I u n d e n bugüN



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə63/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   59   60   61   62   63   64   65   66   ...   129

Anadolukavağı

Yoros Kalesi'ni ve IV. Murad'ın yaptırdığı sahildeki kaleyi gösteren Allom'un bir deseni, 19. yy.



Nazını Tiınııroğlıı fotoğraf arşivi

sonra, yaz ve kış, limanında 300 gemi olduğunu ekler. Bir yüzyıl sonra, Incici-yan, Anadolukavağı'mn nüfusunun 1.000 kadar Türk'ten oluştuğunu, köyün dükkânlarının denizcilerin ihtiyaçlarını karşılamak için geceleri bile açık tutulduğunu, sayısı bazan 300'ü bulan geminin Karadeniz'e çıkmak için müsait hava kollarken burada demir attığını yazar. Eremya Çelebi'nin de, limanda "nodos"u (lodos) beklemek üzere iki veya üç yüz geminin durmasının vaki bulunduğunu yazması ilginçtir. Yine Eremya Çelebi, buradan Karadeniz'e, Giresun'a (Kera-sun), Azak'a, Don Nehri ve Sinop'a, gemilerle odun, yemiş, başta buğday olmak üzere hububat sevk edildiğini, ayrıca kirazının meşhur olduğunu, üç su değirmeninden oluşan, saraya has ekmek yapılmak üzere un üreten beylik değirmenin de burada olduğunu kaydeder.



Anadolukavağı

Geçmişte, Boğaz'ın Karadeniz'e açıldığı bölgede askeri ve ticari öneme sahip bir yerleşme olduğu anlaşılan Ana-dolukavağı'mn dalyanlarının da en eski ve bereketli daylanlardan olduğu, ancak 19. yy'm sonlarında kapandığı bilinmektedir. Özellikle kılıçbalığı avı, yakın zamanlara kadar köy halkının başlıca geçim kaynağını oluşturmuştur.

20. yy başlarında Anadolukavağı hâlâ oldukça büyük bir çarşıya sahip, beş

r

ANADOLUKAVAĞI VAPURU 262



263

ANAOKULLARI

Anaokullarında oyun (solda) ve resim yapma (sağda) çocukların sıkılmadan eğitilebilmelerinin en önemli araçlarıdır. Öze! Şişli Terakki Lisesi Anaokulu Cengiz Kahraman / TETTV Arşivi

Anadolukavağı'mn çehresi 1980'lerde, bölgenin askeri yasak bölge olmaktan çıkarılmasından sonra değişmeye başlamıştır. Kuzey Deniz Saha Komutanlığı tesisleri halen Anadolukavağı'nda bulunmakla birlikte, Anadolukavağı ve çevresinin "yasak bölge" statüsünün kaldırılmasıyla Beykoz, Riva, Şile vb üzerinden karayolu bağlantısı sivil araçlara da sağlanmış, karayolu ulaşımı başlamıştır.

Yoros Kalesi, geçmişte olduğu gibi bugün de, önemli bir tarihsel kalıntı olarak turizme açılmış; sahilde öteden beri var olan küçük kahve ve bir-iki salaş lokantanın yerini çok sayıda balıkçı restoranı, çay bahçeleri, kahveler almaya başlamış; turistik eşya satan dükkân-

lar açılmış, köy vadinin içine doğru da genişlemiştir. Köy, turizm mevsimi dışındaki dönemlerde, Boğaz'da eski sükûnetinden ve görünümünden hâlâ bir şeyler koruyabilen nadir köşelerden biri sayılabilir.

Anadolukavağı'na Beykoz üzerinden belediye otobüsleri ve diğer vasıtalarla ulaşılabileceği gibi şehir hatları vapurları da Rumelikavağı'ndan Anadolukavağı iskelesine sefer yapmaktadır. Anadolu-kavağı'mn kalesi, balığı ve balık lokantaları yanında kavakinciri olarak bilinen küçük siyah incirleri, günümüzde hemen hemen kalmamış olan kiraz, armut ve diğer meyveleri, bir de tatlı yumuşak içimli suları ünlüdür.

İ

Semtin iskele meydanında turistik hizmet veren bazı eski tip yapılar. Erkin Emiroğlu, 1993



Anadolukavağı ve Karadeniz'e açılımının izlenebildiği bir genel görünüm. Bünyad Dinç, 1993

Bibi. S. Eyice, Bizans Devrinde Boğaziçi, ist., 1976, s. 72-92; "Anadolukavağı", ISTA, s. 828-831; M. Tayyip Gökbilgin, "Boğaziçi", lA, s. 683; Evliya, Seyahatname I-II, îst, ty, s. 320-321; Kömürciyan, İstanbul Tarihi, s. 49, 269; înciciyan, istanbul, s. 120, 123, 124

İSTANBUL


ANADOLUKAVAĞI VAPURU

Şehir Hatları işletmesi vapuru. 196l'de, İskoçya'da Glasgow'daki Fairfield tezgâhlarında inşa edilen birbirinin eşi 9 şehir hattı vapurundan biriydi. 781 grostonluk olup boyu 69,9 m, genişliği 13,6 m, sukesimi de 2,6 m kadardı. Her biri 800 beygirgücünde iki buhar makinesi vardı. Kazanı akaryakıtla ısıtılıyordu. Çift uskurluydu. 5 Mart 1985 günü, limanda iken makine dairesinde başlayan yangın sonunda büyük hasar gördü. Can kaybı olmadı. Kasım 1986'da satışa çıkarıldı.

ESER TUTEL

ANAHORİTİS KİLİSESİ

bak. KİRYAKOS (AYİOS) KlLlSESİ



ANAIİPSİS KİLİSESİ

bak. HRİSTOS ANALİPSİS KİLİSESİ



ANAOKULLARI

II. Meşrutiyet döneminden (1908-1918) günümüze kadar, okulöncesi 2-6 yaş grubu çocukların eğitimlerine katkı sağlayan İstanbul'daki resmi ve özel karma (kız-erkek) kurumlardır. Hizmet türlerine ve statülerine göre anasınıfı, yuva, çocuk yuvası, çocukevi, çocuk bahçesi, kreş adları ile bilinenleri vardır. Türkiye'de ilk anaokulları İstanbul'da açıldığı

gibi, ülke genelinde de en çok anaokulu İstanbul'da olagelmiştir.

Tanzimat'ın ilanından (1839) önce ve Tanzimat döneminde, İstanbul'da çocukların okula başlama yaşları 4-6 olarak kabul ediliyordu. Çocukların erken okula gönderilmelerindeki amaç ise hoca önündeki eğitimin, aile eğitiminden daha yararlı olduğu kanısına dayanıyordu. Ancak, herhangi bir kayıt esası bile bulunmayan mahalle-sıbyan mekteplerine verilen çocuklar, ilk bir-iki yıl, ciddi bir eğitim-öğretim almadan mektep ortamına ısınmaktaydılar. Bu okullarda bireysel eğitim ve öğretim geçerli olduğundan, hoca, yaşça büyük kardeşiyle okula gelmeye başlayan küçük çocuklarla daha az ve terbiyevi açıdan ilgilenirdi. Bu açıdan, eski sıbyan mekteplerinin bu süreci anaokulu işlevindeydi.

1846'da yürürlüğe konan Sıbyan Mektepleri Talimatnamesi ise ana babanın rızasıyla 5 ve daha aşağı yani 4 yaşındaki çocukların okula kabul edilmelerine izin vermekteydi. Fakat bu yönetmelikte asıl okula başlama yaşı 6 olarak belirlenmişti. Eğitimle ilgili daha sonraki bir dizi düzenlemede de bu yaş sınırlarında bir değişiklik olmadı. Ancak, doğrudan, okulöncesi çocuklar için ayrı veya özel bir kurum da açılmadı. Buna karşılık Abdülaziz döneminden (1861-1876) başlayarak varlıklı aileler, çocuklarının yetişmesi için ev ve konak ortamlarında, anaokulunun ilkeleri doğrultusunda pedagojik yöntemlerle beden, akıl ve duygu gelişimine dönük "hususi tahsil ve terbiye"ye (özel eğitim ve öğretim) giderek daha çok ilgi duydular.

II. Meşrutiyet'ten (1908) sonra İstanbul'daki özgürlük ortamı, iptidai (ilk), rüştiye (orta), idadi (lise) düzeylerinde çok sayıda özel okulun açılmasına da olanak verdi. Cemiyet-i İrfan, Şirket-i Tedrisiye-i Osmaniye vb adlarla ortaklıklar kuran girişimciler, Batı'daki okulöncesi eğitim kurumlarını özellikle de Almanya'daki kinder-garden (çocuk bahçesi) sistemini örnek alarak ilk ana

mekteplerini de açtılar. Buna koşut olarak İttihad ve Terakki Fırkası da Osmanlı Mektepleri, İttihad Mektepleri adlan altında, anasınıflarım da içeren iptidai ve rüştiyeler açtı.

Osmanlı eğitimine köklü yenilikler getirme çalışmalarıyla tanınan ve iki kez maarif nazırlığı (1910-1911, 1912) yapan Emrullah Efendi (1858-1914) ise, "ana mektebi" (küçük çocuklar sınıfları) kavramını ve bunun yararını ilk defa ortaya attı. Emrullah Efendi'nin bu görüşü dönemin İstanbul basınında ve aydınları arasında tartışıldı. Emrullah Efendi, ana mektebi konusunda "çocuğun olabildiğince erken yaşta okula alınıp bir taraftan zihin kuvvetlerinin dengeli biçimde gelişmesine bir taraftan da yeteneklerinin ortaya çıkmasına yardımcı olunması" gerekliliğini vurguladı. Önerdiği eğitim sistemini de ana mektepleri l yıl -sıbyan mektepleri 3 yıl- rüştiyeler 3 yıl olarak önerdi ve İstanbul'daki uygun ortamlı okullarda ilk uygulamaları başlattı.

Fakat bu girişimin henüz yasal bir dayanağı yoktu. 1913'te yürürlüğe giren Tedrisat-ı İbtidaiye Kanun-ı Muvakka-ti'nin (Geçici İlköğretim Yasası) 3. ve 4. maddesi ile ana mekteplerine de yer verilmesi, ayrıca 2 Mart 1915 tarihinde Ana Mektepleri Nizamnamesi'nin yayımlanması, bu boşluğu giderdi. Kuşkusuz yasal düzenlemeler tüm Osmanlı ülkesine dönüktü. Fakat, İstanbul dışında, henüz ilköğretim bile yeterince yaygın-laştırılamamış olduğundan, ana mektep-leriyle ilgili gelişmeler, daha çok İstanbul'u ve birkaç büyük kenti ilgilendirmekteydi. Bu sırada, İstanbul'daki tüm yabancı okulları ile azınlıkların cemaat okullarında da anasımfları bulunuyordu. 1910'lu yıllarda Ermenilerin 20 anaokulunda 600 çocuk, 30 eğitimci; Musevilerin ise 2 anaokulunda 30 çocuk, 2 eğitimci vardı.

Maarif Nazırı Şükrü Bey döneminde (1913-1917), sayıları artmakta olan ana mekteplerine öğretmen yetiştirmek için İstanbul'daki Darülmuallimat (Kız Öğ-

retmen Okulu) bünyesinde bir ana muallime mektebi (şubesi) açıldı. 1913-1914 öğretim yılından başlayarak 1918'e değin buradan 100 dolayında ana mektebi muallimesi (bayan öğretmen) yetişti. Bunların çoğu, İstanbul'daki ana-okullarında öğretmen olarak veya aile yanında mürebbiye (eğitimci) sanıyla iş buldular.

4-6 yaş çocuklarının alındığı İstanbul ana mekteplerinde, nizamname gereği, ruh ve beden sağlığına yararlı oyunlar ağırlıklıydı. Ayrıca, dönemin siyasal yaklaşımları buralarda da etkiliydi ve çocuklara ulusal, dinsel öyküler anlatılıyor, bu doğrultuda seçilen resimler ve levhalar üstünde gözlemler yaptırtılıyor-du. Özel girişimcilerin, ana mektebi açabilme olanağını kötüye kullanmamaları için de bu alana tahsis edilecek binaların, yeni, bakımlı, ferah, geniş bahçeli olması koşullan getirilmişti. Diploması ya da sertifikası olmayanların eğitimciliğine de izin verilmiyordu. Önemli bir aşama olarak da İstanbul'daki ana-okullannın eğitimciliğine salt bayanlar atanmaktaydı. Bu nedenle, Türk kadınının sosyal ve kültürel yaşamda yerini almasında anaokulları ayrıca önemli olmuştur.

Maarif Nazırı Şükrü Bey, Meclis-i Me-busan'daki bir konuşmasında 4-6 yaş grubu çocuklarının okul eğitimi alarak yetişmelerinin zorunluluğu üzerinde durmakla birlikte, henüz İstanbul'da bile bu düzeyde kurum sayısı ve kapasitesi, kentin barındırdığı nüfusla orantıla-namayacak yetersizlikteydi. Tahmini olarak 20 dolayındaki ana mektebinde 500-600 çocuk eğitim alabilmekteydi.

Cumhuriyet'in ilanından sonra ilköğretimin ve dolayısıyla da okulöncesi anaokulu ve anasınıflarının yerel yönetimlere bırakılmasının ardından, 1925'te ve 1930'da Maarif Vekâleti'nin iki ayrı genelgesiyle ilköğretime duyulan gereksinim ileri sürülerek anaokullanna ödenek ayrılması bir bakıma yasaklandı. Bu tür eğitim kurumlarının, istisnai olarak



ANASTASİOS I

264

265


ANASTASİOS SURU

işyerlerinde ve fabrikalarda açılabileceği öngörüldü. Annesi çalışmayanların ana-okullanna kabulü durumunda bu okulların kapatılacağı duyuruldu.

Bu kararın etkisi en çok İstanbul'da duyuldu. Kapatılan anaokullarının yerine 1932'de İstanbul Belediyesi'nin girişimiyle ilk çocuk yuvalan açıldı. Bu yeni kurumların amacı, kentte çeşitli işkollarında çalışan kadınların küçük çocuklarına eğitim olanağı sağlamaktı. Yapılan düzenlemeye göre, işçi ya da kamu görevlisi anneler, sabahleyin işe giderken çocuklarını yuvaya bırakıyor, akşam iş dönüşü alıyorlardı. 3-7 yaş grubu çocukların alındığı bu tür kurumları, fabrikalar ve kadın işçi çalıştıran öteki sanayi kuruluşları da açmaya başladılar. Bunlar arasında anaokulu tanımına en uygun olanları ve çok yönlü hizmet verenleri, Atik Ali Paşa Çocuk Bakımevi ve Dispanseri, Cibali Tütün Fabrikası Çocuk Yuvası ve Kreşi ile Üsküdar Süt ve Mektep Çocukları İçtimai Hıfzıssıhha Dispanseri olmuştur. Bu kurumlarda bayan eğitimcilerin yamsıra hekim, hastabakıcı, hizmetli ve aşçı da görev yapmaktaydı. 1936'da İstanbul Şehir Mecli-si'nin aldığı bir kararla binaları ve bahçeleri elverişli 16 ilkokulda "çocuk bahçeleri" açıldı. Amaç, gündüzleri aile gözetiminden ve eğitiminden yoksun olan okulöncesi çocuklarını sokaktan kurtarmaktı. Belediye, bu okullara gerekli oyun malzemelerini, araç gereci ve eğitim giderlerini sağlamaktaydı. Yine o yıl, çalışan anne ve babaların çocuklarını evde kilit altında tutma zorunluluklarına da bir çözüm olmak üzere, merkezi semt okullarında çocuk barındırma odaları açılması girişiminde bulunuldu. Anaokulu özelliği ikinci planda kalan bu girişim yeterli ve verimli de olmadı.

Türkiye genelinde olduğu gibi İstanbul'da da bağımsız, özel, ilkokula bağlı anaokullarının ve anasınıflarının önem kazanması ve yaygınlaşması ise 5-14 Şubat 1953 tarihleri arasında toplanan V. Milli Eğitim Şûrası'nda "Okulöncesi Eğitim ve Öğretim"in gündeme alınmasından sonradır. Bu tarihten başlayarak İs-

Amokulunda bir grup çalışması. Özel Şişli Terakki Lisesi Anaokulu Cengiz Kahraman/ TETTV Arşivi

tanbul'daki kız enstitülerinin bünyesinde anaokulları, resmi ve özel ilkokullarda da anasmıfları açılmaya başlamıştır.

1973'te yürürlüğe giren Milli Eğitim Temel Kanunu, okulöncesi eğitimi teşvik edici hükümler içerdiğinden, İstanbul'daki ilkokulların pek çoğunda anasmıfları, kız meslek liselerinin tamamında anaokulları ve uygulama anaokulları açıldığı gibi, özel öğretim kurumları kapsamında da özel Türk anaokulları ile özel azınlık anaokulları açılmıştır. Bu kurumlar, Milli Eğitim Bakanlığı'nca yayımlanan Anaokulları ve Anasmıfları Yönetmeliği esaslarına göre hizmet vermektedir. 1993 verilerine göre İstanbul'da bağımsız 4, resmi 58 özel anaokulu bulunmaktadır. Ayrıca Sağlık ve Sosyal Yardım Müdürlüğü'ne bağlı 90 kreş ve çocukevi vardır. Tüm bunlar, okulöncesi (kreş ve anaokulu) yaş düzeyindeki toplam çocuğun ancak yüzde l'ine eğitim olanağı sağlayabilmektedir.

Bibi. Ergin, Maarif Tarihi, III-V; Nâfi Atuf (Kansu), Türkiye Maarif Tarihi Hakkında Bir Deneme, I-II, İst., 1930-1932; A. Berker, Türkiye'de ilköğretim, Ankara 1945; F. R. Unat, Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Ankara 1964; A. Oktay, Okul Öncesi Eğitim ve Türkiye'de Okul Öncesi Eğitim Konferansları, İst., 1984; Y. Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, Ankara, 1988; N. Sakaoğ-lu, Osmanlı Eğitim Tarihi, İst., 1991; ay, Cumhuriyet Dönemi Eğitim Tarihi, İst., 1992. NECDET SAKAOĞLU

ANASTASİOS I

(430, Dyrrachion [bugün Arnavutluk'ta] - 9 Temmuz 518, Konstantinopo-lis) Bizans imparatoru (hd 491-518). Devletin para sistemim yetkinleştirdi ve hazineyi güçlendirdi. Yetenekli bir yönetici olarak içte ve dışta başarılar kazandı. Fakat uyguladığı monofizit din politikası yüzünden zaman zaman ayaklanmalara neden oldu.

Selefi Zenon 491'de öldüğünde, devlet üzerinde Germenlerin ve İsaurialıla-rın baskılarından kaynaklanan etnik sorunlar ve monofizitlik-Ortodoksluk etrafında odaklanan dinsel sorunlardan bıkmış olan halk, dul imparatoriçe Ariad-

ne'ye "Devlete Romalı bir imparator ver, devlete Ortodoks bir imparator ver!" diye bağırmıştı. Devlet işlerinde başarılı bir kariyere sahip olan yaşlı saray memuru Anastasios, bu ortamda imparator olarak seçildi. İmparatoriçe Ari-adne ile evlenerek durumunu sağlamlaştırdı ve ilk iş olarak mali sorunlara el attı. I. Constantinus(-») döneminde oluşturulan madeni para sistemini güçlendirmek için değeri sürekli dalgalanan bakır "follis"i, altın sikkeye göre oranladı. Vergi sistemini düzene soktu ve vergi toplama görevini şehirlerde, "praetorion prefekf'e (valiye) bağlı olarak çalışan "vindex" denilen görevlilere verdi. Şehirlerde ticaret ve zanaatla geçmen kimselerden alınan "chrysargy-ron" vergisini kaldırarak, başta başkent Konstantinopolis olmak üzere, büyük kent merkezlerinde ekonomik bir canlanma sağladıysa da, bu vergiyi telafi etmek için köylülerden daha önce ayni olarak toplanan "annona" adlı vergi para olarak tahsil edilmeye başlandığı için kırsal bölgelerden büyük tepki aldı. Şiddetli bir biçimde uyguladığı para politikaları sonucu, öldüğü vakit geriye devlet hazinesinde 320 bin libre altından oluşan büyük bir servet bıraktı.

I. Anastasios'un ikinci büyük icraatı, selefi Zenon'un dikbaşlı ve güçlü hem-şerileri olan İsaurialıları (bak. İsauria Hanedanı) gerek Konstantinopolis'ten, gerek yurtlan İsauria'dan çıkararak, Trakya'da iskân etmesiydi. Böylece eski gücünü kaybetmiş bu hizipten kurtulan başkentte, etnik sorunlardan doğan bunalım büyük ölçüde giderildi. Buna karşılık, dinsel çatışmalar daha da arttı. İmparator olurken, Patrik Eufemios'un isteği üzerine, Halkedon Konsili'ne(->) ve onun Ortodoks öğretilerine bağlılığını beyan etmek zorunda bırakılan Anastasios, aslında İsa'nın tanrısal ve insansal olarak iki ayrı doğaya sahip bulunduğunu savunan görüşe karşı, tanrısal olarak tek bir doğası olduğunu savunan monofizit görüş taraftarıydı. Bu durum, Suriye ve Mısır'da barışı getirdiyse de, başkentte ve Avrupa eyaletlerinde karışıklık yarattı. Böylece, ardı arkası kesilmeyen ayaklanmalar ve bunlara karşı yöneltilen baskıcı tutumlar, bu dönemin karakteristik yönünü oluşturdu.

Dinsel tartışmalardan doğan çatışmalar, ünlü Maviler ve Yeşiller(->) partilerinin de karışması ile daha keskinleşti. Monofizitliği destekleyen Anastasios, Ye-şiller'in dostu olduğundan, Maviler'in tepkisini çekti. Başkentte ona karşı ayaklanan Maviler'e bağlı güçler, zaman zaman kamu binalarım ateşe verdiler ve Hippodrom'da(->) imparatora taş atarak küfür ettiler. 511/512'de Kudüs'ten Konstantinopolis'e gelerek imparatoru monofizitlik taraftarlığından vazgeçirmeye çalışan Aziz Sabas'ın çabaları dahi sonuç vermedi. Nihayet, kilise ayinlerinde "üç defa kutsal" anlamına gelen Trisagi-on ilahisinin, monofizit bir anlayışla tamamlanması yüzünden, 512'de çıkan is-

yan neredeyse Anastasios'u tahtından ediyordu. Bunalımın doruk noktasını ise, Trakya'daki komutanlardan Vitalianos'un 513'te başlattığı ayaklanmalar oluşturdu. Emrindeki birliklerle Ortodoksluğun savunucusu olarak üç kez başkente yürüyen Vitalianos, 515'teki üçüncü saldırısında yenilgiye uğratıldıysa da, Anastasios'un değiştirmeye yanaşmadığı dini-si-yasi tavrı yüzünden, başkent devamlı bir gerginlik içinde yaşadı.

I. Anastasios'un kayda değer faaliyetleri arasında "Makron Teichos" (Uzun Duvar) veya "Anastasios Duvarı" adlarıyla anılan, Trakya'da inşa ettirdiği ve Konstantinopolis'in savunmasına dolaylı olarak katkıda bulunan surlar gelir. Başkentin batı yönünde, kimi kaynaklara göre iki günlük, kimilerine göre dört günlük yolculuk mesafesine uzanan ve 45 km olduğu tahmin edilen bu surların bazı bölümleri hâlâ ayaktadır.

518'de hiç çocuksuz ölen I. Anastasios, yerine yeğenlerinden birini bırakmayı düşündüyse de, tahtı, muhafız alayı komutanı ve gelecekteki ünlü İmparator I. İustinianos'un(-t) amcası, I. İusti-nos'a kaldı. Ne var ki, Anastasios'un yeğenlerinin soyundan gelen kişiler, 6. yy'da, yaklaşık beş kuşak boyunca, Konstantinopolis'in siyasi, dini ve toplumsal yaşamında söz sahibi olmaya devam ettiler.



Bibi. C. Capızzı, L'lmperatore Anastasio I (491-518), Roma, 1969; P. Charanis, Church and State in the Later Roman Empire: the Re-ligious Policy of Anastasius the First, 491-518, 2. baskı, Selanik, 1974.

AYŞE HÜR


ANASTASİOS H

(?, ? - 719, Konstantinopolis) Bizans imparatoru (hd 713-715). 8. yy başında, düşman akınlarına karşı Konstantinopo-lis'i tahkim etti ve donanmayı yeniden kurdu.

Vaftiz adı Artemios olup, imparator olmadan önce, sıradan bir sivil memur (protasekretis) idi. Yüzyılın başında ortaya çıkan karışıklıkların zayıf bıraktığı imparatorluk, o sırada bir yandan Arapların bir yandan da Onogur Hunlarının (o döneme ait kaynaklarda Bulgarlar olarak adlandırılırlar) saldırılarına uğramaktaydı. Özellikle II. Anastasios'un selefi Filip-pikos devrinde (711-713) Onogur Hanı Tervel'in komutasındaki birliklerin Konstantinopolis surlarının hemen önüne dek gelerek, zengin Bizanslıların başkent dışındaki sayfiye mahallelerini yakıp yıkması üzerine, bölgeye Opsikion temasına (vilayetine) ait birlikler sevk edilmişti. Fakat Opsikion'lular, düşmanla savaşmak yerine, imparatora karşı ayaklandılar ve 3 Haziran 713'te, Filippikos'u tahttan indirerek gözlerine mil çektiler. Yerine de memur Artemios'u, II. Anastasios adıyla imparator ilan ettiler.

Yeni imparatorun ilk işi, Filippi-kos'un monoteletik görüşlerine karşı çıkarak, 680/81'de başkentte gerçekleştirilen VI. ökumenik konsilin kararlarını

geçerli kılmak (bak. Konsiller) ve Mili-on Kapısı üzerindeki Filippikos ve Patrik Sergios'a ait tasvirleri yerinden sökmek oldu. Bu politika uyarınca, VI. İon-nes'in yerine I. Germanos'u patrik olarak atayan II. Anastasios, dikkatini, şehre saldırıya hazırlanan Araplara çevirdi. 714'te Galatia içlerine (Ankara, Yozgat ve Çankırı havalisine) bir akın düzenleyen Arap komutanı Mesleme (Maslama) ile barış sağlamak için Halife Velid'e başvuran II. Anastasios, Suriye içlerinde toplanan büyük bir ordunun Konstantinopolis'e saldıracağını öğrenince, kuşatmaya karşı hazırlıklar yapmak üzere başkente geri döndü. Kara ve deniz surlarını onarttı, tahıl stok ettirdi ve donanmayı neredeyse yeniden yaptırdı. Konstantinopolis halkı içinde üç yıl süresince geçimlerini sağlayıp ihtiyaçlarını tedarik edemeyecek durumda olan kişilerin kenti derhal terk etmelerini emretti. İç çekişmeleri önlemek için de, kendisine rakip olan tema şeflerini ve değerli komutanları önemli devlet görevlerine atadı. Araplardan önce davranarak onları habersiz vurmak isteyen II. Anastasios, Rodos üzerinden, Arapların kereste deposu olan Fenike'ye karşı 715'te bir deniz saldırısı başlattıysa da, Rodos'ta yeniden ayaklanan Opsikion'lular, Anadolu'ya geçerek, yine bir vergi memuru olan Teodosios'u imparator ilan ettiler. Altı ay kadar süren çatışma döneminden sonra, III. Teodosios adıyla tahta geçen yeni imparator tarafından kesin olarak yenilgiye uğratılan II. Anastasios, keşişliği seçti ve Selanik'e sürgüne gönderildi.

719'da, magistros (bir çeşit yüksek memur) Niketas Ksilinites tarafından kışkırtılan II. Anastasios, Onogur Hanı Tervel'in yardımıyla Konstantinopolis'e yüriidüyse de bir süre sonra, Onogurlar kendisini o sırada imparator olan III. Leon'a(->) teslim ettiler Leon tarafından başı vurulan II. Anastasios'un cesedi, karısı Eirene tarafından Konstantinopo-lis'teki Havariyyun Kilisesi'ne(->) (Ayios Apostoleion) gömüldü.

Bibi. Ostrogorsky, Bizans, 143-144; Sumner, "Philippicus, Anastasius II and Theodosius III", Greek, Roman and Byzantine Studies, S. 17, 1976, s. 289-291.

AYŞE HÜR


ANASTASİOS SURU

İmparator I. Anastasios'un yaptırdığı (hd 491-518), İstanbul'u Trakya yönünden gelen akınlara karşı korumak üzere Karadeniz'den Marmara'ya kadar uzanan sur.

Eyaletlerin (Hmes) sınırı boyunca Roma İmparatorluğu böyle surlar inşa ettirmiştir (Büyük Britanya'da Hadrianus; Dobruca'da Traianus duvarları gibi). I. Anastasios bunların benzeri olarak bir sur duvarını 507-512 yılları arasında Bulgar akınlarından şehri korumak üzere yaptırdı. Prokopios'un 6. yy'da yazdığına göre, şehirden 40 mil uzakta inşa ettirdiği sur duvarı "çok uzundu ve ace-

le yapıldığından yeteri kadar güçlü değildi". Ayrıca bunun korunması için çok sayıda askeri kuvvete ihtiyaç vardı. 6. yy yazarlarından bir başkası ve daha sonrakileri buraya "Uzun Duvar" adını verir. Bir başka kaynak ise duvarın yapımının 512'de gerçekleştiğini bildirir. Bizans kaynaklarından öğrenildiğine göre. Anastasios Suru, imparatorlar tarafından tamir ettirilmiş olmakla beraber, bunların şehrin korunmasında fazla bir faydası olmamıştır. Bu onarımlar 10. veya 11. yy'a kadar sürmüştür.

Ancak Anastasios Suru kendilerinden bekleneni tarih içinde hiçbir vakit gerçekleştirmedi. Batıdan gelen her akın onları kolayca aşabildi. Surlar, Karadeniz kıyısında Avcık İskelesi denilen yerden başlar ve 500 m kadar batıya uzandıktan sonra, güneybatıya dönerek Hi-saıtepe'ye ulaşır. Buradan da Karacaköy yakınından geçerek, Balçıkdere ve Karacaköy Deresi'ni aşarak, Hamzaderesi'ni geçip, küçük Kuşkaya Tepesi'ne ulaşır. Bu tepenin 0,5 km güneyinde uzanan surlar Kızıltepe'ye, oradan da Kabakça-Karacaköy yoluna parelel uzanarak, Kurfallı-Gümüşpınar yolu kenarından güneye doğru devam eder. Hırsızte-pe'den sonra surların yalnızca temel kalıntısı olarak görülebildiği belirtilmiştir. Sur izleri, Kurfallı'nın içinden geçerek,

Anastasios Suru'nun izlediği hat.

F. Dirimtekin, "Anasthase Surları", Belleten, XII/45,

(1948), s. 1-10, Lev. Tden yararlanılarak hazırlanmıştır.



ANATOLİ

266

267

ANDREAHANI

Kurfallı-Silivri yolunu doğuda bırakarak Çilingirtepe'ye ulaşır. Buradan sonra Anastasios'un uzun duvarı, Kurfallı-Fe-ner yolunu takip eder, Fener'in 200 m batısında ve Yapağca'yı doğuda bırakarak Parapattepe'den geçerek Sancakte-pe'ye, oradan da Karınca Burnu'nda Marmara kıyısında denize kavuşur.

Son derecede harap durumda olduklarından, ancak birçok yerlerde sadece temel işleri kalan Anastasios Suru'ndan oldukça iyi korunmuş bir parça Arabacı Kapısı denilen yerde görülmüştür. Burada surun 30 m'lik kadar bir parçasının, yüksekliği 5 m'den fazla olarak ölçülmüştür. Kalınlığının ise 3,15 m olduğu görülmüştür. Surun uzunluğu Feridun Dirimtekin tarafından 52 km kadar hesaplanmıştır. Duvarlar küfeki taşlarından kaplanarak içleri moloz dolgu olarak ho-rasanharcı ile yapılmış olmalarına rağmen bazı yerlerde değişik teknik ve malzeme kullanılmış olması, geç dönemlerde yapılan tamirlerin işaretleri olarak kabul edilir. Schuchhardt'ın 1898'de yaptığı incelemeler sırasında varlıkları tespit edilen Karanlık Ayazma ile Çilingirtepe arasındaki on kadar yarım yuvarlak burçtan da bir şey kalmamıştır.

Anastasios Suru'nda devamlı savaşçı bulundurmak mümkün olmadığı için, duvarların gerisinde, kışlalar veya ordugâhlar yapılmıştı. Bunlardan Karacaköy yakınındaki, 250x300 m ölçüsündedir. Surların geçit yerlerinin ise 31x57 m veya 31x59 m ölçülerinde dikdörtgen biçiminde kapı tahkimatlarına sahip oldukları tespit olunmuştur. Böylece, dışarıdan içeriye ancak bu dikdörtgen küçük avludan geçilerek girilebiliyordu. Benzeri sistem 6. yy'da Bizanslıların Kuzey Afrika'da yaptıkları küçük kalelerde de görülmüştür. Halk tarafından bu, köşelerinde kuleler olduğu anlaşılan kapı tahkimatlarına "bedesten" adı verilir. 1898'de mükemmel durumda olan kapı istihkâmları sonraları yok edilmiştir. Anastasios Suru'nun Silivri yakınındaki güney ucu daha 1898'de görülmez durumdaydı. Nispeten belirli olan kuzey bölümü de çevredeki köylüler tarafından taşlarından faydalanmak için tahrip edilmiş, 1990'da, duvarın Karadeniz'e kavuşan ucu da bir müteahhit tarafından sökülmüştür.



Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   59   60   61   62   63   64   65   66   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin