2.4. Bileşenlerin Anlamları
YYE’nin hesaplanmasının amacı gelişmişlik düzeyinin ölçümüne yeni bir boyut getirmektir. Yaşamın yetkinliği kavramı, mal merkezli kalkınma yaklaşımlarının eksiklerini gidermek amacıyla oluşturulan, insanı temel alan ve kalkınmanın hedefinin insan olduğu yeni yaklaşımların bir uzantısı olarak tartışılmıştır. Bu araştırmada yaşam standardının iyileşmesi, fiziksel yaşam kalitesi ya da insani kalkınma tanımlamalarından farklı olarak, gelişmişlik çerçevesi genişletilmeye çalışılmıştır. Öncelikle ekonomik, sosyal ve politik gelişmişlik ölçütleri ayrımına gidilmiş, daha sonra üçünden bir karma endeks oluşturulmuştur. Bu karma endeksin değerindeki yükselme, insan yaşamındaki bir iyileşmenin göstergesi olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla, insana yapılan yatırım artışının kalkınma performansını artıracağı kabul edilmektedir.
Ekonomik, sosyal ve politik iyileşme insan yaşamını güçlendirecek ve yaşamın yetkinliğini artıracaktır. Çünkü, ekonomik iyileşme yaşam standardının yükselmesi ile ilgilidir. Sosyal iyileşme bir insanın sağlıklı yaşama erişmesi, bilgilenme hakkını kullanabilmesi ve istediği işte çalışıp yaşamını yeterli düzeyde bir gelirle sürdürebilme olanağı elde etmesi anlamına gelmektedir. Politik iyileşme ise güvenli, adil, insan haklarına ve çalışma koşullarına duyarlı demokratik bir ülkede, katılımcı bireylerle yaşama olanağının arttığını göstermektedir. Bir ülkenin ya da o ülkede yaşayan bireylerin ekonomik, sosyal ve politik alanların her üçünde sağladıkları iyileşme, hem fiziksel hem de psikolojik yaşam kalitesinin yükseldiğini göstermektedir.
Bu analizde, UNDP’nin İnsani Kalkınma Raporları’ndaki endeks ölçümlerinden ve kullanılan göstergelerden yola çıkılarak yeni bir üçlü endeks oluşturmaya çalışılmıştır. Bu endeksin göstergeleri, UNDP’nin söz konusu raporlarında, endeks hesabına katılmayan, ancak, önemle üzerinde durulan ve yıllık istatistiksel verileri takip edilen değerlerdir.
Peki neden değişik bir endeks hesabına gerek duyuldu? Neden özellikle bu göstergeler seçildi ve bu endeks gerçekte neyi ölçmektedir?
YYE’nin hesaplanmasının nedeni, gözardı edilmemesi gerektiği düşünülen ve hesaplamalarda fazla yer verilmeyen değerleri hesaba katarak, kalkınmanın farklı boyutlarını araştırmaktır. Örneğin, bugün dış borç yükü özellikle yoksul ülkeleri bir kısır döngü içine düşürmüştür. Bu ülkelerin elde ettiği gelirin çok üzerinde borç ödeme yükümlülüğü vardır. Söz konusu ülkeler, pratikte dış borç geri ödemelerini gerçekleştirmeleri olanaksız olduğu için yeni borçlanmaya gerek duymaktadırlar. Böyle bir ortamda bu ülkelerin kalkınma için yatırım yapmalarından söz etmek oldukça zordur. Ekonomide pozitif bilimlerde olduğu gibi tek bir doğru yoktur. Her tartışma bir yenisini getirir ve yeni bir bakış açısı doğurur. Bu bağlamda, yapılan analiz, diğer ölçümlerin bir alternatifi değildir, yalnızca farklı bir bakış açısıdır.
YYE üç ayrı endeksin bileşiminden ibarettir: Ekonomik, Sosyal ve Politik Endeks.
2.4.1. Ekonomik Endeks Göstergeleri
Ekonomik Endeks, ekonomiye pozitif ve negatif katkıda bulunan bileşenler yoluyla hesaplanmaktadır. Kişi başına düşen reel GSYİH, yurt içi yatırımlar ve ihracat gelirlerindeki artışın Ekonomik Endekse pozitif etkisinin olduğu kabul edilmiştir. Diğer taraftan, toplam dış borç stokundaki, ithalat giderlerindeki, işsizlik ve demografik bağımlılık oranındaki artışın ekonomik kalkınmayı negatif yönde etkilediği varsayılmıştır. Ekonomik Endeks yedi ayrı bileşenden oluşmaktadır: Gelir, Yatırım, İhracat, Dış Borç, İthalat, İşsizlik ve Bağımlılık Endeksi.
Gelir Endeksinin göstergesi olarak kişi başına düşen reel GSYİH kullanılmaktadır. Uluslararası karşılaştırmalarda döviz kuru kullanımının sakıncalı olduğu, bugün büyük bir kesim tarafından kabul görmektedir. Özellikle, gelişmekte olan ülkelerde, döviz kurunun idari kararların etkisi altında olması, resmi ve serbest piyasa kurları arasındaki farklılıklar, uluslararası karşılaştırmalarda döviz kurunun güvenilirliğini yitirmesine neden olmuştur. SGP, döviz kurunun bu tür sakıncalarını ortadan kaldıran ve uluslararası alanda gerçek fiyat ve hacim karşılaştırmalarına olanak sağlayan bir değişim oranıdır. Bu oran kısaca farklı para birimlerinin satın alma gücünü eşitleyen bir orandır. SGP kullanılarak ortak para birimine dönüştürülen harcamalar satın alınan mal ve hizmet hacmindeki farklılıkları yansıtarak ülkeler arasında gerçek anlamda karşılaştırılabilir veriler sağlamaktadır (die.gov.tr, 2001). Bu analizde genel olarak kabul görmüş bir modeli benimsenerek ve SGP’ini kullanarak gelir düzeyini belirlemeye çalışılmıştır.
Yaşam standardının iyileşmesinde gelir artışı ne kadar değerli ise, yatırımların da ekonomik kalkınma düzeyinin yükselmesinde, sosyal ve politik altyapının oluşumunda pozitif rol oynayan önemli bir faktör olduğu söylenebilir. Kalkınmanın temelini hazırlayan yatırımlardır. Özellikle, gelişmekte olan ülkelerin ekonomik ve sosyal yatırımlarının tümü kalkınmaya yöneliktir. Yatırımlar hem gelir artırıcı etki yaratır, hem de yeni yatırımları teşvik eder (İlkin, 1983: 72). Kalkınma literatüründe yatırımların tasarruflara bağlı olduğu ve gelişmekte olan ülkelerin yatırımlarının düşük olmasının nedeninin tasarruf yetersizliği olduğu savunulmuştur. Yoksulluk kısır döngüsü olarak nitelendirilen bu görüş, gerçekten önemlidir. Ancak, bir o kadar daha önemli olan, tasarrufların yatırıma dönüştürülememesi ya da eldeki yatırım olanaklarının verimli alanlarda kullanılamamasıdır.
Bu analizde daha çok üzerinde durulan yatırımların verimliliği, istihdamı, üretimi ve sosyal yatırımları artırıcı yönüdür. Bir ülkede GSMH içinde verimli yatırımların payı ne kadar fazla ise, geleceğe dönük üretim artışı ve ekonomik gelişmişlik düzeyinin yükselmesi de o kadar fazla olacaktır.
Ülkelerin kalkınmasında en önemli kaynaklardan biri döviz rezervidir. Dövizin ana kaynağı ise ihracattır. Ortaya çıkabilecek bir dış ticaret fazlalığı kalkınma için gerekli olan yatırımların artırılmasını sağlayacaktır. Özellikle, gelişmekte olan ülkelerde döviz darboğazı önemli bir sorundur. Döviz darboğazının giderilememesinin en önemli nedeni ihracat gelirlerinin yetersizliği ve bu nedenle, ortaya çıkan dış ticaret açığıdır. Gelişmekte olan ülkelerin ihracat gelirlerini artıramamasının nedeni, ülkenin ihrac ettiği ürünlerin sınırlı kalmasıdır. Söz konusu ülkelerin ihrac ettiği ürünler genellikle tarım ve tarıma dayalı ürünlerdir ve bunların dış ticaret hadleri sanayi ürünlerine göre daha düşüktür. Tarım ürünleri ihracatı ile uluslararası pazarda rekabet edemeyen gelişmekte olan ülkeler dış ticaret açıklarıyla karşılaşmakta, döviz darboğazı sorunu giderek artmaktadır.
İhracat gelirlerinin GSMH içindeki payının yükselmesi, hem ülke içinde üretimin arttığının hem de döviz gelirlerinin yükseldiğinin bir göstergesidir. Her ikisi de o ülkenin kalkınmasına olumlu katkısı olan etkenlerdir. Ülke kaynaklarının rasyonel kullanılıp verimli yatırımlara aktarılması, nitelikli işgücü kullanımı ile kaliteli ve çok çeşitli mal üretiminin sağlanması ihracat potansiyelini yükseltecektir. Ekonomik kazançlar içinde yer alan ve Ekonomik Endekse pozitif katkısı olan İhracat Endeksinin göstergesi toplam ihracat gelirlerinin GSMH’ya oranıdır.
Ekonomik Endeksi negatif yönde etkileyen en önemli bileşen dış borçlanmadır. Dış borç stokunun yükselmesi, yurt içi üretimin daha büyük oranının borç ödemek için kullanıldığını göstermektedir. Aynı zamanda, dış borç servislerinin (anapara ve faiz ödemeleri) ve bunun ülkenin ihracat gelirlerine oranının giderek artması, gelişmekte olan ülkelerin ödeme güçlüğü içine düşmesine neden olmuştur. Ülke içi kaynakların borç geri ödemede kullanılması, bu ülkelerin ekonomik kalkınmalarını olumsuz yönde etkilemektedir.
Bretton Woods Antlaşması ile kurulan uluslararası kuruluşlar, son yıllara kadar gelişmekte olan ülkelerin ekonomik kalkınmalarını yükseltmek için büyüme hızını artırmaları gerektiğini vurgulamışlardır. Ayrıca, bu kuruluşlar dış kredilerin, kalkınma aşamasındaki bu ülkeler için ateşleyici bir rol oynayacağını ve bir süre sonra milli gelirini artıran ülkelerin bu üretim artışıyla borçlarını ödeyerek az gelişmişlik kısır döngüsünden kurtulacaklarını savunmuşlardır. Ancak, gerçekte beklenen ortaya çıkmamış, tam tersi bu ülkeler büyük bir borç batağına düşmüştür. Dünyada milli gelirinin birkaç katı kadar dış borç yükü olan ülkeler vardır. Bu ülkelerin kalkınma düzeylerini iyileştirmek için, ülke içindeki harcamalarını ve yatırımlarını artırması giderek güçleşmektedir.
Ekonomik kalkınmayı negatif yönde etkileyen diğer değişken ithalat giderleridir. Genellikle ekonomik büyüme ile ilgili analizlerde dış ticarete açılma oranını gösteren ve ithalat ve ihracat toplamının GSYİH’ya bölünmesiyle elde edilen OPEN değişkeni olumlu bir gösterge olarak kullanılmaktadır. Bunun nedeni, ekonominin dışa açılmasının, yeni teknolojilerin ithal edilmesini ve onların geliştirilmesini kolaylaştırması ve verimliliği artırarak ekonomik büyümenin hızlanmasını sağlamasıdır. Bu nedenle, ithalat giderlerinin ekonomide kayıp olarak nitelendirilmesi her koşulda doğru bir olgu olmayabilir. Ancak, ithalatın ekonomiye olumlu etki yaratabilmesi için, doğrudan üretime dönük yatırımlara yönlendirilmesi gerekmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde ithalatın genellikle tüketime yönelik olması önemli bir sorundur. Bununla birlikte, ödemeler bilançosu sorunları yaşayan gelişmekte olan ülkelerde, döviz rezervlerinin kısıtlı olması nedeniyle ithalat giderleri ekonomideki kayıpların yükselmesine yol açabilmektedir. Benzer şekilde, ithalat giderlerinin GSMH içindeki payının yükselmesi, döviz gereksinimini artıracak ve ülke içi kaynakların daha büyük bir kısmı ithalat giderlerinin karşılanmasında kullanılacaktır. Bir ülkenin kalkınmasında ithal girdilerin katkısı vardır. Ancak, önemli olan ithalatın üretken yatırımlar için gerçekleştirilmiş olmasıdır. İthalatın yurt içi üretimi artırması ve kalkınmaya dönük yatırımları yükseltmesi gerekmektedir. İthalatın çok yüksek olması ve ihracatın ithalatı karşılama kapasitesinin azalması, döviz rezervlerini büyük ölçüde azaltacaktır. Ortaya çıkabilecek döviz darboğazı sosyal yatırımların azalması sonucunu yaratacaktır.
Ekonomik kalkınma açısından önemli bir diğer değişken işsizlik oranıdır. İşsizlik oranı, ekonomik kalkınma sürecine olumsuz etkide bulunmaktadır. İşsizlik kavramı, 18 yaşından emeklilik yaşına kadar, gelir karşılığı ekonomik ve sosyal aktivite gerçekleştirebilecek kapasitede olup çalışamayan kişileri ifade etmektedir. İşsiz sayısı aynı zamanda, 16 yaşında eğitim kurumlarından mezun olup, gelir kaynağı olmayanları da içermektedir (undp.org, 2000). Bu oran bireysel refah düzeyinin bir göstergesidir. İnsanların yaşamlarını sürdürebilmeleri ya da yeterli düzeyde bir yaşam standardına erişebilmeleri için işsiz kalmamaları, belli düzeyde bir gelire mutlaka sahip olmaları gerekmektedir. Bu oranın yükselmesi, çalışamayan ve bir geliri olmayan insan sayısının arttığını göstermektedir. Yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen işsizlik oranının Ekonomik Endekse negatif etkisi olduğu kabul edilmiştir.
Ekonomik kalkınma düzeyini negatif yönde etkileyen diğer değişken demografik bağımlılık oranıdır. Demografik bağımlılık oranı, bağımlı olduğu kabul edilen 15 yaş altı ve 65 yaş üstü nüfus ile çalışan 15-65 yaş arası nüfusun birbirine oranı demektir. Bu oranın %40’ın üzerine yükselmesi, çalışıp gelir elde eden aktif nüfusa bağımlı insan sayısının önemli bir oranda olduğunu göstermektedir. Demografik bağımlılığın yüksekliği nüfus artışı ile de yakından ilgilidir. Nüfus artışı genç nüfusun yükselmesine ve toplumun verimlilik kapasitesinin düşmesine yol açmaktadır. Demografik bağımlılık gelir paylaşımına neden olduğu için bireysel refah kapasitesini daraltmaktadır.
Sosyal Endeks, Sağlık ve Eğitim Endekslerinin ortalaması olarak değerlendirilmiştir. Sağlık ve Eğitim Endeksini oluşturan göstergelerin insani kalkınmanın iyileşmesine katkıda bulunduğu varsayılmıştır. Sağlık Endeksi içinde üç gösterge vardır. Bunlardan biri doğumda yaşam beklentisidir. Yaşam beklentisinin yüksekliği bireylerin sağlıklı yaşadıklarının belirtisidir. Yaşamda kalma kapasitesinin iyileşmesi, bireylerin iyi bir eğitime, sağlık hizmetlerine, iyi beslenme koşullarına ve yeterli gelir düzeyine sahip olduklarının da bir göstergesidir. Bu gösterge yükseldikçe bireylerin kişisel mutluluğu, yaşamdan zevk alma kapasitesi ve sosyal konumundaki iyileşmeler de artacaktır. Ülkeler arasındaki ölüm oranları farklılığı, genel olarak ölümlere yol açan hastalıklarla yeterli düzeyde savaşın olup olmamasına, kalori tüketimine, iyi ve dengeli beslenmeye, stresin azlığına, refah düzeyinin yüksekliğine ve yaşam kaygısının olup olmamasına bağlıdır. Genellikle gelişmekte olan ülkelerde gelişmiş ülkelere oranla sağlıklı yaşama olasılığı daha düşüktür. Bu nedenle, ülkeler arasındaki yaşam beklentisinde önemli farklılıklar gözlenmektedir.
Sağlık Endeksinin diğer bir göstergesi kişi başına düşen doktor sayısıdır. Bu gösterge, bir ülkede sağlıya verilen önemi ve her bireyin sağlık hizmetlerine yeterli düzeyde erişebilme kapasitesini yansıtmaktadır. Bu gösterge her 100,000 kişiye düşen doktor sayısı şeklinde açıklanmaktadır. Bu oranın yüksekliği, hastalıklarla mücadele kapasitesinin arttığını, bilinçli sağlık hizmetlerinden yararlanıldığını ve hastalıkların erken teşhis ve tedavisinin sağlandığını göstermektedir. Aynı zamanda, bu orandaki yükselmenin toplumda bilimsel eğitim almış insan sayısını arttırdığı ve sağlık sektöründe teknik yeniliklerin ortaya çıkmasına yol açtığı söylenebilir.
Sağlık Endeksinin üçüncü göstergesi kamunun sağlık harcamalarıdır. Bu orandaki artış, bireylerin sağlık hizmetlerinden yararlanma kapasitesinin yükseldiğini göstermektedir. Sağlıklı yaşam tüm insanların temel haklarından biridir. İnsanlara sağlıklı yaşam şansını tanımak ve bu amaca uygun hizmetleri onlara sağlamak devletin temel görevidir.
Eğitim Endeksi üç göstergeden oluşmaktadır. Göstergelerden biri ve en önemlisi yetişkin okuryazar oranıdır. Okuryazarlık insanların sosyal yaşamındaki temel gereksinimlerden biridir. Bir ülkenin okuryazar oranındaki artış, o ülkenin kalkınma potansiyelini yükseltmektedir. Okuryazarlık insanların sorgulama kapasitelerini artırmakta ve insanların kendi geleceklerini belirleyebilme güçlerini yükseltmektedir. Bu nedenle, baskıcı sistemlerde insanların bilinçli olarak cahil bırakıldıkları, tarihte belli dönemlerde rastlanmış bir olgudur. Temel okuryazarlık genellikle resmi okullar ya da benzerleri (örneğin, ulusal eğitim sertifikası veren kurslar) aracılığı ile sağlanmaktadır. Bu nedenle, okuryazarlık göstergesinin yükselmesi, ülkedeki yoksul grupların bu hizmetten yararlandığını göstermektedir.
İkinci gösterge, bileşik (birinci, ikinci ve üçüncü düzeyde) okullaşma oranıdır. Bu gösterge, okuryazarlığı tamamlayan ve daha ileri bir düzeyi yansıtan bir etkendir. Bir ülkenin kalkınma düzeyinin yükselmesi, o ülkede yaşayan insanların okuryazarlıktan daha ileri düzeyde bir eğitim almalarına bağlıdır. Çünkü, ikinci ve daha yüksek eğitim düzeyleri uzmanlaşmayı, iş bölümünü ve verimliliği artıracaktır. Toplumun refah artışı bu üç faktörle yakından ilişkilidir.
Eğitim Endeksinin üçüncü göstergesi kamunun eğitim harcamalarıdır. Hükümetler, ülkelerinin sosyal performanslarını iyileştirmek, insanlarının yaşam kalitesini yükseltmek ve herkesin eşit olanaklara sahip olmasını sağlamak zorundadır. Hükümetlerin ülke vatandaşlarına sağlaması gereken sosyal olanaklardan biri eğitim düzeyini yükseltmektir. Bunların başında okuryazarlık oranının yükselmesi gelir, ancak, sosyal refah yalnızca okuryazarlığa bağlı değildir. Bu nedenle, devlet farklı eğitim hizmetleri vermek durumundadır. Özellikle, kişilerin bir meslek sahibi olmalarını sağlamak, ülke üretimini olumlu yönde etkileyecektir. Bir ülkedeki insanların yaşam kalitesini yükseltmek ve onların kapasitelerini artırmak için, hükümetler GSMH’dan eğitime ayırdıkları payı yüksek tutmalıdır.
2.4.3. Politik Endeks Göstergeleri
Politik Endeks, üç ayrı göstergenin ortalaması ile hesaplanmaktadır. Bu göstergelerden ilki BM’in temel insan hakları sözleşmeleridir. BM, uluslararası alanda insan haklarını güvenceye almak ve ülkelere bu konuda bazı yaptırımlar getirmek üzere, farklı alanlarda insan hakları sözleşmeleri hazırlamıştır. Bu sözleşmeler, dünya çapında yaygın bir şekilde kabul gören anlaşmalardır. BM’in kabul ettiği başlıca altı adet uluslararası insan hakları sözleşmesi, dünya ülkelerinin büyük çoğunluğu tarafından onaylanmış ve imzalanmıştır. Söz konusu sözleşmeler şunlardır:
-
Tüm Irk Ayrımcılığı Biçimlerinin Kaldırılması Uluslararası Sözleşmesi (International Convention on the Elimination of All Forms of Racial Discrimination-ICERD), 1965
-
Kişisel ve Politik Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (International Covenant on Civil and Political Rights-CCPR), 1966
-
Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (International Covenant on Economic, Social and Cultural Rights-CESCR), 1966
-
Kadın Haklarında Tüm Ayrımcılık Biçimlerinin Kaldırılması Sözleşmesi (Convention on the Elimination of All Forms of Discrimination against Women-CEDAW), 1979
-
İşkence, İnsanlık Dışı ya da Küçük Düşürücü Ceza ve Davranışa Karşı Koruma Sözleşmesi (Convention against Torture and Other Cruel, Inhuman or Degrading Treatment or Punishment-CAT), 1984
-
Çocuk Hakları Sözleşmesi (Convention on the Rights of the Child-CRC), 1989 (UNDP, 2000: 48-51; unhchr.ch, 2000).
Diğer gösterge çalışma koşulları konusunda uluslararası kurallara uyum ve ülke insanlarının sosyal güvencelere sahip olma derecesini ölçmek için hesaplanmıştır. Bunun için ILO’nun başlıca yedi adet çalışma hakkı sözleşmesini onay durumu incelenmiştir. Bu sözleşmelerin onaylanma ve imzalanma düzeyleri oldukça yüksektir. Analize dahil edilmiş olan, ILO’nun çalışma koşulları ile ilgili sözleşmeleri şunlardır:
-
Dernek Kurma ve Örgütlenme Hakkını Koruma Sözleşmesi (Freedom of Association and Protection of the Right to Organise Convention), 1948 (no.87),
-
Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı Sözleşmesi (Right to Organise and Collective Bargaining Convention), 1949 (No.98),
-
Zorla İşçi Çalıştırma ile Mücadele Edilmesi Sözleşmesi (Elimination of Forced Labour Convention), 1930 (No.29),
-
Zorla İşçi Çalıştırmanın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi (Abolition of Forced Labour Convention), 1957 (No.105),
-
Adil Ücretlendirme Sözleşmesi (Equal Remuneration Convention), 1951 (No.100),
-
İstihdam ve Meslek Ayrımcılığı Sözleşmesi (Discrimination Employment and Occupation Convention), 1958 (No.111),
-
Minimum Çalışma Yaşı Sözleşmesi (Minimum Age Convention), 1973 (No.138)
(http://ilolex.ilo.ch:1567/english/docs/declworld.htm; 14.03.2002)
Politik Endeksin son göstergesi kadınların parlamentodaki sandalye sayısıdır. Bu gösterge, toplumun yönetiminde yer alma ve katılımcılık konusunda cinsiyetler arasında eşitlik olup olmadığını yansıtmaktadır. Demokrasinin işlerliğini koruduğu toplumlarda, katılımcılık ve bu katılımdaki fırsat eşitliği çok önemlidir. Bu gösterge, bir ülkede farklı gruplar arasındaki eşitsizliği bir ölçüde yansıtabilmektedir. Ancak, burada, eşitsizliğin yalnızca bir boyutu, diğer bir deyişle kadın-erkek eşitsizliği ile sınırlı kalınmıştır. Kadınların parlamentodaki sandalye sayısının düşüklüğü, o ülkede cinsler arasındaki fırsat eşitsizliğinin bir göstergesidir. Böyle bir toplumda kadınların yönetime katılma, kendilerini ve gereksinimlerini ifade etme ve haklarını koruma olanağı düşüktür.
Dostları ilə paylaş: |