I u n d e n bugüN



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə25/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   129

AHIRKAPI FENERİ

104

105

AHMEDI

Ahırkapı'ya gelene kadar bütün bölge turistik bir yapılaşmaya sahne olmaktadır. Ahırkapı'dan güneybatıya doğru surların yıkık olduğu yerlerde yeni oteller yerleşmeye başlamıştır. Ayasofya'nın güneyindeki eski cezaevinin de bu amaçla restorasyonu öngörülmektedir. Bu mahalleler giderek pansiyonculuk türünden işlevlere açılmaktadır. Topka-pı Sarayı surları dışındaki Cankurtaran Mahallesi'nin de gelecekteki işlevi aynı doğrultudadır.



Bibi. Kömürciyan, İstanbul Tarihi; Abdur-rahman Şeref, "Topkapı Saray-ı Hümayunu", TOEM, S. 5; Ziya, İstanbul ve Boğaziçi I, 16-19; Dirimtekin, Marmara Surları; Ahmet Efendi, Ruznâme, Ankara, 1993; P. Gilles, The Antiquities of Constantinople. New York, 1988, s. 23-24; İSTA, I.

DOĞAN KUBAN



AHIRKAPI FENERİ

Ahırkapı'da Marmara surları ile sahil yolu arasındaki kıyı şeridindedir.

III. Osman tarafından 1755'te yaptırıldı. Kaptan-ı Deıya Süleyman Paşa nezaretinde inşa edilen bu ilk fener ahşap olup Marmara surlarının Otluk Kapısı mevkiindeki bir burcunun üzerindeydi.

Fenerin bakımı ve işletmesi başlangıçta Bostancı Ocağı neferleri tarafından üstlenilmiş, kandillerinde yakılacak yağ ise Topkapı Sarayı'ndan sağlanmıştır. I. Abdülhamid döneminde fenerin idaresi gedik usulüne bağlanarak babadan oğula geçmeye başlamış ve bu gelenek günümüze kadar devanı etmiştir.

Ahşap fenerin Ahırkapı'da çıkan yangınlarda birkaç defa yanarak harap olması üzerine 1857'de Abdülmecid tarafından bu defa sahilde taştan inşa ettirilmiş ve geçirdiği çeşitli onarımlarla günümüze kadar gelmiştir.

Fener dıştan bütünüyle sıvanmış ve beyaza boyanmıştır. Kulenin silindir biçimindeki gövdesi çepeçevre korkuluklarla donatılarak balkona dönüştürülmüş olan kare tabanlı kaide üzerinde yükselmekte, alt kısmı da enli bir silmeyle kuşatılmış bulunmaktadır. Çokgen prizma biçimindeki feneri kuşatan ve minare şerefelerini andıran balkon küçük konsollarla desteklenmiş, şebekeli korkuluklarla sınırlandırılmıştır.

Ahırkapı Feneri yaklaşık 40 m yükseklikte olup, iki saniye aralıkla dört saniye süresince ışık vermektedir. Bibi. Fener Risalesi, İst., 1341, s. 44-45; ISTA, \, 264-265; İKSA. I, 338.

İSTANBUL


AHIRKAPI HAMAMI bak. İSHAKPAŞA HAMAMI

AHÎ ÇELEBİ CAMİİ

Eminönü'nde, Haliç kıyısında, Zindan Hanı'nın hemen batısında ve Yoğurtçular Sokağı ile Değirmen Sokağı'nın kesiştiği köşededir.

Camiin inşa kitabesi yoktur. Ancak bazı rivayetlere dayanarak kapı üzerine 1500 tarihi konulmuştur. Yapıldığı yıl

Ahırkapı Feneri

Erkin Emiroğlu, 1993

kesin olarak belli değildir. Sai Çelebi'nin kaleme aldığı Tubfetü'l-Mimarin ve Tezkiretü'l-Ebniye'de Mimar Sinan'ın eserleri listesinde ve fakat yangında harap olduğu ve tamir edildiği şeklinde açıklanarak kaydedilmiştir. Her iki tezkirede de camiin mevkii "izmir İskelesi" ve "derun-ı sebzehane" olarak geçmektedir. Hadîkatü'l-Cevâmfnin matbu nüshasına göre bani Ahî Çelebi'nin iki camii olduğu kayıtlıdır Birisi Kanlı Fırın Mescidi, diğeri de Yoğurtçular Camii'dir. Ancak görülebilen diğer yazma nüshalardan Türk Tarih Kurumu Kütüphane-si'ndeki 1231/1816 tarihli yazma nüshada, Yoğurtçular Camii'nin banisinin Ahî Çelebi olduğu ve hâlâ bu isimle anıldığını yazdıktan başka, Kanlı Fırın Mescidi banisinin Fahşî (matbu nüshada Muhaş-şî) Çelebi Efendi'nin Ahî Çelebi'nin kardeşi olduğu zikredilmiştir. Halbuki yaz-



Ahi Çelebi Camii

Nazım Timuroğhı. 1993

ma nüshada bir bütün olan Yoğurtçular Camii bahsi, matbu nüshada ikiye ayrılmış ve Kanlı Fırın Mescidi Ahî Çele-bi'ninmiş gibi ayrı bir bahis olarak yazılmıştır. Hadîka'nm diğer 1245/1829 tarihli yazına Tübingen nüshasında ise Kanlı Fırın Mescidi'nin adı hiç geçmemekte, Yoğurtçular Camii hakkındaki bilgi çok kısa olarak tekrar edilmekte ve mescidin Ahî Çelebi diye meşhur olduğu ifade edilmektedir. Ayrıca yazmalarda camiin mevkii de Zindan Kapısı harici olarak gösterilmektedir. Matbu nüshada ise bu bahis de birbirine karıştırılmaktadır. Camiin bugün de Yoğurtçular Sokağı'nda olması yazmaların ifadesini doğrulamaktadır. Yanlış olarak bilinen Kanlı Fırın Mescidi ise bulunamamıştır.

Camiin banisi, Ahî Çelebi Mehmed bin Tabib Kemal Ahî Can Tebrizî'dir (matbu nüshada "can" kelimesi "han" olarak yazılmıştır). Vakfiyelerde de "Merhum Ahî Çelebi bin Kemalü'l-Tabib" olarak geçmektedir. Takribi 835/1432'de doğmuştur. Fatih, II. Bayezid, Yavuz Selim ve Kanuni devirlerinde yaşamıştır. Önce Candaroğulları hizmetindeyken, daha sonra İstanbul'a gelerek Mahmut-paşa semtinde bir dükkânda tabiplik etmiştir. İlk bilgilerini babasından alan Ahî Çelebi, Fatih Darüşşifasrna hekimbaşı olmuştur. Doksan yaşını aşmış olduğu halde hacca gitmiş, dönüşte Mısır'da 930/1524'te vefat ederek İmam Şafii Tür-besi'ne gömülmüştür. Böbrek ve mesane taşları üzerine kaleme aldığı telifi ve tıbba ait diğer eserleri bilinmektedir.

Camiin tarihi bilinmeyen vakfiyesi 953/1546 tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri'nde .özet olarak verilmiştir. Vakfiyede Meyve Kapısı haricinde gösterilen cami ve baninin Edirne'de bir hamam, Trakya'da sekiz köy, mezralar vakfedilmiştir. Bu vakıfların yıllık gelirleri 161.390 akçeyi bulmaktadır. Ayrıca Ahî Çelebi'nin oğlu Ruhullah Çelebi'nin kızı Ayşe Hatun da 934/1528'de 10.000 akçe nakit ve senelik 1.250 akçelik bir meblağı vakfa ilave etmiştir.

Ahî Çelebi Camii'nin, Evliya Çelebi'nin meşhur seyahat rüyasının geçtiği cami olması dolayısıyla İstanbul'un folklor tarihinde önemli bir yeri vardır. Evliya Çelebi rüyasında, Ahî Çelebi Ca-mii'nde Hz Peygamberi ve diğer peygamber ve velilerin ruhlarını, sahabeyi görür, Peygamber'in elini öpmek şerefine nail olur. Bu arada da şefaat isteyeceği yerde dil sürçmesiyle seyahat dileğinde bulunduğunu çok canlı bir şekilde anlatmaktadır.

Ahî Çelebi Camii'nin, İstanbul'un meşhur yangınlarında iki defa yanmış olduğu anlaşılmaktadır. Birincisi 1539, ikincisi de 1653'tedir. 1894 zelzelesinde de bir hayli harap olmuş, fakat iyi olmayan bir tamir geçirmiştir. 1990'da Vakıflar İdaresi tarafından tekrar esaslı bir tamir görmek üzere bina hemen tamamen sıvalarından sıyrılmış, kubbe kurşunları sökülmüştür. Bu arada etrafındaki yapılar da kısmen kaldırılmış ve bina ortaya çıkarılmıştır. Ancak bugüne kadar henüz restorasyon gerçekleşememiştir. Önceki tamirler sırasında camiin ayak ve duvarları alttan genişletilerek takviye edilmek istenmiştir. Haliç kıyısının yumuşak zemini sebebiyle ve bir aralık mihrabın sağından fışkıran suyla içerisi dolmuş ve bina bir tarafa doğru çökme tehlikesi geçirmiştir. Binanın sıvalan döküldükten sonra moloz taş ve tuğla ile inşa edildiği ve çok tamir gördüğü ortaya çıkmıştır.

Cami, tuğladan dört sivri kemer üzerine oturtulmuş, oldukça basık tek kubbelidir. Ölçüler dıştan dışa 17x24,95 m'dir. İki yana doğru birer ayak ve iki kemerle büyütülmüştür. Son cemaat yeri altı kubbelidir. Kubbeyi taşıyan sivri kemerlerin sağ ve sol üstlerinde sivri kemerli pencere izleri çıkmıştır. Binanın kare şeklindeki kubbe kasnağı çepeçevre bir demirle çevrilmiştir. Yanlara doğru ikişer payandanın da sonradan ilave edildiği belli olmaktadır. Büyük kemer içlerinde sağ ve solda dörder, kıble duvarında üç, mihrap duvarında ise iki üst pencere mevcuttur. Minare sağdadır. Kaidesi kesme taştandır. İçerdeki kapısı yüksekte olduğundan ahşap bir merdivenle ulaşılmaktadır. Minare kaidesi de bu geçide imkân vermek için dışarıdan kıbleye doğru uzatılmıştır. Son cemaat mahallinde minare tarafındaki duvardan bir kapı açılarak eklenti olan ilave binaya geçit sağlanmıştır. Minare pabuçtan sonra yenilenmiş ve yuvarlak bir gövde ve şerefe yapılmıştır. Camiin cümle kapısı son derece basittir. Mihrabı mermer plaklarla kaplanarak yenilenmiştir. Minber, 1982'deki tetkikte olduğu gibi durmaktadır. Ahşaptan, rokoko tarzı oymalı ve yeşile boyanmıştır. Sağdaki ilave yapı üzerindeki basit çeşmenin kitabesi 1281/1864 tarihlidir. Binanın sanat açısından korunacak bir yanı olmamakla beraber, tarih açısından önemli bir yeri vardır.

Bibi. H. Ayvansarayî, Hadîkatü'l-Cevâmi, (yazma) TTK Ktp; H. Ayvansarayî, Hadîka-

tü'l-Cevâmi (yazma), Tübingen, s. 1047; Ayvansarayî, Hadîka, I, 239; Evliya, Seyahatname, I. 27-33; Ziya, İstanbul ve Boğaziçi, I. 329; M. T. Gökbilgin, XV-XVI. Asırlarda Edirne ve Paşa Livası, İst., 1952, s. 488-489; Cezar, Yangınlar, 327-392; Barkan-Ayverdi, Tahrir Defleri, 106: İ. Aydın Yüksel, Osmanlı Mimarisinde II. Bayezid, Yavuz Selim Devri, V, İst., 1983, s. 158-159.

İ. AYDIN YÜKSEL



AHİLLEUS HAMAMI

Constantinus(-0 döneminden önce yapıldığı tahmin edilen ve İstanbul'un en eski hamamlarından biri olan yapı.

6. yy yazarlarından Miletli Pseudo-Hesychios'a göre, kentin efsanevi kurucusu Byzas(->) tarafından yaptırılan hamamın bugünkü Sirkeci bölgesinde olduğu anlaşılmaktadır. Adını, yakınlarında bulunan ve Ahilleus adına yapılmış olan allardan almış olmalıdır. 425 dolaylarında yazıldığı sanılan ve o yıllardaki İstanbul'un nüfusu ve topografik yapısı ile ilgili ayrıntılı bilgiler içeren Notitia urbis Constantinopolitanae adlı kitapta, aynı yerde o güne dek bilinmeyen "Eodokia Hamamı"ndan söz edilmektedir. Büyük ihtimalle, Ahilleus Hamamı bu tarihte II. Teodosius'un (408-450) karısı imparatoriçe Atenais-Eudo-kia'nın(-+) adını almıştı. Fakat bu yeni isim pek kullanılmadı ve 432'de çıkan yangında zarar gören hamam tamir edildikten sonra eski adı ile anılmaya devam etti. Hamam o yıllarda yeni kurşun borularla, Hadrianus sukemerlerine bağlandı.

990 tarihli bir belgede görülen kısa bir değinme dışında, 443'ten sonra hamamla ilgili herhangi bir bilgiye rastlanmamaktadır.



Bibi. Janin, Constantinople byzantine, 216-220; A. Berger, Das Bad in der byzantinisch-enZeit, Münih, 1981, s. 148-149 '

ALBRECHT BERGER



AHİZADE HÜSEYİN EFENDİ MESCİDİ VE TEKKESİ

bak. ŞÜHEDA MESCİDİ



AHMEDI

(18 Nisan 1590, Manisa - 22 Kasım 1617, İstanbul) Osmanlı padişahı (21/22 Aralık 1603 - 22 Kasım 1617)° III. Mehmed ile Haseki Handan Sultan'ın oğlu. Şiirlerinde Bahtî ve Ahmed mahlaslarım kullanmıştır. İstanbul'a kazandırdığı büyük eseri önceleri Ahmediye, günümüzde ise Sultan Ahmed Camii olarak anılan ve Süleymaniye'den sonra kentin en büyük selatin camisi olan mabet ile külliyedir. Osmanlılar döneminde Atmeydanı olarak anılan hipodrom sahası da bu padişahın adını taşımaktadır. III. Mehmed 21 Aralık l603'te ölünce henüz sancak valiliğine gönderilmemiş bulunan Ahmed, aynı gece Topkapı Sa-rayı'nda bir iç törenle tahta oturdu. Önceki padişahlar şehzadeliklerini sancak görevinde geçirmek, evlenmek ve çocuk sahibi olmak olanağını bulmuşlarken babasının ansızın ölümü, I. Ah-

I. Ahmed'in Young Albümü'nde yer alan bir portresi, Londra 1815. Galeri Alfa

med'in deneyimsiz ve hazırlıksız tahta çıkmasına neden oldu. Hanedanın kendisinden ve akıl hastası kardeşi Mustafa'dan başka erkek üyesi bulunmadığından, kardeş katli geleneğini uygulayamadı. III. Mehmed'in vezirazamlığa atadığı Mısır Beylerbeyi Yavuz Ali Paşa da henüz İstanbul'a gelmemişti. 22 Aralık sabahı Divan-ı Hümayun olağan biçimde toplandığında İstanbul Kaymakamı Vezir Kasım Paşa, I. Ahmed'in ilk hatt-ı hümayununu okudu. "Sen ki Kasım Pa-şa'sm. Babam, Allah emriyle vefat eyledi ve ben taht-ı saltanata cülus eyledim. Şehri muhkem zapt eyleyesin. Bir fesad olursa senin başını keserim!" diyordu. Bu buyruğun amacı, İstanbul'daki kapıkulu askerlerinin ayaklanıp kenti yağmalamaları olasılığını önlemekti. O gün, Babüssaade önüne kurulan tahta başına semle (siyah sarık) sarmış olarak oturdu. Vezirler, şeyhülislam ve devlet ileri gelenleri padişaha biat ettiler. Ardından III. Mehmed'in cenazesi kaldırılıp Aya-sofya avlusundaki türbe yerine gömüldü. Cülus günü Kaptan-ı Deıya Ciğala-zade Sinan Paşa, bir hafta sonra Vezira-zanı Yavuz (Malkoç) Ali Paşa İstanbul'a geldiler ve padişahın eteğini öptüler. Ali Paşa, iki yıllık Mısır hazinesini de getirdiğinden I. Ahmed'den iltifat gördü. Ve-zirazam, Siyavuş Paşa Sarayı'na yerleşti. Kapıkulu ocaklarına 700.000 altın tutarında cülus bahşişi dağıtıldı.

I. Ahmed'in kılıç alayı 4 Ocak 1604'-te düzenlendi. Padişah, Eyüp Sultan Türbesi'nde Hz Muhammed'in kılıcını kuşandı. 10 Ocak'ta, babaannesi Safiye Sultan'ı kalabalık bir harem kadrosu ile Eski Saray'a gönderdi. Darüssaade ve babüssaade ağalarını değiştirdi. 23 Ocak'ta Süleymaniye Camii'nde ilk cuma selamlığına çıktı. Oradan veziraza-



AHMEDI

106

107

AHMEDI

SULTAN I. AHMED'İN NİTELİKLERİ

Felek rütbeli, melek yüzlü, derviş tabiatlı olup Süleyman ululuğundadır. Adalette Nûşirevân'a. büyüklükte İskender'e benzer. Mutluluk ve devlet sahibi olan Padişahımız, adalet ve şeriat yolundadır. Ataları gibi iyiliği ve hayır işlemeyi sever. Bilginlerin el üstünde tutulup gözetilmelerini ister. Temiz ve aydınlık yüzü değirmi, teni beyaz, boyu sultanlık bahçelerinin selvisi gibi olup sözleri ölçülü ve nüktelidir. Bayramlaşma törenlerinde elini öpen mollalara, şairlere ve vezirlere saygı olsun diye tahtında kalkıp oturur. Bu, sultanlara yaraşan güzel bir davranıştır. Yürüyüşü bile bir padişaha uyacak biçimdedir. Bütün bunlar izlenince dedesi Sultan Murad Han'a (Yeri cennet olsun) benzediği anlaşılır. Ama Sultan Murad Han'dan bin derece yüksek, bağışlayıcı ve seçkindir. Boyu ondan daha uzundur. Orduyu ve ülkeyi yönetmede dedesinden üstündür. Sevimli yüzü ve gülümseyişi, nur saçan güneş kadar aydınlıktır. Şakada, övgüde ileri gitmez. Alçakgönüllülüğü ise sonsuzdur. Ne var ki, Tanrı vergisi heybeti ve büyüklüğü karşısında, her canlı titrer. Divân'da görevli iken yasama işleri ile ilgili sunuşlarda, yüce tahtının eteğine yüzümü sürer; ancak heybetinin aşırılığından temiz yüzüne bakmaya güç yetiremez, ne dediğimi bilemezdim. Hele bir de görev arkadaşım olan efendi hastalanıp da tek başıma sunuş okumaya girmem gerekince, Allah hakkıyçin korku ve çekingenliğimden sunuşu zar zor bitirir ve tere batardım!

Diğer yandan, mutluluk kaynağı Padişahımız, iyilikten başka şey düşünmez. Döneminde rüşvetle iş görme kökten yok olmuştur. Saygı değer kadıların haksızlıkta bulunmalarına asla izni yoktur. Başkasına kötülükte bulunanları sevmez. Bu yakında şeriata aykırı olarak devlet hazinesine gelen onbin altım sahibine geri verdirmesi, ülke halkının yüreklerini sevgisiyle doldurmuştur. Çünkü bu türlü bir uygulama epeydir görülmemişti. Yetim malının devlet hazinesine sokulmaması için ayrı bir kasa koydurmuştur. Sözün kısası, iyi yönleri sayılamayacak kadar çoktur. Devlet hazinesini kollamadaki titizliği sugötür-mez. Kendisi, keramet de göstermiştir. Ulu Tanrı, temiz varlığını yanlışlıklardan korusun. Sultanlığını uzun kılsın. Döneminin fetihlerle zenginleşmesini kısmet etsin. Uğurlu ayağının izleri her ili her ülkeyi bayındır, gücenik gönülleri barışmış eylesin.

Bostatızade Yahya Efendi, Duru Tarih (Tarih-i Saf/Tuhfetu'l-Ahbab), s. 115-116

mm sarayına giderek sünnet oldu. İlk kez bir padişahın sünnet edilmesi olayını yaşayan İstanbul'da ve öteki büyük kentlerde şenlikler düzenlendi. Fakat cedri (çiçek) hastalığına yakalanması halkı kaygılandırdı.

I. Ahmed'in tahta çıktığı sırada batıda Avusturya, doğuda Iran ile savaşlar sürmekteydi. Anadolu'da da Celali eylemleri doruk noktasındaydı. Bu nedenle İstanbul'un güvenliği, her iki savaş ve iç sorunlar bakımından oldukça kritikti. Yavuz Ali Paşa, kentte bir dizi önlemler aldı ve cezalar uyguladı. Narh işlerini, çarşı pazar denetimini sıkı tuttu. Yeni birtakım kurallar koydu. Akşam hava karardıktan sonra halkın sokağa çıkmasını yasakladı. Bu disiplin altında Avusturya ve İran seferleri için hazırlıkları hızlandırdı. 1604 ilkbaharında Engürüs (Macaristan) seferi için görkemli bir törenle istanbul'dan hareket etti. Halkalı'da padişahın otağ-ı hümayunu önünde büyük bir geçit düzenlendi. Aynı günlerde Ciğalazade Sinan Paşa da Doğu seferine çıktı. İstanbul kaymakamlığına önce Sofu Sinan Paşa, kısa bir süre sonra da Hafız Paşa atandılar. Vezirazam Ali Paşa'nın Bel-grad'da ölmesi üzerine de Lala Mehmed Paşa vezirazam ve serdar-ı ekrem oldu. I. Ahmed, tüm karar ve atamalarında hocası Mustafa Efendi'ye danışmaktaydı. Eski sadaret kaymakamı Kasım Paşa'nın. Bağdat valiliğine giderken halka zulmettiği ve zorla para topladığı haber alınınca İstanbul'a çağrıldı. Padişahın önünde boynu vuruldu. Ölüsü, Edirnekapı hendeğine atıldı. İstanbul kaymakamlığına getirilen Sarıkçı Mustafa Paşa'nın, yeniçeri ulufelerinin dağıtılmasında defterdarla

anlaşamaması yanında, o sırada İstanbul'un en çok çekimlen örgütü durumundaki Melamî-Hamzavîlerle ilişkisinin bulunduğu da öğrenilmişti. Arz sırasında I. Ahmed içeriye cellat çağırarak Mustafa Paşa'nın boynunu vurdurdu. Sofu Sinan Paşa ikinci kez İstanbul kaymakamlığına atandı. Anadolu'daki Celaliler üzerine ise Nasuh Paşa gönderildi.

I. Ahmed ilk av partisine 1604 Ekim ayında kente yakın Rumeli Bahçesi'nde çıktı. Av sürerken saraydan bir şehzadenin (II. Osman) doğum haberi geldi. İstanbul'da yedi gün ve gece donanma yapıldı. Macaristan seferini tamamlayan Lala Mehmed Paşa, 1605 Şubat'ında halkı coşturan bir zafer alayı ile İstanbul'a döndü. Ama, herkes, giderek yaklaşan Celali ayaklanmasından korkmaktaydı. Celali reisleri I. Ahmed'e "İstanbul ve Rumeli senin olsun, Anadolu bizimdir!" yollu haberler göndermekteydiler. Anadolu halkı da çoğunlukla Celalilere bağlı gözükmekteydiler. Kalenderoğlu, Kara Said, Tavil Halil, Saçlı çetelerinin Anadolu'yu baştan başa kana boyadıklarına ilişkin olarak gelen bilgileri Sofu Sinan Paşa I. Ahmed'e sundu. Bunun üzerine bir meşveret meclisi toplandı. Davud Paşa'nın serdar atanması, Nasuh Paşa'ya ve valilere emirler yazılması kararlaştırıldı. Vezirazam Lala Mehmed Paşa İstanbul'da çok durmayarak 1605 Mayısında Estergon seferine çıktı. Bu sefer löOö'da Zitvatorok Antlaşması ile sonuçlanmıştır. İran savaşları ise lölO'a kadar sürdü. Bu sırada Kuyucu Murad Paşa da pek çok kan dökerek Anadolu'daki Celali ayaklanmasını sindirdi. 12 Kasım l605'te ölen annesi Han-

I. Ahmed'in yaptırdığı Sultan Ahmed Camii'nin içinden bir görünüm. Allom'un bir deseninden gravür 19. yy Ara Güler

dan Sultan'ın cenaze törenine katılan I. Ahmed ertesi gün, havanın fırtınalı olmasına aldırış etmeden kadırga ile İstanbul'dan Mudanya'ya gitti. Bursa'da atalarının mezarlarını ziyaret ettikten sonra döndü. Divan-ı Hümayun'da, Üveys oğlu Mehmed Paşa'nın Celalile-rin bastırılması önerisi görüşüldüğü sırada, İstanbul'da bin türlü suç işledikten sonra Anadolu'ya kaçmış bulunan, orada da halka salgınlar salan kapıkulu sipahilerinden Gödöslü Ali, Deli Derviş, Köse Hamza, Kızılbaş Mehmed, Arnavut Hüseyin, Küçük Halil, Tepesi Tüylü, Kumkapulu ve daha birçok asi divan toplantısını bastılar. "Bize zulüm ve ihanet olmuştur!" diyerek vezirleri tehdit ettiler. Sofu Sinan Paşa'ya, divan üyelerine neredeyse saldırır oldular. Bunların geçmişteki kusurları silindi ve her birine böîük ağalığı verildi. Sonra da sipahileri ile Anadolu serdarının maiyetine gönderildiler. Bu kez, İstanbul'daki yeniçerilerle sipahiler ayaklandılar. Yakınma konulan giysilerinin ve ulufelerinin zamanında verilmemesiydi. Ulufe divanında çorba içmediler, subaylarını taşladılar. I. Ahmed, eski bir gelenekle kan dökeceğini anımsatan kırmızı kaftan giyip devlet adamlarını Sultan Bayezid Köşkü'ne çağırdı. Ayaklanmaya elebaşılık eden Silahdar Ağası Şahbaz'ı, Sipahiler Kâtibi Kargazade'yi, Yekçeşm Mah-mud'u ve birçok askeri idam ettirdi.

Macaristan seferinden dönen Vezirazam Lala Mehmed Paşa 21 Haziran 1606'da öldü. Yerine Derviş Mehmed Paşa atandı. Duhan denen tütünün İstanbul'a gelişi ve çok kısa bir zamanda herkesçe içilir olması bu sıradadır. Ser-

dar Ferhad Paşa'nın Aydın ve Saruhan yörelerindeki zulmü yüzünden İstanbul'a dökülen kalabalıklar Divan-ı Hü-mayun'a başvurdular. Bundan etkilenen I. Ahmed, Vezirazam Derviş Mehmed Paşa'yı 11 Aralık 1606 tarihinde, huzurunda bostancılara boğdurdu. Tarihçi Nâima "Bir zamandan sonra ayağını oynatmakla padişah hançer ile boğazını kesti" diye yazar. Vezirazamın böyle bir kızgınlığa kurban edilişinin gerisinde İstanbul'da Demirkapı semtinde yaptırdığı sarayın eminliğini üstlenen Yahudiye tüm masrafları ödetmesi, Yahudinin de elaltından "Konak mahzeninden Sultanlık sarayına gizli bir yol açtırtıp padişaha suikast düşüncesindedir!" dedikodusunun olduğu tarihlere geçmiştir. Derviş Mehmed Paşa'nın İstanbul'da, halktan her şahnişin başına biner akçe rüşvet aldığı da saptanmıştı. İdam edilince halk bu yasadışı haraçtan kurtulmanın sevincini yaşadı.

Yeni vezirazam Kuyucu Murad Paşa 1607 ilkbaharında, Anadolu ve doğu bölgelerindeki eşkıyayı ve Kızılbaşları yok etme buyruğu alarak İstanbul'dan ayrıldı. Bu sırada Kalenderoğlu Bursa ve çevresini zapt etmiş, İstanbul'u tehdit etmekteydi. Kalenderoğlu'ndan kaçan Canbuladoğlu ise İstanbul'a gelip padişahtan bağışlanma diledi. O yıl, Anadolu'da ve Suriye'de suçlu suçsuz ayırmadan binlerce insanı asıp kesen ve görece bir yatışma sağlayan Murad Paşa, I. Ahmed katında saygınlığını artırdı. 1008 yılının son günlerinde İstanbul'a döndü. Kıştan ilkbahara kadar Üsküdar'da ordugâhta kaldı. İran seferi hazırlıklarını tamamladı. Padişahla gizli görüşmeler yaptıktan sonra, rütbe ve görev verme sözüyle birçok Celali başbuğunu Üsküdar'a getirtip birer ikişer idam ettirdi.

27 Eylül 1609 tarihinde I. Ahmed, At-meydanı'nın, Akbıyık tarafında iki eski paşa konağının arsasına, adını taşıyacak camiin temelini kazdırmaya başladı. Kendisi de altın bir kazma ile teıieyin-ceye değin çalıştı. Temel atma töreni 4 Ocak lölO'da Atmeydanı'nı dolduran bir kalabalığın dualarıyla yapıldı. Aşırı dindar olan L Ahmed, Mekke ve Medine'deki kutsal yerlerin ve Kabe'nin onarımı için İstanbul'dan usta ekipleri, özenle işlenmiş bir mermer minber, kitabeler, Kabe için altın ve gümüş kuşaklar gönderdi. Kendi dönemine kadar, Mısır'da dokunup özel bir törenle Kabe'nin içine ve dışına kaplanan ve her yıl yenilenen örtülerin, İstanbul kâr-hanelerinde daha kaliteli kumaşlar dokunduğu gerekçesiyle buradan gönderilmesini istedi. O zamana kadar benzeri görülmemiş astarlar ve ridalar hazırlandı. Toplam 1.060 zira' (yaklaşık 800 m) örtü kumaş; 48.000 dirhem (153 kg) ipek işleme yapıldı. Kutsal mezarlar için kisve ve nitaklar (örtü) hazırlatıldı. İstanbul'daki sim, sırma, dokuma tezgâhları için artık yeni bir iş sahası açılmıştı. Yüzlerce parçadan oluşan tüm bu örtü-

ler için 18.000 miskal (81 kg) altın tel, 460 miskal (l kg) sırma üretildi. Tüm bunlar l609'da yerlerine gönderildi. Padişah bu işlere öylesine kendisini vermişti ki, İstavroz Sarayı bahçesini bir atölyeye dönüştürtmüştü. İstanbul'un en usta demircileri, kuyumcuları burada çalışmaktaydılar. I. Ahmed'in tanımladığı altın kaplı Kabe oluğu, üzeri gümüş ve altın kaplı demir takviye kuşakları hep burada imal edildi. Padişahın huzurunda körükler ve ocaklar koşuldu. I. Ahmed bir yandan da hemen her gün Atmeydam'na gidip cami ve külliye inşaatıyla ilgileniyordu. Diğer yandan Da-vutpaşa Bahçesi'nde de aslına uygun boyut ve biçimde bir Kabe maketi yapıldı. Karşısına kurulan sayebana da (gölgelik) padişahın tahtı yerleştirildi. L Ahmed, hazırlananların uygulanmasını buradan saygıyla izledi. lölO'da Tophane semtine bir çeşme yaptırttı.

Ölen Kuyucu Murad Paşa'nın yerine 22 Ağustos löll'de atanan Nasuh Paşa, İran'la barış sağladıktan sonra yanında İran elçilik heyeti ve Şah I. Abbas'ın her yıl ödemeyi kabul ettiği 200 yük ipekle Eylül I6l2'de İstanbul'a döndü. Vezirazam ve İran elçilik heyeti ayrı ayrı alay gösterdiler. I. Ahmed, kışı geçirmek ve avlanmak için aralık ayında Edirne'ye hareket etti. Yolda dört kez sürgün avı düzenlendi. Edirne Sarayı'na haremiyle yerleşen padişah, Gelibolu'ya, Çanakka-

le'ye gitti. İstanbul'dan getirttiği saltanat kayığı ile deniz gezileri yaptı. Gelibolu'da Gazi Süleyman Paşa'nın türbesinde kılıç kuşandı. 1613 ilkbaharında Tekirdağ üzerinden başkente döndü. Yenileriyle değiştirilen Kabe'nin ve Ravza-i Mutahhara'nın eski eşyası İstanbul'a getirildi. Bunlar arasında Kabe'nin oluğu, Peygamberin evinde asılı olan ve daha değerli bir başka taşla değiştirilen Kev-keb-i Dürrî, Kabe kapısının bir kanadı da vardı. I. Ahmed, bunların Topkapı Sarayı'nda Hazine-i Âmire'de saklanmasını emretti. Hz Muhammed'in yayını, Halife Ebubekir'in seccadesi ile kılıcını, öteki sahabe kılıçlarını da taht odasına (hasoda) koydurttu. 1613 yılı yaz mevsimini Üsküdar, İstavroz, Tersane, Davut-paşa saray ve bahçelerinde geçiren I. Ahmed Çatalca Bahçesi'ne ava gitti. Bir süre Halkalı Bahçesi'nde kaldı. Beşiktaş, Kâğıthane bahçelerinde ve öteki hasbahçelerde dinlendi. Topkapı Sarayı'na eylül ayında döndü.

O yılın Berat ve Kadir gecelerinde İstanbul halkına altınlar, gümüşler dağıtıldı. Ramazan ve Kurban bayramı alayları eski geleneğe göre çok daha görkemli gerçekleştirildi. I. Ahmed, saray hazinesini açtırarak burada biriken muazzam zenginliği izledi. Bir fermanla kesin içki yasağı koydu. Meyhaneleri kapattırdı hamr (içki) eminliğini kaldırdı. Bu yasak tüm ülke için geçerliydi.



109

108

Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin