Evlilik, insan yaşantısında başlı başına bir kanun-dur. İnsan oğlu, en azından cisminin şeytanî arzu-lar karşısında yatışması, neslin devamı ve yaşam zorluklarının halli için evlilik çemberinden geçmek zo-rundadır.
Yalnız, günümüz dünyasında yapılması gerekli hâle gelen evliliğin önüne birçok setler çekildiğinden, bu zo-runluluk bazen terke, bazen de ertelenmeye maruz bı-rakılmıştır. Oysa ki Islam dini, evliliğin bir an evvel ger-çekleşmesini istemektedir. Bu nedenledir ki, evlenen kimselerin yanı sıra, bu işte aracı olan kimseler de üs-tün kılınmış, takdir edilmiştir.
Evliliği terk etmek, evlenememek veyahut da hiç evlenmemek, genelde bazı sorunların çıkmasıyla mey-dana gelmektedir. Dolayısıyla ilk önce evliliğe mani o-lan etken-leri bilmek ve kurtuluş yolu aramak için de onların halledilmesine çalışmak gerekmektedir. Bunları kısaca şöyle sıralayabiliriz
55
1- FAKİRLİK:
Gençlerin ortak yaşamdan kaçmalarına sebep olan nedenlerden birisi fakirlik meselesidir ki, kutsal kita-bımız Kur'ân-ı Kerim, bu tür bir bahaneyi Nûr sûresinin 32. ayetinde reddetmiş ve şöyle buyurmuştur:
"İçinizden bekârları ve köle ve câriyelerinizden iyi-leri evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah, lütfuyla onla-rı zengin eder. Allah'ın mülkü geniştir. 0, her şeyi bilendir."
Resul-i Ekram (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Kim fa-kirlikten korkup da evlenmekten çekinirse, şanı yüce Allah'a kötü zanda bulunmuştur. Çünkü yüce Allah şöy-le buyuruyor: Eğer yoksul iseler, Allah, lütfuyla onları zengin eder..."1
Erkeğin fakirlik derdi, kız ve kız tarafının erkekten maddî şartlar gözetmesi, meselenin asıl nedenlerin-dendir ki, her iki taraf da maddî sebepler yüzünden bu güzelim sünneti terk etmek zorunda kalmaktadırlar. Gerçi, günümüzde kızlar ve aileleri tarafından çeşitli mazeretler hazırlanmıştır: "Bizler de insanız; geleceği-mizi düşünmek zorundayız; Islâm böyle bir şeyi red-detmemiştir." gibilerinden... Oysa ki, bu tür sözler bi-linçsizce söylenmiştir. Zira, hiç kimse fakirdir diye aşa-ğılık gözüyle görülmemiştir. Ancak tek şey varsa o da şudur ki zengin, elindekilerden hesaba çekilecek, mal
1- Vesail'uş-Şia, Kitab'un-Nikâh, böl:l, b:10, h:2. 56
varlığı olmayan fakir, kıyamette zengine nazaran daha rahat olacaktır. Bu konu Ehlibeyt Jmamlarından şöyle nakledilmiştir:
"Mahşerde herkes hesap için safa geçmişken bir grup, saftan dışarı çıkıp cennete doğru ilerleyecekler-dir. Yaklaştıklarında, memurlara; 'Ey melekler, açın biz geldik!' diye seslenecekler, onlar ise bu söze bir anlam veremeyip; 'Gidin! Hesabınızı verin de sonra gelin. Şüp-hesiz hesap pek çetindir, ne çabuk hesap verdiniz?' di-yecekler."
"Oradakiler; 'Ey cennet memurları! Biz dünyaday-ken Resulullah ümmetinin fakir olanlarından idik. Allah bize dünyadayken mal varlığı vermemişti. Işte bu yüz-den buraya geldik.' diye cevap verecekler. 0 vakit Allah tarafından nida gelip şöyle seslenilecek: Ey memurlar, onlar doğru söylerler. Açın kapıları!... Ve girin içeri ey benim salih kullarım!"
Yurt dışına gitmekte olan bir vatandaş, yanında ne kadar eşya götürürse götürsün, sınırdan geçerken ka-nun gereği aranmak zorundadır. Ancak, sade olup da eşyası olmayan bir vatandaş bu kanunun dışındadır. Zi-ra, çanta olmadıktan sonra arama kanunu da olmaz, olsa bile, yanında çok eşyası olan biri gibi sıkı tutulmaz. Işte fakirler de böyledir. Bu arada, fakir ve zengini karşılaştırmak, içlerindeki o günün korku ve heyecanını kavrayabilmek, sizlere kalacaktır. Zira, bir tarafı ateş ve diğer tarafı da güllük gülistanlık bir bağ
57
olan iki zıt mekân arasında kalmadığımızdan, böyle bir am kalem ile tasvir etmek zor olsa gerek.
Istikbâl (gelecek) meselesine gelince: Islam dini, Müs-lümanlar tarafından gerçek şekliyle yaşanırsa, on-lara sonu en hayirh olan istikbâli bahşeder. Maddiyat üzerine kurulan hiçbir binanın istikbâli sağlam değildir. Gerçekte şu da vardır ki: "Temeli para olan hiçbir bina, demire, yani ilâhî emre çevrilmedikçe çökmeye mâ-ruzdur."
Bir gün Resul-i Ekrem (s.a.a) yoldan geçmekte olan genç ashabından birini gördüğünde, ona şöyle sordu:
— Evli misin? Genç:
— Hayır evli değilim. Ey Allah'ın Resulü, evlenmek için bir şeylere sahip olmak gerekir, ben ise şiddetli bir fakirlik içindeyim.
— Ey ğenç, sen İhlâs suresini tamamen ezbere bi-liyor musun?
— Evet, bu sureyi biliyorum.
— 0 hâlde sen, Kur'ân'ın dörtte birini biliyorsun demektir... Peki Kâfirûn suresini de biliyor musun?
— Evet onu da biliyorum.
— 0 hâlde Kur'ân'ın diğer dörtte birini de biliyorsun demektir. Peki Zilzâl suresini de biliyor musun acaba?
— Evet, ey Allah'm Result), onu da biliyorum.
58
Resul-i Ekrem genç sahabisine yönelttiği sorular-dan olumlu cevap alınca üç kere; "Evlen, evlen, evlen." diye buyurdu.1
Sahip olunan ilim, hadis-i şeriften de anlaşıldığı gi-bi geçici maddî değerlerden kat kat üstündür. Zira ilim payidardir ve sonsuza dek insanla beraberdir. Oysa madde bazen az, bazen çok, bazense hiç yoktur. Dola-yısıyla rağbet, maddeye değil ilme olmalıdır. Kur'ân il-mi ise sermayelerin en üstünüdür. Insan ilmin sayesin-de kudret ve kuvvet bulur. Insana, yalmzca Allah'a ina-nıp ona tevekkül etmeyi öğretir. Böylece insan bu ilim sayesinde neye dayanacağını iyiden iyiye bilir ve bu i-nançla ondan başkasına el açmaz. Işte Kur'ân'ın şahsi-yete bahşettiği değer ve Resul-i Ekrem (s.a.a)'in de yu-karıdaki hadislerinde kasıtları bu olsa gerek.
Evlenmek İstemeyen Abid
Zaman, Islâm öncesini gösteriyordu... Hayatın pa-rayla alınıp satıldığı cahiliyet devri, aynı zamanda fakir-lerin, kö-lelerin, darda kalmış bütün insanların ezildiği bir dönemdi bu... Ne vuran "yoruldum" diyor, ne de vu-rulan "yeter!" diyebiliyordu. Gerçek makam sahipleri beş para etmez gözüyle görünürken, Allah katında zer-re kadar dahi değeri olmayan, gözünü para-pul hırsı bürümüş alçaklar, sahip oldukları dünya hazinelerin-
1- Mizan'ul-Hikmet, c.4, s.274.
59
den ötürü, en muhterem ve en yiice kimseler olarak bi-liniyordu. Değişmeyen devran, o zaman da fakirleri hor görüyordu. Varlık, asıl varlığı unut-turmuştu. Kara ak, ak kara yerindeydi...
jşte böyle bir devranda yaşayan, genç bir abid var-dı; kendini yaratıcısına adamış, O'nun için yiyip, O'nun için içen bir abid...
Zamanin geçip gitmesine aldırış bile etmeyen bu abid, gününü ibadetle geçirir, Allah'tan gelen her türlü bela ve sıkıntı dolu imtihanlara karşı "şükürler olsun" der, devamlı şükür duasında bulunurdu. Zamanin pey-gamberine iman etmiş halk, onu güvenilir, saygılı bir kimse olarak görmek-teydi. Diller ona övgü yağdırırken o, her geçen gün ibadetle daha fazla meşgûl oluyordu.
Öyle ki bu övgüler, zamanin peygamberine kadar vardi. Devrin peygamberi, abid hakkında söylenen on-ca övgüyü dinledikten sonra:
Evet, diye buyurdular. 0 Allah katmda iyi bir abiddir, fakat güzel bir ameli terk etmiştir.
Bu söz, dilden dile dolaştı. Derken abid de hiçbir anlam veremediği bu sözü işitti de üzüldü.
Acaba terk ettiğim güzel amel nedir? diye düşün-dü. Ey Allah'ım! deyip elini ilâhî dergâha uzattı: "Sana uzattığım ellerimin sahibi de sensin. Ne kusur eylediy-sem bana bildir. Neden hoşlanırsan icabet olsun diye bana nasip et, ey bahşedicilerin en yiicesi!" dedi.
60
Günler geçti. Abid, yüce Allah'ın yüce elçisini göre-bilmek, bu konu hakkında O'nunla konuşmak istiyordu. Secdeye kapandığı yerden kalkıp kimsenin kimseyi saymadığı zamanı delerek dışarıya adım attı. O'nun ne-rede olabileceğini çok iyi biliyordu. 0 tarafa doğru yü-rüdü. Bir müddet sonra suratının rengi değişti. Aradığı şeyi bulmuşçasına koşmaya başladı.
"Ey Allah'ın elçisi!" diye seslendi.
Semâda nur şimşekleri çaktıran bir surat ona doğ-ru çevrildi. Hafif bir tebessümle çehresinin şeklini de-ğiştirdi. Olduğu yerde kalıp kendine doğru gelen genç abidi bekledi. Abid, tekrar sözünü tazeleyip:
"Ey Allah'ın elçisi, dedi. Esenlik ve salat size olsun. Umulur ki derdime çare bulur, zavallı dostunuzu feraha eriştirirsiniz. Siz de bilirsiniz ki o mânalı sözünüz beni bir hayli düşündürmüştür. Arzum, bende gördüğünüz hatayı veya eksikliği bana bildirmenizdir."
0 nur çehreli sima, daha da tebessüm etti. Belki yılların noksanlığını dile getirecekti. Mübarek dudakla-rını aralayıp:
"Evlilik." diye buyurdu. "Evlenmen gerek!"
Gözleri yaşardı. Kelimeler elinde olmaksızın dökü-lüyordu dudaklarından:
"Ey nebi! Fakirlik denen bir hastalığın kurbanıyım. Gelir gibi bir dermanım da yok. Kendi rızkımı zor tayin ederken bir başkasının rızkını nasıl kazanırım diye dü-şüncedeyim."
61
Hz. Peygamber (a.s), bu söze pek üzüldü.
"Rızkı veren Allah'tir." diye cevap verdi. "Öyleyse rızk-tan yana neden korkarsin? Fakirlik hastaligi engel de-ğil, sevilenler için bir imtihandir. Gelir ise bir başka im-tihan, yarın ondan sorulacaktır... Bugün kızımı seninle nikâhlıyor ve hiçbir karşılık istemiyorum."
Dostları ilə paylaş: |