İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə115/169
tarix15.01.2018
ölçüsü13,72 Mb.
#38491
1   ...   111   112   113   114   115   116   117   118   ...   169

2806/3- “Farz namazları için ezan, yani bu namazların kılınacağını ilan, Kitab (Kur’an) ve Sünnet ile sabittir. Erkekler hakkında vacib kuvvetinde bir sünnet-i müekkededir. (B.İ.İ.125)

Ezan lügatta i’lam, yani bildirmek, duyurmak, ilan etmek, davet etmek demek­tir. Dinî bir tabir olarak ezan, farz namazlar için belli vakitlerde ve belli bir tarzda yüksek sesle okunan mübarek sözlerdir. Bu sözler, şer’î kitablarda beyan edildiği gibi bir kısım sahabelerin tevafukan aynı gece gör­dükleri sadık bir rüyaya ve onu te’yid eden bir vahye dayanmaktadır.

Ezan müslümanları namaza davettir. Müslümanların bu davete icabet etmeleri­nin vacib olduğu ve buna uymayıp alay ve hafife almanın küfre de­lalet ettiği tefsir­lerde kaydedilir. Ezcümle (5: 58) âyetinin tefsirinde şöyle de­nilmektedir:

“O kâfirleri de dost ittihaz etmeyiniz ki, namaza nida ettiğiniz, yani ezan oku­duğunuz vakit o ezan veya namazı eğlence ve oyun yerine tutar, istihza ederler; bu da bunların akılsız bir kavim olmalarından neş’et eyler.” Bu akıl­sızlıkları cümlesin­dendir ki manasız çanları hoşlanır, dinlerler de tevhide, salat ü felaha çağıran yüksek ma’nalı güzel ezanlardan hoşlanmazlar.

Bu âyet, evvelâ ezanın meşruiyyetine, saniyen onunla istihza ve istihfafın küfrolduğuna delalet etmektedir. Bunun için ezana icabet vacibdir.” (E.T. 1722)

Ayrıca (62:9) âyetinde de cuma namazı için ezan okununca hemen icabet edil­mesi emrolunmaktadır.

Ezan Kur’anda namaza dâvet olarak iki yerde geçmektedir. Biri (5:58) âyetinde ¬?«ŸÅM7~ |«7¬~ ²v­B²<«…_«9 ~«†¬~ namaza çağrıldığınız zaman..” şeklinde, di­ğeri de (62:9) âyetinde” ¬?«ŸÅM¬V7 «>¬…Y­9 ~«†¬~ Namaz için nida olunduğu za­man..” şeklindedir. Başka âyetlerde kelime olarak “ezan” ve “müezzin” söz­leri geçiyorsa da namazla alâkalı olmayıp başka mevzularla alâkalıdır. Meselâ (12:70) âyetinde duyurmak, ilan etmek manasında; (9:3) âyetinde tebliğ, ilan, ültimatom (harp ilanı) manasında; (7:44) âyetinde (ilan et, duyur); (7: 167 ve 14:7) âyetlerinde (duyurdu, bildirdi, ilan etti) manasında geçmektedir.

2806/4- İslâmın Mekke devrinde müslümanlar azınlıkta olduklarından ibadet­lerini umumiyetle gizli yaparlardı. Namaz vakitlerinde namaza dâvet için belli bir usûl yoktu. Hicretten sonra müslümanlar fiilen bir devlete sahip oldular ve hürri­yetlerine kavuştular; sayıları da arttı. Mescid-i Nebevî yapıl­dıktan sonra ashab-ı ki­ram toplanıp beş vakit namazı cemaatle kılmaya baş­lamışlardı. Namaz vakitlerinde müslümanların namaza dâvet edilmesi gere­kiyordu. Boru veya çan çalınması, ateş yakılması, mescidin damına bayrak asılması gibi usûller başka dinlere ait dâvet şe­killeri olduğu için kabul edil­medi. Bilâl-i Habeşî’nin “Namaza! Namaza!” diye ses­lenerek müslümanları toplamasına karar verildi. Bir süre bu usûl devam etti. Bir gün sahabeden Abdullah bin Zeyd-il Ensarî, Hz.Peygamber’e (A.S.M.) gelerek, rü’yasında yeşil giymiş birini gördüğünü ve onun kendisine namaz vakitlerini bil­dirmek için okunacak sözleri ezberlettiğini söyledi. Hz. Peygamber (A.S.M.) de bunları Bilâl’e öğretmesini ve ezanı böyle okuma-sını emir buyurdu. Sonra bu rüya, vahy-i İlâhi ile de te’yid buyuruldu.

“Sabah ezanlarında söylenilen “Essalâtü hayrun min-en nevm” cümlesi ise, bir sabah Hazret-i Bilâl tarafından hücre-i saâdet pişgâhında irad edilmiş ve emr-i Pey­gamberî ile sabah ezanlarına ilâve olunmuştur.” (M.T. 63)



2806/5- Resulüllah’ın (A.S.M.) dört müezzini vardı: l- Bilâl-i Habeşî. 2- ibni Umm-i Mektum-ul Kureşî. 3- Ebu Mahzure Semure. 4-Sa’d-ül Karaz.

1- Bilâl-i Habeşî Hazretleri, ilk İslâm ile müşerref olanlardan biridir. Köle iken müslüman olmuş ve bu sebeble maruz kaldığı işkence ve ezalara sabır ve tahammül ile müşriklere karşı direnirken Hazret-i Ebû Bekir-is Sıddîk (R.A.) onu satın alıp Allah rızası için âzad ettikten sonra Hz. Pey­gamber’in hizmetine girdi. Hicretten sonra da Hz. Peygamber’in (A.S.M.) ir­tihaline kadar onun hizmetinde kaldı. Ve se­fer zamanlarında bir an yanından ayrılmazdı. İlk ezanı okuyan ve ilk kamet getiren O’dur. Fahr-i Âlem’in (A.S.M.) vefatına kadar müezzinlik hizmetinde bulundu. Hz. Peygamber’in vefatına çok üzülen Bilâl Hazretleri artık Medine’de kalmak istemedi. Hz. Ebubekir’in (R.A.) ısrarlı ricası üzerine bir süre daha müezzinliğe devam etti ve fakat bir gün artık dayanamıyarak Şam tarafına giderek Müslüman gazi­lere katıldı. Bir gün rüyasında Resulüllah’ın dâveti üzerine tekrar Medine’ye döndü ve kabr-i Nebevîyi hasret ve gözyaşı içinde ziyaretten sonra, eskisi gibi ezan okumaya başla­yınca herkes heyecana kapıldı. “Eşhedü Enne Muhammeden Resûlüllah” deyince, çocuklar, Resulüllah dirilmiş diyerek so­kaklara döküldü. Herkes ağlamaya başladı. Resûl-i Ekrem’den sonra Me­dine’de o kadar ağlayış görülmemişti. Hz. Bilâl Hicrî 20 yılında dâr-ı bekaya göçtü.

2- İbn-i Ümm-i Mektûm, Hazret-i Haticet-ül Kübra’nın dayısı oğludur.

Bilâl-i Habeşî teheccüd için fecirden önce ezan okur, İbn-i ümm-i Mektûm ise sabah namazının tam kılınma vakti gelince okurdu.

3- Ebu Mahzure’nin sesi çok güzeldi ve çok güzel ezan okurdu. Resulüllah (A.S.M.) fetihten sonra onu Mekke’de müezzin tayin etti. Evlât­ları da Harun Reşid zamanına kadar bu vazifeyi devam ettirdiler.

4- Sa’d-ül Karaz, Ammar İbn-i Yâsir’in kölesi idi. Resul-i Ekrem (A.S.M.) onu Kûba Mescidi’ne müezzin tâyin etti. Resulüllah’ın vefatından sonra, Bilâl-i Habeşî (R.A.) Şam tarafına gidince Sa’d-ül Karaz, Medine-i Münevvere’ye nakl ile Mescid-i Nebevî müezzinliğine tayin edildi. Kendisin­den sonra de evlâdı Mescid-i Nebevî’de müezzinlik yapmışlardır. (Ahmet Cevdet Paşa Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâ’dan bu dört müezzin sa­habe hakkında bilgi kısmen telhisle alındı. ci: l, shf: 255, İstanbul- 1966 bas­kısı)



2806/6- Ezanın ifade ettiği derin ve küllî mânâ şöyle beyan ediliyor: “Erbab-ı dâniş ve dikkatin (ilim ve dikkat sahiplerinin) ikaz-ı ârifanelerine göre ezan, elfaz-ı kalile ile mesâil-i i’tikadiye ve ameliyenin hemen kâffesini hülâsaten câmi’ ve şamil­dir. “Allahu Ekber” lâfz-ı celili, vücud-u Bâri’yi tasdika delâlet ettiği gibi, bilcümle sıfat-ı kemaliyesini de isbat eder.”Eşhedü en lâilâhe illallah” kelime-i tayyibesi, tev­hide ve nefy-i şirke; “Eşhedü Enne Muhammeden Resulüllah” cümle-i cemilesi de risalet-i celile-i Muhammediyeyi ve onun zımnında bütün Enbiya ve Rusül Aleyhimüsselâmın alelıtlak nübüvvet ve risaletlerini tasdika dâll olduğu gibi, “Hayye alessalâti” sîga-i emrî, ancak resul sayesinde ma’lum olan taat-i İlahiyeye da’vettir. “Hayye Alelfelah” sîgası da, beka-yı dâim demek olan fe­lah ve necat yoluna çağır­maktır ki, bu da meâd ve ukbayı tasdikten ileri gelir. Bu elfaz-ı şerifenin tekrarı, mazmunların tekidi içindir.” (M.T. 63)

Ezan önceleri yüksek binaların üzerinde okunuyordu. İlk minare Hic­ret’in 58. yılında Mısır vâlisi Mesleme bin Muhalled tarafından Amr İbn-ül As Camii’nin ya­nında yaptırıldı. Ezan ve daha sonra minare, İslâm şeairinden olmuştur.”Miladi 700 tarihlerinde Mısır hükümdarı olan Melik-ün Nâsır Seyfüddin Kılavuz’un emriyle Cuma namazından evvel “Salâ” veril­mek usulü vaz’edildi.” (M.T. 63)



2806/7- Ezan ve kametle ilgili bir takım şer’î hükümler vardır. Bunların açık­lamaları, ilmihal kitaplarında mevcuttur. Ehemmiyetine binaen bazılarına burada yer veriyoruz:

1- Ezan, Arapça muayyen kelime ve cümleleriyle sade, zühdî bir üslubla oku­nur. Daha sonraları, on ayrı makamda da okunmuştur.

2- Kamet de ezan gibidir. Yalnız kamet, ezanda olduğu gibi ağır ağır ve çok yüksek sesle okunmaz. Namaz kılınan yerde, ayakta ve kıbleye karşı okunur. Ayrıca ezanda da geçen “Hayye Alelfelah”tan sonra “Kadkametissalatü kadkametissalah” (Namaz başladı, namaz başladı) sözleri ilave edilir. Kamet de, ezan gibi farz olan namazların sünnetlerindendir. Ge­rek tek başına, gerek cemaatle farz namaza başla­nacağı sırada kamet getirilir ve hemen namaza başlanır.

3- Kadınların, çocukların ezan okumaları veya cemaate kamette bulun­maları mekruhtur. Bu takdirde ezanı iade etmek mendub veya vacibdir.

4- Müezzin olan zât, ezanın âdabını bilir ve müttaki olması müstehabdır. Ca­hillerin, fâsıkların ezan okumaları mekruhtur.

5- Sarhoşların, mecnun veya ma’tuhların, cünüblerin ezan okumaları da mek­ruhtur. Bunların okudukları ezan iade edilmelidir.

6- Evde veya kırda kılınacak farz namazları içinde hem ezan, hem de kamet efdaldir. Bunlarda yalnız kamet ile iktifa edilebilir, fakat ezan ile iktifa mekruhtur.

7- Ezan ve kamet vakit namazları için sünnet olduğu gibi, kaza namaz­ları için de mesnundur.

8- Sabah namazı hariç, vaktinden önce ezan okumak caiz değildir. İadesi lâzım gelir.

9- Akşam namazında ezanın arkasında kamet getirilirken camiye giren kimse oturur. Ayakta durması mekruhtur.

Ezan okunurken” Hayye alessalâh” derken müezzinin yüzünü sağa, “Hayye alelfelah” derken sola çevirmesi müstehabdır, minarede sağa ve sola dolaşır.

10- Ezan İslâm’ın büyük şeairindendir. Ezan okurken onu huşu ile din­leyip hürmet göstermekle, şeair cihetindeki manevî te’siri daha çok alınır ve hissedilir. Lâkayd kalmak, fuzuli konuşmaları terketmemek hatadır. Hatta muteber kaynaklar, Kur’an okumak, zikir gibi sünnet ve müstehab meşguli­yetlere ara verilmesini efdal görmektedir. Dinî ilimlerin ders ve tâlimi gibi farz olan fiiller, buna dahil değildir.

11- Ezan ve kameti işiten kimsenin bunları kendi kendine tekrar etmesi, “Haye alessalah, Hayye alelfelah” kelimelerinde ise: “Lâ havle velâ kuvvete illâ billah” de­mesi; sabah namazında da “essalatü hayrun minnevm” (yani, namaz uykudan hayır­lıdır) diyen müezzinin bu sözüne karşı “sadakte ve berirte” (yani doğrusun, gerçek­sin) demesi müstehabdır.”Eşhedü enne Muhammeden Resulüllah” sözüne karşı da “Sallallahü aleyke ya Resulallah” der.

Ezan ve kameti dinledikten sonra şu dua okunur:

¬€³~ ¬}«W¬=_«T²7~ ¬?«ŸÅM7~«— ¬}Å8_ÅB7~ ¬?«Y²2Åf7~ ¬˜¬g«; ¬±«‡ Åv­Z±V7«~

­y²C«Q²"~«— ¬}«[¬7_«Q²7~ «}«Q[¬4Åh7~ «}«%«‡Åf7~«— «}«V[¬N«S²7~«— «}«V[¬,«Y²7~ ~®fÅW«E­8 _«9¬f¬±[«,

«…_«Q[¬W²7~ ­r¬V²F­# «ž «tÅ9¬~ ­y«B«2_«S«- _«X²5­ˆ²‡~«— ­y«#²f«2«— >¬gÅ7~ ~®…Y­W²E«8 _®8_«T«8

(Meali: Ey bu tam davetin-yani okunan mübarek ezan veya kametin-ve kılın­mak üzere olan (ve kıyamete kadar devem edecek olan) namazın sahibi Allah’ım! Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (A.S.M.) Vesile’yi, fazileti ve yüksek dereceyi ih­san et! Ve O’nu kendisine va’dettiğin Makam-ı Mahmud’a eriştir! Ve bizi de O’nun şefaatına nail et! Şüphesiz sen va’dinden dönmez­sin. (B.İ.İ.128)

Mezkûr ezan duası ehadiste zikredilir. Ezcümle Buhari Ezan 8, Ebu Davud 529. hadîsi, İ.M. 722. hadîsi, B.M. 1 ci. 157. hadîsi ve S.B.M. 365. ha­dîsi örnek ve­rilebilir.

(Not: Duada geçen Vesile, Allah’ın rızasına ve yakınlığına sebep olan şey de­mek olduğu gibi Cennet’te çok yüksek bir makam olduğu, faziletin de iyi ahlâk ve meziyetler manasına geldiği gibi, aynı şekilde Cennet’te yüksek bir makam olduğu; Makam-ı Mahmud’un da (Bak: 2237.p.) şefaat-i kübra ma­kamı olduğu beyan olun­maktadır. Böyle bir duada bulunmak, Resul-i Ek­rem’e (A.S.M.) sevginin, kuvvetli bağlılığın bir nişanesidir.)



2806/8- Bilindiği gibi ezan, bütün dünyada müslümanlar tarafından Arapça olarak, aslına uygun şekilde okunmaktadır. Memleketimizde ise Cumhuriyet’ten sonra bir ara Türkçe olarak okunma mecburiyeti getirildi ve bu husus kanunî mü­eyyideye bağlandı. Kur’an ve ezanın Türkçe okunması fikrini müdafaa eden Ziya Gökalp’ti. Mustafa Kemal bunu tatbikat sahasına koydurdu. Önce bir deneme ya­pıldı. Türkçeleştirilmiş bir kısım Kur’an sû­releri ve Türkçe ezan 3 Şubat 1932’de (27 Ramazan, Kadir Gecesinde) Aya­sofya’da okutuldu. Bu hareket İslâm dünya­sında şiddetle tenkid edildi. Me­selâ Mısır’da Şeyh Muhammed-el Güneymî et- Taftazanî, bunu dinsizlik ha­reketi şeklinde kınadı. Fakat Türkiye’de halk baskı al­tında bulunduğu için sesini fazla duyuramadı. Türkçe ezanın bir yıl sonraki Rama­zanda bütün yurt sathında yaygınlaştırılması talimatı verildi ve bu iş için hararetli çalışmalar başlatıldı. Fakat gelecek Ramazana kadar bu çalışmalar tamamlanamadığı için ancak kısmen bu plan tatbik edilebildi. Türkçe ezana karşı l Şubat 1933’te Bursa’da halk arasında bir protesto hareketi oldu. Yahudilerin sina­gogda, Hristiyanların kilisedeki ibadetlerine karışılmadığı halde müslümanların camideki ibadetlerine asla karışılamayacağını beyan ettiler. Fakat bu haklı talep ve ikaz, şiddet ve ceza ile karşılandı. Bursa müftüsü Nu­rettin Efendi vazifesinden azledildi ve din hürriyetine yapılan tecavüzü pro­testo edenler hapsedildi.

Türkçe ezan okunma mecburiyeti Ceza Kanunu’nun 526. maddesi ile cezaî müeyyideye bağlandı. 2 Haziran 1941 tarihli kanunla bu maddeye ya­pılan ilaveye göre, cami ve mescidler dışında, her hangi bir yerde vazife dı­şında, Arapça ezan okuyanlara üç ay hapis cezası getirildi. Arapça ezan okuma yasağı, Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden sonra Haziran 1950’de kaldırıldı. Halk bunu sevinç gözyaşları ve büyük tezahüratla karşı­ladı. Fakat Cumhuriyet Halk Partisi ve onun fikriyatını savunan gazeteler, bu yasağın kaldırılmasına karşı çıktılar. Antidemokra­tik alışkanlıklarını, ideolo­jileri hesabına bırakamadılar.

Ezanın devlet müdahalesiyle Türkçeleştirilmesi ve zorla okutturulması­nın dine ve demokrasiye aykırılığı bir yana, hiç te’vil kaldırmaz bir kat’iyetle laik devlete dahi tam manasıyla aykırıdır. Zira laik devlet dindara ve dinsize müdahale etmez ve edemez; yoksa laikliğin esas vasfı ihlal olunur.

2806/9- Hadislerde de ezan bahsine hayli yer verilmiştir. Ezcümle: S.B.M. ci:2 shf:550’de bab-ı bed’-il ezan ve S.M.4. kitab-üs salât 1-8 bablar ve İ.M.3. kitab-ül ezan, ci:2 shf: 475 ve Ebudavud 2. kitab-üs salât, 27-44. bablar ve T.T. ci: 1, shf: 147, 4. bölüm ve B.M. ci: 1, shf: 206-232 ezan babı, ezan hakkında olup, bu hususta geniş tafsilat verirler.

2807- Namazda Fatiha’nın okunması mes’elesi ise, fıkıh kitablarında taf­silatıyla izah edilmiştir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur:

“ °‚~«f¬' «|¬Z«4 ¬_«B¬U²7~ ¬±•­_¬" _«Z[¬4 ­~«h²T­< «ž ¯?«Ÿ«. Çu­6

Herhangi bir namaz ki, onda Fatiha-i Şerife okunmaz o namaz noksan­dır.

İzah: Malum olduğu üzere namazlarda Kur’an-ı Kerim âyetlerinden bir miktar okunması farzdır. Fatiha-i Şerifenin okunması da vacibdir. Bir na­mazda hiç Kur’an okunmazsa o namaz batıl olur. Başka âyetler okunduğu halde Fatiha-i Şerife okunmazsa namaz da noksan bulunur. Fatiha-i Şerife sehven okunmamış ise secde-i sehiv lâzım gelir, kasden okunmamış ise na­mazın iadesi icabeder. Cemaatle kılınan namazlarda imamın Fatiha-i Şerifeyi kıraati, cemaatin de kıraati yerine kaim olur. Bu Hanefi Mezhebine göredir. İmam-ı Malik ile İmam-ı Ahmed’e göre ise bu, ce­maatle kılınıp cehren kıraat olunan namazlara mahsustur. İmam-ı Şafiî’ye göre ise Fatiha-i Şerifeyi ce­maatin her halde okuması lâzımdır, bunu okumayanın namazı sahih olmaz. Bu mes’elelere dair fıkıh kitaplarımızda tafsilat vardır. Biz burada şuna işaret edelim ki, namazda okumakla mükellef olduğumuz şey, mahza Kur’an-ı Ke­rim’in âyetleridir, sureleridir. Bunlar ise vahy-i İlahîye müstenid, birer mu’cize-i kelâmiyedir. Birer kudsiyet-i mahsusayı haizdir. Bunların yerine hiçbir tercüme, hiçbir meal kaim olamaz. Bunlara Kur’an hükmü verilemez. Bu hususta sarahat-ı Kur’aniye vardır. Bu babda icma-i ümmet, mün’akiddir. Kur’an-ı Kerim tercümele­rinin Kur’an-ı Mübin mahiyetinde olamıyacağına dair Tefsir Tarihi ve Tabakat-ül Müfessirîn adındaki eserimizde tafsilat var­dır.” (H.G. Hadis: 286) (Büluğ-ul Meram Tercemesi, ci:l, shf: 316 ile 320’de de tafsilat vardır.)

İ.M. 984-988. hadislerde, cemaatte ihtiyarlar, hastalar, çocuklar ve za­manı az olanlar düşünülerek imamın namazı hafif (kısa) kıldırması, cemaatı usandırmaması gerektiği bildirilir.

Atıf notları:

-Bediüzzaman Hz.nin namaza dair, ilk Millet Meclisi’ne hitaben bir beyannamesi, bak: 383.p.

-Yedi yaşına giren çocuğa namaz kıldırmak, bak: 170.p.



2808- Namaz hakkında Kur’andan birkaç not:

-Namaz insanı fuhşiyattan, münkerden men eder: (29:45)

-Namazı yalnız Allah rızası için kılmak: (6:162)

-Namazı eğlence edinerek kılanlar: (8:35)

-İstemiyerek ve riya için namaz kılanların hali: (4:142) (9:54) (107:4,6)

-Namaza mani olanlar: (96:9,10)

-Huşu ile namazı kılmak: (23:2)

-İkame-i salât (ta’dil-i erkâna riayet etmek) : (2:3,238) (4: 162) (5:55) (6:92) (8:3) (9:71) (31:17) (70:34)

-Namazda müdavemet: (70:23)

-Kasr-ı salât (seferî namaz): (4:101)

-Ehline namazı emretmek: (20:132)

-Din kardeşliğinde; nifaktan tövbe, namaz ve zekâtı ifa etmek şartları: (9:ll)

-Bütün zihayatların ibadeti: (24:41)

Hadislerde de namaz bütün tafsilatıyla bahsedilir. T.T. ci: 1, 5. kitab, bütün bö­lüm ve fa­sıllarıyla namaz hakkındadır.

2809- qqNAMUS ‰Y8_9 : Irz, iffet, edeb, haya. *Şeriat. *Melaike. *İrade-i İlahiyenin tecellisi. *Nizam. *Emniyet ve istikamet gibi faziletlerin muhas­salası olan pek kıymetli haslet. *Bir kimsenin mahrem, gizli esrarı olup işleri ve hallerinin içyü­züne vâkıf ve muttali kimseye denir. Hayırlara ait gizli hal­lerinin hâmil ve vâkıf olan. Bu manada Cebrail Aleyhisselâm’a ıtlak olunur. Sair melaikenin vâkıf olma­dıkları vahyin sırlarına vâkıf ve mahrem olması cihetiyle ona “Namus-u Ekber” de­nilmiştir. *Hâzık. Mahir. *Av ve tuzak. *Nemmam manasıyla fitneci ve koğucu.*Birisinin hilesine siper ettiği şeye ve arslan yatağına da bu mana verilmiştir. *Temizlik, doğruluk. (Bak: Tesettür)

Atıf notları:

-Kanun emirdendir, namus iradedendir, bak: 839.p.

-Kadında namus mefhumunun bir tarifi, bak: 3782/1.p.

2810- qqNAR ‡_9 : (c.Niran, envar, niyere, niyar) Ateş. *Cehennem. *Bir meyve adı. *Mc: Allah’ın gadabı. *Yakıcı, azab verici her şey. *Şer. Dalalet. Sefahet. (Bak: Cehennem)

2811- qqNASARA >‡_M9 : Hristiyanlar. Nasraniler. Hz. İsa’ya (A.S.) ilk ön­celeri Nasıra Karyesi’deki ahali yardım ettiklerinden onlara “Nasara” ismi verilmiş­tir. (Bak: Ehl-i Kitab)

Bir atıf not:

-Nasara tesmiyesinin sebebi, bak: 1723.p.

2811/1- qqNASIRÜDDİN KADI BEYZAVÎ >—_N["|/_5w: “Ebu-l Hayr Abdullah İbn-i Ömer; Şafiî ülemasından meşhur bir müfessir­dir. ... Tefsir, Fıkıh, Usul, Kelâm, Mantık, Belagat, Tarih ilimlerinde bihakkın mütehassıs idi. Kadılık tarîkine sülûk etmiş, biraralık Tebriz’e gitmiş, orada vezirin hazır bu­lunduğu bir ilim meclisinde kudret-i ilmiyesini isbat etmekle vezirin fevkalâde ilti­fatlarına nail olmuş, nihayet Tebriz’de Kadı-l Kudat mesnedini ihraz eylemişti. Bi­lâhare kadılığı terk ederek, meşhur tefsirini te’lif ile meşgul olmuştur.

Bu muhterem müfessirin: El’İzah, El’Minhac, Şerh-ül Minhac, Et-Te­vali, Şerh-ül Metali, El-İnayet-ül Kusva vesaire namında Usule, Kelâma, Fıkha, Mantığa ve saireye dair eserleri de meşhurdur. Şiraz nahiyelerinden “Beyza”da doğmuş, Hi. 685 tarihinde Tebriz’de vefat etmiştir.” (H.İ.l/471)



2812- qqNAŞİZE ˜i[-_9 : Kendisini kocasından üstün ve salahiyetli ad­dede­rek, kocasına karşı her istek ve sözünün hâkim olmasını isteyen ve şer’î esaslar dai­resinde kocasına itaat etmek istemeyen kadın. *Kocasının hane­sinden, izni olmak­sızın çıkıp kendisini kocasından haksız yere men’eden ka­dın. Bu çıkış hakikaten olabileceği gibi, hükmen de olabilir. * Kabarmış, şiş­miş. (Bak: 176.p.)

2813- qqNAZAR hP9 : Göz atmak. *Mülâhaza, düşünmek, bakmak, im­renerek bakmak, düşünce. *Yan bakış, *Bir türlü kabul etmek. *Gözdeğmesi.*İltifat. *İtibar.

2814- Kur’anda nazar değme ile alâkalı görülen bazı âyetler vardır. Ez­cümle:

“(68:51) «h²6¬±g7~ ~Y­Q¬W«, _ÅW«7 ²v¬;¬‡_«C²"«_¬" «t«9Y­T¬7 ²i­[«7~ —­h«S«6 «w<¬gÅ7~ ­…_«U«< ²–¬~«—

°–x­X²D«W«7 ­y¬±9Ë~ «–x­7x­T«<«— O zikri, Allah tarafından öğüt olarak okuduğun Kur’anı işittikleri vakit, az daha seni gözleriyle kaydıracaklardı. -Onun yüksekliğini öyle his­setmişlerdi ki, kıskançlıklarından az daha isabet-i ayn’a uğratacaklar, aç ve kötü gözlerinin şerriyle ellerinden gelse helâk edeceklerdi.

Bunun hakkında uzun uzadıya sözler söylenmiş, inkâr edenler, isbat edenler olmuş ise de, biz tafsiline lüzum görmeyerek bu kadarla iktifa ediyo­ruz. Keyfiyeti ne suretle olursa olsun, isabet-i ayn vardır.” (E.T. 5305)



2815- Hadis-i şeriflerde de isabet-i ayn ile alâkalı ehadis vardır. Meselâ:

“ Ú «u«A«D²7«~²>«~ Û«s¬7_«E²7~ ­Ä¬i²X«B²K«# Ês«& ­w²[«Q²7«~ Göz değmesi vakidir, yüksek bir dağı bile baş aşağı eder.” (253)



2816- Diğer bir rivayette şöyle:

|¬9«h«8«~ ²a«7_«5 _«Z²X«2 ­yÁV7~ «|¬/«‡ «}«L¬=_«2 ²w«2

¬w²[«Q²7~«w¬8 |«5²h«B²K­< ²–«~ «h«8«~ ²—«~ Ú •‹ Û ¬yÁV7~ ­ÄY­,«‡

Meali: Aişe Radıyallahü Anha’dan rivayete göre Aişe (Hazretleri): Resulüllah Sallallahu Aleyhi Vesellem göz değmesine okunmasını bana em­retti yahut (mutlak olarak) emretti” demiştir.

İzahı: (Bana emretti), yahud (emretti) suretindeki tereddüd raviye aittir. Ravi, Hazret-i Aişe’nin bu iki şekilden hangisini söylediğini kestirememesin­den neş’et etmiştir. Müellif Buhari bu hadisi (Rukyet-ül ayn=Göz dokunma­sına okunmak) başlığıyla açtığı bir babında rivayet etmiştir. Bu tabir ile murad, göz ağrısına okun­mak demek olmayıp isabet-i ayn( göz değmesine) karşı okunmak demektir.

Sahih-i Buhari’nin ilk şârihlerinden ve büyük Türk ve muhaddis ve ediblerinden Hattabî merhum der ki: “Resulüllah’ın nazara ve göz değme­sine karşı okunmasını emrettiği (kavari-i Kur’an) adıyla anılan Âyet-ül Kürsî gibi esma ve sı­fat-ı İlahiyeyi ve Allah Teala’yı zikri havi âyetlerin nüfûs-u tâhire sahiblerinin diliyle göz değmesine musab olan hastalara okunmasıdır. Bu okunma, ruhanî tedavidir. Evvelki zamanda salih kimselerin okumaları­nın büyük mevkii vardı. Fakat bu sınıf faaziletli insanlar bulunamayacak de­recede azalmıştır. Bu cihetle halk, cismanî teda­viye meyletmiştir. Çünkü ru­hanî olan nefes, efsuncuların ve cinleri teshir iddia eden cincilerin nefesidir.” (S.B.M.12. ci.1932. hadis)



2817- Bediüzzaman’ın da nazar hakkında şu ifadesini görüyoruz:

“Kardeşlerim! Benim kat’i kanaatım geldi ki; nazar, beni şiddetle müte­essir ve hasta eder. Çok defa tecrübe ettim. Ben ruh u canla size her vazi­yette arkadaş ol­mak istiyorum, fakat «h²A«T²7~ «u­%Åh7~«— «‡²f¬T²7~ «u«W«D²7~ «u¬'²f­< ­h«PÅX7~ (254) meşhur kaide ile nazar beni vurur. Çünki bana bakan, ya şiddetli ada­vetle veya takdir ile nazar eder. Bu iki nazar dahi bazı insanların bir hasiyet-i isabet sırrıyla bakmasında bulu­nur. Bunun için, mümkün olsa, mecbur et­mezlerse sizin ile beraber mahkemeye her vakit gelmemek niyet ettim.” (Ş.323)



2818- S.B.M. 1833. hadis ve İbn-i Mace 31. kitab-ut tıb 32, 33. babları ve T.T. 3. ci, 730,736, 743. hadislerde de nazar değmesinden bahsedilir.

2819- qqNAZAR-I HARAM •~h& ¬hP9 : Haram nazar. Namahreme bak­mak. (Bak: Avret, Haram, Sefahet, Suret, Takva)

Kendisiyle evlenmesi haram olanlardan başka olan kız ve kadınlara bakmayı dinimiz erkekler için haram kılmıştır. Mihhac-ı Talibîn kitabının 361. sahifesinde zikredildiği gibi Şafiî Mezhebinin bazı imamları, Kur’an (24:31) âyetinde de temas edildiği gibi, kadınların da yabancı erkeklere bak­malarını men’ederler. Fakat imam­ların ekseriyeti haram olmadığını beyan et­tiler. Ezcümle Ömer Nasuhi Efendi, Bü­yük İlmihalinde şöyle diyor:

“Kadınların birbirine veya kocaları olmayan erkeklere bakmaları da er­keklerin birbirine bakmaları gibidir. Binaenaleyh bir İslâm kadını, diğer bir kadının veya bir erkeğin göbeği altından diz kapakları altına kadar olan kıs­mına bakamaz, sair uzuv­larına bakabilir. Elverir ki bir şehvet, yani kalben bir iştiha, temayül korkusu bu­lunmasın.

Bir erkek, yabancı veya karibi olup nikahı müebbeden haram olmayan bir kadı­nın-ahlâkî bir mahzur bulunmadığı takdirde-yalnız yüzüne, ellerine bakabilir. Ebediyyen mahremi olan bir kadının, meselâ anasının veya kızının veya teyzesinin ise yüzüne, başına göğsüne, kulaklarına, baldırlarına bakabilir ve bu uzuvları tutabi­lir. Elverir ki iki taraftan hiç birinde şehvet korkusu bulunmasın.

Erkek ile zevcesi arasında her veçhile bir hususiyet mevcud olduğundan biri diğerinin bütün vücuduna bakabilir. Şehvetle olup olmaması müsavidir. Şu kadar var ki, tenasül uzuvlarına bakmamaları evladır, edebe muvafıktır.

Bir tabib, tedavisinde bulunduğu bir kadının marazlı olan herhangi mah­rem bir uzvuna zaruret miktarı bakabilir. Şu kadar var ki, tedavisini bir ka­dına tarif ederek havale etmesi daha muvafıktır. Çünkü cinsin cinse bakması daha hafiftir.” (B.İ.İ.417) (Bak: Muharremat)



2820- Bir âyet-i kerimede şöyle buyuruluyor: “(24:30) «w[¬X¬8ÌY­W²7~¬u­5 Mü’minlere yani mü’min erkeklere söyle ²v¬;¬‡_«M²"«~ ²w¬8~YÇN­R«< gözlerini indir­sinler; gerek hariçte, gerek dahilde ve gerek başkalarının evlerine girerken, çıkarken, otu­rurken, kalkarken gözlerini dikmesinler; harama bakmaktan, ayıb şey görmekten sa­kınsınlar.

Sofiyyeden Şiblî (kuddise sırruhu) ya, ²v¬;¬‡_«M²"«~ ²w¬8~YÇN­R«< ne demek diye sormuşlar. Demiş ki: Baş gözlerini muharremattan, kalb gözlerini masivaullahtan çeksinler.” (E.T.3502)



2820/1- Mezkûr âyette bakılması yasaklanan şeylerin neler olduğu beyan edil­mediğinden, bakıldığında nefse hoş gelen her nevi muharremat ve nefsa­niyeti tahrik edebilen şeyler yasaklanmış oluyor. Sinema, televizyon, gazete ve mecmualarda gö­rülen açık-saçık suretler, resim ve heykeller gibi şeyler, bu âyetin yasakladığı sahaya girer. (Bak: Suret) Hatta İmam-ı Şafiî Hazretleri ve bazı âlimler, bu âyete istinaden şabb-ı emredle yani henüz yüzünde tüyü çıkmamış gençle tenhada kalmak gibi bazı hususlara dahi cevaz vermemiş­lerdir. Ancak alış-veriş, tedavi ve ilim öğretme gibi şer’î ihtiyaçlarda, ihtiyaç miktarı kadar müsaade etmişlerdir. (Bak: İmam-ı Nevevi Fet­vaları shf: 204)

Şabb-ı emred hakkındaki mezkûr hükmü, Kitab-ul Fıkıh Alâ Mezahib-il Erbaa Tercemesi ci: l. shf: 169’da daha tafsilatlı beyan eder ve bakılması ya­saklanan yer­lere, hailsiz dokunulmasını da yasaklar.

Ebu Davud da şunları kaydeder: “Müslim 3. kitabın 17. babında rivayet edilen: “Erkek erkeğin avret yerine, kadın da diğer kadının avret yerine bakmasın. Erkek erkeğe bir tek elbise içinde sürtünmesin. Kadın da diğer kadına bir tek elbise içinde sürtünmesin” mealindeki hadise istinaden “Şafi­îler: Bir kimsenin avret mahalline (bakılması caiz olmayan yerine) vücudu­nun hangi organı ile olursa olsun dokunma­sının haram olduğuna delalet et­mektedir, bunda ülemanın ittifakı vardır” derler.” (Ebu Davud Tercemesi, 2150. hadisin izahından)

Bir rivayette mealen şöyle buyuruluyor: “Kadına karşı olan kıskançlık (nefsanî yönden), aynı şekilde çocuklara da duyulmadıkça kıyamet kopmaz.” (R.E.5942. ha­dis. Mütercim: Naim Erdoğan)

Hanefî Mezhebinde mu’teber âlimlerden İbn-i Abidin ise şu izahatı veri­yor: “Kadının ve şabb-ı emredin yüzlerine bakmakla şehvetin uyanma şüp­hesi varsa, o zaman bakmak haramdır. Amma tüysüz gençle tenhada kal­makta ve şehvetsiz ona bakmakta bir beis yoktur. Buna binaen, tüysüz bir genç örtünmekle mükellef değil­dir.

Kadının sadece yüzüne ve ellerine zaruretten dolayı bakılabilir. Eğer şehvet hissi kendisinde uyanmasından korkarsa veya şüphelenirse o zaman yüzüne ve elle­rine bakamaz. Yüze bakmanın helal olması adem-i şehvetle mukayyeddir. Şehvet uyanırsa velev uyanması şüpheli de olsa, bakmak ha­ramdır. Bu selef-i salihîn dev­rinde böyledir. Bizim zamanımızda (*) ise katiyyetle kadının yüzüne ve ellerine şeh­vet uyansın uyanmasın bakmak ha­ramdır. Çünki şehvet ve fitne uyanması bu asırda (müellifin asrı ve bilhassa asrımızda) umumi bir belva haline gelmiştir. Kur’an’ın sa­rih ifadesiyle, kadın katiyyetle bütün vücudunu çarşafıyla örtmekle mükelleftir.” (İbn-i Abidin cild: l-5)

Daha bunun gibi pek çok büyük İslâm âlimleri sedd-i zerai gibi (Bak: Sedd-i Zerai) ihtiyatî tedbirleri ve fitne zamanlarında, ruhsat yolunun daraltıl­ması kaidesini de nazara alarak hayli tafsilat verirler. İmam-ı azam Hazretleri Ebu Yusuf’a yazdığı vasiyetnamesinde bu husustaki hassasiyetini kaydeder. (Bak: 173.p.)

Mezkûr hükümler müvacehesinde, şabb-ı emred ile, bu yaş devresini ge­çirmiş büyük bir kimse arasındaki münasebetlerde ciddiyetin muhafaza edilmesi, el şaka­ları ve güreş gibi laübali hareketlerden uzak durulması ve küçüklere örnek olacak vakarlılık gösterilmesi bilhassa gençlere ders verenler için daha çok gereklidir. (Bak: 3940/7.p.) Bu dersler verilirken İslâmî ders âdabına uygun oturma şeklinde, yani ders alan ders verenin önünde oturup dersin kudsiyetine uygun hürmet ve ciddiyet içinde bulunurlar. Hem bu dersler umumi mahalde ve hep beraber olup, şabb-ı emred devresinde olan gençlerin ünsiyetine ve dolayısiyle gayr-i ciddiliğe kapı açan, hususi mahal­lere alıştırılmaması elzemdir. Cemaat namazında dahi çocukların arka safta durmaları sünnettir. (Bak: B.İ.İ.shf:136)

Çocuklara ders verirken vakarlı davranmayı ve lisan-ı hal ile ciddiyet der­sini vermeyi emreden hadisler de vardır. (Bak: 1587,1593.p.lar) Hatta bazı âlimler, şabb-ı emredle muanakanın da memnuiyetine kaildirler. Hz. Enes’den (R.A.) Deylemî’nin naklettiği hadis, fitne zamanlarında daha çok nazara alınmalıdır. (Bak: 2639.p.sonu)

2821- “Buhari 23. Mü’minûn Suresi’nin 19. âyetini zikretmiştir ki, meali şöyle­dir: Allah hem hain gözlerin (tecessüslerini) hem de (fâsıd) gönüllerin gizlediği te­mayülleri bilir..

İbni Ebî Hatem’in, Abdullah bin Abbas vasıtasıyla rivayetine göre; âyet­teki hain gözlerin tecessüs ve fasid gönüllerin temayülü şöyle tasvir buyurulmuştur: Hain gözlü o kimsedir ki; , bir cemaatla bir yerde otururken yanından güzel bir ka­dın geçerse, yahut girdiği bir evde güzel bir kadın gö­rürse, yanındakilerden hırsızla­yarak kadına sinsi sinsi bakar. Yanındakiler kendisine bakınca hemen gözünü ayırır. Fakat Allah bilirki, o hain gözlü kimse, kadının daire-i mahremiyetine girmeğe gücü yetse muhakkak girmek ve zina etmek ister.

Bundan sonra Buhari’nin arka arkaya iki hadisi vardır ki, bunlardan bi­risi: Veda Haccında Resul-i Ekrem Medine’den hareket ettiğinde terkisine amcası Abbas’ın oğlu Fazl’ı almıştı. Yolda güzel bir kadın bir mes’ele sormak üzere yaklaştığında, Fazl kadına bakmağa başladı. Kadın da son derece güzel olan Fazl’a bakıyordu. Bu manzarayı görünce Hazret-i Peygamber Fazl’ın çenesinden tutup öbür tarafa çe­virdi. Bu hadisin tercümesiyle izahı 6. cildin başında 752 rakamıyla geçti, oraya ba­kınız!

Öbürüsü de: Resul-i Ekrem bir kere ashabı yol üzerinde oturmaktan men et­mişti. Fakat bilahare bulunan iktisadî hayat için lüzum ve zarureti arz olununca; Re­sul-i Ekrem gelip geçen kadınlara bakılmaması, kimseye eza olunmaması gibi şart­larla müsaade buyurdu. Bu hadisin tamamının tercüme ve izahı da 7. cildde 1098 numara ile geçti, oraya bak!...” (S.B.M.ci:12 shf: 187)

Ebu Davud 12. Kitab-ün nikah 42. babı, kasdî olmayan ilk bakış müs­tesna, ka­dınlara bakmanın haramiyeti hakkındadır.

Tafe-i Nisa’nın erkek çocuklara ders verme meselesi:

“Kız olsun erkek olsun herkes, oniki yaşını bulan kız çocuk onüç yaşını bulan erkek çocuktan sakınmaları gereklidir. Çünkü bunlar buluğ çağına ulaşmamışlarsa da, çocukluk devrelerini geçirmişlerdir.”

Aynî el- Bidâye’de Şeyh Muhyiddin’in bu fetvasını “çok yerinde” diye nitele­miştir. (İsmail Çetin Ölçüler sh:146)

Beş şey dışında genç erkeğin genç kadınla konuşmaları meşru değildir. (Fukahanın ittifakıyla)

1- Evlilik 2- Tedavi 3- Mahremiyet 4- Şahidlik 5-

(İsmail Çetin Ölçüler sh:146)

2822- Bir hadis-i kudsîde de şöyle buyuruluyor:

“|¬B«4_«F«8 ²w¬8 _«Z«6«h«# ²w«8 «j[¬V²"¬~ ¯•_«Z¬, ²w¬8 °v²Z«, ­?«h²PÅX7«~

¬y¬A²V«5 |¬4 ­y«#«—«Ÿ«& ­f¬D«< _®9_«W<¬~ ­y­B²7«f²"«~

Yani: Namahreme bakmak, İblis’in oklarından bir oktur ki, her kim benden korkar onu bırakırsa, (harama bakmazsa) o haramın zevkine bedel ona bir iman ve­ririm ki, o imanın celadet ve halavetini kalbinde duyar.” (255)



Bir atıf notu:

-Gözü Allah namına çalıştırmak, bak: 3598.p.

2823- Bediüzzaman Hazretleri, nazar-ı haram ve tesettür-i nisvan mese­leleri üzerinde ehemmiyetle durmuştur. Bunlardan bir kaç cüz’î örnekler: “Kur’an mer­hameten, kadınların hürmetini muhafaza için, haya perdesini takmasını emreder. Ta hevesat-ı rezilenin ayağı altında o şefkat madenleri zillet çekmesinler; âlet-i hevasat, ehemmiyetsiz bir meta’ hükmüne geçme­sinler.(*) Medeniyet ise, kadınları yuvala­rından çıkarıp, perdelerini yırtıp, be­şeri de baştan çıkarmıştır. Halbuki aile hayatı, kadın-erkek mabeyninde mü­tekabil hürmet ve muhabbetle devam eder. Halbuki açık-saçıklık, samimi hürmet ve muhabbeti izale edip ailevî hayatı zehirlemiştir. Hususan suretperestlik, ahlâkı fena halde sarstığı ve sukut-u ruha sebebiyet verdiği şununla anlaşılır: Nasılki merhûme ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cena­zesine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrib eder. Öyle de: Ölmüş ka­dınların suretlerine veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan suretle­rine hevesperverane bakmak, derinden derine hissi­yat-ı ulviye-i insaniyeyi sarsar, tahrib eder.” (S.410) (Bak: Tesettür)

2824- “Bir genç hâfız, pek çok adamların dedikleri gibi, dedi: “Bende unutkan­lık hastalığı tezayüd ediyor, ne yapayım?” Ben de dedim: Mümkün oldukça namah­reme nazar etme. Çünki rivayet var. İmam-ı Şafiî’nin (R.A.) dediği gibi: Haram na­zar, nisyan verir.

Evet ehl-i İslâmda, nazar-ı haram ziyadeleştikçe, hevasat-ı nefsaniye he­yecana gelip, vücudunda su-i istimalat ve israfa girer. Haftada bir kaç defa gusle mecbur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hafızasına zaaf gelir.

Evet bu asırda çık saçıklık yüzünden, hususan bu memalik-i harrede o su’-i na­zardan su’-i istimalat, umumi bir unutkanlık hastalığını netice ver­meğe başlıyor. Herkes cüz’î, küllî o şekvadadır. İşte bu umumi hastalığın tezayüdiyle, hadis-i şerifin verdiği müdhiş bir haberin te’vili ucundan görü­nüyor. Ferman etmiş ki: “Âhirzamanda, hâfızların göğsünden Kur’an nez’ediliyor, çıkıyor, unutuluyor.” Demek bu hastalık dehşetlenecek, hıfz-ı Kur’an’a bu su-i nazarla bazılarda sed çe­kilecek; o hadisin te’vilini göstere­cek.” (K.L. 133)

2824/1- Bediüzzaman Hazretleri, nazar-ı haramdan ictinab etmekteki hassasi­yetini şöyle anlatır:

“Tarih-i hayatımı bilenlere malumdur. Ellibeş sene evvel, ben yirmi yaş­larında iken, Bitlis’te merhum Vali Ömer Paşa hanesinde iki sene onun ısra­rıyla ve ilme zi­yade hürmetiyle kaldım. Onun altı adet kızları vardı. Üçü kü­çük, üçü büyük. Ben, üç büyükleri iki sene beraber bir hanede kaldığımız halde, birbirinden tefrik edip tanımıyordum. O derece dikkat etmiyordum ki, bileyim. Hatta bir âlim misafirim yanıma geldi, iki günde onları birbirin­den farketti, tanıdı. Herkes bendeki hale hay­ret ederek bana sordular: “Ne­den bakmıyorsun?” Derdim: “İlmin izzetini muha­faza etmek beni baktırmı­yor.”

Hem kırk sene evvel İstanbul’da, Kağıthane şenliğinin yevm-i mahsu­sunda, Köprü’den ta Kağıthane’ye kadar, Haliç’in iki tarafında, binler açık-saçık Rum ve Ermeni ve İstanbullu karı ve kızlar dizildikleri sırada, ben ve merhum mebus Molla Seyyid Taha ve mebus Hacı İlyas ile beraber bir ka­yığa bindik. O kadınların yanla­rından geçiyorduk. Benim hiç haberim yoktu. Halbuki Molla Taha ve Hacı İlyas beni tecrübeye karar verdikleri ve nöbetle beni tarassud etiklerini bir saat seyahat sonunda itiraf edip, dediler: “Senin bu haline hayret ettik, hiç bakmadın!” Dedim: “Lüzumsuz, geçici, günahlı zevklerin akıbeti elemler, teessüfler olmasından istemi­yorum.”“ (T.H:519)

2825- Açık-saçıklık âdet olmuş büyük şehirler ve çarşı-pazarlar, nazar-ı haramı en çok tahrik edici yerlerdir. İki hadis-i şerif mealinde şöyle buyuruluyor: “Gücün yeterse sen çarşıya girenlerin ilki ve çarşıdan çıkanların sonuncusu olma. (Yani: Mümkün olduğu kadar çarşılarda az bulun) Çünkü, çarşı şeytanın harb yeridir. (Günahların çok olduğu yerdir.) Şeytan sancağını çarşıda diker. (Yani hâkimiyetini icra eder.)” (256)

“Beldelerin Allah’a en sevimli olan yerleri, mescidlerdir (ilim ve ibadet yerleri­dir). Beldelerin, Allah’a en sevimsiz ve buğz ettiği yerler de çarşı-pa­zarlarıdır.” (257)



2826- “İmam-ı Rabbani demiş ki “Bid’a olan yerlere girmeyiniz.” Mak­sadı, se­vabı olmaz demektir; yoksa namaz battal olur değil. Çünki selef-i salihînden bir kısmı, Yezid ve Velid gibi şahısların arkasında namaz kılmış­lar. Eğer mescide gidip gelmekte kebaire maruz kalırsa, halvet hanesinde bulunması lâzımdır.” (K.L.247)

Diğer bir rivayette de: âhirzamanda (bid’atlar ve hevanın yaygınlaştığı zamanda) köy ehlinin ve saliha ihtiyarelerin hayatı tavsiye ediliyor. (R.E. 61)



2826/1- qqNECMEDDİN-İ KÜBRA >hA6 w: (Mi:540-618) İran mutasavvıflarının en mühim şahsiyetlerindendir. Kübreviyye veya Zehebiyye ismi ile anılan tarikatın kurucusu sayılır. İsmi: Ahmed bin Ömer Ebu-l Cenab Necmeddin Kübra el-Hivakî el-Harzemî, Münazara ve müba­haseyi çok sevdiği ve her münazarada hasımlarını yendiği için kendisine “Et-Tammet-ül Kübra” lakabı verilmiş, sonradan sadece “Kübra” denilmiştir. Moğolların Harzem’i istilasında şehri terk etmeyerek, onlara karşı kahra­manca çarpışarak şehid düşmüştür. (K.S.)

qqNEFİY |S9 : (Nefy) (Bak: 663,2153.p.lar)

2827- qqNEFS jS9 : (Nefis) Can, kişi, kendi, öz varlık. Bir şeyin zatı olan kendisi. *Göz. *Şehvet ve gadabın mebdei olan kuvve-i nefsaniye. Fıtrî meyil, be­denin hissî istekleri.*Ruh, hayat, asıl. Maya. *Hamiyet.

Nefsin derecelerini” Sofiye şu meratib üzere tasnif ederler: Nefs-i emmare, nefs-i levvame, nefs-i mutmainne, nefs-i raziye, nefs-i marziye, nefs-i mülheme, nefs-i zekiye.” (E.T. 5817)



Bir atıf notu:

-Nefsin bazı garip halleri, bak: 2144.p.

2828- qqNEFS-İ EMMARE ˜‡_8¶~ ¬jS9 : İnsanın günahlara ve şeytanın teş­viklerine itirazsız ve mücahedesiz tabi olması hali. (Bak: Heva, Sefahet)

Nefs-i emmarenin zararlarından ikaz eden pek çok âyetler ve hadisler vardır. Mürşidler ve ülema-i İslâm, âyet ve hadislere istinaden nefs-i emmarenin şerlerin­den ısrarla ikaz etmişler ve irşadda bulunmuşlardır. Bu ikazlardan birkaç nümuneyi görelim:

“(12:53) ¬šYÇK7_«" °?«‡_Å8«ž« «j²SÅX7~ Å–¬~ Meali: “Nefis daima kötü şeylere sevk eder.” âyetinin, hem de «t²[«A²X«% «w²[«" |¬BÅ7~ «t­K²S«9 «¾¬±—­f«2 >«f²2«~ (258) mana-yı şe­rifi: “Senin en zararlı düşmanın nefsindir.” hadisinin bir nüktesidir.

Tezkiyesiz nefs-i emmaresi bulunmak şartıyla kendi nefsini beğenen ve seven adam, başkasını sevmez. Eğer zahirî sevse de samimi sevemez; belki ondaki menfa­atini ve lezzetini sever. Daima kendini beğerdirmeye ve sev­dirmeye çalışır ve ku­suru nefsine almaz; belki avukat gibi kendini müdafaa ve tebrie eyler. Mübalağalar ile, belki yalanlarla nefsini medh ve tenzih ede­rek adeta takdis eder ve derecesine göre (25:43) ­y<«Y«; ­y«Z´7¬~ «g«FÅ#~ ¬w«8 âyetinin bir tokadını yer. Temeddühü ve sevdir­mesi ise, aks-ül amel ile istiskali celbeder, soğuk düşürtür. Hem amel-i uhrevîde ih­lası kaybeder, riyayı karıştı­rır. Akıbeti görmiyen ve neticeleri düşünmiyen ve lezzet-i hazıraya mübtela olan hisse ve heva-yı nefse mağlub olup, yolunu şaşırmış hissin fetvasıyla, bir saat lezzet için bir sene hapiste yatar. Bir dakika gurur veya intikam yü­zünden on sene ceza görür. Adeta ders aldığı amme Cüz’ünü birtek şeker­lemeye satan hevaî bir çocuk gibi, elmas kıymetinde bulunan hasenatını, his­sini okşamak için ve hevasını memnun etmek için ve hevesini tatmin etmek için, ehemmiyetsiz cam parçaları hükmündeki lezzetlere, enaniyetlere vesile edip, kârlı işlerde hasaret eder.” (L. 275)

“Elhasıl: Nefs-i emmare tahrib ve şer cihetinde nihayetsiz cinayet işleye­bilir, fakat icad ve hayırda iktidarı pek azdır ve cüz’îdir. Evet, bir haneyi bir günde harab eder, yüz günde yapamaz. Lâkin eğer enaniyeti bıraksa, hayrı ve vücudu tevfik-i İlâhiyeden istese, şer ve tahribden ve nefse itimaddan vaz­geçse, istiğfar ederek tam abd olsa; o vakit ¯€_«X«K«& ²v¬Z¬#_´\¬±[«, ­yÁV7~ ­Ä¬±f«A­< sırrına mazhar olur. Ondaki nihayet­siz kabiliyet-i şer, nihayetsiz kabiliyet-i hayra inkılâb eder. Ahsen-i takvim kıymetini alır, âlâ-yı illiyyîne çıkar.” (S.320)

Bu gibi sebeblerden dolayı dünyada nefsin muhasebesi yapılmalı ve Kur’an (59:18) âyetinde verilen derse ittibaen kötülükleri terk ile a’mal-i salihaya gayret gösterilmelidir. İslâm büyükleri, muhasebe-i nefse gayetle ehemmiyet vermişlerdir.



2829- Hem “(53:32) ²v­U«K­S²9«~ ~YÇ6«i­# «Ÿ«4 âyeti işaret ettiği gibi: Tezkiye-i nefs etmemek. Zira insan, cibilliyeti ve fıtratı hasebiyle nefsini sever. Belki evvela ve biz­zat yalnız zatını sever, başka herşeyi nefsine feda eder. Mabud’a lâyık bir tarzda nefsini medheder. Mabud’a lâyık bir tenzih ile nefsini meayibden tenzih ve tebrie eder. Elden geldiği kadar kusurları kendine lâyık görmez ve kabul etmez. Nefsine perestiş eder tarzında şiddetle müdafaa eder.

Hatta fıtratında tevdi edilen ve Mabud-u Hakiki’nin hamd ve tesbihi için ona verilen cihazat ve istidadı, kendi nefsine sarfederek ­y<«Y«; ­y«Z´7¬~ «g«FÅ#~ ¬w«8 (25:43) sırrına mazhar olur. Kendini görür, kendine güvenir, kendini beğe­nir. İşte şu mer­tebede, şu hatvede tezkiye, tathiri: Onu tezkiye etmemek, tebrie etmemektir..

(59:19) ²v­Z«K­S²9«~ ²v­Z²[«K²9«_«4 «yÁV7~~Y­K«9 «w<¬gÅ7_«6 ~Y­9Y­U«# «ž«— dersini verdiği gibi: Kendini unutmuş, kendinden haberi yok. Mevti düşünse, başkasına verir. Fena ve zevali görse, kendine almaz ve külfet ve hizmet makamında nefsini unutmak, fakat ahz-ı ücret ve istifade-i huzuzat makamında nefsini düşün­mek, şiddetle iltizam et­mek, nefs-i emmarenin muktezasıdır. Şu makamda tezkiyesi,tathiri, terbiyesi; şu haletin aksidir. Yani nisyan-ı nefs içinde nisyan etmemek. Yani, huzuzat ve ihtirasatta unutmak ve mevtte ve hizmette dü­şünmek..

(4:79) «t¬K²S«9 ²w¬W«4 ¯}«\¬±[«, ²w¬8 «t«"_«.«~ _«8«— ¬yÁV7~ «w¬W«4 ¯}«X«K«& ²w¬8 «t«"_«.«~ _«8

dersini verdiği gibi: Nefsin muktezası, daima iyiliği kendinden bilip fahr ve ucbe gi­rer. Bu hatvede: Nefsinde yalnız kusuru ve naksı ve aczi ve fakrı gö­rüp bütün mehasin ve kemalâtını, Fâtır-ı Zülcelal tarafından ona ihsan edil­miş ni’metler oldu­ğunu anlayıp, fahr yerinde şükür ve temeddüh yerinde hamdetmektir.

Şu mertebede tezkiyesi: (91:9) _«Z[Å6«ˆ ²w«8 «d«V²4«~ ²f«5 sırrıyla şudur ki: Ke­malini kemalsizlikte, kudretini aczde, gınasını fakrda bilmektir.” (S.477)



2830- Keza “İnsan nisyandan alındığı için, nisyana mübteladır. Nisyanın en kötüsü de nefsin unutulmasıdır. Fakat hizmet, sa’y, tefekkür zamanla­rında nefsin unutulması, yani nefse bir iş verilmemesi dalalettir. Hizmetler görüldükten sonra neticede, mükâfat zamanlarında nefsin unutulması ke­maldir. Bu itibarla ehl-i dalâl ile ehl-i kemal, nisyan ve tezekkürde müteâkistirler. Evet dâll olan kimse, bir iş ve bir ibadet teklifinde başını ha­vaya kaldırarak fir’avunlaşır. Lakin mükâfatın, menfaatın tevziinde, bir zer­reyi bile terketmez. Amma nefsini unutan ehl-i kemal sa’y, tefekkür, sülûk zamanlarında herşeyden evvel nefsini ileri sürüyor; fakat neti­celerde, faidelerde, menfaatlerde nefsini unutmakla en geriye bırakıyor.” (M.N.238)

2831- “Resul-i Ekrem (A.S.M.) ferman etmiş:

²v¬Z¬K­S²9«~ ¯Y­[­Q¬" ²v­;«h«M²"«~ ~®h²[«' ¯•²Y«T¬" ­yÁV7~ «…~«‡«~ ~«†¬~ (259) Kur’an-ı Hakîm’de Haz­ret-i Yusuf Aleyhisselâm demiş: ¬šYÇK7_«" °?«‡_«8«ž« «j²SÅX7~ Å–¬~ |¬K²S«9 Îz¬±h«"­~ _«8«—

(12:53) Evet nefsini beğenen ve nefsine itimad eden, bedbahttır. Nefsinin ayıbını gören, bahtiyardır. Fakat bazan olur ki, nefs-i emmare ya levvameye veya mutmainneye inkılab eder; fakat silahlarını ve cihazatını asaba devreder. Asab ve damarlar ise, o vazifeyi âhir ömre kadar görür. Nefs-i emmare çok­tan öldüğü halde, onun âsârı yine görünür. Çok büyük asfiya ve evliya var ki, nüfusları mutmainne iken, nefs-i emmareden şekva etmişler. Kalbleri gayet selim ve münevver iken, em­raz-ı kalbden vaveyla etmişler. İşte bu zatlardaki, nefs-i emmare değil, belki asaba devredilen nefs-i emmarenin vazifesidir. Maraz ise, kalbî değil, belki maraz-ı hayalî­dir.” (M.329)

2832- “Bir zaman evliya-yı azîmeden enfs-i emmaresinden kurtulanlar­dan bir­kaç zattan, şiddetli mücahede-i nefsiyeler ve nefs-i emmareden şek­valarını gördüm. Çok hayret ediyordum. Hayli zaman sonra, nefs-i emmarenin kendi desaisinden başka, daha şiddetli ve daha ziyade söz dinle­mez ve daha ziyade ahlâk-ı seyyieyi idame eden ve heves ve damar ve asab, tabiat ve hissiyat halitasından çıkan ve nefs-i emmarenin son tahassüngâhı bulunan ve nefs-i emmareyi tezkiyeden sonra onun eski vazife-i seyyiesini gören ve mücahedeyi âhir ömre kadar devam ettiren, bir manevi nefs-i emmareyi gördüm. Ve anladım ki, o mübarek zatlar, hakiki nefs-i emmareden değil; belki mecazi bir nefs-i emmareden şekva etmişler. Sonra gördüm ki, İmam-ı Rabbani dahi bu mecazi nefs-i emmareden haber veri­yor.

Bu ikinci nefs-i emmarede şuursuz kör hissiyat bulunduğu için, akıl ve kalbin sözlerini anlamıyor ve dinlemiyor ki, onlarla ıslah olsun ve kusurunu anlasın. Yalnız tokatlar ve elemler ile nefret edip veya tam bir fedailiğe her hissini maksadına feda etsin.” (K.L.233)



2833- Keza “zahirden hakikata geçmek iki suretledir. Biri: Doğrudan doğruya hakikatın incizabına kapılıp, tarikat berzahına girmeden, hakikatı ayn-ı zahir içinde bulmaktır. İkincisi: Çok meratibden seyr-i sülûk suretiyle geçmektir. Ehl-i velayet çendan fena-i nefse muvaffak olurlar, nefs-i emmareyi öldürürler, yine sahabeye yetişemiyorlar. Çünki sahabelerin nefis­leri tezkiye ve tathir edildiğinden; nefsin ma­hiyetindeki cihazat-ı kesire ile, ubudiyetin envaına ve şükür ve hamdin aksamına daha ziyade mazhardırlar. Fena-i nefisten sonra ubudiyet-i evliya besatet peyda eder.” (S.492)

2834- Nefis hakkında Kur’andan birkaç not:

-Her nefse fücur ve takvanın ilham edilmiş olduğu: (91:8)

-Nefsin verdiği vesveseler (fıtrî temayül ve gizli arzular vs.): (50:16)

-Allah yolunda olanların yanında ve beraberinde iken, nefsin hevaya meyletmesine sabırla mukabele edip sebat etmek: (18:28)

-Nefsi hevadan men’etmek: (79:40)

-Nefsin şuhhundan, hırs ve kıskançlığından korunmak: (59:9)

-Nefsin öldürülmesine (takva ve riyazete) işaret: (2:54)

Atıf notları:

-Orucun nefsin terbiyesindeki te’siri, bak: 3002,3006.p.lar

-Nefs-i emmarenin öldürülmesi, bak: 1210,3672.p.lar

-Yunus (A.S.)’ı balık yuttuğu gibi nefsimiz de bizi yutar, bak: 4014.p.

-Nefsin istidadat-ı ruhiyeyi bozması, bak: 1969.p.

2835- qqNEFS-İ LEVVAME y8~±Y7 ¬jS9 : Kötülüğü işledikten sonra gü­na­hından ve gazab-ı İlahiyeyi celbetmekten dolayı insanı rahatsız eden piş­manlık hali ve vicdan rahatsızlığı. *İnsanın kendine ait kötülük ve günahını görüp fenalığını bi­len ve hayra meyleden iradesi. Nefs-i levvame ifadesi, Kur’an (75:2) âyetinde geçer.

2836- qqNEFS-İ MARDİYYE y[/h8 ¬jS9 : (Marziyye ve raziye) Ku­surla­rını bilen ve Allah’ın emirlerine ihlas ve sadakatla teslim olduğundan rıza-yı İlahîyi kazanmış ve kendisi de Allah’ın her türlü tasarrufuna razı ve teslim olmuş olan nef­sin yani mahiyet-i insaniyenin kemal derecesi. Bu tabir, Kur’an (89:28) âyetinde ge­çer.

2837- qqNEFS-İ MUTMAİNNE y±X¶[WO8 ¬jS9 : İtmi’nan kazanmış olan ne­fis. Kötü sıfatlardan temizlenmiş ve güzel ahlâk ile muttasıf olarak kurb-u İlahîye itmi’nan ve istikrar kazanmış olan insan iradesi. Nefsin, Allah’ın emirleri altına sâ­kin ve şehevatı yenerek ıztırabtan kurtulmuş olma hali. Bu tabir, Kur’an (89:27) âyetinde geçer ve tefsirinde şu izahat veriliyor:

2838- “İnsanın nefsi: şair ve meş’ur her iki haysiyyetle, “ben” dediği zat hakikatıdır. Yalnız idraki haysiyyetiyle ruha da ıtlak edilir. Onun için burada çokları zat manasına, bazıları da ruh manasına telakki etmişlerdir. Şu halde nefs-i mutmainne, itmi’nane ermiş zat veya ruh demek olur. Razi der ki: İtmi’nan, istikrar ve sebattır. Bu istikrarın keyfiyetinde de bir kaç vecih var­dır:

Birincisi: Hiç bir şüphe ile bulunmayacak vech ile hakkalyakîn zevkine ermek­tir. Nitekim: (2:260) |¬A²V«5 Åw¬\«W²O«[¬7 ²w¬U´7«— kavlinden murad budur.

İkincisi: (2:62) «–Y­9«i²E«< ²v­; «ž«— ²v¬Z²[«V«2 °¿²Y«' «ž medlûlünce, havf ü hü­zünden sarsılmayacak vech ile emniyet hâsıl etmektir.

Üçüncüsü: Kur’an ve bürhan mutabıktırlar ki, bu itminan ancak zikrullah ile olur. Kur’an (13:28) ­Y­V­T²7~ Çw¬\«W²O«# ¬yÁV7~¬h²6¬g¬" «ž«~ diyor.” (E.T. 5815)

Kur’an (10:7) âyeti, dünya hayatına mutmain (razı) olup onda karar kı­lanların kötü akıbetini beyan eder.

2839- qqNEFS-İ MÜLHEME yWZV8 ¬jS9 : Tas: Lüzumu halinde Cenab-ı Hak tarafından kendisine hakikatlar ilham edilen, tasaffi ve tekâmül etmiş nefis.

2840- qqNEMRÛD …—hW9 : Nemrud hakkında Kamus-ul A’lam’da özetle şu bilgi verilir: Babil’in müessisi ve hükümdarı olup en evvel tasallut eden ve mütecebbir olduğu mervidir. Nemrud’un Allah’a isyanına ceza ola­rak, Allah tara­fından musallat olan bir takım sivrisineklerce itlaf edilen ve mechul olan Nemrud, milattan 2640 sene evvel bulunmuş olduğu zannedilir. Nemrud ismi bir şahsa mah­sus olmayıp Firavun gibi bütün Babil hüküm­darlarına yahud bir sülaleye ünvan ol­ması dahi melhuzdur. (Bak: İbrahim (A.S.)

Bazı müfessirler, Kur’an (21:70) âyetinin sivrisineğin Nemrud’a musallat oldu­ğuna işaret ettiğini de kaydederler.



2841- Kur’anda Nemrud ismi açık olarak geçmemekle beraber bazı âyetlerde ona atfen işaretler bulunduğu açıkça anlaşılmaktadır. Ezcümle: “Bakınız Allah’ın inayetiyle bir mü’min bir tağuta ne yapmış? Ve Allah mü’minlere ne gibi şeyler göstermeye kadirdir. İşte tarihten misal:

(2:258) «t²V­W²7~ ­yÁV7~ ­y[«#³~ ²–«~ ¬y¬±"«‡ |¬4 «v[¬;~«h²"¬~ Å‚_«& >¬gÅ7~ |«7¬~ >«h«# ²v«7«~

Görmedin mi Allah kendine mülk yani devlet ve hükümdarlık verdiği için mağrur olarak veya hükümdarlığının şükranını ma’kûs bir surette küfran ile edaya kalkışarak Halilullah olan İbrahim’e Rabbi hakkında muhacce eden, galebe etmek zulmüyle münazaraya çıkışan o tağuta -o Nemruda- baksana

­a[¬W­<«— ¬|²E­< >¬gÅ7~«|¬±"«‡ ­v[¬;~«h²"¬~ «Ä_«5²†¬~ O zaman İbrahim “Benim Rabbim o Zat-ı Ecellü A’ladır ki, hem ihya eder hem de öldürür” demişti ki, hem hayat halk eder hem memat demekti.

Rivayet olunduğuna göre Hazret-i İbrahim putları kırdığı zaman Nemrud onu zindana atmış, bir müddet sonra çıkarıp, sen kime davet edi­yorsun diye sormuş, o da böyle söylemişti. Buna karşı Nemrud: ­a[¬8­~ «— |¬[²&­~ _«9«~ «Ä_«5 Ben de ihya ederim ve öldürürüm dedi. Rivayete nazaran iki adam getirmiş, birini idam edip birini salı­vermiş. İşte gördünmü demiş! Bu­nunla Hazret-i İbrahim’in dermiyan ettiği ihya ve imate bürhanına gereği gibi atfı- nazar etmemiş, güya kendince bir taraftan üslub-u hakîm yapmış bir taraftan da tehdid savurarak “İşte o benim” diye rububiyyet iddi­asına kalkmış idi. Bu cahilane müşrik cevabına karşı derhal ona haddini bildirmek için tam yerinde bir üslub-u hakîm ile

¬¬h²R«W²7~ «w¬8 _«Z¬" ¬€²_«4 ¬»¬h²L«W²7~ «w¬8 ¬j²WÅL7_¬" |¬#²_«< «yÁV7~ Å–¬_«4 ­v[¬;~«h²"¬~ «Ä_«5

İbrahim, “Şu muhakkak ki Allah güneşi maşrıktan doğduruyor, sen de mağribden doğdur bakayım” deyince kâfir tutuldu kaldı; mebhut ü mağlub oldu.” (E.T: 877)

2842- Mezkûr âyette bildirilen ihya ve imateden tedvir-i şemse intikal ile İbra­him (A.S.) bir nevi tehekkümî manada olarak Nemrud’un ahmaklık ve gabavetini ihsas etmiştir. Yani: Değil insanın belki bir elmanın dahi ihya ve imatesi bütün kâi­nata sahip olmakla mümkün olduğunu ve böylece her türlü şirkin butlanını bildir­miştir.

“Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm’ın Nemrud’a karşı imate ve ihyada gü­neşin tulu’ ve gurubuna intikali, cüz’î imate ve ihyadan küllî imate ve ihyaya intikaldir ve bir terakkidir. O delilin en parlak ve en geniş dairesini göster­mektir. Yoksa bir kı­sım ehl-i tefsirin dedikleri gibi, hafî delili bırakıp, zâhir delile çıkmak değildir. “ (M.240) (Bak: 3050.p.)



2843- “Nasılki bir elmayı halkedecek, elbette dünyada bütün elmaları halketmeye ve koca baharı icad etmeye muktedir olmak gerektir.

Baharı icad etmeyen, bir elmayı icad edemez. Zira o elma, o tezgahta dokunu­yor. Bir elmayı icad eden, bir baharı icad edebilir. Bir elma, bir ağacın belki bir bah­çenin belki bir kâinatın misal-i musaggarıdır. Hem san’at itiba­riyle koca ağacın bü­tün tarih-i hayatını taşıyan elmanın çekirdeği itibariyle öyle bir hârika-i san’attır ki: Onu öylece icad eden, hiçbir şeyden âciz kal­maz.

Öyle de bugünü halkeden, Kıyamet gününü halkedebilir ve baharı icad edecek, Haşrin icadına muktedir bir zat olabilir. Zaman-ı mazinin bütün âlemlerini zamanın şeridine kemal-i hikmet ve intizam ile takıp gösteren; el­bette istikbal şeridine dahi başka kâinatı takıp gösterebilir ve gösterecektir.” (S.79)

2844- “Hem meselâ: (3:26) ­š_«L«# ²w«8 «t²V­W²7~|¬#ÌY­# ¬t²V­W²7~ «t¬7_«8 Åv­ZÁV7~¬u­5

İşte şu âyet Cenab-ı Hakk’ın, nev’-i beşerin hayat-ı içtimaiyesindeki tasarrufatını şöyle gösteriyor ki: izzet ve zillet, fakr ve servet doğrudan doğ­ruya Cenab-ı Hakk’ın meşietine ve iradesine bağlıdır. Demek “kesret-i tabakatın en da­ğınık tasarrufatına kadar, meşiet ve takdir-i İlahiye iledir... te­sadüf karışamaz.”

Şu hükmü verdikten sonra insaniyet hayatında en mühim iş, onun rızkı­dır. Şu âyet, beşerin rızkını doğrudan doğruya Rezzak-ı Hakiki’nin hazine-i rahmetinden gönderdiğini bir-iki mukaddeme ile isbat eder. Şöyle ki:

Der: Rızkınız, yerin hayatına bağlıdır. Yerin dirilmesi ise, bahara bakar. Bahar ise, Şems ve Kamer’i teshir eden, gece ve gündüzü çeviren zatın elin­dedir. Öyle ise bir elmayı, bir adama hakiki rızk olarak vermek; bütün yeryü­zünü bütün meyvelerle dolduran o zat verebilir. Ve o, ona hakiki Rezzak olur.”

Sonra da: (3:27) ¯_«K«& ¬h²[«R¬" ­š_«L«# ²w«8 ­»­ˆ²h«#«— der. Bu cümlede o tafsi­latlı fiilleri icmal ve isbat eder. Yani, size “Hesapsız rızık veren odur ki, bu fiilleri ya­par.” (S.418)

İşte Nemrud’un ihya ve imate davasındaki cehalet ve butlanı bu izah ile aşikâre görünüyor. Hem, her asra ders veren böyle kıssalardan her asır hisse-i dersini alma­lıdır. (Bak: 973/1.p.9)



2845- NESH eK9 : Bir şeyin aynını kopya etmek, aynını çoğalt­mak.*İbtal etmek, hükümsüz bırakmak, değiştirmek.*Nakletmek, kaldırmak, bir şeyi zail kıl­mak. (Güneş’in gölgeyi giderdiği gibi) !İst :Şer’î bir hükmü yine Şer’î bir emirle kal­dırmaktır. (İtikada ait olan ve zamanla değişmeyen hükümlerde nesih olmaz, bunlar sabit birer hakikattırlar.)

2846- Bir âyet-i kerimede şöyle buyuruluyor:

“ _«Z¬V²C¬8 ²—«~ _«Z²X¬8 ¯h²[«F¬" ¬€²_«9_«Z¬K²X­9 ²—«~ ¯}«<³~ ²w¬8 ²e«K²X«9_«8 (2:106) Yani: “Biz bir âyetten bir şeyi nesih veya inşa edersek, ondan daha hayırlısını yahut mislini getiri­riz.”

Usul-i şer’îden neshin meşruiyetini müsbit olan bu âyetin sevki, kütüb-ü salifenin cevaz-ı neshi hakkında nass ise de, mantuku itibariyle ¯}«<³~²w¬8 âmm oldu­ğundan bazı Kur’an âyetlerine de zahir olarak şamildir. Binaenaleyh ayat-ı Kur’aniyede de nesih ve mensuh vardır ve hilafını iddia, zâhir-i nassı inkâr olur.

Ebediyetle takyid edilmiş olan hükümlerde nesih cereyan edemez, keza­lik ha­berlerde de nesih cereyan edemez. Nesih ancak evamir ü nevahi gibi inşaî bir ma­nayı tazammun eden ve vakıa müteallik bir ihbar ve i’lam olma­yıp mahz-ı icad olan ve sırf bir iradeyi gösteren ve bununla beraber ebediyeti tansis edilmemiş bulunan eşyada ve ahkâmda cereyan eder.” (E.T. 457-460)



2846/1- Mensuh âyetlerin gelişinde muhatab olan insanların mevcud ahval ve hususiyetleri neshden sonra zuhur etse bu âyetlerin getirdiği tedricî terbiye usulü­nün, yine nazara alınabilme maslahatının bulunması hem fer’î mesailin teşriinde ah­val-i içtimaiyeyi nazara almak gerektiğine işaret etmesi hem terbiyede her zaman tedric kaidesine irşad etmesi gibi dersler alınması cihetiyle (hukuk sahasında mensuh iken) mezkûr hikmetler sahasında irşadları vardır. (Kur’anda içki yasağının tedricen olması gibi...) (Bak: l169.p.)

Bilhassa bazı menfi inkılablar neticesinde ifsad ile tereddî eden cemiyette yeni­den irşadda usûl ve irşad şeklini Kur’andan almakla Kur’anın umum zaman ve me­kanlarda, umum ahval-i beşeriyeye ve ihtiyacatına şümûliyetini göstermek de ehemmiyetli bir husustur.



2847- Kur’an (16:101) âyeti de nesh hakkındadır. Hukuk-u İslâmiye ve Istılahat-ı Fıkhiye Kamusu cild: l, shf: 108’de de nesh’e dair malumat vardır.

qqNEŞRİYAT €_
Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   111   112   113   114   115   116   117   118   ...   169




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin