I u n d e n bugüN



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə30/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   129

AHMED EFENDİ ÇEŞMESİ

Kuzguncuk'ta, vaktiyle çöp iskelesi olarak anılan yerde yol kenarında yer alırken, 1972'de Boğaziçi Köprüsü çevre yollarının yapımı sırasında sökülmüş, taşlan bir süre karayolları şantiyesinde muhafaza edildikten sonra yok olmuştur. Tanışık, çeşmenin 1940'lı yıllarda akmadığından söz eder. Yine Tamşık'ın

kitabında yer alan kitabe metnine göre, çeşme, 1239/1823'te eşraftan el-Hac Ahmed Efendi adında bir zat tarafından yaptırılmıştır. Çeşmenin üstü yan taraflardan çıkılan bir düzlük halinde idi ve namazgah olarak kullanılırdı. Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, II. 416.

ZiYA NUR SEZEN



AHMED EFLAKÎ DEDE

(1808, Tekirdağ - 1876, İstanbul) Eski
Türk saatçiliğinin son büyük ustası.
Halveti Şeyhi Kırımlızade Ali Efendi'nin
oğludur. 1826'da İstanbul'a gelince
Mevlevîliğe bağlandı. Yenikapı Mevlevî-
hanesi'nde dedeliğe kadar yükseldi.
Mevlevîhanede öğrendiği saatçiliği ge
liştirmek için Paris'e gitti. Dönüşte II.
Mahmud'un (hd 1808-1839) muvakkitli-
ğine (saat ayarcılığı) getirildi. Abdülme-
cid döneminde (hd 1839-1861) İngilte
re'ye giderek bilgi ve deneyimini artırdı.
Tümü de özgün on saat yaptı. Bunlar
dan biri Topkapı Sarayı Müzesi'ndedir.
Daha sonra bu on saati beğenmeyerek
yepyeni bir saat meydana getirdi. Gene
kendi eseri olan Dolmabahçe Sara-
yı'ndaki kule biçimli saatin küçüğü olan
dört cepheli, cıva yaldızı ile altın görü
nümü verilmiş, makine ve çark aksamı
az bulunur bu saat, yakuttan süsleriyle
göz alıcıdır. 1870'te Paris Sergisi'nde
sergilenen bu saat de Topkapı Sarayı
Müzesi'ndedir. Ahmed Eflakî Dede, ay
rıca Sadrazam Fuad Paşa'nın da muvak-
kitliğini yapmıştır. 1876'da Cağaloğlu-
Setbaşı'ndaki evinde vefat eden Ahmed
Eflakî Dede'den sonra, eski Türk saat
çiliğini bilen başka bir usta yetişmedi.
Bibi. Büngül, Eski Eserler, II, 47-50; İSTA, I,
361-362' İSTANBUL

AHMED EMİN (Servili)

(1845, istanbul - 4 Ocak 1892, İstanbul) Fotoğrafçı ve ressam. Mühendishane-i Berri-i Hümayun'dan 18ö5'te mülazım (teğmen) olarak mezun oldu. Aynı yıl, büyük resim yeteneği nedeniyle, Tophane Resimhanesi'ne desinatör olarak alındı. Burada fotoğraf işleri ile de ilgilendi ve bu alanda büyük ün kazandı.

Ahmed Emin fotoğraf aletleriyle birlikte, 1886. Engin Çizgen

Ahmed Emin, II. Abdülhamid tarafından, bir heyetle Anadolu'ya gönderilerek, Bursa, Bozüyük, Eskişehir ve Iz-nik'in pek çok fotoğrafını çekti. Aynı zamanda iyi bir suluboya ressamı ve gravür ustasıydı. Çektiği fotoğraflardan oluşan bir albümü II. Abdülhamid'e takdim ederken, albümün kapağım da, fildişi oyma sanatındaki tüm ustalığını göstererek kendisi hazırladı. Fotoğrafla yakından ilgilenen II. Abdülhamid'in yaverliğine getirilmesi, onun fotoğraftaki başarısına bağlanabilir. Yaverlik görevinden sonra, Mühendishane'de resim hocası olarak çalışmalarına devam eden Ahmed Emin genç yaşta öldü. Bibi. Esad, Mühendishane, 212; Boyar, Türk Ressamları, 48-50; Çizgen, Photography.

ENGİN ÇİZGEN



AHMED FAİZ EFENDİ

(? , ? - Mayıs 1807, İstanbul) III. Se-lim'in sırkâtibi. Bu görevi sırasında kaleme aldığı Rûznâme 18. yy sonu istanbul'u hakkında önemli bir kaynaktır.

Ahmed Faiz Efendi kemankeşlikle (ok atıcılığı) uğraşırken bu işteki ustalığıyla III. Selim'in dikkatini çekti ve Enderun'a alındı. Burada eğitim gördükten sonra kısa bir süre mabeyncilik yaptı, 1791'de de sırkâtibi oldu. Bu görevi dolayısıyla III. Selim'in yakın çevresinde yer aldı, önemli birçok resmi görüşmede bulundu, sarayda büyük güç kazandı, atamalarda, yükselmelerde etkili rol oynadı, yüklü servet edindi. Ahmed Faiz Efendi bu konumuyla çeşitli çıkar çevrelerinin, Nizam-ı Cedid yanlısı olması dolayısıyla da tutucu çevrelerin baş hedeflerindendi. Mayıs 1807'de patlak veren Kabakçı Mustafa Ayaklanması(-0 sırasında Topkapı Sa-rayı'ndan kaçarak canını kurtarmak istediyse de Fatih'te sığındığı evin sarılması üzerine damdan dama atlarken düştü ve asilerce öldürüldü.

Ahmed Faiz Efendi'nin Rûznâme adlı eseri Osmanlı döneminde günlük tarzında yazılmış nadir kitaplardandır. Elde bulunan nüsha Mart 1791'den Aralık 1802'ye kadar on bir yılı aşkın süreyi kapsar. Rûznâme dönemin siyasi tarihinden çok III. Selim'in günlük hayatı çevresinde saraydaki ve istanbul'daki olayları yansıtması bakımından önemlidir. Eserde gün gün padişahın gezileri, bu münasebetle ziyaret ettiği yerler, yapılar, kentte düzenlenen eğlenceler, düğünler, törenler, yarışmalar, meydana gelen ilginç olaylar, yangınlar ayrıntılı olarak tasvir edilmiştir. Eser ilk olarak Tahsin Öz tarafından tanıtılmış, V. Sema Arıkan tarafından da yayımlanmıştır. Bibi. Sicill-i Osmanî, I, 27; "Ahmed Faiz Efendi", ISTA, I, 363; N. S. Örik, 750 Yılın Türk Meşhurları Ansiklopedisi, ist., 1953, s. 80; T. Öz, "Selim IH'ün Sırkâtibi Tarafından Tutulan Rûznâme", IV, no. 13 (Ağustos 1944), s. 26-35; no. 14 (Birinciteşrin 1944), s. 102-116; no. 15 (Mayıs 1949), s. 183-199; Ahmed Efendi, Rûznâme (yay. haz. V. Sema

Arıkan), Ankara, 1993.

İSTANBUL

Ahmed Fehim

Nuri Akbayar

AHMED FEHİM

(1856, İstanbul - 2 Ağustos 1930, İstanbul) Tiyatro oyuncusu, yönetmen, sinemacı. Hattat Abdülkadir Efendi'nin oğludur. 1869'da girdiği Tophane Sanayi Mektebi'nde tornacılık eğitimi gördü. Tersanede ve Sanayi Mektebi'nde çalıştı. 1876'da Gedikpaşa Tiyatrosu'nda Güllü Agop'un yönettiği İki Sağırlar adlı oyunda Uşak Boniface rolüyle oyunculuğa başladı. Gösterdiği başarıyla dönemin ünlü tiyatro adamlarından Tomas Fasulyeciyan'ın dikkatini çekti ve 1879'da birlikte Bursa'ya gittiler. Dört yıla yakın kaldıkları Bursa'da özellikle Ahmed Vefik Paşa'nın Moliere uyarla-malarındaki rolleriyle ünlendi.

Ahmed Vefik Paşa'nın Bursa'dan ayrılmasından sonra Fasulyeciyan'ın grubuyla birlikte iki yıl boyunca Filibe, Edirne, Çanakkale, Trabzon, Ordu gibi kentlerde oynadıktan sonra iki yıl da Ankara'da kalarak burada çeşitli tiyatro çalışmaları başlattı ve kentteki ilk konserleri düzenledi, istanbul'a dönüşünde Osmanlı Komedi ve Vodvil Heyeti adlı bir topluluk kurdu. Ardından Mınakyan Efendi'nin Osmanlı Dram Kumpanya-sı'na girerek kendi tarzına uymayan dramlarda bir süre oynadıysa da daha sonra rol aldığı bir ya da iki perdelik kısa Fransız komedilerinde eski başarısını sürdürdü. II. Meşrutiyet'in ilanından sonra Ahmed Fehim ve arkadaşları, Fehim Efendi ve Arkadaşları Kumpanyası gibi çeşitli tiyatro toplulukları kurduysa da bunlar genellikle bir mevsim yani bir ramazan ayı boyunca sürdü. II. Meşrutiyet'in ilk günlerinde Şemseddin Sami'nin Besa ve Namık Kemal'in Vatan yahut Si-listre adlı oyunlarını yönetti. Bugünkü Şehir Tiyatrolan'nm temelini oluşturan Darülbedayi'nin komedi bölümünde, sanat yönetmeni Andre Antoine'ın çağrısıyla kısa bir süre genç oyuncuları yönetti. Muhsin Ertuğrul'un 1918'de kurduğu Sahne-i Edebi'sinde ileri yaşına rağmen sahneye çıktı ve başarı kazandı.

Çok yönlü bir sanatçı olan Ahmed Fehim oyuncu, yönetmen, dekorcu, yönetici, yetiştirici ve öğretmen olarak ilk gerçek Türk tiyatro adamı sayılır. İlk blok sahne dekoru uygulamasını Bursa'da gerçekleştiren ve Darülbedayi için de dekor yapan Ahmed Fehim için Muhsin Ertuğrul anılarında, çok sayıda dekoru ona yaptırdığını, döneminin dekor yapma ve dekor boyamada tek Türk uzmanı olduğunu ve o tarihlerde İstanbul'da dekorculuğu meslek edinmiş başka kimsenin olmadığını yazar. Anadolu'ya turneler düzenleyerek tiyatronun buralarda da yaygınlaşmasını sağlayan Ahmed Fehim gerektiğinde gittiği yerlerde tiyatro binaları bile yaptırdı. 1919'da Malul Gaziler Cemiyeti'nin sinema kolu kurulunca, bu kolun sanat danışmanlığına ve yönetmenliğine getirildi. Ahmed Fehim Türkiye'de çekilen ilk konulu filmlerden Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın aynı adlı romanından daha önce de sahneye uyarladığı Mürebbiye filmini hem yönetti, hem başrolünü oynadı. Bu film Türkiye'de sansür edilen ilk film de olmuştur. Aynı yıl Yusuf Ziya Ortaç'ın Vic-tor Hugo'dan Lale Devri'ne uyarladığı Marion Delorme 'dan oğlu Münif Fe-him'in senaryolaştırdığı Binnaz adlı filmi de yönetti. lier iki filmin de görüntü yönetmenliğini ilk Türk sinemacısı Fuat Uzkınay yapmıştı. 1926'da döneminin Maarif Vekili Mustafa Necati'nin desteğiyle 50. yıl jübilesi yapıldı. Aynı yıl Vakit gazetesinde Sahnede Elli Sene adıyla yayımladığı anıları ölümünden çok sonra Ahmet Fehim Bey'in Hatıraları (1977) adıyla kitaplaştı. Mezarı Büyükada'da, Türk tiyatrosunun büyük oyuncularından Ahmed Muvahhit Bey'in yanındadır.

Bibi. C. Filmer, Hatıralar, ist., 1984; G. Scognamillo, Türk Sinema Tarihi, I, İst., 1987; Ahmet Fehim Bey'in Hatıraları (haz. H. K. Alpman), İst., 1977; M. N. Ozon - B. Dürder, Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi, İst., 1967; M. And, Tanzimat; M. Ertuğrul, Benden Sonra Tufan Olmasın, İst., 1989; N. Ozon, Türk Sineması Kronolojisi, Ankara, 1968; Ö. Nutku, Dünya Tiyatrosu Tarihi, I-II, İst., 1985; Ö. Nutku, Darülbedayi'nin Elli Yılı, Ankara, 1969; (Sevengil), Türk Tiyatrosu, I; And, Osmanlı.

RAŞİT ÇAVAŞ



AHMED HAMDİ BEY

(?, ? -1909, İstanbul) istanbul'da eczane açan ilk Türk eczacı. 1879'da Mekteb-i Tıbbiye'nin Eczacılık sınıfını bitirdi. 1880'de Zeyrek Yokuşu başında Eczaha-ne-i Haindi adıyla ilk eczanesini açtı. Yerin yetersiz kalması üzerine 1895'te Vez-neciler'de, Kuyucu Murad Paşa Medre-sesi'nin karşısına taşındı. Bu semtte birkaç defa daha yer değiştirdikten sonra Letafet apartmanının (bugün yerinde İÜ Fen Fakültesi Zooloji anabilim dalı binası vardır) alt katında yeni bir eczane açtı. Bu arada 1893'ten başlayarak Haseki Hastanesi başeczacılığını da yürüttü.

Ahmed Hamdi Bey'in eczanesinde ilaç yapımı için her türlü ilkel madde, alet ve olanak bulunuyordu. Hazırladığı



AHMED HAMDİ BEY

ilaçlar ve tıbbi müstahzarlar sayesinde kısa sürede yaygın bir üne kavuşmuştu. Kola Hamdi, Elbdr Hamdi, Kefir, Liqu-eur de goudron, Dermophile ve Sirop iodotannique phosphate en tanınmış hazır ilaçlarıdır.

Ahmed Hamdi Bey eczanesinde staj yapan gençlerin elinden tutmuş, onların eczane sahibi olmalarına yardımcı olmuştur. Beşir Kemal (1897 mezunu, Bahçekapı'da eczane açmıştır), Mehmed Kâzım (1895 mezunu, Beşiktaş'ta eczane açmıştır) ve Cemal Kâzım (1897 mezunu, Üsküdar'da eczane açmıştır) bunlar arasında en tanınmış olanlarıdır.

Ahmed Hamdi Bey eczacılık mesleğinin bilimsel yönüyle de yakından ilgilenmiş, iyi ilaç yapım yöntemleri üzerindeki gözlem ve incelemelerinin sonuçlarını dergilerde yayımlamış ve meslektaşları ile tartışmıştır. Halk sağlığı konusunda da çalışmaları vardır. 1906'da "Cemi-yet-i Tıbbiye-i Şahane" (Societe Imperi-ale de Medecine de Constantinople) tarafından kurulacak komisyonca "Süt Çocuklarının Sağlığının Korunması" konulu araştırmalar arasından, seçilecek çalışmaya verilmek üzere 25 altın tutarında "Hamdi Bey Ödülü" koyması bu alandaki kişisel gayretlerine bir örnektir.



Ahmed Hamdi Bey

Turhan Baytop

Ahmed Hamdi Bey Müslüman eczacıların örgütlenme isteklerine de yardımcı olmuştur. 250 kadar arkadaşı ile birlikte 1909 da "Osmanlı Eczacıları Itti-had Cemiyeti" (Union Pharmaceutique Ottoman) adlı bir eczacılık cemiyetinin kurulmasına öncülük etmiş ve bu cemiyetin idare heyeti reisliğine seçilmiştir.

Mesleki ve bilimsel çalışmaları nedeniyle Ahmed Hamdi Bey'e Mecidi (3. rütbe) ve Osmani (4. rütbe) nişanları verilmiştir. Türk eczacılığının gelişmesi için yaptığı çalışmalar nedeniyle meslektaşları tarafından "Şeyhüleczacıyan" olarak anılmıştır. Halk arasında ise daha çok "Ebe Zilha hanım oğlu" veya "Sakallı Hamdi" olarak tanınırdı. Mezarı Eyüb Sultan kabristanındadır. Eczacılık diploması almış olan Mustafa Asım Hamdi (d. 1885, İstanbul) adlı bir oğlu vardır.

TURHAN BAYTOP

y

AHMED KARAHİSARÎ 124

AHMED KARAHİSARÎ

(1468 ?, Afyonkarahisar - 1556, İstanbul) Aklâm-ı Sitte (yani "altı çeşit yazı" demek olan muhakkak, reyhani, sülüs, nesih, tevki ve nkâ) hattatı. Asıl adı Ah-med Şemseddin'dir. Doğum tarihi ve hayatı hakkında fazla bilgi yoktur.

İstanbul'a ne zaman geldiği de bilinmiyor. II. Bayezid döneminde (hd 1481-1512) dikiş yerleri belli olmayan gömlek dikmekte şöhret kazandığına göre, önceden bu işle uğraştığı düşünülebilir. Kaynaklara göre çok titiz ve temiz giyinen bir kişi olan Karahisarî'nin diktiği bir gömleği yedi yıl giydikten sonra bir fakire vermesine rağmen eskimemiş görünmesi II. Bayezid'in kulağına gitmiş ve emri üzerine diktiği gömleğin dikiş yerlerini terziler bir araya gelip aramış-larsa da bulamamışlar. Bunlar mübalağa da olsa onun titiz bir sanatçı olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.

Hattatlar arasında sadece Karahisârî diye anılan Ahmed'in önce nerede ve kimden yazı öğrenmeye başladığı belli değildir. Habib, Hat ve Hattatan adlı eserinde Yahya Sofî'den yazdığını kaydederse de yıl olarak bu pek mümkün görünmemektedir. Zira Yahya Sofî'nin ölüm tarihi 1477'dir. Ayrıca Ahmed Karahisârî de yazılarının altına attığı imzalarında onun adını zikretmez. Yalnızca Esedullah Kirmânî'nin adını kaydeder. Ancak Esedullah Kirmânî'nin ne zaman istanbul'a veya Afyonkarahisar'a geldiği de bilinmemektedir. Ahmed Karahisârî iran'a gidip onun talebesi olmuştur denilse bile, İstanbul'da Şeyh Hamdullah gibi bir üstadın bulunduğu devirde İran'a yazı öğrenmeye gitmek öyle mantıklı bir davranış olmasa gerek. Fatih zamanında sarayın, İranlı sanatçılara kapısını açtığı yıllarda birçok kişi arasında Esedullah Kirmânî'nin İstanbul'a geldiği ve muhtemelen Ahmed Karahi-

Ahmed Karahisarî'den bir kıta. Şevket Rado, Türk Hattatları

sarî'nin de o sırada ondan yazı öğrendiği hatıra gelmektedir.

Münzevi bir hayattan hoşlanan Ahmed Karahisarî'nin. kendisi gibi kudretli bir hat ustası olan kölesi Hasanı manevi evlat edinmiş olması evlenmemiş olduğunu düşündürmektedir. Sonraları Halvetîye tarikatı şeyhlerinden İshak Cemaleddin Karamanî'ye bağlanmış ve kendisi gibi yazıdan anlayan bu şeyh ile ruhen anlaşmış ve arkadaşlık etmiştir.

Türkçeden başka Farsça şiirler de söylediği, Bursalı bir şahsa yazdığı mektuptaki üç beyitlik cevabından öğrenilen Karahisarî'nin hat sanatında hususi bir yeri vardır. O da hocası Esedullah gibi, Abbasilerin son halifesi Musta'-sım'ın saray hattatı Yakut'un üslûbunu devam ettirmiştir. Yakut ile 13. yy'm ikinci yarısında geliştirilen estetik anlayış bütün İslam hattatlarınca ideal bir yol telakki edilmiş ve Böylece Yakut yolu, İranlı Esedullah'ın öğrencisi olan Karahisârî vasıtasıyla İstanbul'a gelmişti. Karahisârî bu üslubu daha da güzelleştirmeyi başardı. Yakut'un bir ölçüde gerçekleştirdiği dinamizmi daha ileriye götürdü; onun kötü bir taklitçisi olmadı. Eğer böyle olsaydı bir okul sahibi olamazdı. Kendisinden bir süre önce yaşamış ve 1520'de ölmüş olan Şeyh Hamdullah'ın kurduğu ve Türk zevki hâkim olan okuldan ayrı bir yolda yürümüş olmasına rağmen 16. yy'da Anadolu'da yetişen yedi büyük hattattan biri olarak anılmaktadır.

üi

Eserleri, müze, kütüphane ve özel koleksiyonlardadır. Bunların en önemlisi I. Süleyman (Kanuni) için yazdığı büyük boydaki Kuran'dır. İstif (kompozisyon) yenilikleri göstermiş; bir sayfada yaptığını başka sayfada tekrar etmemiştir. Diğer önemli bir eseri de Türk ve İslam Eserleri Müzesi'ndeki büyük boydaki Enam'-dır. Karahisarî'nin burada yazdığı beşme-



leler ve geometrik şekilde tertip ettiği kufi yazılarda gösterdiği yeniliklere başka hattatlarda rastlamak mümkün değildir. Bunlar, onun yaratıcı bir ruha sahip olduğunu gösteren örneklerdir. Celi yazılarından bazılarını altınla yazmış ve sonra bunların kenarlarını siyah mürekkeple çevrelemiş olması, tezhip ile de uğraşmış olduğunu gösterir.

Bunlardan başka, Süleymaniye Ca-mii'nin kubbesindeki yazı da onun eseridir. Bu yazı zamanla harap olduğundan Abdülfettah Efendi(-») tarafından yeniden yazılmıştır. Kasımpaşa'daki Pi-yale Paşa Camii'ndeki "Selâmün aley-küm..." ayetini onun yazdığı kayıtlı ise de hattatın 1556'da öldüğü; camiin ise 1577'de yapıldığı düşünülürse yazının Karahisarî'ye ait olmadığı anlaşılır. Ayrıca bazı kaynaklarda Mimar Sinan Tür-besi'nin ve sebilinin yazılarının da onun tarafından yazıldığı bildirilir ki, bu da yanlıştır. Zira Sinan, ondan otuz iki yıl sonra ölmüştür.

90 yaşına yaklaştığı sırada ölen Ahmed Karahisârî, Sütlüce'de Caferâbâd Tekkesi naziresinde gömülmüştür. En başarılı öğrencisi evlatlığı olan Hasan Çelebi'dir.

Bibi. Müstakimzade, Tuhfe, 94; Suyolcuzade Mehmed Necib, Devhatü'l-Küttab, îst., 1942, s. 9-10; Nefeszade ibrahim, Gülzar-ı Savab, İst., 1939, s. 21, 58-59; Habib, Hat ve Hat-tatan, ist., 1305, s. 84-85; Rado, Hattatlar, 69-72; A. S. Ünver, Hattat Ahmet Karahisârî, ist, 1948.

ALİ ALPARSLAN



AHMED MİDHAT EFENDİ

(1844, İstanbul - 28 Aralık 1912, İstanbul) Yaklaşık yarım yüzyıl boyunca verdiği ürünlerle Türk halkına okuma alışkanlığı kazandırmakta ve çağdaş dünyayı anlayıp benimsetmekte büyük rol oynayan gazeteci, yazar.

İstanbul'un Tophane semtinde, Kafkasya göçmenlerinden bir ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya geldi. Annesi Nefise Hanım bekâr çamaşırı diker, babası Süleyman Ağa da bunları pazar yerlerinde satarak ailenin geçimini sağlamaya çalışırdı. Yaramaz bir çocuk olduğu için babası tarafından Mısır Çarşısı'nda bir aktarın yanına çırak olarak verildi. Ahmed Midhat, bu mesleği kısa sürede kavradığı gibi okuma yazma hevesine de kapıldı. Dükkân komşusu Hacı İbrahim Efendi'den aldığı derslerle okuma yazma öğrendi. Bununla yetinmeyerek Galatalı ve Frenk-ten Fransızca öğrenmeye bile girişti. 1856'da babasının ölümü ile düzenim kökünden sarstı. O sırada Vidin'de bulunan ve babasının ölümüyle ailenin en büyük erkeği durumuna gelen üvey ağabeyi Hafız İbrahim, annesini ve kardeşlerini 1857'de Vidin'e getirtti. Burada ilk defa okula gitme imkânı bulan Ahmed Midhat, 1861'de Niş'e vali olarak atanan Midhat Paşa'nın yanında görev alan ağabeyi ile birlikte bu şehre geldi. Burada rüştiyeye yazıldı ve kısa sürede

okulu bitirdi. 1864'te, yeni kurulan Tuna Vilayeti valiliğine atanan Midhat Paşa, Ahmed Midhat'ı da vilayet merkezi olan Rusçuk'a çağırdı, vilayet mektubi kaleminde görevlendirdi. Devrin geleneğine uyarak ona kendi adım mahlas olarak verdi. Bir süre sonra Midhat Paşa tarafından vilayetin gazetesi Tuna'ya yazı yazmakla görevlendirildi (1868). Rusçuk'ta çok hareketli bir hayat geçiren Ahmed Midhat bir süre sonra Tuna'nm başyazarlığına getirildi. Bu arada, sonraki yıllarda çok faydasını göreceği matbaa mürettipliğini ve makinistliği de öğrendi. 1869 yılı başlarında Bağdat Valiliği'ne atanan Midhat Paşa, Ahmed Midhat'ı da vilayet matbaası müdürü olarak beraberinde götürdü. Burada vilayet gazetesi Zevra'yı çıkarmaya başladı (1869).

Bağdat'ta tanıştığı kişilerden sonraki yıllarda müze müdürü ve ressam olarak ün kazanacak olan Osman Hamdi Bey ile Bakır Can Muattar adlı çok dil bilen, derviş kılıklı, filozof görünüşlü bir İranlıdan çok etkilendi. 1869'da ilk kitabı Hâce-i Evvel'i Bağdat'ta yayımladı, bunu Kıssadan Hisse izledi. Birincisi birkaç cüzden oluşan bir ders kitabı, ikincisi ise telif ve çeviri kısa öykü ve masallar derlemesidir.

1870'te üvey ağabeyi Hafız İbrahim Paşa'nın ölümüyle ailenin bütün yükü Ahmed Midhat'ın omuzlarına binmiş oldu. Bu yüzden 1871 başlarında Bağdat'taki resmi görevlerinden istifa edip İstanbul'a döndü. Önce Ceride-i Askeri-ye'de başyazarlık, Basiret gazetesinde yazarlık yaptı. Bir yandan da yazdığı kitapları evinde kurduğu matbaada kendi basmaya başladı.

İstanbul'da kendisini politikanın içinde bulan Ahmed Midhat, 1872'de İbret gazetesinin yönetimini üstlenen Namık Kemal'le ve onun yakın arkadaşı Ebüzziya Tevfik'le tanıştı. Onlardan Yeni Osmanlılar hareketinin amaçlarını öğrendi ve benimsedi. Bu hızla kendi adına çıkardığı ilk gazete olan Devir (1872) daha ilk günden kapatıldı, ikinci gazetesi Bedir (1872) ise ancak on üç sayı çıkabildi. Birbirini izleyen Letâif-i Rivâyât (25 cüz, 1870/71-1894) cüzleri ve Dağarcık (1872) bu yıllarda ortaya çıktı.



İbret gazetesinde çıkan "Millet-i Met-bua" başlıklı yazısı yüzünden gazete kapatıldığı gibi Ahmed Midhat da 10 Nisan 1873'te Ebüzziya Tevfik'le birlikte Rodos'a sürgüne gönderildi. Rodos'ta da boş durmayan Ahmed Midhat, yakın akrabası Mehmed Cevdet adına aldığı ruhsatla İstanbul'da çıkarttığı Kırkambar (1873) dergisinde telif ve çeviri yazılar yayımladı; romanlar, tiyatro eserleri, tarih kitapları yazdı. Bu dönemde yazıp yayımladığı Alexandre Dumas (Pere) yolunda bir tarihi serüven romanı olan Hasan Mellah yahud Sır İçinde Esrar (R c., 1874-1875; yb Denizci Hasan, III c., 1975-1981) çok beğenilince Hüseyin Fellab (1875; yb 1981) ve Süleyman

Muslî'yi de (1877; yb Musullu Süleyman, 1971) bu sırada yazdı. Dünyaya İkinci Geliş yahud İstanbul'da Neler Olmuş? (1874) ve Felâtun Beyle Rakım Efendi de (1875; yb 1966) bu dönemin eserlerindendir.

Ahmed Midhat Efendi, 1876'da Ebüzziya Tevfik'le birlikte Rodos'ta Medrese-i Süleymaniye adıyla bir okul açmış, hattâ daha sonra bu okul için aynı adla bir ders kitabı da yazıp yayımlamıştır (1887-88, 3 cüz). Aynı yıl Abdülaziz tahttan indirilip V. Murad padişah olunca ilan edilen afla Ahmed Midhat da İstanbul'a döndü. Üç yıl süren sürgün dönemi sonunda ülkede olup bitenleri daha değişik biçimde değerlendirmeye, politikayla ilgilenmemeye karar verdi. Ahmed Midhat Efendi bu yıllara ilişkin anılarını yarım bıraktığı Menfa (1877; yb 1988) adlı eserinde anlatmıştır. Sürgün dönüşü çıkardığı ilk gazete yayım hayatı yedi ay kadar süren İttihad'dvc



Ahmed Midhat Efendi

İstanbul Belediyesi Atatürk Kttaphğı

(1876). V. Murad'ın tahttan indirilip II. Abdülhamid'in padişah olmasının ardından Mart 1878'de Takvîm-i Vekayi gazetesinin müdürlüğünü kabul etti. 27 Haziran 1878'de adı her zaman onunla birlikte anılacak olan Tercüman-ı Hakikat gazetesini yayımlamaya başladı. 1884'te Meclis-i Umûr-ı Sıhhiye azalığı-na tayin edildi, 1895'te bu meclisin başkanlığına getirildi. Resmi görevleri yanında gazetesinin yönetimini de bırakmadığı gibi olağanüstü verimiyle birbiri peşi sıra kitaplar yayımlamayı da sürdürdü. 1900-1908 arasında yazı hayatı bir duraklama geçirdi. 1908'de II. Meş-rutiyet'in ilanı üzerine yeniden gazeteciliğe döndüyse de II. Abdülhamid dönemindeki faaliyetlerinden dolayı kendisine pek iyi gözle bakılmadı. Son romanı Jön Türk'te (1910) geçmiş dönemin olumsuzluklarına ilişkin görüşler sergilemiş olsa bile yeteri kadar ilgi görme-



125

AHMED MİDHAT EFENDİ

diği için yazı hayatından çekilen Ahmed Midhat Efendi, Darülfünun'da(->), Da-rülmuallimat'ta(->), Medresetü'1-Vâ-izin'de(-0 ders vermeye başladı. Tarih-i Osmani Encümeni azalığına getirildi. Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye'nin mec-lis-i tedris (Öğretim Kurulu) üyesi oldu. Bu cemiyetin kurduğu Darüşşafaka'-da(-0 "ders nazırlığı" da yaptı.

Aktar çıraklığı ile başlayıp değişik konularda iki yüze yakın eser kaleme alan bir yazar konumuna, gazete yayıncısı ve başyazarlığına oradan da Darülfünun hocalığına kadar uzanan hayat çizgisi ile Ahmed Midhat Efendi öteki Tanzimat yazarlarından farklı özellikler taşır. Yetiştikleri ortamlar arasındaki fark onun çevresine, topluma, dünyaya, hayata, başka türlü bakmasına sebep olmuştur. Tanzimatla birlikte Batılılaşma yönünde keskin bir dönemeçten geçen toplumun en temel ihtiyacının eğitim olduğunu önce kendi hayatında yaşamış ve uygulamıştır. Halkın yüzde 95'nin okuma yazma bilmediği, hayatın kapalı topluluklar biçiminde sürdüğü bir ülkede insanları dış dünyaya açmak, eğitmek, onlara hem Tanzimat'ın sağlayabileceği nimetlerden yararlanmayı öğretmek hem de onları yanlış Batılılaşmanın zararlarından korumak Ahmed Midhat Efendi'nin fikri hayatının ve yazarlığının başlıca amacı olmuştur.

Ahmed Midhat Efendi Osmanlı ülkesine Batı'dan gelen yeni yazı türleri roman, hikâye, tiyatro ve özellikle gazete yazılarının eğiticilik ve öğreticilik amacına hizmet eden birer araç durumundadır. Ayrıca tarih, coğrafya, din, felsefe, eğitim, ekonomi, fen konularına ilişkin eserlerinde de bu amaca hizmet etmeye özen göstermiştir. "Kırk beygirlik yazı makinesi" olarak anılmasına yol açacak verimli yazı hayatı boyunca bu görevi bıkmadan, usunmadan sürdürmüş, bu yolda sert tartışmalara girmekten de çekinmemiştir.

'Ahmed Rasim(->) ve Hüseyin Rahmi Gürpınar(->) gibi iki büyük yazarın yetişmesinde etkili olan Ahmed Midhat Efendi, yönetimi altındaki Tercüman-ı Hakikat'te de Ahmet Cevdet Oran(->), Ahmet İhsan Tokgöz(-0 ve Hüseyin Cahit Yalçın(->) gibi önemli gazeteci, yazar ve yayıncılara ortam sağlamıştır.

Ahmed Midhat Efendi'nin eserleri Tanzimat döneminin getirdiklerini, götürdüklerini; olumlu, olumsuz yönlerini o dönemin bir insanının kaleminden öğrenebilmek bakımından tükenmez bir kaynaktır. Bunlarda Tanzimat'tan II. Meşrutiyet'e kadar geçen yetmiş yıllık dönemde bilim ve teknikte, yaşama tarzında, güzel sanatlar ve edebiyatta, kadında, aile hayatında, dünya görüşünde meydana gelen değişmeleri en açık biçimiyle görmek mümkündür.

Edebi eserleri geniş bir coğrafyaya yayılmış olsa bile 18. ve 19. yy İstanbul hayatını, şehrin doğal ve tarihsel çehresini gerçekçi bir dille anlatan Ahmed


Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin