I u n d e n bugüN



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə74/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   70   71   72   73   74   75   76   77   ...   129

Bibi. İnal, Son Hattatlar, 54-57; Rado, Hattatlar, 238-239; U. Derman, Hattat "Hacı Arifler, ist., 1965.

ALİ ALPARSLAN



ARİF HİKMET BEY

(?, Yugoslavya - 13 Kasım 1918, İstanbul) Sülüs ve nesih hattatı. Hafız Ham-za Efendi'nin oğludur. Genç yaşta İstanbul'a geldi. Bir süre Enderun'da bulundu. Hattat Bakkal Arif Efendi'den(->) sülüs ve nesih yazı meşk etti. Bir süre Matbaa-i Âmire hattatlığında bulundu. Sonraları Kahramanzade Hanı'nda açtığı yazıevinde isteyenlere yazı yazdı; 19l4'te açılan Medresetü'l-Hattatin'in müdürlüğüne tayin edildi. Burada da fazla kalmayan hattat, Babıâli Cadde-si'nde "Yazı Yurdu" adında bir yer açtı ve serbest hattat olarak çalıştı. 1918'de veremden öldü. Mezarı Sümbül Efendi Camii haziresindedir.

Arif Hikmet Bey, birinci sınıf bir hattat değildir. Bununla birlikte kartvizit kompozisyonlarında maharet gösterdiğine şüphe yoktur. Kendi icadı olan ve harfleri sümbülü andırdığı için hatt-ı sünbülî (sünbül yazısı) olarak adlandırdığı yazı türü dolayısıyla tenkide uğramıştı. Yazıda yenilikçi olduğu anlaşılan Arif Hikmet Bey'in eserleri yaygın değildir.



Bibi. İnal, Son Hattatlar, 58-62; Rado, Hattatlar, 249; M. Z.^Kuşoğlu, "Osmanlı Kartvizitleri ve Hattat Arif Hikmet Bey", İlgi, no. 46, Ağustos 1986, s. 31-35.

ALİ ALPARSLAN



ARİFE DİVANI

Arife muayedesi, arife merasimi de denmiştir. Osmanlılar döneminde İstanbul'da Ramazan ve Kurban bayramları arifelerinde yapılan törenlerdi. Bu törenlerle İstanbul halkı başka bir havaya girer, çarşı pazar hareketlenir, saray ve yönetim açısından da bayramın törensel yükünün bir bölümü arife günlerinde yerine getirilirdi.



Tevkiî Abdurrabman Pasa Kanunnamesi ile vekayiname ve ruznameler-

deki bilgilere göre "tehniye-i iydiye" de- \ nen bayram kutlamaları, Ramazanın 27. i günü başlamakta ve bayram günleri bo- j yunca sürmekteydi. Kurban Bayramı; öncesinde de üç gün süreyle benzeri törenler yineleniyordu. Amaç, başkent halkını bayram heyecanı ile hareketlendirmek ayrıca padişahın ve devlet adamlarının bayram günlerindeki tebrik kabullerini bir oranda azaltmaktı.

Ramazanda arife törenleri 27. gün başlardı. O gün şeyhülislam tören giysisi ve maiyetiyle Paşakapısı'na gelir, re-isülküttab, mektupçu, teşrifatçı, selam ağası, muhzır ağa ve Paşakapısı erkâ-nınca törenle karşılanırdı. Divanhane önünde sadrazam binektaşına kadar ilerler, buradan birlikte yürüyerek içeri girer ve yaklaşan bayram nedeniyle teb-rikleşirlerdi. Sadaret Arzodası'ndaki baş başa görüşmelerinde her ikisi de törene özgü kavuk ve sarıklarını çıkartıp adi destar ve küçük tepeli ile otururlardı. Bu sırada salonda gülsuyu serpilip buhurdan dolaştırılır, ramazan olması nedeniyle ikramda bulunulmazdı. Aynı gün ve izleyen 28., 29. günlerde ise vezirler, emekli vezirler, ilmiye sınıfı ricali, ocak ağalan, kazaskerler, selatin şeyhleri (büyük camilerin vaizleri), sarayın ve Paşakapısı'nın üst düzey görevlileri, örneğin şikâr ağalan, mirahur ağa, kapıcı-başı, mir-i alem vakıf mütevellileri, âsi-tane denen büyük dergâhların şeyhleri, sırayla sadrazamı, şeyhülislamı, vezirleri ziyaret ve tebrik görevini yerine getirirlerdi. Bu üç gün boyunca süren ziyaret ve kutlamalarla İstanbul'daki protokole dahil kişilerin kendi aralarındaki bayramlaşmaları tamamlanmış olur, yal-

nızca bayram sabahı sarayda yapılması gelenek olan muayede resm-i hümayunu kalırdı. Böylece herkesin bayram süresince kendi evinde ya da konağında bayram yapabilmesi olanağı sağlanmış olmaktaydı.

Arife divanı ise ramazanın son günü olan arifede ve Kurban Bayramı arifesinde saraya özgü özel bir törendi. Bu törenin dışa yansıyan, mehterhanenin nöbetler çalması, Boğaz'dan toplar atılması, gece de ışıklandırma yapılması vb uygulamaları, İstanbullulara bayramın resmen başladığını duyururdu. Arife günü, saraydan başka hiçbir yerde tören yapılmaz, ancak çarşı pazar, canlı ve kalabalık bir gün yaşardı.

Arife divanının 16-17. yy'lardaki protokollerinin ve törensel yönünün değişiklikler gösterdiği saptanmaktadır. Örneğin Divan-ı Hümayun'un işlevini koruduğu dönemlerde (17. yy'ın ikinci yarısına değin) bu tören ağırlıklı olarak Kubbealtı'nda yapılmaktaydı. O gün öğle namazından sonra çavuşbaşı ve Divan-ı Hümayun çavuşları, resmi giysili olarak ve ellerinde uzun asaları bulunduğu halde Divanhane'de, Adi Köşkü'ne karşı saf dururlar; dışarıda Mehterhane yerini alırdı. Has Ahır'dan getirilen padişahın atları, çok süslü rantları ve üniformalı binicileri (ahır saraçları) ile arkada bir sıra oluştururlardı. İkindi ezanı okunduktan sonra Fatiha ile tören başlar, Mehterhane nöbetler çalar, fasıl aralarında çavuşlar "aleyke avnullah!" diyerek alkış yaparlar; en son bir çavuş dua eder, âmin denir, Fatiha'yla dış tören sona ererdi. Bu sırada Enderun'da padişahın katıldığı asıl arife muayedesi

L_

ÂRİFÎ PAŞA KORUSU

304

305

ARKADİOS

Bugün artık koru niteliğini yitirmiş olan Arifi Paşa Korusu'ndan geriye kalan tek tuk ağaçların

arasından Boğaz'm görünüşü.

Hazım Okureı; 1993

yapılırdı. 17. yy sonlarına doğru dış törenin tamamen terk edilerek Enderun'daki törenle birleştirildiği anlaşılmaktadır. Esad Efendi'nin Teşrifat-ı Kadime adlı eserinde açıkladığına göre bu tören şöyle olmaktaydı: Çavuşbaşı, mü-cevveze kavuk, serasere kaplı üstlük, divan bisatlı atla ikindi namazından bir saat önce saraya gelir, ikindi namazını eski Divanhane'de (Kubbealtı) kıldıktan sonra Bâbüssaade karşısında kapıcılar kethüdası ile yerini alırdı. İkisinin arasında ve bir adını geride ise teşrifati efendi (protokol müdürü) bulunurdu. Çavuşbaşının yan gerisinde mücevveze kavuklu ve erkân kürklü çavuşlar kâtibi, çavuşlar emini, duagû (duacı), daha geride gedikli ve ulufeli çavuşlar yine mücevveze kavuk ve çuha feraceli olarak yerlerini alırlardı. Kapıcılar kethüdasının yan gerisinde ise kapıcılar kâtibi, mataracı; pişkeşçi, kapıcı sınıfından saray görevlileri, muvahhidi kürk ve mücevveze sarıklı olarak sıralanırlar, en arkada ise mir-i alem, mirahurlar, başlarında selimi kavuk, serasere bölüklü samur kürk, kadife şalvar ve filar denen ayakkabı giymiş olarak dizilirlerdi. Daha da geride Mehterhane ve padişahın atları yerlerini alırlardı. Bâbüssaade girişinin sağ yanında zülüflü baltacılar, Ka-pıarası'nda akağalar, Arzodası önüne konan tahtın her iki yanında Enderun ağaları dizilirlerdi. Bu düzen tamamlanınca padişah Arzodası'ndan çıkıp sedef işli Arife Tahtı'na (bugün Topkapı Sarayı Müzesi'ndedir) oturur, herkes yer öper, usulünce alkış yapılır, Mehterhane bir fasıl çalar, duagû dua eder ve padişah Arzodası'na dönerdi.

Törenin bu aşamasının ardından Ar-zodası'na alınan selatin cami hatipleri tarafından, padişahın huzurunda aşr-i şerifler okunur, kendilerine atiyyeler verilirdi. Bazen, törenin bu bölümü, Hırka-i Saadet Odası'nda yapılırdı. Padişah Arzodası'nda iken başta yeniçeri ağası olmak üzere ocak ağaları, cebeci-başı, topçubaşı, humbaracıbaşı, topara-bacıbaşı, lağımcıbaşının, kul kethüda-sıyla birlikte huzura girip tebrikte bulunmaları da usuldendi. Yine bu tören sırasında silahdar ağa ile sadrazamın Enderun ve Birun görevlileri adına, bayram hediyesi olarak padişaha birer at sunmaları da gelenekti. Bu gelenek son dönemlerde kısmen bırakılmıştır.

Arife divanının daha eski tarihlerde Hasoda önünde yapıldığı, ancak bu iç törene, dışarıdan Birun halkından görevlilerin katılmadıkları ve Enderun ağalarıyla sınırlı kaldığı sanılıyor:

III. Selim'in sırkâtipliğini yapan ruz-name yazarı Ahmed Efendi'nin belirlemelerine göre 18. yy sonunda arife divanı daha da basit bir programla icra edilmekteydi. Padişah, arife günü öğle namazından sonra sarayda, Sünnet Odası'nda tıraş olup abdest tazeliyor, buradan Hırka-i Saadet Odası'na geçerek ikindi namazını kılıyordu. Sonra Arzodası'na gelerek alışılagelen törene ka-

tılıyordu. Buradan çıkınca da Silahdara-ğa Köşkü'ne geçerek Mehterhane'nin çaldığı marşları dinliyor, Enderunluların (içoğlanları) tomak oyunlarını izleyip para saçtırtıyor, silahdar ağanın sunduğu ata binerek kısa bir gezinti yapıp iftar için iç köşklerden birisine gidiyordu.

Bu tören programının II. Mahmud döneminde de (1808-1839) değişmediğini Tarih-i Enderun'un yazarı Hızır 11-yas Ağa'nın açıklamalarında görmekteyiz. Hicri 1227 (Miladi 1812) yılı ramazan ayı sonunda icra edilen arife divanında II. Mahmud, Yalıköşkü'nden Sünnet Odası'na gelmiş, burada cemaatle ikindi namazını kıldıktan sonra Arzodası'na geçerek tören öncesinde dinlenmişti. Dışarı çıkıp sedefli tahta oturmuş, divan çavuşlarının ve hasodalıların alkış yapmaları, Mehterhane'nin nöbet çalması ve duadan sonra yine Arzodası'na girerek imam ve hatiplerin aşr-i şerif okumalarını dinlemiştir. Farklı olarak Si-lahdarağa Köşkü'nde karşısına sıralanan Enderun ağalarının ilk kez fes giymiş olmaları herkesin dikkatini çekmiştir. O gün akşam, gece yarısına kadar meşaleler yakıldığı gibi saray dış avlusunda da Mehterhane nöbet vurmuştur.

Arife divanı geleneği, 19. yy ortalarına doğru, daha dar kapsamlı bir saray geleneği durumuna girmiştir. Buna karşın, devlet yöneticilerinin bayramdan önce ve arife muayedesi adı altında birbirlerini ziyaretleri, Osmanlı Devleti'nin yıkılışına değin sürmüştür. Bibi. Tevkiî Abdurrahman Paşa Kanunnamesi, Ankara, 1935, s. 120-124; Âta Bey, Ta-rih-iAtâ, I, İst., ty, s. 221 vd; Silahdar Tarihi, II, s. 748 vd; Esad Efendi, Teşrifat-ı Kadime, İst., ty, s. 43; Sırkâtibi Ahmed Efendi,



Ruznâme, Ankara, 1993, s. 75, 125, 272, 369; Hızır İlyas Ağa, Tarih-i Enderun (Vekayi-i Letâif-i Enderun), İst., 1276, s. 25-26; Uzun-çarşılı, Saray, s. 201-202.

NECDET SAKAOĞLU



ÂRİFÎ PAŞA KORUSU

Bebek-Rumelihisarı arasındaki sahil yolundan Boğaziçi Üniversitesi korusu ve kampusuna doğru yükselen, yamaçları güneydoğuya dönük, Boğaz'ı gören, oldukça dik eğimli arazi parçasıdır. Tüm alanı yaklaşık 22 dönüm kadardır.

ismi koru ile bütünleşen Arifi Paşa (1830-1895), hariciye nazırlarından Sekip Paşa'nın oğludur. Arifi Paşa elçiliklerde bulunmuş, hariciye nazırlığı ve sadrazamlık (1879) yapmıştır.

Koru, Hariciye Nazırı Sekip Paşa tarafından Yahya Paşa'dan satın alınmış olmakla beraber, mülkiyeti (tapusu) ancak padişah fermanı ile Arifi Paşa'ya verilmiştir. Bu yer 1930'lu yılların başında varisleri arasında taksim edilmişse de, 1952'ye kadar ağaçlarına el sürülmemiş; sık ağaçlardan oluşan orman görünümü devam etmiştir. Arifi Paşa'nın uzaktan akrabası olan ve Mısır Kralı Faruk'un halası ile evlenmiş bulunan Mustafa Bey, korunun hissesine düşen kısmını, 1946'da çok düşük fiyatlarla bankacılara satmıştır. 1952-1960 arasında koruda, 3, 5 ve 6 katlı apartman blokları inşa edilirken ağaçların hemen tümü kesilmiştir. Bloklar arasında iki yaşlı çınar, birkaç ıhlamur ve atkestanesi ile üç beş sedir ağacı, korudan geriye kalan tüm bitki örtüşüdür. Bugün Ârifî Paşa Korusu, duvara çakılmış bir tabela üzerine yazılmış bir isim olarak kalmıştır.

FAİK YALTIRIK

AKİF'İN KIRAATHANESİ

19. yy'ın son çeyreğinde Divanyolu'nda bugünkü Sağlık Müzesi'nin karşı sırasında yer alan tanınmış kıraathanelerden biri. Setli kahve de denilirdi. Kurucusunun adından dolayı bu adla anılmış olan kıraathane İstanbul'un gazete ve dergi okunan, sohbet edilen, meddah, Karagöz gösterilerine sahne olan merkezlerinden biriydi.

Ünlü hayalilerden Kâtip Salih Efendi'nin ramazan gecelerinde Karagöz oynattığı zamanlar halkın Arifin Kıraatha-nesi'ne büyük ilgi gösterdiği, her yaşta insanın, özellikle de küçüklerin ön sıraları doldurduğu biliniyor. Ahmed Rasim bu yüzden kıraathaneyi "sıbyan mektebi" diye de anar.

19. yy'ın son yıllarında Meddah İsmet Efendi'nin hikâyeler anlattığı bu kıraathaneye dönemin tanınmış aydınları da devam ederdi. Resmi dairelere yakın oluşu memurlar tarafından uğrak yeri haline getirilmesine yol açmış; böylece gazeteciler, yazarlar, şairler ve devlet görevlilerinden oluşan seçkin bir müşteri topluluğuna sahip olmuştur.

Birçok yazar satranç, dama gibi oyunların da oynandığı kıraathaneden yeri geldikçe eserlerinde söz etmekten geri durmaz. Bunlardan Ebüzziya Tev-fik Yeni Osmanlılar Tarihi adlı eserinde Arifin Kıraathanesi'ni anmakta ve kendisinin, Namık Kemal'in ve akrabası Zaptiye Müdürü Kâzım Bey'in yakın arkadaşı Yanyalı Nuri Efendi'nin dava vekilliği ve arzuhalcilik yaparken burayı yazıhane gibi kullandığını yazmaktadır.

Mütareke döneminde İstanbul'a gelen ve eğlence hayatının çehresini değiştiren Beyaz Ruslar İstanbul'da (suriçi) ilk barı bu kıraathanede açmışlardı. Burada Rus kadınları hizmet ederler, konsomasyona çıkarlar, bir yandan da müşterilerle dans ederlerdi. Bu yıllarda kumar amacıyla tombala oynatılan, karafatma yarışları yaptırılan bir yer olarak da dikkati çekiyordu.

Ahmet Hamdi Tanpınar kıraathanelerden söz ederken burasını da anar ve karşısındaki bir başka kıraathanenin sahibi ile Arif arasında geçen kavgayı anlatan şu dörtlüğü verir: Dün gice iki kı-raathâneci / Birbiriyle eylemişler arbede / Vak'ayı seyreyleyenler didiler/Ârif'i yıktı Bekir bir darbede.

Kıraathane Cumhuriyet'in ilk yıllarında da ününü sürdürmüş, dönemin edebiyatçılarından Celal Sahir Erozan ve arkadaşları ile İzzet Melih Devrim, Agâh Sırrı Levend buraya devam etmişlerdir.



Bibi. S. M. Alus, "Eski Kıraathaneler", Akşam (28 Kânunıevvel 1938); ISTA, 1007; M. And, "Eski İstanbul'da Meddah Kahveleri", Folklor, S. 3 (Temmuz 1969), s. 8; A. H. Tanpınar, Beş Şehir, ist., 1972, s. 205-206; Ebüzziya Tevfik, Yeni Osmanlılar Tarihi (haz. Ziyad Ebüzziya), c. 2, İst., 1973, s. 154; S. Birsel, Kahveler Kitabı, İst., 1975, s. 210, 218, 222, 251-254; M. Ertuğml, Benden Sonra Tufan Olmasın!Anılar, İst., 1989, s. 64.

İSTANBUL


ARİSTARHİS AİLESİ

Yüzyılı aşkın süreyle Osmanlı Devle-ti'ne yüksek görevlerde hizmet etmiş Fener Rum aristokrasisine mensup bir ailedir.

Ailenin kumcusu sayılan Hacı Niko-laos Aristarhis Cezayirli Kaptan Hasan Paşa'nın bankeriydi. Oğlu Stavrakis (1770-1822), K. Muruzi'nin görevden alınmasıyla 1821'de baştercümanlık görevine atanmış, ilk görevi ise Yunanistan'ın bağımsızlığını ilan etmesiyle Fe-ner'deki Rum Patriği 5. Gregorio.s'un azil fermanını kendisine tebliğ etmek olmuştu. Onun oğlu Nikolaos Stavrakis Aristarhis, Rum Ortodoks Kilisesi'nin patrikten sonra gelen en üst düzey danışmanlık (logothetis) görevinde bulundu. Aynı aileden Miltiyadis Aristarhis 1859-1866 arasında Osmanlı Devleti'nin Sisam Adası valisi olarak görev yaptı, daha sonra devletin Yüksek Adalet Divanı üyeliğine getirilerek Prens unvanıyla taltif edildi. S. İoannis, Osmanlıların Berlin sefirliğini^ yaptı, N. Stavrakis ise I. Meşrutiyet'te Ayan üyeliğine getirildiğinde, babası Nikolaos gibi Fener Patrikhanesi'nin en üst düzey danışmanıydı. Patriğin Osmanlı sultanlarıyla görüşmelerinde ona refakat eder, tercümanlık görevini üstlenirdi. Patrik seçimlerinde çift oya sahipti.

Nihayet, Grigorios Aristarhis, Osmanlı Devleti'nin Paris sefaretinde Birinci Kâtiplik, Washington'da konsolosluk görevlerinde bulunmuş; Aleksandros Aristarhis ise Karadağ konsolosluğu yapmıştı.

SULA BOZİS

ARKADİANAİ

Arkadios Hamamı'nın bulunduğu semt. Bu hamam 395'ten sonra İmparator Arkadios ya da kızı tarafından yaptırılmıştır. Veya babanın başlayıp kızının bitirmiş olma ihtimali de vardır. Bu bölge Büyük Saray'ın kuzeyindeydi; güneyde deniz kenarındaki Topoi semti ile kuzeydeki ünlü Mangana Mahallesi arasında yer alıyordu. Prokopius'a göre Akropo-lis'in Marmara'ya bakan yamaçlarında inşa edilen Arkadios Hamamı'nın yanından, tepeden Marmara kıyısına inen ve İustinianos döneminde yapılmış heykellerle süslü olan bir büyük revak (embo-los) geçiyordu. Bu semtte Aziz Mihail ve Aziz Gabriel (Cebrail) adına kiliseler bulunmaktaydı. İmparator Makedonyalı I. Basileios'un (hd 867-886) bir süre oturduğu konak buradaydı, sonradan Aziz Konstantin'e ithaf edilen küçük bir manastıra (metokion) dönüştürülmüştü.



Bibi. Mordtmann, Esquisse-, Janin, Constanti-nople byzantine.

DOĞAN KUBAN



ARKADİOS

(377/78, Konstantinopolis - 408, Kons-tantinopolis) Doğu Roma İmparatoru (395-408). I. Teodosios'un(-0 büyük oğlu olan Arkadios, 395 yılında ölüm

Arkadios

istanbul Arkeoloji Müzeleri Nevra Necipoğlu fotoğraf arşivi

döşeğindeki babasının emriyle ikiye bölünen Roma İmparatorluğu'nun Doğu kesimine, kardeşi Honorius ise Batı kesimine imparator tayin edildiler. Ancak bu şekilde resmen ikiye ayrılan imparatorlukta devletin birliği ideolojisi devam etti; iki ayrı devlet yerine, tek bir devletin iki imparator idaresindeki iki yansı fikri benimsendi.

Zayıf bir imparator olarak bilinen Arkadios, hükümdarlığı süresince çevresindeki çeşitli kişilerin etkisi altında kaldı. Sırasıyla, tahta çıktığı yıl kendisine naiplik ve danışmanlık yapan praefec-tus praetorio Rufinus (bak. Rufinianai Sarayı), ardından Rufinus'u ortadan kaldırıp 396-400 arasında devletin en güçlü kişisi durumuna gelen eski köle ve hadım Eutropios, 400-404 arasında karısı Eudoksia ve son olarak 404-408'de bir başka praefectus praetorio, Antemi-os(->) imparatoru yönlendirdiler.

Eutropios'un öncülüğünde, Yahudilere, özellikle tüccarlara bazı imtiyazlar tanındı. İoannes Hrisostomos(->) Konstantinopolis kilisesinin başına getirildi, heretiklere (kilise doktrinlerinin karşısında olanlara) ve paganlara (puta tapanlara) karşı birtakım yasal önlemler alındı. Daha sonra, Antemios'un da muhtemel aracılığıyla, Hrisostomos kilisedeki görevinden uzaklaştırıldı.

Arkadios döneminde Konstantinopolis Gotlarla girişilen önemli mücadelelere sahne oldu. I. Teodosios zamanında bir tabilik (foedus) anlaşmasıyla uzaklaştırılmış olan Vizigot tehlikesi yemden canlandı. Liderleri Alarik komutasında ayaklanarak Balkan Yarımadası'nı baştan başa tahrip eden ve Konstantinopolis surlarına dayanan Vizigotlarla ancak Alarik'in magister militum per illyricum (İllirya askeri komutanı) olarak tayin



-fc.

ARKADİOS FORUMU

306

307

ARKEOLOJİ MÜZELERİ

edilmesi ve ordularının İtalya ve batıya yöneltilmesiyle barış sağlandı. Fakat bu arada başkentte Germen aleyhtarı kuvvetli bir tepki oluşmuştu ve çok geçmeden Bizans hizmetindeki Gainas isimli bir Got generali yeni bir krize sebebiyet verecekti.

İlk önce Rufinus'un, sonra Eutropi-os'un güçten düşmelerinde rol oynayarak Konstantinopolis içerisindeki siyasi çekişmelere karışan Gainas, kentte Germen karşıtı aristokratik bir siyasi grubun liderliğini yapan Aurelianos'un da sürgüne gönderilmesini sağladıktan sonra, askeri birlikleriyle Konstantino-polis'e girdi. Büyük Saray'ı işgal etmeye koyulan ve Ari inancına bağlı Gotlar için Konstantinopolis'te özel bir mabet kurulmasını talep eden Gainas'a karşı başkent halkı ayaklandı. Kentteki çatışmalar 12 Temmuz 400 günü Gainas ve beraberindeki Gotların yenilip tümden yok edilmeleriyle son buldu.

Arkadios Forumu ve Arkadios Sütunu'nün haricinde, Arkadios döneminin önemli anıt ve binaları arasında en kayda değer olanlarından bir diğeri Arkadi-anai(->) isimli hamamdır. Bibi. J. B. Bury, History of the Later Roman Empire, l, New York, 1958, s. 106-158; J. H. W. G. Liebeschuetz, Barbarians and Bis-hops: Army, Churc and State in the Age of Arcadius and Chıysastum, Oxford, 1990; A. Cameron-J. Long, Barbarians and Politics at the Court of Arcadius, Berkeley, 1993.

NEVRA NECİPOĞLU

ARKADİOS FORUMU

İmparator II. Teodosios(->) döneminde (408-450) düzenlenen ve ortasında anıtsal bir sütun bulunan meydan. Bizans döneminde Kserolofos (Kuru Tepe) diye bilinen, daha sonraları ise Avrat Tepesi denen bugünkü Haseki bölgesinde idi.

İmparator ArkadiosO) (hd 395-408), Got generali Gainas'ın çıkardığı ayaklanmayı bastırdıktan sonra, 5. yy başlarında (402 veya 403), kazandığı zaferi kutlamak amacıyla anıtsal bir sütun inşa ettirmeye başladıysa da, eser ancak ölümünden (l Mayıs 408) sonra, oğlu II. Teodosios tarafından tamamlandı. Üzeri ve kaidesi zengin bezemelerle süslenen bu sütun Arkadios Sütunu(->) olarak adlandırılmıştı. Teodosios, sütunun üstüne babasının büyük boyutlu bir heykelini yerleştirdikten sonra, 421'de görkemli bir törenle açılışı yaptı.

Bundan bir süre sonra (453 ?) heykelin ve sütunun bulunduğu yerin çevresinde bazı galeriler ve dükkânlar yapılmış ve meydan, ithaf edilen ya da yaptıran imparatorun adıyla, Arkadios veya Teodosios Forumu olarak adlandırılmıştır. Forumu çevreleyen mimari unsurlar bilinmemekle beraber, burasının Tauri Forumu'nun(-0 bir benzeri olduğu düşünülmektedir. Kaynaklara göre, meydanda Arkadios Sütunu'ndan başka, tanrıça Artemis, II. Teodosios, III. Va-lantinianos, Markianos vb'nin heykelleri bulunmaktaydı.

543'teki deprem ve 550'de üzerine düşen bir yıldırım yüzünden Arkadios Sütunu'nun gördüğü zarar bilindiğine göre, bu tarihlerde, forumu çevreleyen yapıların da tahrip olduğu düşünülebilir. Arkadios heykelinin yıkıldığı 740'tan, şehrin Osmanlılar tarafından fethedildiği 1453'e kadar, forum ve içindeki eserler hakkında yazılı bir kaynağa rastlanmamıştır. Fetihten hemen sonra sütunun çevresinin ahşaptan yapılmış ev ve dükkânlarla çevrelendiği ve forumun "Avrat Pazarı" olarak adlandırıldığı bilinmektedir. 1633 ve 1660 depremlerinde, çevresindeki evlerin sütunun üzerine yıkıldığı bilindiğine göre, o tarihlerde forum (meydan) olarak adlandırılabilecek bir mekânın kalmadığı söylenebilir.

Bibi. J. Strzygowsky, "Die Saeule deş Arcadius", Jahrbuch deş Deutschen Arcbaeologisch-en Instituts, VIII, (1893), s. 230-249; A. Geff-roy, "La colonne d'Arcadius â Constantinople d'apres un deşsin inedit.", Monuments et me-moires, Fondation E. Piot, S. 2, 1895, s. 99-129- Müller-Wiener, Bildlescikon, 250-253.

SACİT PEKAK



ARKADİOS SÜTUNU İstanbul'un eski Lycus (Likos), sonraki adıyla Bayrampaşa Deresi vadisinin güneyinde olan ve Kserolofos denilen yedinci tepesinde, İmparator Arkadios döneminde (395-408) onun hatırasını yaşatmak üzere büyük bir anıt dikilmişti. Arkadios Sütunu olarak bilinen bu anıt aynı imparatorun adını alan Arkadios Forumu'nunC-») ortasında yükseliyordu. Bizanslı tarih yazarı Teophanes'e göre, anıt 404'te yapılmış fakat üstüne Arkadi-os'un heykeli ancak oğlu II. Teodosios tarafından konulabilmiş ve bunun için 10 Temmuz 421'de tören yapılmıştır.

Bir başka yazardan öğrenildiğine göre ise, anıtın dikilmesinden hayli sonra forumun düzenlenmesi ancak 435 'te tamamlanmıştır. Forum anlaşıldığı kadarı ile dikdörtgen biçiminde olup, etrafı re-

Arkadios

Sütunu'nun

kaidesi.

İAM, Encümen Arşivi, l, no. 249

vaklarla çevrilmişti. Hattâ burası kabartmalar ve heykeller ile süslenmişti. Buradaki heykeller arasında Artemis ile Sep-timius Severus'unkinden başka, II. Teodosios, I. veya II. Valentinianos ve Markianos'unkiler de vardı.

Arkadios Anıtı 543 depreminde zarar gördü. Az sonra, 24 Haziran 550'de bir yıldırım anıtın tepe kısmında tahribat yaptı. 26 Ekim 740'ta vuku bulan şiddetli depremde ise imparatorun heykeli aşağıya düştü ve herhalde bir daha da yerine konulamadı.

Bizans halkı, bu ve bunun gibi anıtları birtakım hurafelere bağlamıştı. 1204'ten 126l'e kadar Bizantion'u işgal eden Haçlılar da aynı hurafelere inanmış gözükürler ve hatıratlarında bunları tekrarlarlar. Hattâ inanıldığına göre, anıtın gövdesindeki kabartmalarda şehrin işgal edileceği kehanetinde bulunulduğu için Bizanslılar güya bu kabartmalardan bazılarını kazımışlardı. O sıralarda anıtın tepesinde bir keşiş yaşıyordu. Latin işgali sırasında, Bizans'ta hüküm süren kargaşa sırasında 1204'te kendisini imparator ilan eden V. Aleksios Murtzuflos, Haçlıların eline geçtiğinde, "unvanının yüksekliğine uygun" bir şekilde idam edilmesi için, yüksek bir yerden aşağı atılmak suretiyle öldürülmüştü. Haçlı kaynaklan onun, "dışı resimli bir sütunun üzerine çıkarılarak", buradan aşağıya atıldığını bildirir. İstanbul'da bu türden iki anıt olduğuna göre, bu infaz ikisinden birinde cereyan etmiş olmalıdır.

Türk döneminde Arkadios Anıtı'nın dibinde ve yakınında alıcıları ve satıcıları kadın olan kadınlar pazarı kurulduğundan, bu tarihi eser de "Avrat Taşı" olarak adlandırılmıştır. Sanıldığı gibi, burası kadın esirlerin satıldığı esir pazarı değildi.

Osmanlı döneminde İstanbul'a gelen yabancı seyyahların pek çoğu Arkadios Anıtı'ndan bahsederler. 17. yy'da Evliya Çelebi de, eski Bizans efsanelerinden aktarmak suretiyle, bu anıtın bir tılsım olduğunu bildirir.

Onun yazdığına göre anıtın üstünde bir maksure bulunur ve bunun da tepesinde bir kız heykeli dururmuş. Bu kız yılda bir kere canlanır, bir sayha koparır, bunun üzerine de uçan kuşlar yere düşermiş. Yine Evliya Çelebi'nin rivayetine göre, Hazret-i Muhammed dünyaya geldiğinde bir deprem olmuş, sütun parçalanmış fakat tılsımlı olduğundan dağılmayarak, Çelebi zamanına kadar gelmiştir.

1544-1547 arasında İstanbul'da bulunan Albi'li Pierre Gilles, Arkadios Anıtı'-nı oldukça etraflı surette inceleyerek ölçülerini almıştır. l605'te anıtı anlatan bir seyyah, gövdesinde çatlaklar olduğundan demir çemberler ile bir dereceye kadar sağlamlaştırılmış olduğunu bildirir. British Museum'da bulunan bir el-yazmasında 1670'lere ait olduğu sanılan bir resmi bulunan bu anıt, o tarihlerde artık tehlikeli durumda bulunuyordu. 1666'da İstanbul'da olan Robeıt de Dre-ux, anıtın içine girmiş ise de, ortalarda merdivenler yıkıldığından daha yukarı çıkamamıştır. Çevresini harap eden büyük yangınlar, mermerden olan anıtta izler bırakmıştı.

1711'de yurduna dönen Aubry de La Motraye, anıtın birdenbire devrilip bir kazaya sebep olmaması için, İstanbul'dan ayrılışından az sonra yıktırıldığı-nı haber verir. İngiliz elçisinin eşi Lady Montague ise, 1718 tarihli bir mektubunda, kendisi İstanbul'a gelmeden iki yıl kadar önce anıtın yıktırıldığını öğrendiğini bildirir. Veliyüddin Efendi Kütüphanesi kitapları arasındaki 3191 sayılı mecmuada bulunan ".. hedm-i dikilitaş der Kurb-i Cerrahpaşa, fî 16 Şevval 1123" şeklindeki kayıttan anıtın, 1711'de yıktırıldığı açıkça öğrenilir.

18. yy seyyahları Arkadios Anıtı'nın artık yıkılmış olduğunu ve sadece kaide kısmının durduğunu görürler. Son yüzyıl içinde ise anıt hakkında J. Strzygowski, C. Gurlitt ve J. Kolhvitz tarafından ilmi araştırmalar yapılarak yayımlanmıştır. A. Geoffroy, Paris'te Ro-bert de Gaignieres Koleksiyonu'ndan Bibliotheque Nationale'da Arkadios Anıtı'nın, boydan boya, bütününü yıkılmadan önceki görüntüsüyle tasvir eden bir resmini yayımlamıştır (1895). Resimde sütunun gövdesinin çatlamış olduğu ve alt kısımlarda demir çemberlerle takviye edildiği görülür. Anıtın kare planlı kaide kısmının iç yüzünün de evvelce şeritler halinde kabartmalarla kaplı olduğu Cambridge'te Trinity College'de bulunan resimlerden anlaşılır.

Son dönemde Arkadios Anıtı, her tarafından bitişik olan evler ile sarılmış, hattâ bu yüzden kaidenin içine ulaşılamaz duruma gelmiştir. Bu önemli tarihi hatıranın iyi bir biçimde ortaya çıkarılması için Fatih Belediyesi'nce istimlak yoluyla etrafının açılmasını amaçlayan bir proje hazırlanmıştır.

Anıt, Roma imparatorluk döneminde tercih edilen bir biçimde yapılmıştı. Kare bir kaidenin üstünde bir çelenkle

başlayan yuvarlak gövdenin dış yüzeyi, spiral (helezoni) biçimde uzanan ve İmparator Arkadios ile babası I. Teodosi-os'un sefer ve zaferlerini anlatan kabartmalarla bezenmişti. Bu tür anıtlardan Roma'da yapılan Traianus ile Mareus Aurelius anıtları hâlâ ayakta durmaktadır. Çok sonraları Napoleon da aynı tür anıta heveslenerek, Paris'te bunların benzeri olarak Vendöme Anıtı'nı yaptırmıştır. Ünlü Avusturyalı mimar Fischer von Erlach da, 18. yy'da Viyana'da inşa ettiği Karlskirche'nin önündeki çifte kuleyi yine böyle yapmıştı.

Arkadios Anıtı'nın içinde dönen merdiven en yukarıya kadar çıkışı sağlıyordu. Bunun sonunda, anıtın başlığında bir balkon vardı. Gylli'nin verdiği ölçülere göre hesaplandığında anıtın boyu 47 m kadardı. Bu yüzden Galata sırtlarından çizilen İstanbul resimlerinde anıtın en yukarı ucu, şehrin siluetine hâkim olarak görülür. (Traianus Anıtı, 39 m, M. Aurelius Anıtı ise 41 m'dir.) Gylli, anıtın içinde 233 basamak saymış, içeriyi aydınlatan 56 mazgal tespit etmiştir. Yıkıldıktan sonra bu anıttan geriye ancak 8-9 m yüksekliğinde, yangınlardan çatlamış ve ufalanmış, şekilsiz bir kitle durumundaki kaide kalmıştır. Evvelce bunun yüzeylerini kaplayan kabartmalardan, dışarıdan görülebilen tek cephede hiçbir iz yoktur. İki taraftan evlere bitişik olan cephelerin durumu ise bilinmez.

Kare biçimindeki kaidenin içinde bir giriş holünden başka, birinden diğerine geçilen iki küçük oda vardır. Holün diğer tarafında ise bir merdiven, evvelce gövdenin içinde spiral olarak çıkan basamaklara ulaşır. Bugün duvar kısmında, çelenk biçimindeki bir bilezikten sonra başlayan dışı kabartmalı gövdeden geriye 0,60 m kadar yükseklikteki dışı kabartmalı az bir parça kalmıştır. Orta aksın çapı l m kadar olup, etrafında dönen basamaklar 0,80 m genişliğin-dedir. Giriş holünün tavanındaki levhada da ortada İsa'nın alameti olan bir khrisma işlenerek bunun iki yanında alfa ve omega harfleri yer almıştır (Grek alfabesinin ilk ve son harfi, İsa'nın her şeyin başı ve sonu olduğuna işaret eden iki semboldür). İstanbul Arkeoloji Müzesi'ndeki kabartmalı mermer parçalarından 1874'te Davutpaşa Kapısı yanında denizde bulunanın bu anıta ait olduğu kuvvetle muhtemeldir. Diğer bazı parçaların buraya mı yoksa Beyazıt'ta onun benzeri olan Teodosios Anı-tı'na mı ait oldukları anlaşılamamıştır. Fatih Belediyesi'nin projesi gerçekleştiği takdirde, anıtın kaidesinin etrafındaki toprak temizlendiğinde daha başka parçaların da çıkması beklenir.


Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   70   71   72   73   74   75   76   77   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin