendi'nin "bir semahaneyi hâvi menzilini zaviye olmak üzere" vakfettiği, mü-tevellilik ve şeyhlik (tevliyyet ve meşi-. hat) görevlerinin, neslinden gelecek "eslah ve erşed" (en salih ve en reşid) kişi tarafından üstlenilmesini şart koştuğu, söz konusu evini de şeyh olanların ikametine tahsis ettiği belirtilmektedir.

Kapatıldığı tarihe (1925) kadar Bedevî tarikatına bağlı kalan Ağaçkakan Tekke-si'nde çarşamba günleri ayin icra edilmiş, postuna şu kimseler oturmuştur: 1) Şeyh el-Hac Ahmed Niyazi Efendi (ö. 1877); 2) Şeyh Mehmed Arif Efendi (ö. 1883): Selefinin torunudur; 3) Şeyh Mustafa Nailî Efendi (ö. 1908): Selefinin oğludur. II. Abdülhamid yönetimi tarafından Fizan'a sürülmüş, önce Fizan'da sonra Trablus-garp'ta yaklaşık on üç yıl hapis yattıktan sonra hürriyetine kavuşarak İstanbul'a dönmüş, yokluğunda harap olan tekkesini ihya ettikten dört ay sonra kalp hastalığından vefat etmiştir; 4) Şeyh Mehmed Atâullah Aşkî Efendi (ö. 1932): Tekkenin son şeyhidir. Bani A. Niyazi Efendi'nin neslinden olmayıp, İstanbul'daki başka bir Bedevî tekkesinin postnişini Çerkez asıllı Şeyh Şevki Beyefendi'nin oğludur. Kozlu Mezarlığı'nda gömülüdür. Şeyh M. Nailî Efendi'nin ölümünden sonra, belki A. Niyazi Efendi'nin neslinden erkek evlat kalmamış olmasından, belki de başka bir sebepten ötürü tekkenin meşihatında bir sülale değişikliğinin vuku bulduğu anlaşılmaktadır.

Geçen yüzyılın ünlü zâkirlerinden Aşkî Efendi Şeyh A. Niyazi Efendi'nin oğlu, ikinci postnişin Şeyh Mehmed Arif Efendi'nin babasıdır. S. N. Ergun, Türk Musikisi Antolojisi-Dini Eserler'de hakkında şu bilgiler verilmektedir: "Sesinin güzelliği ve okuyuşunun düzgünlüğü ile iştihar eden değerli zâkiıierden biri de Aşkî Efendi'dir. Bilhassa Yazıcızade mersiyesini okumakla tanınmıştı... Sadrazam Kâmil Paşa'nın imamı idi. Hıdiv İsmail Paşa kızını evlendirdiği zaman birçokları gibi o da Mısır'a gitmişti. Orada hastalandı ve 1290/1873'te mevlevî-hanede vefat etti. Mısır'da Kadiriyyeden Talibî Dergâhı'ndaki makbereye defnedildi. Manastırlı Hoca Nailî şu tarihi vü-cude getirdi: Âd-i adhâda dedim târih-i fevtin Nailî / Hakka kurban eyledi Aşkî Efendi kendini 1290.

Tekkelerin kapatılmasını izleyen dönemde, Ağaçkakan Tekkesi bir yangında bütünüyle ortadan kalkmış, mimari özelliklerini aydınlatacak herhangi bir belge de bulunamamıştır. Mamafih, yukarda sözü edilen vakfiye özetinden, İstanbul'da, şeyh evinden tekkeye dönüşmüş pek çok başka tesis gibi bunun da, tarikat fonksiyonlarına uygun biçimde tadil edilen ve kullanılan, içinde tevhidhanesi, harem ve selamlık bölümleri bulunan ahşap bir meskenden ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Bu ev-tekkede,

R. 1301/1885 yılında, altı erkek ile üç kadının yaşadığı tespit edilmektedir.



Bibi. Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 64-65, no. 100; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 11; Ihsaiyat II, 22; Vassaf, Sefine, V, 271; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ. 29; Ergun, Antoloji, II, 484; İSTA, I, 238;' İKSA, I, 313-314; Fatih Camileri, 153.

M. BAHA TANMAN



AĞALAR CAMİİ

Bugün Topkapı Sarayı olarak adlandırılan Saray-ı Cedîd'in (Yeni Saray) üçüncü avlusunda bulunan Ağalar Camii, hasodanın yanındadır.

R. Ekrem Koçu, sarayın içindeki camilerin en büyüğü olan bu ibadet yerine Hünkâr Camii de denildiğini bildirir. Burada içoğlanları ve Enderun-ı Hümayun zülüflü ağalan namaz kıldıklarından, daha sonraları buraya Ağa Camii denilmiştir. Yapının kesin tarihi bilinmemekle beraber, Ağalar Camii'nin duvar örgü tekniği Fatih Sultan Mehmed döneminden kaldığına işaret eder. Kapılarından biri üstündeki 1136/1723-24 tarihli kitabeden ve duvar örgü tekni-ğindeki farktan, 18. yy'da Seyyid Mehmed Ağa adlı bir kişi tarafından büyük ölçüde tamir ettirildiği anlaşılmaktadır.

II. Mahmud döneminde, Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması kararının bu camide alındığı da söylenir. Ağalar Camii 1881'e kadar cami olarak kullanılmış, bundan sonra depo ve yemekhane olmuş ve üstünün kurşunları alınarak yıkılmaya bırakılmıştır. Ancak Topkapı Sarayı müze yapıldıktan sonra, 1925'ten itibaren kütüphane ve okuma salonu olarak restore edilmiş, sarayın çeşitli yerlerindeki yazma kitaplar burada toplanmış ve bunu anlatan 1928 tarihli bir kitabe güney tarafındaki kapısı üstüne konulmuştur.

Ağalar Camii, dikdörtgen planlı enlemesine uzanan bir yapıdır. Yanına kapısında 1136 tarihli kitabe olan mescit eklenmiştir. Camiin ilk yapıldığında üstünün kiremit kaplı bir ahşap çatı ile örtülü olduğu ve ancak 18. yy ortalarında şimdi görülen beşik tonozun inşa edildiği, bu sonuncu elemanın Türk klasik dönem mimarisine ters düşmesinden anlaşılır. Üstünde evvelce bir kubbe olduğu yolundaki görüş inandırıcı değildir. Ağalar Camii taş ve tuğla dizileri halinde yapılmış, yuvarlak kemerli alt sıra pencereleri bu biçimlerini 18. yy'da almıştır.

Ağalar Camii'nin yanında şimdi okuma salonu olan mescidin duvarları güzel çinilerle kaplanmıştır. Mescit ile esas cami kitlesi arasında kalan ve ancak Al-tınyol'dan ulaşılan mekân ise hareme mahsus bir namaz yeri idi.



Bibi. E. Mamboury, "Die Moschee Mehmeds deş Eroberers und die neue Bibliothek", Die Denkmalpflege, V (1931), s. 161-167; Halil Ethem, Camilerimiz, 37; Koçu, Topkapu Sarayı, 74; ay, "Ağalar Camii", ISTA, I. 247; A. Kuran, The Mosque in Early Ottoman Archi-tecture, Chicago, 1968, s. 185-186; S. Eyice, "Ağalar Camii", DİA, I, 464.

SEMAVİ EYİCE



AĞAOĞLU, SAMET

98

99

AGVA

AĞAOĞLU, SAMET (1909, Karabağ [Kafkasya] - 6 Ağustos 1982, İstanbul) Yazar, siyaset adamı. Metafizik göndermelerle yüklü, çoğu karamsar hikâyelerinde, bireysel hayatları saran yıkımları dile getirirken, şehirlerin, kasabaların, bu arada İstanbul'un toplumsal yazgısıyla da yakından ilgilendi. 1932'de Ankara Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra Fransa'da Strasbourg Üni-versitesi'nde doktora yaptı. O günlere ilişkin anılarını, gözlem ve saptayımları-nı, hikâye dili çerçevesinde, Strazburg Hatıraları kitabında (1945) kaleme getirdi. Yurda dönünce çeşitli bakanlıklarda çalıştı; 1946'da şerbet avukatlığı seçti ve Demokrat Parti'nin kurucularından biri oldu. 1950-1960 arasında Manisa milletvekiliydi; bakan oldu. 27 Mayıs 1960'ta tutuklandı, hapse mahkûm oldu; aftan sonra Yassıada günlerini Arkadaşını Menderes (1968). Marmara'da Bir Ada (1972), İlk Köşe (1980) gibi kitaplarında acı bir dille yansıttı. Şiirsel anlatımlarla işlenmiş adalar, çağdaş edebiyatımızda böylece ilk kez, siyasal çalkantıların bir odağı olarak sergilendi. Hikâyelerini Zürriyet (1950), Öğretmen Gafur (1953), Büyük Aile (1957), Hücredeki Adam (1964), Katırın Ölümü (1965) kitaplarında derledi.

1935'ten sonra Varlık ve Yücel dergilerinde hikâyeleri yayımlanmaya başlayan Samet Ağaoğlu, göçüp gitmiş bir imparatorluktan izdüşümlerle kültür gömleği değiştirmenin serüveni üzerinde durur. Önemli hikâyelerinin hemen hepsinde duyguların, düşüncelerin karşıt ucu, ruh ikizliklerini çağrıştırmak istercesine işlenmiştir. Bir yandan yükselişin, ihtişamın, göz kamaştırıcı servetlerin hüküm sürdüğü hayatlarda, bir yandan da, önüne geçilemez bir alçalış, düşüş özlemi göze çarpar. Aynı perspektifte, öteki şehirler, yöreler gibi, İstanbul da karmaşık yapısıyla betimlenmiştir. "So-kak"ta (Zürriyef) adı anılmamış bu kent bir hüzünler geçit törenidir: Şefkati, ana-baba sıcaklığını birbirlerinde arayan iki sokak çocuğu, sokaklarda, caddelerde yalnızca cenaze alaylarını, trafik kazalarını, elden ayaktan düşkün hastaları, "çocuk denilecek kadar taze" orospuları, asılan ve asılmaya götürülürken ağlayan katilleri, "büyük kışlanın" askerlerini, bandoyu, meczupları görürler. Kendi hayhuyu içinde bu şehir, sokağın çocuklarına, gelecek güvencesini ancak uzak bir hayalde verebilmektedir.

"Babam"da (Öğretmen Gafur) Saraç-hanebaşı, ''gölgeli ve harap" bahçeler, "tahtaları gıcırdayan köhne" evlerle anılmıştır. Yüzyıl başının dağdağalı günlerinde Fatih'le Sultanahmet arasında siyah bayraklı kalabalıklar belirir. Bu, "Malta esaretine tesadüf eden senelerde" türbeleri, ziyaretgâhları dolaşan, "Eyüp'te, Topkapı'da, Bebek'te, Üsküdar'da, uzun, narin serviler" altında Allah'a yakaran kadınlar söz konusudur. Harbiye Nezareti'ni Bekirağa Bölüğü.



Samet Ağaoğlu, 1951

TETPıfAr$h!i

onu, mevkufların götürüldüğü Arapyan Hanı takip eder. Tutuklular için bazen de "Kızkulesi yakınlarında demirli, boyalan dökülmüş, eski" yük vapurları beklemektedir.



Büyük Aile'de Meşrutiyet'in ilanından önce Niksar'dan İstanbul'a göçen bir eşraf ailesi Boğaziçi'nde köşke yerleşirler ve Mahmutpaşa'da bir handa ticarete başlarlar. Çocuklara "Rum güzel mürebbiyeler" tutulur; çocuklar "Amerikan kolejlerine" yazdırtılacaktır. Ailenin taşra kökenli hanımları "en lüks terzilerin" diktiği son moda giysiler içinde daima "gülünç" görünmektedirler. Büyük aile sık sık "Semplon Ekspresi'nin yataklı vagonlarıyla" Avrupa'ya eğlenmeye gider. Kendileri gibi İstanbul'a göçen dışarlıklı kişilere artık "Pis Anadolulu" demektedirler. Bu, artık, sefaleti gittikçe artan bir İstanbul'dur. Birinci Dünya Savaşı ve mütareke yıllan İstanbul'a sefaletin yanısıra haksız yükselişi, alın teri dökmeden kazanmayı getirmiştir. Büyük aile ahlaki bir çöküş içinde kaybolurken, aile fertlerinden biri için İstanbul'daki tek huzur köşesi, Eyüp Sul-tan'da yıkı yıprak bir tekke olacaktır.

Nihayet "Sağır Yalı"da (Büyük Aile) Ömer. "eski, büyük, boyaları dökülmüş, bütün pancurları kapalı" bir yalıda geçmişin kendisince de pek bilinmeyen günlerini arayacak; ama yalı, boş odaları, köhnemiş birkaç parça eşyası, tozlanmış resimleriyle ona hiçbir şey söylemeyecek, payitaht İstanbul'a özgü bir uygarlığın göçtüğünü bile söylemeye gönül indirmeyecektir. Şimdi yalı, "artık hiçbir manası olmayan, hattâ yıkılmaya mahkûm, yıkılması lazım ahşap bir evden başka bir şey" değildir. Bibi. T. Alangu, Cumhuriyet'ten Sonra Hikâye ve Roman II, İst.. 1965; B. Necatigil, Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü, ist., 1979.

SELİM İLERİ

AĞIZLIKÇHIK

Ağızlık, tütünün sigara kâğıdına sarılarak içilmeye başlanmasıyla ortaya çıkan, tek ya da birkaç parçadan oluşan ve "takım" ya da "sigaralık" da denilen tiryaki araçlarındandır. Sigara kâğıdının İstanbul'a Abdülaziz döneminde (1861-1876) geldiği, sigara ağızlığının da bu dönemde ortaya çıktığı görüşü yaygındır.

Önceleri uzun bir çubuğun ucundaki lüle ile içilen tütün, özel olarak imal edilmiş sigara kâğıtlarıyla içilmeye başlanınca ağızlıkçılık da bir el sanatı olarak gelişmeye başlamıştır. Aslında ağızlık, ucuna lüle takılıp tütün içilen çubukların dudağa konulan ve "imame" de denilen kısmıdır. Bu yüzden ağızlık kullanımının yaygınlaşmasıyla çubukçu-luk ve lülecilik(~>) gerilemeye yüz tutmuş, kemane adı verilen el tezgâhlarında çubuk yapanlar bu kez ağızlık üretmeye başlamışlardır.

Taşıması ve kullanımı çubuktan daha kolay olduğu için ağızlık kısa sürede yaygınlık kazanmıştır.

İstanbul'da eskiden ağızlık yapımı ve satımıyla uğraşanların yoğunlaştıkları yerler Hakkâklar Çarşısı (bugünkü Sahaflar Çarşısı'nm olduğu yerdeydi) ile Mercan Yokuşu'ydu. Buralarda ağızlıklar İstanbullu tiryakilerin severek kullandığı yasemin, kiraz, gül, pelesenk, kuka gibi güzel desenli ve hoş kokulu, dokusu sık ağaçlardan yapılırdı. Malzemesi taş olan ağızlıkların yapımında ise lületaşı, kehribar, hacıbektaştaşı ve ol-tutaşı kullanılmıştır. Kuyumcular tarafından yapılıp satılan altından ya da gümüşten, süslemeli ağızlıklara her zaman zengin tiryakiler itibar etmişlerdir. Ayrıca fildişi ve boynuz gibi malzemeden de ağızlık yapılmıştır. Değerli maddelerden ince işçilikle yapılmış sigara ağızlıkları antikacılar tarafından da alınıp satılırdı. Günümüzde de Uzunçarşı Cad-desi'nde bu işle uğraşan birkaç dükkân bulunmakta, bu caddeye açılan sokaklardan biri de Ağızlıkçı Sokağı adını taşımaktadır.

İstanbul'da ağızlık alım satımı dükkânlar dışında seyyar satıcılar eliyle de

r

Ağızlıkların yanısıra pipo da üreten bir dükkânın vitrini.



Erkin Emiroğhl. 1993

yapılmıştır. Seyyar ağızlıkçıların en çok iş yaptığı yerler arasında Galata ve Ba-lıkpazarı meyhaneleri gelir, akşamüzeri bu yerleri dolaşan satıcılar ağızlık meraklısı sigara tiryakilerinin ihtiyaçlarını karşılarlardı. Seyyar satıcıların ağızlık sattığı yerlerden biri de büyük camilerin avlularıydı. Özellikle Bayezid Camii avlusunda ya da yakınında kumlan, günümüzde de Çınaraltı'nda devam ettirilen, seyyar satıcı pazarlarında ağızlık da satılırdı. Bugün pek seyrek görülen, üzerine ve ortasındaki direkçiğe çakılmış çivilere geçirilmiş yasemin ağızlıklarla süslü seyyar satıcı tablaları, eskiden her yerde meraklı tiryakilerin karşısına çıkabilirdi. 1933-1938 arasında içinde lületaşından filtre bulunan "Doktor Apos-tol'un ağızlıkları" tiryakiler arasında moda olmuştu.



Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin