AVRUPA ÜFLÜYOR BİZ OYNUYORUZ
Bilhassa son asırda memleketimizde meydana gelen hareketlerin çoğu Avrupa’dan idare edildiğini beyan eden Said Nursi Hazretleri, bu durumu şöyle tesbit eder:
«Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. O tenvim ile telkin eder,272 biz kendimizden hayal edip, asammâne273 tahribimizde eser-i telkini icra ederiz.274
“Madem ki menba Avrupa’dadır. Gelen cereyan ya menfî veya müspettir. Menfîye kapılan harf gibi: ¬˜¬h²[«3ö¬j²S«9ö]¬4ö]®X²Q«8ö]«V«2öÅÄ«( yahut ¬y¬,²S«9ö]¬4ö]®X²Q«8ö]«V«2öÇÄG«<ö«ö tarif edilir. Demek bütün harekâtı, bizzat hariç hesabına geçer. Çünkü iradesi hükümsüzdür. Hulûs-u niyeti fayda vermez. Bahusus, menfî iki cihet-i zaafla hariç cereyanın kuvvetine bir âlet-i laya’kıl275 olur.» (Sünuhat Tuluat İşarat: 46)
Demek Avrupa bize iyi niyetle bakmıyor, istismar ediyor. O halde onların hükmü altına girmek zarardır.
AVRUPA MEDENİYETİ BURADA TUTUNAMAZ
Birinci Dünya Savaşı sonrası ülkemizde meydana gelen siyasî ve idarî değişikliklerle getirilmek istenen yeni rejim hakkında tavsiyelerde bulunan Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri der ki:
«...Ve dâhilî bütün fırak-ı dâlle-i İslâmiye276, birer kemmiye-i kalile-i muzırra277 suretinde mahkûm kaldığı ve İslâmiyet metanetini ve salabetini sünnet ve cemaatle muhafaza eylediği bir zamanda, lâübaliyane,278 Avrupa medeniyet-i habisesinden süzülen bir cereyan-ı bid’akârane279 sinesinde280 yer tutamaz...
...Za’f-ı dine sebeb olan Avrupa medeniyet-i sefihanesi yırtılmaya yüz tuttuğu bir zamanda ve medeniyet-i Kur’an’ın zaman-ı zuhuru geldiği bir anda, lâkaydane ve ihmalkârane müsbet bir iş görülmez...
...Yoksa İslâmiyet’ten tecerrüd eden bedbaht, milliyetsiz, Avrupa meftunu, firenk mukallidlerini avam-ı müslimîne tercih etmek, maslahat-ı İslâm’a münafî olduğundan; âlem-i İslâm nazarını başka tarafa çevirecek ve başkasından istimdad edecektir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 141)
Bediüzzaman Hazretlerinin üstün tarihî değer taşıyan bu tavsiyesi açıkça gösteriyor ki, Avrupa’nın pis medeniyetinden uzak durup İslâm medeniyetinin ortaya çıkmasına çalışmak gerekli ve zaruridir.
«Hakikatlı bir latife: Sultan Süleyman-ı Kanunî, kesretli kırk çeşme sularını İstanbul’a getirdiği vakit, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi ona demiş: “Hilaf-ı şeriat kanunları Avrupa’dan getirdiğin cihetle, İstanbul’a öyle bir bok sıçtın ki; o getirdiğin suların cümlesi üzerinden akıp geçse, yüz senede temizleyemez”.» (Sikke-i Tasdik-i Gaybî sh: 161)
Bu hadise, medenî cesaret örneği olduğu gibi İslâm cemiyetinde yaşanan fikir hürriyetinin de parlak bir tablosudur.
AVRUPA’NIN YEDİĞİ SEMAVÎ TOKATLAR
Avrupa’nın, İslâma ettiği zulümler ve başına gelen belâların bir kaçını Risale-i Nur şöyle beyan eder:
«Sizin hatırınız ve askerliğiniz endişesi için hâdisat-ı zamana baktım; kalbime böyle geldi: Menfî esasata bina edilen ve Karun gibi 281¯v²V¬2ö]«V«2öyB[¬#:!ö@«WÅ9¬! deyip, ihsan-ı Rabbanî olduğunu bilmeyip şükretmeyen ve maddiyyun fikriyle şirke düşen ve seyyiatı hasenatına galib gelen şu medeniyet-i Avrupaiye282 öyle bir semavî tokat yedi ki; yüzer senelik terakkisinin mahsulünü yaktı, tahrib edip yangına verdi.
Avrupa zâlim hükûmetleri zulümleriyle, Sevr Muahedesiyle283 âlem-i İslâma ve merkez-i Hilâfete ettikleri ihanete284 mukabil öyle bir mağlûbiyet tokadını yediler ki; dünyada dahi bir cehenneme girip çıkamıyorlar, azapta çırpınıyorlar.285
Evet, bu mağlûbiyet, aynen zelzele gibi, ihanetin cezasıdır.» (Kastamonu Lâhikası sh: 16)
«Adalet-i İlâhiye, İslâmiyete ihanet eden mimsiz medeniyete öyle bir azâb-ı mânevî vermiş ki, bedevîliğin ve vahşîliğin derecesinden çok aşağıya düşürtmüş. Avrupa’nın ve İngilizin yüz sene ezvâk-ı medeniyesini286 ve terakkî ve tasallut287 ve hâkimiyetin lezzetlerini hiçe indiren mütemadî288 korku ve dehşet ve telâş ve buhran yağdıran bombaları başlarına musallat etmiş.» (Kastamonu Lâhikası sh: 22)
«Şimdi ise dünya servetine ve malına ve o servetle filolar teşkil edip, hattâ kırk milyon bir millet, o fil gibi filolarla nev-i beşeri esaret altına almış ve Avrupa medeniyetçileri medeniyetin mehasiniyle, iyilikleriyle, menfaatleriyle değil, belki medeniyetin seyyiatıyla ve sefahetiyle ve dinsizliğiyle üçyüzelli milyon müslümanların her tarafta hâkimiyetlerini imha edip istibdadına serfüru’ etmiş289 ve bu musibet-i semaviyeye sebebiyet vermiş.» (Kastamonu Lâhikası sh: 226)
«Harb i Umumî neticelerinden hem âlem-i insaniyet, hem âlem i İslâmiyet çok zarar gördüler.
Nev’-i insanın, hususan Avrupa’nın mağrur ve cebbarları, bilhassa birisi, kuvvet ve gınaya290 ve paraya istinad ederek firavunane bir tuğyana girdiklerinden, o hususî insanlar nev-i beşeri mes’ul ediyor diye insan ism-i umumîsiyle tabir edilmiş.» (Şualar sh: 693)
İşte mezkür beyanların nazara verdiği Avrupadaki zalim devletlerin İslâm düşmanlığını gözardı edip onlara dostça yanaşmaya cevaz göstermek Risale-i Nur'un açık beyanlarına muhaliftir ve muhalefettir.
RİSALE-İ NUR’UN AVRUPA İLE MÜCADELESİ
Bütün Avrupa kafirleri İslâma, müslümanlara böyle saldırmalarına mukabil adeta tek başıyla mücadele eden Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri şöyle diyor:
«Dinsizleriniz dahi içinde bulunan bütün Avrupa toplansa, Allah’ın tevfikiyle beni o mesleğimin bir mes’elesinden geri çeviremezler; inşâallah mağlub edemezler!..» (Mektubat sh: 72)
«Ve madem bu asırda Avrupa dinsizleri ve ehl-i dalalet münafıkları, dehşetli bir surette Kur’ana hücumu hengâmında291 Risale-i Nur o seyl-i dalalete292 karşı mukavemet edip, Kur’anın tılsımlarını keşfederek hakikatını muhafaza ediyor.» (Şualar sh: 742)
«Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın feyziyle Yeni Said hakaik-i imaniyeye dair o derece mantıkça ve hakikatça bürhanlar zikrediyor ki değil müslüman üleması, belki en muannid Avrupa feylesoflarını da teslime mecbur ediyor ve etmektedir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 159)
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, 1935 yılında Eskişehir Mahkemesinde yapmış olduğu müdafaanamesinde Avrupa hakkındaki beyanatlarında der ki:
«Elinize geçen ve nazar-ı teftişinizde bulunan "Fihriste Risalesi" gösteriyor ki; Risale-i Nur’un her bir cüz’ü, bir âyet-i Kur’aniyenin hakikatını tefsir eder ve hususan erkân-ı imaniyeye dair âyetleri öyle vuzuhla tefsir eder ki, Avrupa feylesoflarının bin seneden beri Kur’an aleyhinde hazırladıkları hücum plânlarını ve esaslarını bozuyor...
...Hem bunu biliniz ki, yirmi-otuz sene evvel bir gazete gördüm ki, İngilizlerin bir Müstemlekât Nâzırı293 demiş: “Bu Kur’ân Müslümanların elinde varken biz onlara hakikî hâkim olamayız. Bunun kaldırılmasına ve çürütülmesine çalışmalıyız.” İşte, bu kâfir muannidin bu sözü, otuz senedir nazarımı Avrupa feylesoflarına çevirmiş olduğundan, nefsimden sonra onlarla uğraşıyorum. Dahile bakamıyorum ve dahildeki kusuru,294 Avrupa’nın hatâsı, fesadıdır derim. Avrupa feylesoflarına hiddet ediyorum, onları vuruyorum. Felillâhilhamd, Risale-i Nur o muannid295 kâfirlerin de hülyasını kırdığı gibi, maddiyun, tabiyun feylesoflarını tam susturur bir vaziyete girmiştir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 223)
Said Nursi Hazretleri Eskişehir Mahkemesinde, başta mahkemeye ve arkasında zamanın reislerine “dâhilde ecnebî dolabları hesabına çalışan mülhidlere” diyerek din esaslarına yapılan hücumların ve dindarlara yapılan baskıların Avrupa hesabına yapıldığını beyan eder ve hakikattaki hükümet ile müfsidleri birbirinden ayırır ve der ki:
«Avrupa medeniyet ve felsefesi namına ve belki İngilizlerin ifsad-ı siyaseti hesabına "Tesettür Âyeti"ne ettikleri itiraza karşı, gayet kuvvetli ve müskit bir cevab-ı ilmîdir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 249)
«Ben, son müdafaatımda beyan etmişim ki; otuz senedir, Avrupa feylesoflarına ve Avrupa feylesofları hesabına dâhilde ecnebî dolabları hesabına çalışan mülhidlere karşı muaraza ederek cevab vermişim ve veriyorum.» (Tarihçe-i Hayat sh: 249)
«Acaba bu Hükûmet-i Cumhuriye, Avrupa medeniyetinin kusurlu kısmının dava vekilliğine tenezzül eder mi?» (Tarihçe-i Hayat sh: 250)
Kur’anın örtünme, miras ve taaddüd-ü zevcat gibi kat’i ve kesin hükümlerinin hikmetlerini tefsir eden ve bu gibi hükümlere itirazın Avrupanın eski hastalığı olduğunu beyan eden Bediüzzaman Hazretleri dahildeki itirazların da gerçekte Avrupa hesabına olduğunu beyan eder.
«Kur’an-ı Hakîm’in âyât-ı kat’iyesiyle, binüçyüz seneden beri, milyonlar tefsirlerinde ve halen kütübhanelerde dolu tefsirlerde 296‰GÇ,7!ö¬y¬±8Ÿ¬«4öÐ297¬w²[«[«C²9²!ö±¬o«&öu²C¬8ö¬h«6ÅHV¬7
298 ²vU«7ö«Æ@«0ö@«8ö!xE¬U²9@«4öÐ 299«t¬%!«:²+«¬ö²u5öÇ|¬AÅX7!ö@«ZÇ<«!ö@«<ö
ilââhir gibi âyetlerin hakaik-i kudsiyelerini Avrupa feylesoflarının itiraz ve tecavüzatına karşı otuz seneden beri yazdığım müdafaat-ı ilmiyemi "Hükûmetin inkılabına, prensibine ve rejimine muhalif kasdı var" diye beni itham etmek, öyle bir zâhir garaz ve öyle bir esassız vehimdir ki; buradaki mahkeme-i âdileye taalluk etmeseydi, müdafaa ve cevab vermeyi lâyık görmezdim.
Hem acaba, eskiden beri bu vatan ve millete zarar niyetiyle, Avrupa’nın dinsiz komiteleri hesabına ve Rum, Ermeniler cemiyeti vasıtasıyla dinsizlik ve ihtilâl ve fesat tohumlarını saçan mülhidlere karşı müdafaat-ı ilmiyem, hangi suretle hükûmet aleyhine alınıyor?» (Tarihçe-i Hayat sh: 251)
«Evet Bediüzzaman, devletlere milletlere mukabil, değil yalnız bir yerdeki Firavunlara, bütün Avrupa dinsizliğine karşı tek başıyla meydan okumuş ve okuyor.» (Tarihçe-i Hayat sh: 693)
«Dalalet-âlûd Avrupa feylesoflarının ve sapkın talebelerinin bazı müteşabih âyât-ı kerime ve ehadîs-i şerifenin zâhirî manalarını anlamayarak yaptıkları kasıdlı itirazlara, Risale-i Nur’da aklen, mantıkan cevablar verilerek, o âyetlerin ve o hadîslerin birer mu’cize oldukları isbat edilmiştir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 696)
«İşte bu zamanda tahribatın manevî olduğuna ve ona karşı mukabelenin de ancak tamirci manevî atom bombasıyla mümkün olabileceğine kat’î bir delil olarak üniversitenin mebde’ ve çekirdeği olan Risale-i Nur’un bu otuz sene içerisinde Avrupa’dan gelen dehşetli dalalet ve felsefe ve dinsizlik hücumlarına bir sed teşkil etmesidir.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 186)
«Bunun içindir ki, Avrupa’nın felsefî dalaletlerine galebe ediyor ve cerhedilmez aklî, mantıkî, ilmî hüccetlerle, dünyayı saran Komünizmi ve Masonluğu kökünden yıkıyor.» (Nur Çeşmesi sh: 169)
«Şimdi ben sizlerden soruyorum: Böyle Avrupa feylesoflarının başına ve ecnebî entrikaları hesabına çalışan dinsiz her bir mülhidin yüzüne indirdiğim kuvvetli ilmî bir tokat, hangi suretle hükûmet hesabına geçiyor?" (Tarihçe-i Hayat sh: 249)
Dostları ilə paylaş: |