2790- Dördüncü İkaz: Ey sersem nefsim! Acaba şu vazife-i ubudiyet neticesiz midir, ücreti az mıdır ki, sana usanç veriyor? Halbuki bir adam sana birkaç para verse veyahut seni korkutsa, akşama kadar seni çalıştırır ve fütursuz çalışırsın. Acaba bu misafirhane-i dünyada âciz ve fakir kalbine kut ve gına ve elbette bir menzilin olan kabrinde gıda ve ziya ve herhalde mahkemen olan Mahşer’de sened ve berat ve ister istemez üstünden geçilecek Sırat Köprüsü’nde nur ve burak olacak bir namaz, neticesiz midir veyahut ücreti az mıdır! Bir adam sana yüz liralık bir hediye va’detse, yüz gün seni çalıştırır. Hulf-ul va’d edebilir o adama itimad edersin, fütursuz işlersin. Acaba hulf-ul va’d hakkında muhal olan bir zat, cennet gibi bir ücreti ve saadet-i ebediye gibi bir hediyeyi sana va’d etse, pek az bir zamanda, pek güzel bir vazifede seni istihdam etse; sen hizmet etmezsen veya isteksiz, suhre gibi veya usançla, yarım yamalak hizmetinle onu va’dinde ittiham ve hediyesini istihfaf etsen, pek şiddetli bir te’dibe ve dehşetli bir tazibe müstahak olacağını düşünmüyor musun! Dünyada hapsin korkusundan en ağır işlerde fütursuz hizmet ettiğin halde; Cehennem gibi bir haps-i ebedînin havfı, en hafif ve latif bir hizmet için sana gayret vermiyor mu?
2791- Beşinci İkaz: Ey dünyaperest nefsim! Acaba ibadetteki füturun ve namazdaki kusurun meşagil-i dünyeviyenin kesretinden midir veyahut derd-i maişetin meşgalesiyle vakit bulamadığından mıdır! Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarfediyorsun! Sen istidad cihetiyle bütün hayvanatın fevkinde olduğunu ve hayat-ı dünyeviyenin levazımatını tedarikte iktidar cihetiyle, bir seçe kuşuna yetişemediğini biliyorsun. Bundan neden anlamıyorsun ki, vazife-i asliyen hayvan gibi çabalamak değil; belki hakiki bir insan gibi, hakiki bir hayat-ı daime için sa’y etmektir.
Bununla beraber meşagil-i dünyeviye dediğin, çoğu sana ait olmayan ve fuzuli bir surette karıştığın ve karıştırdığın malayani meşgalelerdir. En elzemini bırakıp, güya binler sene ömrün var gibi en lüzumsuz malumat ile vakit geçiriyorsun. Meselâ: Zühal’in etrafındaki halkaların keyfiyeti nasıldır ve Amerika tavukları ne kadardır? gibi kıymetsiz şeylerle kıymettar vaktini geçiriyorsun. Güya kozmoğrafya ilminden ve istatistikçi fenninden bir kemal alıyorsun.
2792- Eğer desen: “Beni namazdan ve ibadetten alıkoyan ve fütur veren öyle lüzumsuz şeyler değil, belki derd-i maişetin zaruri işleridir.” Öyle ise ben de sana derim ki: Eğer yüz kuruş bir gündelik ile çalışsan; sonra biri gelse dese ki: “Gel on dakika kadar şurayı kaz, yüz lira kıymetinde bir pırlanta ve bir zümrüt bulacaksın.” Sen ona: “Yok, gelmem. Çünki on kuruş gündeliğimden kesilecek, nafakam azalacak” desen; ne kadar divanece bir bahane olduğunu elbette bilirsin. Aynen onun gibi; sen şu bağında, nafakan için işliyorsun. Eğer farz namazı terketsen, bütün sa’yin semeresi, yalnız dünyevî ve ehemmiyetsiz ve bereketsiz bir nafakaya münhasır kalır. Eğer sen istirahat ve teneffüs vaktini, ruhun rahatına, kalbin teneffüsüne medar olan namaza sarfetsen; o vakit, bereketli nafaka-i dünyeviye ile beraber, senin nafaka-i uhreviyene ve zad-ı âhiretine ehemmiyetli bir menba olan, iki maden-i manevî bulursun:
2793- Birinci Maden: Bütün bağındaki (*) yetiştirdiğin-çiçekli olsun, meyveli olsun-her nebatın, her ağacın tesbihatından, güzel bir niyet ile, bir hisse alıyorsun. (Herşey Allah’ı tesbih eder, bak: 3771.p.da âyet notu)
İkinci Maden: Hem bu bağdan çıkan mahsulattan kim yese-hayvan olsun, insan olsun; inek olsun, sinek olsun; müşteri olsun, hırsız olsun-sana bir sadaka hükmüne geçer. Fakat o şart ile ki: Sen, Rezzak-ı Hakiki namına ve izni dairesinde tasarruf etsen ve onun malını, onun mahlukatına veren bir tevziat memuru nazarıyla kendine baksan.
İşte bak, namazı terk eden ne kadar büyük bir hasaret eder, ne kadar ehemmiyetli bir serveti kaybeder ve sa’ye pek büyük bir şevk veren ve amelde büyük bir kuvve-i manevi temin eden o iki neticeden ve o iki madenden mahrum kalır, iflas eder. Hatta ihtiyarlandıkça bahçecilikten usanır, fütur gelir. “Neme lâzım” der. “Ben zaten dünyadan gidiyorum. Bu kadar zahmeti ne için çekeceğim?” diyecek, kendini tenbelliğe atacak. Fakat evvelki adam der: “Daha ziyade ibadetle beraber sa’y-i helale çallışacağım. Ta, kabrime daha ziyade ışık göndereceğim. Âhiretime daha ziyade zahîre tedarik edeceğim.” (**)
2794- Elhasıl: Ey nefis! Bil ki dünkü gün senin elinden çıktı. Yarın ise senin elinde sened yok ki, ona maliksin. Öyle ise hakiki ömrünü bulunduğun gün bil. Lâakal günün bir saatini, ihtiyat akçesi gibi, hakiki istikbal için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccadeye at... Hem bil ki: Her yeni gün, sana hem herkese, bir yeni âlemin kapısıdır. Eğer namaz kılmazsan, senin o günkü âlemin zulümatlı ve perişan bir halde gider, senin aleyhinde âlem-i misalde şehadet eder.
Zira herkesin, her gün, şu âlemden bir mahsus âlemi var. Hem o âlemin keyfiyeti, o adamın kalbine ve ameline tabidir. Nasılki ayinende görünen muhteşem bir saray, ayinenin rengine bakar. Siyah ise, siyah görünür. Kırmızı ise, kırmızı görünür. Hem onun keyfiyetine bakar. O ayine şişesi düzgün ise sarayı güzel gösterir. Düzgün değil ise, çirkin gösterir. En nazik şeyleri kaba gösterdiği misillü; sen kalbinle, aklınla, amelinle, gönlünle, kendi âleminin şeklini değiştirirsin. Ya aleyhinde, ya lehinde şehadet ettirebilirsin.
Eğer namazı kılsan, o namazın ile o âlemin Sani-i Zülcelal’ine müteveccih olsan; birden, sana bakan âlemin tenevvür eder. Adeta namazın bir elektrik lambası ve namaza niyetin, onun düğmesine dokunması gibi, o âlemin zulümatını dağıtır ve o hercümerc-i dünyeviyedeki karmakarışık perişaniyet içindeki tebeddülat ve harekât, hikmetli bir intizam ve manidar bir kitabet-i kudret olduğunu gösterir.
¬Œ²‡«²~«— ¬~«Y«WÅK7~ ‡Y9 yÁV7«~ (24:35) âyet-i pür-envarından bir nuru, senin kalbine serper. Senin o günkü âlemini, o nurun in’ikasıyla ışıklandırır. Senin lehinde nuraniyetle şehadet ettirir.
2795- Sakın deme: “Benim namazım nerede, şu hakikat-ı namaz nere?” Zira bir hurma çekirdeği, bir hurma ağacı gibi, kendi ağacını tavsif eder. Fark yalnız icmal ve tafsil ile olduğu gibi; senin ve benim gibi bir aminin-velev hissetmezse-namazı, büyük bir velinin namazı gibi şu nurdan bir hissesi var, şu hakikattan bir sırrı vardır velev şuurun taalluk etmezse-.Fakat derecata göre inkişaf ve tenevvürü ayrı ayrıdır. Nasıl bir hurma çekirdeğinden, ta mükemmel bir hurma ağacına kadar ne kadar meratib bulunur. Öyle de: Namazın derecatında da daha fazla meratib bulunabilir. Fakat bütün o meratibde, o hakikat-ı nuraniyenin esası bulunur.” (S.269-273)
2796- “Arkadaş! Namaz, kul ile Allah arasında yüksek bir nisbet ve ulvi bir münasebet ve nezih bir hizmettir ki, her ruhu celb ve cezbetmek namazın şe’nindendir. Namazın erkânı, Fütuhat-ı Mekkiye’nin şerhettiği gibi, öyle esrarı havidir ki, her vicdanın muhabbetini celbetmek, namazın şe’nindendir. Namaz Hâlik-ı Zülcelal tarafından her yirmidört saat zarfında tayin edilen vakitlerde manevi huzuruna yapılan bir davettir. Bu davetin şe’nindendirki, her kalb kemal-i şevk ve iştiyakla icabet etsin. Ve mi’racvari olan o yüksek münacata mazhar olsun.
2797- Namaz; kalblerde azamet-i ilahiyeyi tesbit ve idame... ve akılları ona tevcih ettirmekle adalet-i İlahiyenin kanununa itaat ve nizam-ı Rabbanîye imtisal ettirmek için yegane İlahî bir vesiledir. Zaten insan medeni olduğu cihetle, şahsî ve içtimaî hayatını kurtarmak için, o kanun-u ilahîye muhtaçtır. O vesileye müraat etmeyen veya tenbellikle namazı terkeden veyahut kıymetini bilmeyen ne kadar cahil, ne derece hâsir, ne kadar zararlı olduğunu bilâhare anlar, ama iş işten geçer.” (İ.İ.43)
2798- “Bir tek saat, beş vakit namaza abdestle kâfi gelir. Acaba yirmi üç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarfeden ve o uzun hayat-ı ebediyeye bir tek saatini sarfetmeyen; ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilaf-ı akıl hareket eder. Zira bin adamın iştirak ettiği bir piyango kumarına yarı malını vermek, akıl kabul ederse; halbuki kazanç ihtimali binde birdir. Sonra yirmi dörtten bir malını, yüzde doksan dokuz ihtimal ile, kazancı musaddak bir hazine-i ebediyeye vermemek; ne kadar hilaf-ı akıl ve hikmet hareket ettiğini, ne kadar akıldan uzak düştüğünü, kendini âkıl zanneden adam anlamaz mı?
Halbuki namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır. Bu surette bütün sermaye-i ömrünü, âhirete mal edebilir. Fani ömrünü, bir cihette ibka eder.” (S.21)
2799- Namazın farziyetini ve beş vakte tahsisini bildiren
y«7«— «–YE¬A²M# «w[¬&«— «–YK²W# «w[¬& ¬yÁV7~ «–_«E²AK«4
«–—h¬Z²P# «w[¬&«— _È[¬L«2«— ¬Œ²‡«²~«— ¬~«Y«WÅK7~|¬4 f²W«E²7~
(30:17,18) âyetlerinin sırrıyla, beş vakte tahsisin hikmetleri vardır. (*)
“Herbir namazın vakti, mühim bir inkılab başı olduğu gibi, Azîm bir tasarruf-u İlahînin ayinesi ve o tasarruf içinde ihsanat-ı külliye-i İlahiyenin birer ma’kesi olduğundan, Kadir-i Zülcelal’e o vakitlerde daha ziyade tesbih ve tazim ve hadsiz ni’metlerinin iki vakit ortasında toplanmış yekûnuna karşı şükür ve hamd demek olan namaza emredilmiştir.” (S.40)
“Nasılki haftalık bir saatın saniye ve dakika ve saat ve günlerini sayan milleri, birbirine bakarlar, birbirinin misalidirler ve birbirinin hükmünü alırlar. Öylede; Cenab-ı Hakk’ın bir saat-ı kübrası olan şu âlem-i dünyanın saniyesi hükmünde olan gece ve gündüz deveranı.. ve dakikaları sayan seneler... ve saatleri sayan tabakat-ı ömr-ü insan.. ve günleri sayan edvar-ı ömr-ü âlem birbirine bakarlar, birbirinin misalidirler ve birbirinin hükmündedirler ve birbirini hatırlatırlar. Meselâ:
2800- Fecirzamanı, tulua kadar, evvel-i bahar zamanına, hem insanın rahm-ı madere düştüğü avanına, hem Semavat ve Arz’ın altı gün hilkatinden birinci gününe benzer ve hatırlatır ve onlardaki şuunat-ı ilahiyeyi ihtar eder.
Zuhr zaman ise, yaz mevsiminin ortasına, hem gençlik kemaline, hem ömr-ü dünyadaki hilkat-i insan devrine benzer ve işaret eder ve onlardaki tecelliyat-ı rahmeti ve füyuzat-ı ni’meti hatırlatır.
Asr zaman ise, güz mevsimine, hem ihtiyarlık vaktine, hem Âhirzaman Peygamberi’nin (Aleyhissalatü Vesselâm) asr-ı saadetine benzer ve onlardaki şuunat-ı İlahiyeyi ve in’amat-ı Rahmaniyeyi ihtar eder.
Mağrib zamanı ise, güz mevsiminin âhirinde pekçok mahlukatın gurubunu, hem insanın vefatını, hem dünyanın kıyamet ibtidasındaki harabiyetini ihtar ile, tecelliyat-ı Celaliyeyi ifham ve beşeri gaflet uykusundan uyandırır, ikaz eder.
İşa vakti ise, âlem-i zulümat, nehar âleminin bütün âsârını siyah kefeni ile setretmesini, hem kışın beyaz kefeni ile ölmüş yerin yüzünü örtmesini, hem vefat etmiş insanın bakiye-i âsârı dahi vefat edip nisyan perdesi altına girmesini, hem bu dar-ı imtihan olan dünyanın bütün bütün kapanmasını ihtar ile, Kahhar-ı Zülcelal’in celalli tasarrufatını ilan eder.
Gece vakti ise; hem kışı, hem kabri, hem âlem-i berzahı ifham ile... ruh-u beşer, rahmet-i Rahman’a ne derece muhtaç olduğunu insana hatırlatır. Ve gecede teheccüd ise, kabir gecesinde ve berzah karanlığında ne kadar lüzumlu bir ışık olduğunu bildirir, ikaz eder ve bütün bu inkılabat içinde cenab-ı Mün’im-i Hakiki’nin nihayetsiz ni’metlerini ihtar ile ne derece hamd ü senaya müstehak olduğunu ilan eder.
İkinci sabah ise, sabah-ı haşri ihtar eder. Evet şu gecenin sabahı ve şu kışın baharı, ne kadar makul ve lâzım ve kat’i ise, haşrin sabahı da, berzahın baharı da o kat’iyettedir.
Demek bu beş vaktin herbiri, bir mühim inkılab başında olduğu ve büyük inkılabları ihtar ettiği gibi; kudret-i Samedaniyenin tasarrufat-ı azîme-i yevmiyesinin işaretiyle, hem senevî, hem asrî, hem dehrî, kudretin mu’cizatını ve rahmetin hedayasını hatırlatır.
Demek asıl vazife-i fıtrat ve esas-ı ubudiyet ve kat’i borç olan farz namaz, şu vakitlerde lâyıktır ve ensebdir.” (S.41)
Namaz vakti tahakkuk etmeyen veya aylarca gündüz veya gece devam eden yerlerde namaz kılınıp kılınmayacağı hakkında ulemanın reyleri farklıdır. (Bak: S.M.A. 11.ci sh:390, B.İ.İ. namazlara ait 3. kitab 58p.)
2801- “ Vaktin evvelinde, Kâbe’yi hayalen nazara almakla namaz kılmak mendubdur ki, birbirine giren daireler gibi Beyt’in etrafında teşekkül eden safları görmekle, yakın saflar Beyt’i ihata ettikleri gibi, en uzak safların da âlem-i İslâmı ihata etmiş olduğunu hayal ile görsün. Ve o saflara girmekle, o cemaat-ı uzmaya dahil olsun ki, o cemaatın icma ve tevatürü, onun namazda söylediği her davaya ve her bir sözüne bir hüccet ve bir bürhan olsun. Meselâ: Namaz kılan ¬yÁV¬7 f²W«E²7«~ dediği zaman, sanki o cemaat-ı uzmayı teşkil eden bütün mü’minler “Evet doğru söyledin” diye onun o sözünü tasdik ediyorlar. Ve bu tasdikler, hücum eden evham ve vesveselere karşı manevi bir kalkan vazifesini görür. Ve aynı zamanda, bütün hasseleri, latifeleri, duyguları o namazdan zevk ve hisselerini alırlar. Yalnız musallinin Kâbe’ye olan şu hayalî nazarı, kasdî değil tebeî bir şuurdan ibaret bulunmalıdır.
2802- İhtar: Sath-ı Arz mescidini mütehalif ve muntazam harekâtıyla tezyin eden o cemaat-ı uzmanın, satırları andıran saflarının o güzel manzarası muhafaza edilmek üzere, âlem-i misal sahifesinde kalem-i kader ile, İlahî bir fotoğrafla tersim ve terkim edilmekte olduğu ihtimal ve imkândan halî değildir.” (M.N:76)
2803- Cemaatle kılınan namazın ve namazdaki huzurun ehemmiyetini gösteren iki hâdise:
“Birisi: Âlem-i İslâmiyetin en acib harbi olan Bedir Harbi’nde namaz vaktinde cemaatten hissesiz kalmamak için, düşmanın hücumu ile beraber mücahidlerin yarısı silahını bırakıp cemaat hayrına şerik olmak, iki rek’at sonra onlar hissedar olsun diye Fahr-i Âlem Aleyhissalatü Vesselâm bir hadis-i şerifiyle emretmiş olmasıdır. Madem harpte bu ruhsat var. Ve madem cemaat hayrı da sünnet olduğu halde, o sünnete riayet etmek en büyük bir hâdise-i dünyeviyeye tercih edilmiş. Üstad-ı Mutlak’ın böyle bir işaretinden bir nüktecik alarak, biz de ruh u canımızla ittiab’ ediyoruz.(*)
2804- İkincisi: Kahraman-ı İslâm imam-ı Ali Radıyallahü Anhü Celcelutiye’nin çok yerlerinde ve âhirinde bir himayetçi istemiş ki, namaz içinde huzuruna gaflet gelmesin. Düşmanları tarafından ona bir hücum manası hatırına gelmemek, sırf namazdaki huzuruna pek çok olan düşmanları tarafından bir hücum tasavvuruyla namazdaki huzuruna mani olunmamak için bir muhafız ifriti dergâh-ı İlahîden niyaz etmiş.” (E.L.II.246) (Bak: Huşu’)
2804/1- Büyük İslâm ilmihali namaza dair bölümünün (İmamet ve cemaat) bahsinde: Hanefi, Malikî ve bir kısım Şafiîlere göre namazın cemaatle kılınması, şeair olarak bir sünnet-i müekkededir. Namazın cami ve mescidlerde kılınması da sünnettir, şeklinde bilgi verilir ve devamında bazı imamların farklı re’ylerini de kaydeder.
Aynın bahsin 150. parağrafında aynen şöyle denilmektedir: “Fâsık veya bid’at sahibi bir kimsenin imameti, tahrimen mekruhtur. Çünki fâsık, dinî işlerde laübali bulunur. İmam-ı Muhammed ile İmam-ı Malik’e göre ise, bunlara iktida esasen caiz değildir.” (Bak: 3884.p.sonu)
Cemaatle namaz kılmak ve mescidler hakkında hayli ehadis vardır. Ezcümle T.T.ci: 1 shf: 224’de 8. bölüm ve İ.M. 4. Kitabı, örnek verilebilir. Kur’an (2:43) âyeti de cemaatle namaz kılmak manasında tefsir edilir. Yeryüzünün namaz kılınabilecek her yerinde tek olarak ve cemaatle namaz kılınabilir. T.T.ci: 1 (658.hadis) Fakat mümkün oldukça mescidlerde kılınması sünnet ve daha faziletlidir. Mescide gidip gelmekte kebaire maruz kalınırsa, halvethanede kılınır. (Bak:2826.p.)
Bilhassa âhirzaman fitnesinde ihlassız ve menfaat-ı şahsiyesini takib eden ve dinî vazifelerde bulunan bazı kimselere rağbet ve alâka göstermemekle onları fiilen tenbih ve camilerin manevi kudsiyetini koruma makamında ikaz edici rivayetler de vardır. Ezcümle bir hadiste mealen şöyle buyurulur: “İnsanlar üzerine bir zaman gelir ki, camilerde halka halinde toplanırlar. Gayeleri dünyevî olur. Allah’ın onlara ihtiyacı yoktur. Bunların arasına girmeyin.” (R.E. 503) K.H. 3247. hadisi de mezkûr hadisi te’yid eder.
Diğer bir rivayet de şöyledir: “Bazı ümera gelecek, namazı bir sebeble vaktinden geciktirecekler. Siz (evinizde vaktinde kılın), cemaate de gelip onlarla nafile kılın.” (R.E.298)
Başka iki rivayet de şöyle de buyurulur: “İnsanlar üzerine bir zaman gelecek ki, Kur’anın merasimi ve müslümanlığın da ismi kalacak. Onlar müslüman ismi alırlar. Halbuki kendileri müslümanlıktan, insanların en uzağıdırlar. Camileri süslü olur, hidayet bakımından ise viran olur. O zaman âlimleri, gök kubbesi altındaki âlimlerin en şerlisi olup, fitne onlardan başlar ve yine onlara döner.” “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, camilerde onlardan binden fazla adam namaz kılacak da, içlerinde hâza mü’min bulunmayacak.” (R:E.301)
Evleri kabre çevirmemek için bir kısım namazların evde kılınması, T.T. l. cild 656. hadisine ve (Nafile) maddesine de bakınız.
2804/2- Mescidler hakkında Kur’andan bir kaç not:
-Mescidler hep Allah’ındır: (72:18) (Ayetteki mescidler kelimesi şu şekillerde tefsir edilmiştir: l-Namaz kılmak için bina edilmiş yerler. 2- Namaz ve ibadet yalnız camilere ve belli yerlere hasr edilmiş olmadığından, bütün yeryüzü. 3-Bütün mescidlerin kıblesi olduğundan, Mescid-i Haram. 4- Secdeye temas eden uzuvlar... Bütün bunlar Allah’tan gayrısına kullanılmaz.)
-Allah’ın mescidlerini müşrikler değil, evamir-i İlahiyeye bağlı müslümanlar tamir eder: (9:17,18)
-Hacılara su dağıtmak ve Mescid-i Haram’ı (ve diğer mescidleri) imar etmek, fisebilillah cihadla kıyas edilmez, cihad üstündür: (9:19)
-Allah’ın mescidlerinde zikr-i İlahîden men’ eden ve mescidlerin harab olmasına çalışandan daha zalim kimdir: (2:l14)
2805- Namaz ve ibadetlerin günahları izale etmesi de ehemmiyetli bir husustur. Beş vakit namazı emreden bir âyet-i kerimede şöyle buyuruluyor:
“(11:114) ¬³_¬±[ÅK«7~ «w²A¬;²g< ¬_«X«K«E²7~ Å–¬~ Zira bu bir hakikat ki hasenat seyyiatı giderir. Yani her namaz bir hasenedir, hasenata devam edildikçe seyyiat-ı sabıka silinir silinir gider, bu muhakkaktır. Binaenaleyh namaza devam edildikçe arada hasbelbeşeriye insanların alel’ekser halî kalamıyacakları bazı seyyiat yapılmış ise onlar silinir silinir, gider. Beş vakit namaz, arada vaki’ olan küçük günahlara keffaret olur. Nitekim bir hadis-i şerifte de varid olmuştur ki:
«h¬¶<_«A«U²7~ «`«X«B²%~_«8 _«WZ«X²[«" _«W¬7 °?«‡_ÅS«6 ¬?«ŸÅM7~|«7¬~ ?«ŸÅM7~ Namaz namaza kadar aralarındakine keffarettir, kebairden ictinab ettikçe. Bundan başka (29:45)¬h«U²XW²7~«— ¬š_«L²E«S²7~ ¬w«2 |«Z²X«# ?«ŸÅM7~ olduğundan namaza devam edildikçe alel’umum seyyiata karşı hiss-i nefret uyanır. Bu suretle namaz, kebairden ictinaba ve şayet sebk etmiş kebire varsa ondan nedamet ve tevbeye de saik olur.” (E.T. 2833) (Bak: 3188.p.)
“Cahiller namazı bir külfet sayarak ancak bir teklif ve tazyik tahtında kılarlar ve başları dara gelmeden Allah’a dua ve ibadet etmezler.
Arifler ise bunu büyük bir zevk ve mi’rac bilirler. Nitekim. Aleyhissalatü Vesselâm ¬?«ŸÅM7~ |¬4 |¬X²[«2 ?Åh5 a«V«Q«%«— (*) ve w¬8ÌYW²7~ ‚~«h²Q¬8 ?«ŸÅM7«~ buyurmuştur.” (E.T. 2681)
2806- “Namazdan sonraki tesbihatlar, tarikat-ı Muhammediye’dir (A.S.M.) ve velayet-i ahmediye’nin( A.S.M.) bir evradıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür. Sonra, bu kelimenin hakikatı böyle inkişaf etti:
Nasılki risalete inkılab eden velayet-i Ahmediye, bütün velayetlerin fevkindedir; öyle de, o velayetin tarikatı ve o velayet-i kübranın evrad-ı mahsusası olan namazın akabindeki tesbihat, o derece sair tarikatların ve evradların fevkindedir. Bu sır dahi şöyle inkişaf etti:
Nasıl zikir dairesinde bir mecliste veyahut hatme-i Nakşiyede bir mescidde birbiriyle alâkadar hey’et-i mecmuada nurani bir vaziyet hissediliyor. Kalbi hüşyar bir zat, namazdan sonra ¬yÁV7~ «–_«E²A, ¬yÁV7~ «–_«E²A, deyip tesbihi çekerken, o daire-i zikrin reisi olan Zat-ı Ahmediye( A.S.M.) müvacehesinde, yüz milyon, tesbih elinde çektiklerini manen hisseder; o azamet ve ulviyetle ¬yÁV7~ «–_«E²A, ¬yÁV7~ «–_«E²A, ¬yÁV7~ «–_«E²A, der. Sonra o serzakirin emr-i maneviyesiyle ona ittibaen ¬yÁV¬7f²W«E²7«~ ¬yÁV¬7 f²W«E²7«~ dediği vakit,. o halka-i zikrin ve o çok geniş dairesi bulunan hatme-i Ahmediyenin (A.S.M) dairesinde yüz milyon muridlerin ¬yÁV¬7 f²W«E²7«~ ¬yÁV¬7 f²W«E²7«~ larından tezahür eden azametli bir hamdi düşünüp içinde ¬yÁV¬7 f²W«E²7«~ ile iştirak eder. Ve hakeza... h«A²6«~ yÁV7«~ h«A²6«~ yÁV7«~ ve duadan sonra yÁV7~Ŭ~ «y«7¬~« yÁV7~Ŭ~ «y«7¬~« yÁV7~Ŭ~«y«7¬~« otuzüç defa o tarikat-ı Ahmediyenin (A.S.M.) halka-i zikrinde ve hatme-i kübrasında o sabık mana ile o ihvan-ı tarikatı nazara alıp, o halkanın ser-zakiri olan Zat-ı Ahmediye Aleyhissalatü Vesselâm’a müteveccih olup
¬yÁV7~ «ÄY,«‡_«< «t²[«V«2 ¯•«Ÿ«, ¬r²7«~ r²7«~ «— ¯?«Ÿ«. ¬r²7«~ r²7«~ der, diye anladım ve hissettim ve hayalen gördüm. Demek tesbihat-ı salatiyenin çok ehemmiyeti var.” (K.L. 103)
Hem “velayet-i Ahmediye ve ubudiyet-i Muhammediye (Aleyhissalatü Vesselâm) cihetinde, öyle bir daire-i zikirde, namazdan sonraki tesbihatta bir tarikat-ı Muhammediyenin (A.S.M) virdidirler ki; her namaz vaktinde yüz milyondan ziyade mü’minler beraber, o halka-i kübra-yı zikirde, ellerinde tesbihler “Sübhanallah” otuzüç, “Elhamdülillah” otuzüç, “Allahü Ekber” otuzüç defa da tekrar ederler.
İşte böyle gayet muhteşem bir halka-i zikirde, sabıkan beyan ettiğimiz gibi hem Kur’anın, hem imanın, hem namazın hülasaları ve çekirdekleri olan o üç kelime-i mübarekeyi namazdan sonra otuzüçer defa okumak ne kadar kıymetdar ve sevablı olduğunu elbette anladınız.” (Ş.236)
Bir atıf notu:
-Cemaat namazında tesbihat izhar ve isma’ edilir, bak: 3117
Mezkûr namaz tesbihatıyla alâkalı hadislerden birkaç not:
-Teşehhüdde okunan salavat: B.M. ci: 2 shf: 362
-Cehennem, kabir azablarından ve fitne-i mesih i deccaldan istiaze: Aynı eser, shf: 364, 371
-Teşehhüdden sonra verilen selâm: Aynı eser, shf: 368
-Namazdan sonra okunan tesbihat: Aynı eser, shf: 370
-Namazda selâmdan sonra okunan dua: Aynı eser, shf: 372
-B.M.l. cild shf: 296’dan 381’e kadar; namazın sıfatı, hususiyetleri, ezkârı ve tesbihatları hakkındadır.
2806/1- “İ’lem Eyyühel- Aziz! “Sübhanallah”, “Elhamdülillah”, “Allahü Ekber” bu üç mukaddes cümlenin faidelerini ve mahalli- istimallerini dinle:
1- Kalbinde hayat bulunan bir insan kâinata, âleme bakarken idrakinden âciz bilhassa şu boşlukta yapılan İlahî manevraları görmekle hayretler içinde kalır. İşte bu gibi hayret ve dehşet-engiz vaziyetleri ancak “Sübhanallah” cümlesinden nebean eden ma-i zülali içmekle o hayret ateşi söner.
2- Aynı o insan, gördüğü leziz nimetlerden duyduğu zevkleri izhar etmekle, “hamd” ünvanı altında in’amı mün’imde ve mün’imi in’amda görmekle idame-i nimet ve tezyid-i lezzet talebinde bulunarak “Elhamdülillah” cümlesiyle nimetler definesini bulan adam gibi nefes alıyor.
3- Aynı o insan, mahlukat-ı acibe ve harekât-ı garibeden aklının tartamadığı ve zihninin içine alamadığı şeyleri gördüğü zaman, “Allahü Ekber” demekle rahat bulur. Yani, Hâlikı daha azîm ve daha büyüktür. Onların halk ve tedbirleri kendisine ağır değildir.” (M.N:129) (Bak: Sübhanallah)
2806/2- Bediüzzaman Hazretlerinin hizmetinde bulunan ve beraberinde namaz kılanlardan tesbihat hakkında aldığımız malumatın hülasası şöyledir: Namazın sonunda Bediüzzaman Hazretleri tesbihatı da cemaatla yapardı. Tesbihatı yapan zat, bunu tagannisiz ve cemaatın rahatlıkla duyabileceği sesle söyler, cemaat da hafif sesle iştirak ederdi. Tesbihatın kelimeleri telaffuz edilirken acele etmeden, kelimeler rahatlıkla anlaşılır şekilde okunmasına dikkat olunurdu. Kur’an (17:110) âyeti, namazdaki kıraatın vasat yolda olmasını emrettiğini bu vesile ile hatırlayalım.
Bediüzzaman Hazretleri dört hatveli acz, fakr, şefkat ve tefekkür mesleğini anlatırken” bilhassa namazı ta’dil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır.” (S.476) şeklinde ifade ederek, tesbihatın ehemmiyetini de nazara verir.
Nimet-ül İslâm ismindeki eser, “Mecma-ür Rivayat’ta: Namazdan fariğ olduktan sonra, virdini dilerse oturarak, dilerse ayakta okuyabilir, diye mezkûrdur.” Devamında özetle: Namaz bittikten sonra imam dilerse kendi işine gidebileceği ve cuma namazı kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın, mealindeki (62:10) âyetinden diğer namazlar da dahil edilerek, dağılmanın ibahe edildiği (mübah kılındığı) ifade edilir. Daha sonra da, imam ve cemaatın tesbihatı eda etmeleri şekli anlatılır. (Bak: N.İ.Kitab-üs Salât shf: 128-129)
Büyük İslâm İlmihali aynı hususu shf: 134 madde: 172’de kaydeder. 144. sahife 5,6,7 plarda da cemaatla yapılan tesbihatı izah eder.
Ferden veya cemaatla kılanan namaz sonunda yapılan tesbihatın sünnetiyeti kat’idir. Ancak bu tesbihatın cemaat halinde beraberce yapılmasının sünnet veya mekruh olduğuna dair bir delil göremedik. Şu kadar var ki, asırlardan beri cemaat namazlarında tesbihat cemaatla yapılır. Böyle küllî bir “kabul-ü ümmet, bir nevi hüccet hükmüne geçer.” (L.106) kaidesini nazara almak gerektir.
Malumdur ki maslahat-ı mürsele gibi dinde tasarruflar, ancak ibahatta cereyan eder. Zamanın ve mekânın yani cemiyetlerin ahvaline göre, dinen istihsan edilen ve müstahsen görülen bazı ibahat, maslahat-ı mürsele ve istihsan (Bak: 1623/1, 1623/2, 1625/2.p.lar) kaidesiyle ve kabul-ü ümmete mazhariyetle âdet-i İslâmiyeye dahil olurlar ve şeaire de kuvvet verirler. (Cami minareleri gibi.)
Mevzumuz olan cemaatla tesbihat yapmak hakkında şeriatça muayyeniyet verilmemesinin çeşitli hikmetleri vardır. Bunlardan biri, “Evlerinizi kabre çevirmeyiniz” (Bak: 2804/1.p.) mealinde olan rivayetlerdeki hikmet olsa gerektir. Yani bu rivayetlerin hükmü ile Asr-ı Saadet’te sünnet namazlarını bazı sahabeler evlerinde gidip orada kılarlardı. Bu namaz, bilhassa küçüklerin namaza alışmaları için fiilî bir teşvik ve telkin olurdu. Fakat sonraları ve hele asrımızda halkın büyük ekseriyeti, camiden eve gitmedikleri ve gidemedikleri gibi, camiden sonra da kendi başlarına tesbihatı yapacak halet ve zamanları yoktur. Eğer camide cemaatla tesbihat yapılmazsa, cemaatın belki ekserisi camiden çıktıktan sonra tesbihatı yapmaz ve böylece tesbihatın yapılması unutulur gider. O halde tesbihatın cemaatla yapılması, en azından ehemmiyetli bir maslahat-ı mürseledir. Sünnetleri evlerinde kılmaya müsaid olanlar, bu kayıddan azade kalabilirler. Nitekim ilmihalde: Eğer (imam) kendisini bir şey meşgul etmiyecek ise, bu sünneti gidip evinde kılabilir. Çünki sünnetlerin evde kılınması efdaldir. Şu kadar var ki, cemaatın yanlış bir zehabda bulunması melhuz ise, camide kılar.” (B.İ.İ.134) kaydı vardır.
Bunun gibi bazı hususlara şeriatça muayyeniyet yerine seyyaliyet verilmesinde de çeşitli hikmetlerin varlığı anlaşılmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |