Kalbe Yolculuk



Yüklə 0,79 Mb.
səhifə6/12
tarix29.10.2017
ölçüsü0,79 Mb.
#20278
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   12

AĞIRLIKLARLA GİDİLMEZ
Hasbi, ben dinlenirken oltayı, misinayı, yemleri toparlayıp çantasına koyuyor. Biraz sonra da sanki hiç yokmuşum gibi dönüp gidiyor. Allah Allah… Ya ne iş bu?.. Koşup ardından yetişiyorum. Ne diyecektim?.. Veli ne demişti?.. Hah hatırladım, “Beni ustaya götür” diyecektim.
Hasbinin eline yapışıyorum, “Kurbanın olam, beni ustaya götür.” Oralı bile değil. Yürüyor adam. Bir daha deniyorum :

- Nolur beni ustaya götür.

Haşin bakışlarla başını çevirerek :

- Usta, rehber, hoca arıyorsan öndeki arkadaşlara takılacaktın. Ustam yok benim.

Hasbunallaaahhh!… Burada balık tutanların hepsi biri adına çalışır demişti Veli. Şifre de “Ustaya götür” demekti. Ne desem acaba?..
Durmadan yürüyor adam. Kaylıklara da geldik. Kendi tırmanır beni burada bırakırsa naparım?..

- Hasbi! Yanlış konuştuysam bağışla, ustadan derdim elimden tutacak ehil zat. Bu geçitleri aşıracak zat. Onu demek istedim.

Susuyor ama elini de uzattı sağ olsun. Kayalıklara çıkıyoruz birlikte.

- Sakın aşağı bakma, elimi de bırakma, diyor.


Öylesine sarp, öylesine ince ve sivri kayalardan aşıyoruz ki elim bir kurtulsa parçam kalmaz herhalde… Yukarı çıkıyoruz… Çantasını bir kenara koyuyor. Nehre tepeden bakıyoruz buradan. Çıktığımız kayalıkların üstü uçurum. Uç kısma yaklaşıp nehri seyretmeye korkuyorum. Zaten yükseklik korkum var, bırak başıma iş almayayım.

Hasbi suskunluğunu bozup pazarlık yaparcasına söze giriyor :

- Bak, benim ustam, rehberim, hocam yok. Sadece gönlümü seve seve verdiğim Dostum var! Dostum da bu tarz köle - efendi ilişkisi çağrıştıran kavramları hiç sevmez! Dosta gidelim diyorsan, buranın şartlarını kaldırabileceksen gideriz. Aha, evi şu yukarı düzlükte.
Akşam alacası dağlara çökerken ışığı yanan evlere bakıyorum. Dağ köşkleri bunlar. Dağ eteğine yapılmış ahşap küçük evler.

- Bu köşklerde mi Dost?

- Ne köşkü?.. Köşk, saray, villa gibi dünyalık riya kokan evler bize göre değil. Kulübe o köşk dediklerin. Dostum da işte şu ufak olanda dinlenir bahar aylarında.

Ayaküstü, gideceğim yeri, ulaşacağım zatı, yaşamını, halini öğrenmek istiyorum.

- Galiba sen onun hizmetindesin değil mi?..

- Bak, hizmetlilik, uşaklık gibi kavramlar da yok lisanımızda. Ben onun gönüllüsüyüm. Ücretim hakka ait. Yanında olmak yetiyor, hem ücret de ne ki?..


Yok, anlaşılan ben bu defa çok çok farklı bir yerdeyim. Alışık olduğum hiçbir hale uymuyor bu defa karşıma çıkanlar. Hayırlısı bakalım.

- Eee ne duruyoruz, gitmeyecek miyiz Dosta?

Soruma karşılık acayip isteklerle karşılık veriyor :

- Saatini çıkar!… Cep telefonunu da!… Sırtındaki o yükü de indir, hepsini ver bana!…

Garip… Saatimi, telefonumu ne yapacaksa!..

- Cüzdanını da ver!

- Biraz para ve kartlar var onları boşaltayım mı?

- Hayır, öylece ver!

Cüzdanı da verdim… Hepsini alıyor ve uçuruma doğru yürüyor. Haydi yallah, fırlatıyor hepsini nehre!.. Sırt çantamın suya düşüşü şıraaak diye yankılanıyor kayalıklarda…

Bittim ben. Her şey gitti. Dönüşe çırılçıplak kaldım… Uçurumdan dönen Hasbi gözlerimin içine bakarak ;



- Sırtında ağırlıklarla gidilmez Dosta!.. Bağlardan soyunmayı göze alamayan çıkamaz bu yaylaya!..

- Ya Hu, mübarek, iyi de saatimden ne istersin?

- Saatin değil mi seni AN sınırsızlığından vakit kaydına hapseden?.. Cep telefonun değil mi hep geridekileri düşündürüp ayak bağlarını canlı tutan?.. Azığın, yükün, erzakın değil mi seni beden kaydına sokan?.. Cüzdanın değil mi Razzzakı unutturup maişet girdabında bocalattıran?..

Diyecek söz yok tabii… Ne diyebilirim ki?.. Çıkmışız bir kere yola. Soysalar da vursalar da teslimiz…


OLTAYA GELEN PİŞECEK
Yaylaya çıkıyoruz. Ahşap kulübeye yaklaştıkça heyecanım artıyor. Hasbi balıklardan söz açıyor.

- Bazı balıklar çok çırpınır oltaya gelirken. Hep kaçmak isterler… Ama bir kere kanca saplandı mı kurtulmalarına imkân yoktur.

- Çok acımasızsın Hasbi!

- Çoğu balık bunu acımasızlık sanır. Aslında bilse, oltaya gelmekle beden kaydından kurtulacak, bilse karnı deşilip içinin pisliğinden arınacak, bilse iyice pişip yanarak cana şifa, ruha safa olarak yeniden canlanacak, hiç çırpınmazlardı… Ama nereden bilecekler ki!..

Mesaj kime, gayet iyi anlıyorum. Oltaya gelen benim burada. Oltayı atan da aslında Hasbi görüntüsü altında onu görevlendiren Dost!.. Kanca atıldı, çırpınsak da dediği süreçleri yaşayacağız aşama aşama. Bundan sonrasında kaçış yok artık.

Kulübeye giriyoruz. Sağda ufak bir odaya alıyor. Özlemişim ahşap dağ evlerini. Abant yaylalarında gördüklerime benziyor. Etrafı incelerken tekrar geliyor :



- Ben balıkları kızartırken, duşunu al. Şu dolap kapağı gibi görünen yerin ardı banyo.

Kolu çeviriyorum, içerisi modern bir banyoya açılıyor. Her şey enfes düşünülmüş.

Çıktığımda elbiselerimi göremiyorum. Bir süre sonra elinde gayet temiz, ütülü, yeni elbiselerle geliyor :



- Bunları giyeceksin!

- Ötekiler?

- Balık kızartıyorum onlarla… Ocağın altına sürdüm… Bir güzel yanıyor ki sorma. Gel bak istersen!

- Yok, istemem kalsın!…

Sırt çantası, saat, telefon derken elbiselerim bana kalsa şaşardım zaten… Elbiseler de gitti.

Yenileri hiç alışık olduğum tarz değil. Hatta giyenleri senelerce kınadığım türden. Napalım, başka çare yok giyineceğiz. Hasbi’ye takılacağım, hep o mu üstüme gelecek?

- Hasbi! Traş makinen varsa saç traşı da yapsaydık, oldu olacak tam olsun bari!

- Yok yok o kadar değil diye güle güle katılarak mutfağa dönüyor…

Akşam namazını kılıyorum. Biraz tespih ve zikir derken :



- Gel bakalım Dosta çıkıyoruz, diyerek kapıdan el ediyor.

Kimi göreceğim, bu defa karşıma kim çıkacak, düşünceleri zihnimde boğuşurken soruyorum:

- Huzura çıkarken nasıl davranayım Hasbi? Münasibi ne?

- İlahi sen!.. Huzura çıkarken ha? El pençe divan dur, etek öp, yerlere yat!..

Dalgasını geçiyor Hasbi :

- Her an Allah’ın huzurundasın, hiç kaygın olmuyor da kulun huzuruna çıkışta bu tören şartlanmışlığı, bu yanlış edep ritüelleri niye?..

- Edep niye yanlış olsun ki?..

- Edep birine el pençe divan durmak değil. Ben çok konuşmayayım Dost anlatır sana..


Merdivenleri çıkarken nefesim sıkışıyor. Üst kattaki salonun giriş kapısında, biraz duralım diyorum Hasbi’ye… Aşağıda sorduğum soruyu daha ciddi yanıtlıyor :

- Onun huzurunda sadece kendin ol… Kendin gibi ol! Ne rol takın, ne havaya bürün. Sadece kendin gibi, anladın?..

- Tamam…

Ama heyecanım yatışmadı. Biraz daha zaman kazanmak için soruyorum :

- Nolur ipucu ver, kime geldim ben?…

- Kalbe geldin!... Yolun kalbe çıktı… Kendine gelmek için kalbe geldin!..

Kapı açılıyor… Salonun en ucunda, koltuğunda kitabına eğilmiş bir zat görüyorum yan profilden.. Başını çevirdiğinde hayretten kalbim titriyor. Bu Ooooooooo!..
Bu diyarın kokusunu eserlerinde duyduğum, başka alemleri bugüne taşıyan; iddiasız, riyasız, kalabalıklardan uzak zatın ta kendisi.

- Hoş geldin! Biraz geç olmadı mı?..

- Şeyyy.. Evet en başta da biliyordum, en başta da kalbimdeydiniz ama nedense kaçtım biraz. Kalbimdekini kabullenmem zaman aldı. Bağışlayın..

İçimde biriken kaygıları, tortulaşan telaşları alıveren gülümsemesi ile ruhumu kucaklıyor, kalbimi sarmalıyor. El sıkışıyoruz. Yer gösterirken devam ediyor :

- Geçen zamanın telafisi yok, biliyorsun değil mi?..

- Evet.


Az daha konuşsa bayılabilirim mahcubiyetten. Anlıyor, konuyu iyimser ümitlere çekiyor :

- Napalım, fıtratına uyan vakit şimdi imiş. Sonra konuyu o güne kadar yaşadıklarımdan doğru açıyor :

- Çok gezdin değil mi? Bize gelmemek, kalbine dönmemek için dışarıda dolaşmadığın yer kalmadı!.. Şehir şehir gezdin. Noldu?..

- Her gittiğim yerden bir şeyler aldım, bir şeyler seyrettim ama içimdeki susamışlığı hiçbiri kesmedi. Bir türlü tatmin olmadım.



- Kendine sırt çeviren başkası ile nasıl tatmin olur? Özünde göremeyen ; gayrıda nasıl bulur? Kalbinin tersine yürüyen hedefe nasıl varır? Olacak şey mi?..
Ne dese haklı. Sadece susacak, anlamak için dinleyeceğim… Karşılıklı koltuklarda otururken simasını seyrediyorum. Bakışlar çok derin ve oldukça nüfuz edici. İçime işliyor. Bir yandan da engin bir eminlik ve huzur duyuyorum. Korku ve çekince yansıtmıyor insana. Mahcubiyetim, heyecanım geçti. Beni biraz daha rahatlatmak için olsa gerek, masaya yemek tabaklarını dizen Hasbi’ye sesleniyor :

- Yemeğe kadar biraz müzik fena olmaz Hasbi! Yeni getirdiğin cd yi tak bakalım.

Hasbi, müzik setine cd takıyor. Pir Sultanın deyişlerinden anonim bir beste. Dosta nameler yansıyor. Gözlerim gözlerinde, kulağım müzikte. Yeni girdiğim dünyanın karşılama bestesi sanki bu. Can kulağı ile dinliyorum.
Bir kararda durmayalım

Gel gidelim dosta gönül

Hasretinden yanmayalım

Gel gidelim dosta gönül

Kılavuz ol gönül bana

Gel gidelim yârdan yana

Canım kurbandır canana

Gel gidelim dosta gönül

Kara haberin almadan

Can bedenden ayrılmadan

Azrail bizi bulmadan

Gel gidelim dosta gönül

Gerçek murada varalım

Yârin hatırın soralım

Yunus Emre’yi alalım

Gel gidelim dosta gönül



DIŞARISI DEDİĞİN KALBİN DEĞİL Mİ?..
Hasbi, zengin bir menü dizdi sofraya. Dostun ikramını tatmak üzere masaya geçiyoruz. Yemek olarak önüme gelenlerin neredeyse tamamı sevdiğim nimetler. Çorba olarak tarhana, ana yemek alabalık, ara soğuklar zeytinyağlı dolma, patlıcanlı ezme. Tatlı olarak kenarda duran tepside ekmek kadayıfı. Ancak bu kadar olur. Müzik yine anlamlı halk deyişleri ile devam ederken Dostu dinliyorum :
- İnsan çoğu kere kalbinden geçeni önünde bulunca hayret eder. Aslında hayret edecek bir şey yok. Hayat; niyetlerimizin, hayallerimizin, arzularımızın, ihtiraslarımızın önümüze gelmesidir büyük ölçüde. Bunlarda ne kadar zengin ve geniş açılı olursak, zuhur eden de o kadar kolaylaşır, o kadar anlam kazanır ve bir o kadar da güzelleşir.

- Yani aslında dışarısı dediklerimiz; kalbimizdekinin zuhuru mu?

- Öyle de denebilir.
Hasbi balıklardan söz açıyor:

- Her balık bu sofraya gelemez. Dosta getireceklerimi özenle seçerim.

- Yunus’un bu dergâha eğri odun bile giremez demesi gibi, diyorum…

Dost keyifleniyor. Ama ikazını da yapmadan geçmiyor :

- Eski anlatımlarla epey meşgul oldun. Oradan alacağını aldın. Günümüze gel artık. Şimdi yenilenme, yeniye açılma vakti.

Çorba, balık, ara soğuklar derken mide yükünü tuttu. Tatlı gelirken yeniye bakışı konuşuyoruz.



- Yenilenme deyince senin gibi eski tarz yetişenler tedirgin oluyorlar.

- Evet,


- Sanki biz eskiyi tamamen silmişiz, sanki bilinen her şeye sırt çevirmişiz sanıyorlar.

- Bana da bir süre öyle geldi.

- Farkındayım. Yenilenme derken, şunu iyi ayırt etmek lazım. VE LEN TECİDE LİSÜNNETİLLAHİ TEBDİYLA ayeti ; “Sünnetullahta hiçbir değişiklik olmayacağı” nı işaret ediyor. Bu ayete göre Rasülullah’ın açıkladığı gerçekler üstüne yeni bir gerçek -haşa- gelecek değil. KULLE YEVMİN HUVE Fİ ŞE’N ayeti de “Her an yeni şandadır” diyor…

- Evet,


- İşte yenilenme dediğimiz şey; her an yeni şanda oluşu fark ederek değişen ve gelişen şartlara paralel, çağdaş verileri değerlendirerek değişmez gerçeği OKU ‘yabilmek! Yani; Allah’ın geçmişte olmamış ölçüde büyük lütfu olan çağdaş bilimler ışığında, dünde mecazlarla işaret edilmiş olan muazzam hakikati fark etmeye çalışmak!
- Şu çağda hiçbir devirde olmadığı kadar ilim ve gelişim lütfu var öyle mi?

- Tabii… Mecazları çözümlemek için tam fırsat. Çağ, Risalete paralel akıyor. Hiçbir dönemde böyle olmamıştı.

Sözün bu noktasında derin derin düşünmekten kendimi alamıyorum. Mecazlar üzerine, kıssalar çerçevesinde neler de yazdık, çizdik, okuduk!.. Muhabbetimiz arttı, gerçeğe sevgimiz arttı ama gerçeği ne kadar OKU ‘yabildik, işte orası tartışılır.

- Yenilen dediysek dinde reform yapalım demedik ki… Dinde reform olmaz, algıda, idraklerde, bakış açılarında reform olur.

- Algıdaki, bakış açısındaki yenilenme için önce ne lazım?..

- İMAN… ÖNCE İMAN…
Ben kendimi Yakiyne erdim sana durayım, henüz iman bile etmemişim demek ki. Yoksa bu cümle gelmezdi önüme. Anlaşılan kilometre sıfırlıyor, yola yeniden çıkıyoruz. Ama onca emek ve gayret boşa mı gitti Ya Huuu?!.. “Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, bir de ardımıza baktık ki bir arpa boyu yol gitmişiz”.. Öyle mi yani?…
Dost, masadan lavaboya geçerken kaygılarımı okurcasına neşeli tonda devam ediyor :

- Bugün İman günü. Eskiyi, Atalar Dinini tamamen ret, yeniyi kabul, yeniye teslimiyet günü…Bilirsin LA demeden, eskiyi reddetmeden, İLLA ile gelecek yeni idrak açığa çıkmaz!..

Çantam, teçhizatım suya gitti.. Elbisem yenilendi. Şimdi iman tazeleyeceğiz anlaşılan :

- Tazeleme değil!… Yeniden iman edeceksin!…

- Eyvallah, yeniden iman.

Yemek sonrası balkona çıkıyoruz. Dışarıda çekirge sesleriyle armoni oluşturan aşağılardaki nehrin çağıltısı… Gökte alabildiğine yoğun yıldızlar… Hafif hafif esen rüzgâr hanımeli kokuları, gül rayihaları taşıyor balkona. Balkonun üç yanı da sarmaşıklarla kaplı.


Hasbi :

- Kahveleri nasıl alırsınız?

Dost nasıl içiyorsa öyle alalım, diyorum. Hasbi kahve hazırlamaya giderken Dost sesleniyor :

- Semavere bolca su koy, çayı demle. Kahve kesmez bizimkini.



İMANIN HAKİKATİ
Kahveler geldi. Hasbi de yanımızda yerini aldı. İman etmek deyince gülesim geliyor. Daha fazla tutamıyorum kendimi birden bire gülmeye başlıyorum. Noldu, diyor Dost.

- Kendimi şu an ihtida için müftülüğe başvurmuş ecnebi turistler gibi hissettim de…

Dost basıyor kahkahayı. Tam kahvesini dudaklarına götürürken bu sözümü duyan Hasbi’nin burnundan geliyor içtikleri. Öksürükten mahvoluyor. Ne içtiyse püskürüyor, pantolonu, gömleği berbat oldu. Soluk soluğa içeri koşuyor.
Dost, büyük bir keyifle açıyor sohbeti :

- Müftülüğe başvuranlar kelime-i şahadeti okudular mı, ihtida belgesini alırlar. Bu avamın imanı. Biz, bu yola çıkanlar için imanın hakikatini konuşacağız bu gece.

- Anladım, bir an kendimi çok yabancı hissettim de…

- Yabancılık yok, dostuz dedik ya! Ayrı gayrımız hiç yok.

Hasbi çaylarla birlikte kuru pasta ve bisküvi getirdikten sonra müsaade istiyor. Yarın için bazı hazırlıklar yapacakmış. Dost, başıyla ona git işareti yaptıktan sonra İmanın Hakikati konusunu aheste aheste açıyor. Sormadıkça ağzımı açmayacak, eski bilgilerimi devreye sokmadan, temiz bir banda yeni kayıt alırcasına dinleyeceğim :

- Çok basit bir şekilde diyoruz ki; “AMENU BİLLAHİ” uyarısına dikkat ettiğimiz zaman iman etmiş oluyoruz. AMENU BİLLAHİ deki B neye işaret ediyordu?…

- …

- ALLAH İSMİ İLE İŞARET EDİLENİN SENİN VARLIĞINDA OLUŞUNA!.. AMENU BİLLAHİ ayeti ile işaret edilen; Allah’ın senin varlığında oluşu ne demek?..


- Allah benim fani varlığımla kayda girer mi?..

- Tabii ki girmez… “İNSANI HALK ETTİK” diyor. Yaratılmış olan; Allah olur mu?.. İnsan halk edilmiş, dolayısıyla insan; Allah olmaz.

- Evet

- Ama öbür taraftan; “VE NEFAHTU FİHİ MİN RUHIY”; Ruhumdan Nefhettim diyor… “Ruhumdan Nefhettim” ayetindeki işaret; insanda esmanın varlığının açığa çıkmakta olduğunu anlatmak sadedinde kullanılmış!.. Bizim anladığımız kadarıyla.. Bunda da “YERYÜZÜNDE HALİFE MEYDANA GETİRECEĞİM” daha doğrusu YERYÜZÜNDE HALİFEYİ AÇIĞA ÇIKARACAĞIM ifadesi var…Yeryüzünde derken yeryüzü kelimesiyle bildiğimiz dünyayı kastetmiyor…



- Yıllarca dünya hakimiyeti Müslümanlarda olmalı, halifemiz olmalı diye düşündük.

- Geç şimdi o eski bakışları. Yeryüzü ile kast edilen; insan bedeni… Yani HALK olmuş olan; YARATILMIŞ olan yapı…“Yarattığım insanda esmamın özelliklerini açığa çıkaracağım” demektir; yeryüzünde halife meydana getireceğim demek. Ve bunun nasıl oluştuğunu da VE NEFAHTU FİHİ MİN RUHIY; Ve Ona Ruhumu Nefhettim ayetiyle işaret ediyor…


-Eyvallah
Ruhumdan Üfledim Ne Demek?
Nicedir takıldığım bu ruhumdan üfleme konusunu sormanın vakti geldi. Dost sorulara hiç kızmaz. “Ölü gibi teslim ol da beni dinle, her dediğimde hikmet ara” anlayışında değil o. Dillendirilmemiş muhteşem gerçekleri açarken bile, “Benim anladığım kadarıyla”, “Bize açılan ilme göre” diyerek tevazu izhar eder.

“Soru ilmin yarısıdır” gerçeğinden hareketle, “Soru sormayan beyin için Allah’a giden yol kapalıdır” diyecek kadar cesur!… İşte şimdi sormalıyım :

- Ruhumdan üflemeyi çözmüş değilim. Ötede biri yoksa kim, neye üflüyor ki?..

- Kelimelerin zahirine takılırsan üflenen ve üfleyen ikilemine düşersin. Bak şimdi dinle.


VE NEFAHTU FİHİ MİN RUHIY Ruhumdan dediği; esma mertebesinin özelliği… İnsanın hakikati dediğimiz Hilafet yanı; daha doğrusu HALİFE diye tanımlanan yanı; Allah’ın esmasının Külli olarak yapısında var olması!.. “ADEM’E ESMANIN TAMAMINI TALİM ETTİ” işareti ; esma mertebesinin onun, hakikat noktasında var olması itibarıyla ki o yüzden hilafet noktası kendisinde mevcut. O hilafet noktasından projekte olan manalar beyin aynasına yansıyarak çeşitli özellikler ; karakteristik özellikler şeklinde açığa çıkıyor…
- Burada yeri geldi. HER DOĞAN İSLAM FITRATI ÜZERE DOĞAR ne demek?

- “HER DOĞAN İSLAM FITRATI ÜZERE DOĞAR” dan murad ; HER BEYİN ESMA ÖZELLİKLERİNİ AÇIĞA ÇIKARACAK ŞEKİLDE VAR OLMUŞTUR anlamını taşıyor. Yani beyin; kişinin hakikatindeki, derunundaki esma özelliklerini açığa çıkarabilecek kabiliyet ve kapasitede olarak mevcut.

- Anladım.
Bir fincanı devirdim. Sohbete kenetlendiğim için yerimden kıpırdayamıyorum. Seziyor :

- Çay doldur kendine. Benim için kâfi.

İkinci fincanı alıp tekrar yöneliyorum açılan hakikate :

Kalbin İşlevi ve Beyin
- Beyin nöronlarla çalışıyor, nöronlardan ibaret… Fakat kalpte de nöron var! Kalpteki nöronların ilk hareketi ile beyindeki aktivite meydana geliyor. Hayat kalpten kaynaklanıyor. Kişinin istidadını oluşturan ilk fıtri özellik kalpten başlıyor, beyni etkiliyor ve beyin olayı alıp götürüyor. Bütün kişilik vs.. şu bu beyinden açığa çıkıyor. Fakat beyne ilk hareketi veren; kalpteki; kalp hücrelerinde gizli olan nöronlar!..

- Kalp nöronları yeni bir konu değil mi?..

- Çok da yeni değil, tıp uzmanları biliyor da bizim tasavvuf okumaya çalışanlara bu bilgi çerçevesinde açmak istediğimiz gerçekler yeni. Zaman içinde açılacak bunlar.

- Evet;


- Kişi, eğer istidadı varsa yani esma mertebesi itibarıyla Allah dilemişse; neyi dilemişse?..Kendini o insan aynasında seyretmeyi; kendini derken ALEMLERİ diye anlayalım; Kendini insan aynasında seyretmeyi dilemişse; o esma mertebesinin özellikleri o beyinde bu seyri oluşturacak şekilde bir programı meydana getirir ve o beyinden dilediği kadarıyla tüm varlığı seyretmeye başlar… Bunu da basit olarak gören gözü, işiten kulağı, tutan eli diye anlatmış.

Allah İsmi İle İşaret Edilene İki Bakış
- Şimdi, biz Allah ismiyle işaret edileni ya, esmanın birim suretleri şeklinde açığa çıkması olarak anlayacağız, değerlendireceğiz, dolayısıyla her birimde esma-i ilahinin çeşitli özelliklerinin açığa çıkışını seyredeceğiz… Birim ismini kaldırarak bakarsak “Allah bu şekilde yapıyor, bu şekilde davranıyor, bunu diliyor” diyeceğiz…
- Veya esma mertebesinin bizde açığa çıkarttığı bir KÜLLİ MÜŞAHEDE ile; ALLAHU EKBER diyerek Ekberiyyet anlamıyla Allah isminin manasına uzanacak bakışımız…Tabii, bu Ekberiyyet itibarıyla Allah isminin manasına bakış çok ender aynalarda açığa çıkan bir bakış.. Dolayısıyla işin bu tarafı bizi fazla ilgilendirmiyor.
- Bizi ilgilendiren kısmı?

- Bizi ilgilendiren yan; Allah isminin manasının yani Allah isminin işaret ettiği bir mananın esma mertebesinden gelen bir biçimde halk olmuşlarda; yaratılmışlar aynasında aksedişiyle ortaya çıkan bir biçimde seyirden söz edeceğiz.



İman Etmemiz Gereken Asıl Nokta
- İşte iman etmemiz gereken nokta; imanın hakikati; eğer o birime, o kişiye, o yaratılmış insana nasip olmuşsa o, gördüğü birimlerin esma mertebesinin özelliklerini açığa çıkarmak üzere var olduğunu müşahede ederek insanda, hayvanda, cinde, şeytanda, melekte, galaktik boyutta veya galaksiler boyutunda veya melekut boyutunda müşahede ederek o mahalde açığa çıkışını müşahede ederek, kabul ederek, tasdik ederek, o açığa çıkışın manasına saygı duyarak rüku eder.
- Şimdi burada bizim için şöyle bir zorluk var. Her birimde açığa çıkanı tasdik ediyoruz, kabul de ediyoruz ama hepsine saygı duymak… Bilmem ama, bunda zorlanıyoruz.

- Bunda zorlandığın sürece iman noktasında rükû etmiş olamazsın.

- Rükû işini az daha açsak!

- Açarız, secdeyi de açacağız ama önce yatsının hakkını verelim. Geç de bize bir yatsı kıldır bakalım.

Yok, hayatta olmaz. Onun önünde namaz kıldıramam. Ama edepsizlik etmek de istemem. Halimi arz ediyorum.

- İtiraz saymazsanız ben bu gece sizin ardınızda salatı yaşamak isterim.

- “Yeryüzü bize mescid kılındı” ama sen alışık değilsindir, gene de seccade serelim. Şu koltuğun altını aç, seccadeleri çıkar oradan.
Üç seccade seriyorum. Hasbi ve ben arkada Dost önde namaza duruyoruz. Yatsı için kamet ediyorum. Fatiha’yı ondan dinlemek acaba nasıldır?..

Konuşur gibi kıraat ediyor namazda. Ayetleri makama koymadan, konuşur gibi. Sanıyorum Rasulullah da öyle okumuştur. Sonraki devirlerde işe duygusallık ve muhabbet eklenince makam ile okuma gelişmiş. Kim bilir belki de sese yönelip manadan perdelenişimizde bunların da rolü var…

Perdeliliğimizde nelerin rolü var, saymaya kalksak günler yetmez. Neler yaşanmış neler!..
Daimi Namazın Hakikati
Namaz sonrasında AMENERRASÜLÜ okumamı işaret ediyor. Okuyorum. Sonra tekrar balkona çıkıyoruz. Yıldızlara bakarak şöyle diyor :

- Müslümanlar uzun yıllar tüm evren kendileri için yaratıldı sandılar. Oysa ne biz, ne dünya, evrende saman çöpü bile değiliz. Ne büyük gaflet!…

- Evrendeki yerimizi, konumumuzu kavramak kullukla, kulluk da sağlam imanla mümkün değil mi?..

- Evet, ne diyorduk, nerede kaldık?..


Aslında o nerede kaldığımızı çok iyi biliyor. Hafızasının ne derece güçlü olduğunu ortaya koyduğu ilimden fark edebiliyorum. Bu soru beni uyandırmak, dikkatimi tazelemek için.

- Rükû ve Secdeyi açacak idiniz.

- Evet, tamam. Rüku imanın sonucudur! Kendi varlığında yaşarken KIYAMDA OLARAK imanın sonucu; dilinde konuşanın, gözünde görenin, kulağında işitenin Allah olduğunu yaşayarak Fatihayı OKU ‘r ve yaşar, namazın KIYAM ı yerine gelir… Her isim altında esmasının yaratılmışlarda açığa çıktığını müşahede ederek RÜKU yu yaşar.
Herhangi bir mahalden BEN DİLEDİĞİMİ YAPARIM hükmünce, ben şöyle istiyorum dediğinde SECDE EDER. Varlığını yok eder, diyen kalır…İşte DAİMİ NAMAZ ın müşahedemizdeki hakikati!..
- Bu hali bizde diri tutacak metot ne olmalı, nasıl bir gözlem yada müşahede içinde olmalıyız ki Daimi Namaz yaşansın?..

- Güzel soru. Konuyu özetlediğimizde bunu anlayacaksın.

- Peki.

- Demek ki Allah isminin geçtiği anda, nerede neye dayalı olarak geçiyor ise; yaratılmışta esmanın özelliğinin açığa çıktığını görerek o birimin hakikati olan esmayı görebilmek; senin hakikatin olan VECHİ nden yaratılmıştaki VECH e bakmak suretiyle meydana gelir. Dolayısıyla da NE YANA BAŞINI ÇEVİRİRSEN VECHİ GÖRÜRSÜN ifadesinin işaretinin anlamı bu şekilde, burada açığa çıkar. İşte eğer, sende dilemişse, kendini seyretmeyi, bunun adı İMAN ‘dır!



- O zaman şöyle anlıyorum, bana anlatmaya çalıştığınız iman; benim hakikatimde mevcut olan VECHİNDEN yaratılmıştaki VECHE bakmak ile yaşanıyor. Yani, mahlûkata Allah ’ça bakmak diye sadeleştirsem…

- “Allah’ça Bakış” de, “Allah ahlakı ile ahlaklanma” de, “Vechinden veche bakış” de hepsi aynı kapıya çıkar. Yeter ki ne demek istediğimizi doğru anla!

- Eyvallah…
Küfür, Nifak, Şirk Nereye Oturacak?
İmanın hakikati noktasında söylenmek isteneni anladım. Açığa çıkan her esmaya saygı duymamın, yargılamadan seyrin Rükû olduğunu da gördüm. Ama aklıma takılan nokta küfür, şirk, isyan gibi hallerde nasıl bir işleyiş var?.. Bunları kınıyor, yadırgıyor değilim de nasıl bir sistemle bunlar oluşuyor az daha anlamak istiyorum.
Çay faslı bitti. Vakit bir hayli oldu ama gözümde damla uyku yok. Dünyada cennete girmişim ne uykusu?.. Saat kaydım da yok, nehre atıldı saat. Bu anı doya doya yaşamalıyım. İçimden geldiği gibi soracağım :
- İmanın hakikati, esmanın açığa çıkışı, fıtrat… Bunlar tamam gibi..
Küfür, şirk, nifak gibi zuhurlarda ne diliyor acaba?..

- Sende dilemişse kendini örtmek suretiyle yaratılmışlarına bakmayı ; bunun çeşitli tanımlamaları da KÜFÜR- ŞİRK- NİFAK gibi tanımlamalarla anlatılmıştır.


- O zaman küfür, şirk, nifak diye aşağıladığımız, hatta bazen lanet okuduğumuz açığa çıkışlarda da örtülü biçimde kendini seyreden O?..

- Ondan başkası var mı ki?..

- ……


- Bu bakış hiç ucuz değil. Hazmetmek de yaşamak da zaman alacak gibi.

- Biz hep deriz ya, hazmıyla ve kolaylaşarak yaşamak nasip olsun!


Yüklə 0,79 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   12




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin