I u n d e n bugüN



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə32/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   129

Bibi. Hadikatü'l-Vüzerâ, 91-93; Tarih-i Na-ima, V, 16-102; Evliya, Seyahatname, V-VI, İst., 1316-1318; Uzunçarşıh, Osmanlı 'Tarihi, III; Danişmend, Kronoloji, V, 38; ISTA, I, 419-425.

NECDET SAKAOĞLU



AHMED PAŞA (Humbaracı)

(14 Temmuz 1675, Coussae, Fransa -14 Man 1747, İstanbul) Asıl adı Claude Alexandre Comte de Bonneval'dir. Bo-urbon hanedanından bir prensti. Serüvenlerle dolu yaşamının son on altı yılını İstanbul'da geçirmiş, Üsküdar'da Kumbaracı Ocağı'nı kurmuştur. Lale Devri sonrasında Osmanlı başkentinin askeri, siyasal ve sosyal çevrelerinin etkili kişilerindendir.

Fransa ve Avusturya ordularında görev alan Bonneval, 17l6'da Petervara-din Savaşı'nda mareşal oldu. Prens Eu-gene'le bozuşup 1729'da Osmanlı topraklarına sığındı ve Saraybosna'ya geldi. Müslüman olup Ahmed adını aldı. İstanbul'a gelmesi için izin çıktı. Fakat henüz Edirne'de iken Patrona Halil Ayaklanması başladı. Onun İstanbul'a



Humbaracı Ahmed Paşa

Galeri. Alfa

gelmesini Avusturya elçisi de engellemek istiyordu. Ayaklanma sonrasında ortalık yatışınca Sadrazam Topal Osman Paşa, Ahmed Bey'i İstanbul'a getirtti ve 1731'de humbaracıbaşı atadı. Amaç, Osmanlı kapıkulu ocaklarını kurtaracak bir adım atmaktı. Ahmed Bey, Müslüman olan üç Fransız subayı ve Bosna'dan getirttiği 300 humbaracı ile Üsküdar Ayazma Sarayı'nda modern Humbaracı Ocağı'nı kurdu. Üsküdar'daki Topçu Ocağı'nda da teknik ve askeri dersler vermeye başladı. İki yıl içinde, alaybaşı olarak eğittiği humbaracıları disiplinli bir birlik durumuna getirdi. Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşa (1732-1735) Ahmed Bey'i "beylerbeyi" rütbesiyle ödüllendirdi. 1733'ten sonra Humbaracı Ahmed Paşa olarak anılmaya başladı. Sadrazama sunduğu bir raporda, Avrupa devletleriyle ittifak önerdi. Babıâli, ilk kez bu öneriye uyarak diplomatik ilişkilere önem verdi. 1733'te, Beyoğlu'ndaki evinden, Üsküdar'da kendisine verilen konağa taşındı. Devletin dış siyasetini fiilen yürütür duruma gelmiş bulunuyordu. 1736'da askeri danışman ve humbaracıbaşı olarak Erde) cephesine

gitti. Yeğen Mehmed Paşa sadrazamken (1737-1739) Babıâli'deki etkinliğini yitirdi. Bir toplantıda reisülküttab, kendisi için "Bu herif üç ağızla yiyor, yine doymuyor. En ziyade yediği yerler, Türkiye, Fransa ve Sicilyateyn" diyerek düşüncesini açıklamıştı. Gerçekten Ahmed Paşa, birçok devletin yöneticileri, elçiler, hatta Tekirdağ'da oturan Macar Prensi Rakoczi ile haberleşiyordu. 1738'de humbaracıların ulufe alamama yüzünden ayaklanmaları sonucu tutuklanarak Kastamonu'ya sürgün edildi. Bu, Avrupa'da yankılar uyandırdı. "Tuhaf! Nasıl olmuş da sadrazamı düelloya davet etmemiş?" bile dendi. Birkaç ay sonra döndü. Fakat artık Babıâli ile ilişkisi kesilmişti.

Son yıllarında Beyoğlu'ndaki evine taşındı. Burayı iki farklı daire olarak donattı. Bir daireyi Türk tarzında döşemişti. Burada İstanbullu dostlarıyla felsefe, siyaset konuşuyor, nargile içiyordu. Ö-teki Avrupa tarzı dairesinde, İstanbullu azınlıklardan, yabancılardan oluşan bir dost topluluğu ile gece geç vakitlere kadar yiyip içer, İtalyanca, Fransızca konuşurdu. Bir dairede Osmanlı paşası, ötekinde Fransız soylusu kıyafetinde olmaya da özen gösterirdi. Birçok yabancı devlet adamı, hattâ hükümdar, Alımed Paşa'nın aracılığı ile Babıâli'yle ilişki kurmakta yarar görmekteydiler. Kendisi de Osmanlı Devleti'nin ve İstanbul'un olanaklarını kullanarak Avru-pa'daki kişisel prestijini korumayı amaçlıyordu. Başkentteki elçilerden yalnızca Fransız elçisi Marquis de Villenuve kendisinden uzak duruyor ve "Babıâli, Ahmed Paşa'ya güven duyduğundan beri Osmanlı Devleti'nin gizliliği kalmamıştır" diyordu. Müslümanlığım alaya alan Fransa Kralı XV. Louis ise Ahmed Paşa'ya yazdığı bir mektupta "En sonunda bir din sahibi oldun!" demişti. Gerçekte o, Müslümanlığı gelişmeye elverişli görmemekteydi. Bu nedenle ne sözde Müslümanlığına ne de İstanbul'daki saygınlığına değer vermekteydi. Çevresinde toplanan Avrupalı bir sürü dalkavuk, tufeyli de ona özbenliğini unutturmaya çalışmaktaydılar. Bunlar arasında pek çok da casus vardı.

İstanbul'daki Fransız kültürü, etkilerinin temelini atan Ahmed Paşa, Boğaziçi'ne hayrandı. Türklerin İstanbul'daki yaşamı konusunda incelemeler yapmaktan hoşlanıyordu. Yazdığı mektuplarda, İstanbul'un renkli iç dünyasını, Avrupa'nın yüksek sınıftan bireylerine tanıtmıştır. Ölümünden kısa bir süre önce İstanbul'dan kaçmayı tasarlamış, fakat başaramamıştı. Damla (gut) hastalığından ölmesinden birkaç gün önce kendisine Fransız Elçiliği'nden yurduna dönebileceğine ilişkin bir şifre gelmişti. Türkçe bilmeyen Ahmed Paşa'nın mühründe, Din-i islamdır a'tâ-yı müteâl / Ulu ni'met sana Ahmed Bu-neval (ne-val, Arapça nail olmak anlamındadır) sözleri kazılıydı. Mezarı Galata Mevlevi-hanesi'nin haziresindedir. Çevresi par-

İSTANBUL

cuyu başlıktan itibaren kavrar, sonuna kadar sürükler. O dönemin dilinde sıkça kullanılan Arapça ve Farsça tamlamalar Ahmed Rasim'de büyük ölçüde bir mizah unsuru olarak yer alır. Zengin bir kelime hazinesine dayanan yalın söyleyiş Ahmed Rasim'in en güçlü özelliğidir. Bu hazineyi ortaya koyacak iki sözlük çalışmasının da yarım kalmış olması Türkçe bakımından ciddi bir kayıptır.



130

AHMED PAŞA ÇEŞMELERİ

nıaklık içine alınmıştır. Taşında şunlar okunur: °El Fatiha / Hüve'l-Bâkî / Hakk Sübhane ve Tealâ Hazretleri bi'l-cümle mü'minin ve mü'minâta /Merhum Ser-Humbaracıyan Ahmed Paşa'nın ruhuna fatiha fîRa 1160 (Man 1747).

Bibi. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, IV; ay, Kapıkulu. IÎ. 117-120; Ahmed Refik (Altı-nay). Tesavir-i Rical, İst., 1331, s. 76-139; Mürh't-Tevarih, I; Mehmed Arif, "Humbara-cıbaşı Ahmed Paşa (Bonneval)", TOEM, S. 18-19-20.

NECDET SAKAOĞLU



AHMED PAŞA ÇEŞMELERİ

Fatih Camii haziresinin kuzey ve güney girişlerinde, kuzeyde Karadeniz, güneyde ise Akdeniz medreseleri olarak isimlendirilen yapıların önlerindeki avlulara bakan duvarlarda yer alırlar.

Nimetullah Efendi'nin kaleme aldığı kitabelerine göre her iki çeşme de Hacı Ahmed Paşa tarafından 1154/1741'de inşa ettirilmiştir. Tanışık'ın belirttiğine göre 1930'lu yıllarda kurumuş olan bu çeşmelerin suyu bugün akmaktadır.

Kuzey tarafta Karadeniz Medrese-si'nin giriş kapısının ön tarafına rastlayan çeşme oldukça sadedir. En yukarıda yer alan kitabeyi ve aynayı iki sütunçe çevreler. Yuvarlak ve düz olan sütunçe-lerin başlıkları dilimlidir. Bunların tepelerinde kitabenin iki yanında volüt biçiminde kıvrılmış yaprak motifleri yer alır. Ayna küçük bir kitabelik dışında süslemeye sahip değildir. Tekne de mermerden olup sadedir. Kitabe beyitler halinde yedi sıradır. Tarih beyitleri şöyledir: Nîmetâ bâni-i şehinşaha heman / bu iki mısrâ-ı tarihin yazıp eyle dua /yâd edip eyledi şad âb-ı Mehemmed hânı / çeşme-i âb-ı hayât-ı hacı Ahmed Paşa 1154. Kitabe metni ta'lik hat ile yazılmış olup hattatı belli değildir. Ayna üzerinde de ayrıca bitkisel dekorlu bir çerçeve içinde, "Ve sakâhum rabbihum şarâben ta-hûra" ayeti yer alır.

Güney tarafta Akdeniz Medresesi önündeki, külliyenin dış avlusuna bakan çeşme de diğeri gibi sade bir biçimde ele alınmıştır. Yalnız bunun aynası kıv-rımdal biçiminde düzenlenmiş bir kemere sahiptir. Bu kemer kademeli olarak aynayı tepeden çevreler ve yine bitkisel dekorlu bir kavsarayı taşır.

Yine Nimetullah Efendi tarafından yazılan kitabesine göre 1154/1741 tarihlidir. Yedi beyit halindeki kitabenin tarih beyti şöyledir: Evvel âbın içüb andan dedi Nî-met tarih / maksem-i ayn-atâ çeşme-i Ahmed Paşa 1154. Bu kitabe de ta'lik hatla yazılmıştır. Tekne yine oyma mermerden yekparedir. Her iki çeşmede de teknenin iki yanında kovalıklar yer alır.

İ. H. Tanışık her iki çeşmede birer saçağın varlığından söz ederse de bugün bunlar yoktur. Yine Tanışık'a göre kitabeler siyah boyalı ve yazılar varak yaldızlıdır. Ancak bugün bütün bunlar silinmiş olup kitabeler sade mermerdir. Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I, 166-169. ZİYA NUR SEZEN

Ahmed Rasim

Nuri A

AHMED RASİM

(1865, istanbul - 21 Eylül 1932, İstanbul) Gazeteci, yazar ve besteci. Elli yıla yaklaşan yazı hayatında hep İstanbul'u konu almış, dört dönem (II. Abdülha-mid, II. Meşrutiyet, Mütareke, Cumhuriyet) boyunca İstanbul'daki yaşamı, olağanüstü bir gözlem gücüyle son derece ayrıntılı biçimde yansıtmıştır.

Ahmed Rasim Fatih'te Sarıgüzel'de doğdu. Babası daha o doğmadan evi terk ettiğinden annesi tarafından büyütüldü. Çocukluk ve ilkokul yılları Falaka (1927, yb 1987) kitabında anlattığı, türlü haşarılıklarla geçti. 1876'da girdiği Da-rüşşafaka'da edebiyat ve müzikle tanıştı. Yazarlık tutkusu da bu yıllarda başladı. 1883'te okulu bitirince kısa süren memurluktan sonra 1884'te Ceride-i Havadis'& girerek yazı hayatına atıldı. 1886'da birçok gazeteci ve yazar gibi onun da yol göstericisi ve elinden tutan ilk kişi olan Ahmed Midhat Efendi'nin(->) 7er-cüman-ı Hakikat gazetesine geçti. Sonraki yıllarda İkdam, Malumat, Saadet, Sabah, Vahit, Zaman, Tasvir-i Efkâr, Yeni Gün ve Cumhuriyet gazetelerinde yazarlık yaptı. Ayrıca birçok dergide yazıları çıktı. 1927'den ölümüne kadar İstanbul milletvekili olarak TBMM'de bulundu. Kabri Heybeliada'dadır.

Ahmed Rasim'in hemen hepsi gençlik yıllarının ürünleri olan hikâye ve romanları dönemin edebi zevkini yansıtır. İlk Sevgi (1890), Bir Sefilenin Evrak-ı Metru-kesi (1891), Meşak-ı Hayat (189D, Leyâl-ı Izdırab (189D, Meyl-i Dil (189D, Tecrübesiz Aşk (1893), Sevda-yı Sermedi (1895), Nâkâm (1897) gibi adlar taşıyan bu eserlerde realist temele dayanan bir romantizm egemendir. Ancak üslup bakımından geleceğin Ahmed Rasim'ini haber verdiği için önem taşıyan bu hikâye ve roman denemeleri olay örgüsü ve kurgu bakımından da oldukça zayıftır.

Ahmed Rasim'in başka bir yönü de bestekârlığıdır. Daha Darüşşafaka sırala-

rında hocası Zekâi Dede'den aldığı musiki zevki hayatı boyunca sürmüş, onu ünlü bir şarkı bestekârı olmaya kadar götürmüştür. Sayısı altmışın üstünde olan şarkıları arasında "leb-i rengînine bir gül konsun", "bir gönülde iki sevda sonu bilmem ne olur", "can hasta gözüm yaşlı gönül zar ü perişan", "pek revadır sevdiğim ettiklerin", "gözümde iş-venümâdır hayal-i bî-bedeli", "dün gece bir bezm-i meyde âh edip anmış beni" gibi günümüzde de hâlâ sevilip okunan birçok beste yer alır.

Ahmed Rasim'e asıl kişiliğini veren unsur İstanbul'dur. Ahmed Rasim her şeyden önce bir İstanbul yazarıdır. Hayatı boyunca hep İstanbul'u yaşamış, İstanbul'u yazmıştır. Şaheseri kabul edilen Şehir Mektuplarından başlayarak bu koca şehrin kamu vicdanını temsil etmiş, İstanbul'un âdeta yeni bir kütüğünü meydana getirmiştir. İstanbul Ahmed Rasim'de mahallesiyle, sokağıyla, camisiyle, çarşıları pazarlarıyla, mesire-leriyle, meyhaneleriyle, Direklerarası'y-la, eğlence yerleriyle, Müslüman kesimi ve Pera'sıyla, buralarda yaşayan bin bir çeşit insanı, esnafı, oyuncusu, külhanbeyi, imamı, muhtarı, genç-yaşh, çoluk-çocuk mahalle halkıyla, dedikodusu, kafes arkası sohbeti, sevinci ve hüznüyle canlı bir varlık olarak yaşar. Bu koca imparatorluk başkentinde olup biten her şey, bütün içi dışı, girdisi çıktısı olanca kozmopolitizmi ve folkloru onun keskin gözlemciliğinden, araştırıcılığından, sonsuz dikkatinden nasibini almıştır. Ahmed Hamdi Tanpınar'ın deyişiyle "pek az adam onun gibi yaşadığı şehrin üstüne eğilmiş ve bir ses makinesi gibi her duyduğunu kaydetmiştir".

İnce bir mizahın egemen olduğu anı-sohbet-fıkra karışımı bu tür yazılarından seçtiklerini bir araya getirdiği Şehir Mektupları (1898, 4 c., 1912-13, yb 2 c., 1992), Eşkâl-i Zaman (1918, yb 1969), Cidd-ü Mizah (1920, yb Ciddiyet ve Mizah adıyla 1989), Gülüp Ağladıklarım (1924, 1926, yb 1978) ve Muharrir Bu ya (1926, yb 1969) II. Abdülhamid, II. Meşrutiyet, Mütareke ve Cumhuriyet'in ilk yılları olmak üzere dört dönem İstanbul'unun ayrıntılı bir panoramasını verir. Bu yazılar toplamında 1890'lardan 1920'lere kadar uzanan bir kesit içerisinde İstanbul'un değişen ve değişmeyen yönlerini görmek mümkündür.

Gençlik anılarını içeren Fuhş-i Atik'te (2 c., 1922, yb 1958; Dünkü İstanbul'da Hovardalık adıyla 1987) İstanbul'da 19 yy sonlarındaki eğlence yaşamı, kadın-erkek ilişkileri ve gizli fuhuş ortamı üstüne ayrıntılı bilgiler yer alır. Basın ve edebiyat çevreleriyle ilgili anılarını topladığı Muharrir, Şair, Edipte (1924, yb 1980) ise II. Abdülhamid dönemi basınının ve edebi çevrelerin iç dünyası son derece canlı biçimde tasvir edilir. Ahmed Rasim'in dili, anlatımı anlattıkları kadar kendine hastır. Büyük ölçüde İstanbul halk ağzına yaslanan bu dil son derece kıvrak bir anlatımla bütünleşerek okuyu-



U N

ÖZELLİKLERİ

Garip şey! Şu Amerikalılar ne tuhaf adamlardır! İşleri güçleri yokmuş gibi tâ yeni dünyadan kalkarak eski dünyada bulunan şehrimize kadar gelmişler ve demografi yani bilâd ve sekene-i bilâd ahvâl-i umumiyesinden bahseden fenne tatbikan icra-yı tetkikât etmişler. Hatta Türklerle muaneseti meyhane âlemlerine kadar vardıran Amerika yadigârlarından biri New York'ta neşrolunan Comic-Revieıv nam mecmua-i mudhikeye yazmış olduğu makale-i mahsusada ahvâl-i fizyolojiye göre birtakım yerler göstermiştir. Bu muharririn kavline nazaran şehrimizde:

Görülür görülmez kemâl-i hayretle gülünecek ve gülündükçe kahkahaların büyüyeceği yerler: Tiyatrolarla matbaaların dahili.

Ağlayacak ve zorla gözlerden yaş getiren mahaller: Balık ve patlıcan vaktinde bakkal dükkânları önleri.

Akşamdan uykusuz kalanlara mahsus kestirme tabir olunan mızganacak mahaller: Kadıköyü'nün 4 ve 5 numaralı vapurlarıyla Haliç çektirmeleri ve tramvaylar.

Kavga çıkan mahaller: Köprü başlarıyla Şirket-i Hayriye bilet barakaları.

Mide hastalığına kuvvet veren yerler: Alelumum lokantalar.

İshal ve basur ve barsak ufunetine ilaç satılan dükkânlar: Fatih kasaphaneleri.

Şehrin kutb-ı şimalîye tesadüf eden kısmı: Şimdilik kömür depoları.

Melbûsât mağazaları: Batpazarı (Bitpazarı).

Def-i sekre medar olan müdâvât-ı ibtidaiye mahreçleri: Küfe.

Görünür kazalar: Muhacir arabaları.

Kaza ve kaderin ekser gezindiği taraflar: Bahçe havaleleriyle duvarları.

Düşüp kafa göz yarılan, bacak kırılan, kol incinen yerler: Sokaklar.

Para verilen mahaller: Dükkânlar.

Beyhude para alınan mahaller: Köprü, Kadıköy vapurları.

Geceleyin işleyen tramvay: Tünel.

Gürültüsü nisbeten az olan mahal: Kadınlar hamamı.

Alafranse taam edilen yerler: Yani, Nikoli, Löbon, Isponek, Kafe do Süis, Gambrinoz, Bertoli birahaneleri.

Alaalman cimnastik mahalleri: Aksaray'dan Topkapı'ya ve Samatya'ya giden büyük caddeler.

Alarus tiril tiril titremlen mahaller: Köprü üzeri, başmuharrir odası, Rumeli şimendiferi vagonları.

Kulelerin göremediği duman çıkaran yerler. Sigara ağızlıklarıyla pipolar.

Sulak yerler: Kuruçeşme, Çukurçeşme, Aynalıçeşme, Selamiçeşmesi, haftada iki defa terkos boruları.

Kurak yerler: Balıkpazarı, Yemiş, Unkapam, Cibali, Ayakapısı, Fener, Hasköy.

Ciyâdet-i havasıyla meşhur olan yerler: Kazlıçeşme, Kurbağalıdere, Balat, Kasımpaşa,

Alaturka darü'l-musahabât: Mahalle kahveleri, sokak içleri, çarşı, köprüdeki intizâr salonları.

Alışveriş mahalleri: Hanaki, Mezon Ruso, Kafe do Komers'in gizli odaları; Konkordiya'nın rulet dairesi, Pale KristaPin iç salası, Tokatlıyan'ın yukarısmdaki bir nev'i hücre, DoğruyoPda sabahlan meçhul bazı mesâkin-i hususiye.

Yağcı esnafı: Kumarbaz yardakları.

Miktarı günden güne tezâyüd eden nüfus: Dilencilerle arabacılar.

Yolda serbest yürüyenler: Hamallar.

Kuttâ-i tarik: Köpekler.

Soyucu esnafı: Düzinesini on beşe satan, likidasyon ilân eden şık mağazalar-

la

Tünel başındaki mezathane.



Ot pazarı: İştayn, Mayer, Viktor Tring, Goldenberg.

Attariye ve envâ-i tuhafiye dükkânı: Bonmarşe.

Antika: Galata Kulesi.

Tahte'z-zemin bulvarlar: Eyüp, Karacaahmet, Edirne, Mevlevihane kapıları.

İç deniz: Haliç, yağmurlu havalarda yol ortaları.

Dış deniz: Marmara ve havalisi....

Ahmed Rasim, Şehir Mektupları, 3-4, ist., 1992, s. 17-19

Bibi. R. E. Koçu, Ahmet Rasim, ist., 1938; S. Hizarcı, Ahmet Rasim, İst., 1953; H. Yücebaş, Ahmet Rasim, Aşkları, Hatıraları,, İst., 1957;

A. S. Levend, Ahmet Rasim, Ankara, 1965; İ.

B. Sürelsan, Ahmet Rasim ve Musiki, Ankara,
1977; Ş. Aktaş, Ahmet Rasim, Ankara, 1987;
Ş. Aktaş, Ahmed Rasim'in Eserlerinde İstan
bul,
İst., 1988; M. Gökman, İstanbul'u Yasa
yan ve Yaşatan Adam Ahmet Rasim,
2 c.,
İst., 1989.

NURİ AKBAYAR



131 AHMED RATİB PAŞA KÖŞKÜ

AHMED RATİB PAŞA KÖŞKÜ

Anadolu yakasında Küçükçamlıca sem-tindedir. 1985'e kadar Çamlıca Kız Lise-si'nin eski binasının yatakhanesi olarak kullanıldı. Halen koruma altında olup restore edilmektedir.

1892-1908 yılları arasında Hicaz valisi ve kumandanı olarak görev yapmış olan Müşir Ahmed Ratib Paşa tarafından dönemin tanınmış mimarı Kemaleddin Bey'e yazlık köşk olarak yaptırılmıştır.

Yapı, büyük bir özenle pahalı ve değerli malzeme ile gerçekleştirilmiş, mobilyaları Viyana ve Paris'ten getirtilmiş; ancak Ratib Paşa ve ailesi köşkte hiç oturamamıştır. Yapımı ve döşenmesi bittiği sırada II. Meşrutiyet ilan edilmiş; Ratib Paşa'nın görevine son verildiği gibi mallarına da el konulmuştur.

Köşk, 1909 yılında büyük bahçesi ve müştemilatıyla birlikte dönemin maarif nazırı tarafından satın alınmış, önce Viyana Theresianum Kolejleri modelinde özel bir kız okulu kurularak ona tahsis edilmiş ve Almanya'dan öğretmenler getirtilmiştir. Kısa süren bir denemeden sonra bu pahalı ve özel model terk edilmiş ve Çamlıca İnas Sultanisi adıyla yeni bir okul açılmıştır. Köşk, Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra da okul olarak işlevini sürdürmüştür.

Köşk, kagir bir bodrum kat üzerine üç katlı ahşap bir yapıdır. Kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda yerleştirilmiş 24x53 m boyutlarında bir dikdörtgen tabana oturan yapının aksiyal ve simetrik bir kuruluşu vardır. Orta (ana) eksen üzerinde yer alan giriş, üç kollu bir merdiven grubuyla vurgulanmıştır. Bu ana giriş, merdivenlerden ve antre hacminden sonra haçvari planlı büyük bir hole açılmaktadır. Girişin tam karşısında çift kollu anıtsal bir merdiven, büyük binayı uzunlamasına kat eden geniş bir koridor ve ona açılan oda ve salonlardan oluşan eş planlı yan kanatlar uzanmaktadır. Bu kanatların ucunda ve yan cephelerde, muhtemelen harem ve selamlık girişlerine hizmet eden, yine eş biçim ve düzende kapılar ve merdivenler bulunmaktadır. Bu, harem-selamlık düzeni ile simetrik plan konseptinin bir denkdüşüm örneği olarak düşünülebilir.

Eksendeki anıtsal merdivenle ulaşılan üst katta geniş bir salon-hol ve karşıda geniş balkonuyla bahçeye açılan büyük bir kabul salonu vardır. Büyük salon-hol, iki kat yüksekliğindedir; bu ikinci kat, büyük salonu çevreleyen galeriler halinde düzenlenmiş ve üstü renkli camlarla bezemeli ve metal strük-tüıiü bir örtüyle örtülmüştür.

Betimlenen bu aksiyal ve simetrik şema, klasisist bir tasarım anlayışını tanımlamaktadır. Ne var ki, plan düzeyindeki bu konsept, yapı kitlesinin biçimlenişinden cephelerin düzenlenişine, yapım tekniğinden dekoratif desenlerin seçimine kadar önemli değişikliklere uğramaktadır. Kitlenin plandan gelen altyapısı, çok sayıda çıkma ve balkonla,



AHMED REFİK

132

133

AHMED VEFİK PAŞA

Ahmed Ratib Paşa Köşkü'nün cephesinden bir görünüm.



İstanbul Dergisi Arşivi

çeşitli kotlara yerleştirilmiş geniş saçaklar ve bunları destekleyen eliböğründe-lerle klasik düzenleme disiplininden farklılaşmaktadır.

Aksiyal bir yerleşme düzenleri olmasına karşın klasik olmayan biçimleri, eğrisel çizgileriyle bu öğeler Osmanlı barok geçmişine referans vermektedir. Çıkmalar ve saçaklar cephede ışık-gölge alanlarını ayırırken pencere, kapı, balkon ve benzeri tüm mimari öğelerde, örneğin sütun başlıkları, korkuluklar vb'de "floral" art nouveau çizgiler egemen olmaktadır.

Art nouveau'nun(->) klasik disiplinin normlarını zorlayan ve gevşeten, mimara keyif ve özgürlük veren ve yaratıcılığını kışkırtan esprisinin Mimar Kemaleddin'i teşvik ettiği sezilmektedir. Örneğin ana girişteki üçlü merdiven grubunun klasik düzeni ve boyutları, mermer korkuluk ve başlıklarının art nouveau biçimlenişi çiçeksi desenlerle yumuşatılıp değiştirilmiştir. Başlık öğesinin stilizasyonu, gerçek bir plastik kaliteye sahiptir.

Orta akstaki salon-hollerde art nou-veau'ya özgü mekânsal akışkanlık yok-

Ahmed Ratib Paşa Köşkü'nde, ahşap üzerinde çiçek figürlü art nouveau uygulamasının örneklerinden biri. Erkin Emiroğlu

tur ama, yan mekânlarla büyüyüp genişleyen ve zenginleşen bir mekân kurgusu sunarlar, üstelik ilginç bir yapım tekniği bileşimi kullanılarak. Yapının tümünde o dönem için geleneksel sayılabilecek bir yapım tekniği kullanılmıştır: Dış duvarlarda ahşap dikme ve tuğla dolgu, içerde yine ahşap strüktür üzerine bağdadi ve sıva tekniği vardır. Orta akstaki salon-hol bölümünde ise metal bir strüktür sistemi vardır. Zemin kattaki haçvari planlı geniş holün her kenarda ikişer ince kolonla taşınan strüktürü, üst kat salonu ve galerilerini de içererek geleneksel strüktüre eklem-lenmiştir.

Salonları bağlayan anıtsal merdiven, som kristalden korkuluk dikmeleri, yine kristalden ışıklandırma öğeleri, çiçeksi art nouveau bezemeli sahanlık vitrayları ile zarafet, zenginlik ve görkemi birleştiren bir tasarımdır.

Köşk, aynı zamanda art nouveau üslubunun Türkiye'de ve İstanbul'da ahşaba uygulanmasının en görkemli örneklerinden biridir. Cephede pencere, kapı, balkon vb öğelerde kullanılan çiçek figürlü art nouveau bezemeler, blok ahşaptan iskarpela ile yontularak gerçekleştirilmiştir. Bir heykel çalışması düzeyindeki uygulama artisanat olarak da heyecan vericidir.

Köşk, betimlenen mimari özellikleriyle 20. yy'in ilk on yılında ahşaba uygulanarak İstanbul'da bir yerel karakter edinecek olan art nouveau tasarımlarına öncülük eden bir yaratımdır. Buradaki gibi bir kompozisyon, Kemaleddin Bey'in mimarisinde -bilindiği kadarıyla-yegâne örnek ve uygulamadır. On beş yıl kadar sonra tasarlayıp gerçekleştirdiği Laleli Harikzedegân Kat Evleri'nde, Osmanlı barok geçmişinin referansları bir kez daha görülecektir. Ama sonrasında Mimar Kemaleddin, artık tüm referanslarını Osmanlı klasik döneminde, 16. yy mimarlığında arayacaktır.

Kemaleddin'in Ahmed Ratib Paşa Köşkü'nün de içinde bulunduğu ilk yapıları yeterince bilinmemektedir. Bugünkü bilgilerimize göre köşk, Kemaleddin Bey'in profesyonel yaşamının erken döneminin tek verisidir. Karşılaştırılıp değerlendirecek başka veriler elde edilene kadar, Ahmed Ratib Paşa Köşkü, döneminin görkemli bir sivil mimari örneği olmasının yanısıra Kemaleddin Bey'in mimarisi açısından da vazgeçilmez önemde olacaktır. Bibi. ISTA, VII, 3719-3720; Yavuz, Mimar Kemalettin, 15; A. Batur, "Biz Aşağıda İmzası Olanlar", İstanbul, S. 2, 1992, s. 92-101.

AFİFE BATUR



AHMED REFİK

bak. ALTINAY, AHMED REFİK



AHMED ROBENSON

(1888, Hindistan - ?, ABD) Futbolcu ve spor adamı. Macera aramak üzere Hindistan'a giden soylu bir İngiliz baba (Sir Rhodes) ile Müslüman bir Hintli

annenin çocuğudur, iki yaş küçük Ab-durrahman ve üç yaş küçük Abdullah adlı iki kardeşi daha vardı.

Babasının aniden vefatı üzerine, üç çocuğu ile çaresiz kalan ve toplumu tarafından da dışlanmış olan annesi, selameti çocuklarını alıp İstanbul'a sığınmakta buldu.

Devrin padişahı II. Abdülhamid aileyle ilgilendi; onlara Beşiktaş'ta Aka-. retler Yokuşu'nda bir ev tahsis ettiği gibi çocukları da Kuleli Askeri Lisesi'ne yazdırdı. Ahmed daha sonra öğrenimini Mekteb-i Sultani'de (Galatasaray Lisesi) sürdürdü. Bu okulda öğrenciyken futbola başladı. Okulun çatısı altında Galatasaray Kulübü'nün kurulmasıyla ilk futbol takımının kalecisi oldu. Çıkardığı güzel oyunlarla büyük beğeni kazandı. Spor yaşamını sürdürürken, mezun olduğu Galatasaray Lisesi'nde beden eğitimi öğretmenliğine başladı. Kadıköy, Vefa ve İstanbul sultanilerinde de öğretmenlik yaptı. Pek çok öğrenci ve sporcu yetiştirdi. Türkiye'de izciliğin kurulmasında önemli rol oynadı.

Kardeşlerinden Abdurrahman Ro-benson'un Sarıkamış, Abdullah Roben-son'un da Irak cephelerinde şehit düşmelerinden sonra annesinin de vefatı üzerine 1929'da Amerika Birleşik Dev-letleri'ne göç etti. Son olarak orada büyük bir malikânenin idari işleriyle uğraştığı öğrenilebildi.

CEM ATABEYOĞLU



Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin