Galata Bedesteni (Plan: Ekrem Hakkı Ayra-diden)
(İfe:
mesturdur. XV.
asırdaki tertibe sâdık kalınarak etrafında dükkânlar sıralanmışdır; yerin müsaadesiz-liğinden dolayı dükkânlar üç tarafında muhtelif eb'addadır. Dördüncü tarafmdakiler yıkılmış, yalnız duvarlarının beden üzerinde izleri kalmışdır. Dükkânlarda bir ara merdiven ile çıkılan bir asma kat vardır. Evvelce bu katda lonca mahkemesi icrâi kazaa edermiş. Dört kapusundan üçü elyevm muattaldır, ve bina tüccar ardiyesi olarak kullanılmaktadır. Tersane Caddesi üzerindeki esas kapusunun içinden bir merdivenle üstünde binayı dâhilen çepcevre dolaşan gezinti yerine çıkılmaktadır. Diğer Bedestenlerde gezinti yeri varsa da böyle kagir bir merdivene rastlanmadı.
«Bina inşaatı Fâtih devrinin usûlüne uyularak, bir taş, bir tuğla sırası ile ve taşlar arasında şakulî tuğlalar sıkışdırılarak ya-pılmışdır.
«Galata Bedesteni oldukça harabdır. Bilhassa ahşab ilâveler çirkin bir manzara gös-termekde ve dökmecilerin dumanları ile simsiyah bir hâle gelmişdir».
Kıymetli kalem arkadaşımız Üstad Ekrem Hakkının Galata Bedesteni için «Bizi şaşırtmaktadır» dediği mesdi aydınlatmış bulunuyoruz; şöyle ki hicrî 993, milâdî 1585 yılına kadar (Fâtih Sultan Mehmedden Üçüncü Sultan Murad devrine kadar) Galatada
BEDESTEN GÜZELLERİ
— 2362 —
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
~ 2563 -
BKDBSTBN SOYGUNU
bedesten yokdur. 1585 den zamanımıza kadar Galata Bedesteni adını taşıyacak olan ve E. H. Ayverdinin bir Fâtih yapısı olduğunu aydın olarak tarif ettiği bina, Ayasofya vakıfları arasındadır ve bazı gayri müslimlere kiralanmış bulunmaktadır; ki depo olarak kullanılmaktadır; 1585 yılında Üçüncü Sultan Muradın bir fermanı ile bedesten hâline ifrağ edilmişdir. Fermanın sureti şudur:
«Galata Kadısına ve Ayasofya Mütevellisine hüküm ki;
«Sen ki kadısın, mektub gönderüb dergâ-hi muallâm çavuşlarından Süleyman Çavuş ile, sen ki mütevellisin, Galata ehâlisi ile dergâhi muallâma gelüb mahmiyei Galata eşeddi ihtiyaç ile Bezâzistana muhtaç olub dâhili Galatada Loncada (Lonca denilen semtde) vâki olub Ayasofyâi Kebir evkaa-fından hâlen ayda elli akçe ile bâzı kefere icâresinde hâli üzere Bezâzistan olmağa kaa-bil yirmi aded kubbeli kâfiri (?) azîm bina vardır, Bezâzistan olmak rica ideriz dediklerinde üzerine varılub görülüb hakikati hal vukuu üzere ilân oluna deyu ferman olunu-lub dediklerinde hassa nûmarlardan Üstâd Cafer ve müslümanlardan Cemaati kesîre ile üzerlerine varılub görüldükde filvaki zik-rolunan bina tûlen yirmi ve arzen yirmi beş zira olup demir kirişleri ile on altı mermer direk üstünde yirmi aded kubbe ki içerisinde elli beş dolab olmağa kaabü hâli üzere Bezâzistan olmağa muhtemel üç yerden ka-pu yerleri hazır olup heman kapulara muhtaç, kadimden Bezâzistan imiş deyû haber verdiklerin arz eyledigüm ecilden büyürdüm ki... vusul buldukda arz olunduğu üzere mahalli mezkûru vechi münâsib olduğuna göre Bezâzistan yeri olmağıçün tahliye idüb Bezâzistan ettirüb tâlib olanlara verüb sen ki mütevellisin icârelerin vakıf için alub kabz eyliyesin (bâ hattı hümâyun), fî 29 zilhicce 993».
Fermanda «kâfiri bina» tâbiri ehemmiyetli değildir. Bu kayıd, Divânı Hümâyuna arz edilen talebnâmeden alınmış olacağına göre, bu talebnâmeyi yazanların yapı sanatının şahsiyetini tefrika kaadir oldukları asla iddia edilemez. Galatada bulunması da bu tâbirin düşünülmeden kullanılması kâfidir. Fakat bu günkü binanın 9 kubbeli oluşu,
Galata Bedesteni için Evliyanın 12 kubbe, bu fermanın da 20 kubbeden bahsetmesi üzerinde durulacak noktalardır.
Galata Bedesteni için Evliya Çelebi şunları yazıyor;
«Der evsâfı dekâkîni şehri Galata — ... On iki kubbeli (?) kurşun örtülü Fâtih Be-destanı vardır ki bir çok metâı vardır.
«Esnafı Tâcirânı Bedestânı Galata — Bu da kale gibi dört demir kapulu ve kurşun kubbeli, 200 dolablı, yüz aded pâsbanlı (bek-cili), elli aded dellallı metin bir bedestendir. Cümle neferâtı 200 olub burada İstanbul bedestenleri gibi zî kıymet bey'ü sera olmaz. Metâları çuha kumaş, Sakız kemhası, Sakız dimisi, Cezâyer ihramlarından ibarettir. Bunun adamları müsellah olarak Bedestânı Cedid neferâtı ile tebdili câme iderek ubûr iderler, zîrâ ekserisi cezâyir (adalardan gelmiş) rumlarmdandır».
Bibl.; Ekrem Hakkı Ay verdi, Fâtih Devri Mimarisi; Nureddin Rüştü Büngül, Eski Eserler Ansiklopedisi; Mehmed Zeki PakaJm, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri; osman Nuri Ergin, İslâm Ansiklopedisinde Bedestan maddesi: Türk Ansiklopedisi, Bedestan maddesi; Ahmed Refik, Onuncu Hicrî asırda İstanbul Hayatı.
BEDESTEN GÜZELLERi — Divan edebiyatının kadim ananelerine uyularak, başda İstanbul, büyük şehirlerin esnaf civanları, güzelleri sânında yazılan «şehrengîz» adlı manzum risaleler, esnaf güzelleri destanları arasında Bedestenli güzeller de unutulma-mışdır (B.: Esnaf Güzelleri; Şehrengîzler).
Mehmed Zeki Pakalın «Osmanlı Târih Deyimleri ve Terimleri» adındaki büyük değerli Bedesten maddesini vâdid'in şu kalen-derâne beyiti ile bağlayarak bir zerâfeti edebiye göstermişdir:
Şevk ile azm îdüb Bedestâne
Tâbib oldum metâı cânâne!
İstanbul Ansiklopedisine, halk hayatı, halk edebiyatı, halk şöhretleri üzerine kıymetine bahâ biçilmez notlar, vesikalar, hâtıralar, resimler, manzum ve mensur risaleler tevdi etmiş olan büyük İstanbullu, ve bilhassa âşık olduğu semte nisbetle büyük Üsküdarlı halk şâiri Vâsıf Hocanın yukarıda bahsettiğimiz lûtufkâr bağışları arasında adı meçhul ve ne zaman yaşadığı da kaydedilmemiş
bir Bedesten Güzeli için bir destan vardır. Bu destanın sonunda halk şâiri kendisinin kürdistanlı olduğunu söyleyor ise de biz, üslûbuna, edasına, ve hattâ sevdiği için dâima fırsat bulup kullandığı kelimelere bakarak bu destanın yine bir Üsküdarlı olan halk şâiri Âşık Râzî'nin kaleminden çıkmış olduğunu tahmin ediyoruz. Destan şudur: 1. Elmas mı yakut mu zümrüd mü disem
Sureti beşerde melek mi bilsem
Lûtfetse de pâyi billurun öpsem
Nevreste civanım bedestanlidir 2. Hâcegîzâdedir meşrebi sofu
Dilberi açmışdır o siyelı sofu
Salavat çekerek lahavle oku
Başında destan taylesanlıdır
-
O ağız o burun o kaş göz resira
Kâküli müşkîni deste ibrişim
Bürümcük pîreheıı hilâli kesim
Hem güllü çatmadan al mintanlıdır
-
Ya sesi efendim o güzel sesi
0 sesin meftunu hep müşterisi
Kaşının üstüne eğmiş al fesi
Bıçkmlıkda dahi anlı şanjıdır
5. Şalvarı firengî çuhanın hası
Gülpenbe topukda şalvar paçası
Çileden çıkarmış çarşıda naşı
01 keman ebru Ey yubsult anlıdır
6. Seher vakti Eyyubdan ol mehpâre
Suvar olur esbi sabâ reftâre
Seyre çıksuıı düşmek isteyen nârc
Öyîe âteşpâre delikanlıdır
"1. Lâhurî salı var ince belinde İnci tartar terâzusu elinde Ol şîvekâr bedestan güzelinde Yanaklar da gamzei fettanlıdır
-
Mescide vardıkda nazlı edalı
Abanoz nâlini tıkırdamalı
Pâyini bûs iden tasma sırmalı
Abdest aldığı su çağlayanlıdır
-
Hemdenıi o gülün bed avaz dellal
Ya kapkara kıllı elıremen hammal
Hâceye okuyub bir sürü maval
vYıldızı o şûhuıı seret anlıdır
10. Kara bulut içre ol ay parçası Nola ben de olsam lala hâcesi Bulamazken berber hamam akçesi Dasitanı yazaıı da kürdistanlıdır. BEDESTEN SOYGUNU V AK'ASI —
On altıncı asır sonlarında büyük bir hırsızlık
vak'asıdır ki; bankaların ve banka kasalarının bulunmadığı, halkın mücevherlerini ve paralarını İç Bedestendeki emânet sandıklarında sakladığı o devirde İstanbulda derin akislerle büyük heyecan uyandırmışdır.
Hicrî 999 yılı cemâziyelevvelinin başlarında (milâdî şubat-mart 1591) Eski Bedestende (İç Bedestende) bir sabah (Bir cumartesi sabahı bedestenciler bâzı emânet sandıklarını açılmış görerek fevkalâde heyecana düşdüler, «Kimin işi olsa gerek» denildi, bâzıları : «Bu hâricden adam işidir, biz cuma günü: namaza gitdiğimizde fırsat düşürüb mahzenlerde gizlenmiş ve sonra bu işi işle-mişdir» dedi, açılmış emânet sandıkları evvelâ kabaca yoklandı ve çalınan paranın 20-30 bin altın arasında olduğu tahmin edildi; bu kadar para bedestenden kolayca çıkarılıp götürülemezdi, bücün mahzen ve dolaplar (dükkânlar) yoklansın denilerek hükümete haber verildi. Divânı Hümâyun tarafından vak'amn tahkikine İstanbul Kadısı Çivizâde Ali Efendi, Yeniçeri Ağası Mehmed Ağa ve Subaşı Rıdvan Çavuş memur edildiler.
Eski (İç) Bedesten on beş gün kapalı; en emin yer bilinen İç Bedestende emânete ihanet îstanbulda o kadar derin bir teessür yaratdı ve büyük bir yılgınlığa sebeb oldu ki halkın ve esnafın bir birine güveni kalk-dı ve büyük şehrin günlük hayatı aksadı; meselâ bir mahalle sakası bile evlerdeki veresiye su parasını toplamaya kalkdı.
Bedestende bütün tüccarın dolapları ve mahzenleri arandı, kendi eşya ve paraları, emânet eşya ve paralar defterleri ile tedkik edildi, dellallar ve kefilleri teftiş edildi, be-destenciler zincire vurulup cümlesine muhkem işkence edildi, hırsız ve çalınan paralar bulunamadı.
Bedestenin Kuyumcular kapusu dışında ve kapunun hemen yanında misk ve anber satan bir iranlının dükkânı altındaki mahzenin kiracısı bir delikanlının hâlindep şübhe-lenen Rıdvan Çavuş bu mahzeni aradı, evvelâ bir yığın boş para kesesi buldu, mahzenin zeminine döşenmiş hasır ve çuval parçaları kaldırılınca da çalman paralar bulundu; oğlan keseleri boşaltmış, içlerinden çıkan altın, kuruş ve şâhî akçeleri yere teker teker istif etmiş ye üstüne de bu hasır ve çuvalları yay-
BEDEVÎ TARİKATI
— 2364" —
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
— 2365 —
BBDlA
mışdı; miskti, iranlı ile beraber tevkif edilerek istanbul Kadısı ile yeniçeri ağasının huzuruna götürüldü; orada tazyike lüzum kalmadan suçunu itiraf etti:
— Kimsenin vebaline girmeyin, bu misk
ci acem de masumdur, bu işi ben kendi ba
şıma kurdum ve fırsat düşürüb yapdım, hâin
berhurdar olacak değil, amelimin cezası ne
ise çekeceğim., dedi.
Rıdvan Çavuş da:
— Ben seni eşeddi siyâsetle (işkence
ile) katledeceğim., dedi. Fakat devrin pâdi
şâhı Üçüncü Sultan Murad «Şu hırsızı me
rak ettim, getirsinler göreyim, ne biçim
adamdır» diye emretdiğinden delikanlıyı pâ
dişâhın huzuruna çıkardılar, oğlan: « Madem
ki günahkârlığımı gördüler, şevketli pâdişâ-
'hımız kolay bir ölüm ihsan etsinler» dedi;
suçlunun dileği arz edildi, Sultan Murad:
«Assınlar, siyâset olunmasın» dedi. Genç
hırsızı asdılar, çalman paralar sahihlerine
iade edildi.
Bibi.: Selânikli Tarihi.
BEDEVİ TAKÎKATİ TEKKELERİ —
îstanbulda muhtelif tarikatlara aid kurulmuş tekkeler üzerine tek rehber Üsküdarlı Ah-med Münib Beyin «Mecmuai Tekâyâ» adındaki 16 sayfalık risâlesidir. Hicrî 1307 (M. 1889 - 1890) de basılmış olan bu risalede yerleri, isimleri ve âyin günleri ile tesbit edilmiş 305 tekke içinde 8 Bedevi Tekkesi bulunmaktadır ki şunlardır:
Eyyubda İslâmbey Mahallesinde İslâm-bey Tekkesi (âyin günü Cuma), Çenğelkö-yünde Şeyh Ahmed Efendi Tekkesi (âyin günü cumartesi), Kasınıpaşada Tatavla altında Ebürrizâ Tekkesi (âyin günü pazar), Beylerbeyinde Şeyh Hâmil Tekkesi (âyin günü pazar), Üsküdarda Toptaşında Şeyh Hasib Efendi Tekkesi (âyin günü pazartesi), Kasınıpaşada Uzunyolda Arabzâde Tekkesi (âyin günü salı), Ağaçkakanda Ağaç kakan Tekkesi (âyin günü çarşamba), istavrozda Dere içinde Şeyh Hüseyin Efendi Tekkesi (âyin günü perşembe).
BEDEVÎ TEKKESt SOKAĞI -l Boğaz içinde Beylerbeyi köyünün sokaklarından; köyün Küplüce tarafına doğru sırtda, Abdullah Ağa Çeşme sokağı ile kırlık arasında uzanır; bir araba geçemeyecek kadar dar, ka-
bataş döşeli iken bozulmuş, toprak yol hâline gelmişdir; sağ tarafı bir bağçe duvarı, sol tarafı açık, arsadır. Sağda Hacı Rüstem sokağı ile bir kavuşağı vardır, bu noktadan sonra biraz genişler, fakat bakımsız bozuk hâli devam eder; kagir, ahşab, bağçeli, bağ-cesiz evler arasında uzanır, yine sağ tarafda Hacı Kerim Sokağı ile iki kavuşağı vardır, bu ikinci kavuşak noktası geçilince bostanlar arasında sona erer; sokağa adını veren tekke bu kısım üstünde, sol tarafda geridedir. Yol kenarında haznesi kesme taşdan, ayna taşı ve teknesi mermer, kitâbesiz, lülesiz bir susuz çeşme vardır. Üzerine çimentodan parazit bir terkos çeşmesi oturtulmuştur, üstünde 23-5-1950 tarihi hak edilmiştir.
Bu sokağa adını veren tekke târikatlerin ilgasında mertûk kalmış, 1938-1940 arasında bir kış günü bir kar fırtınasında çökmüş ve enkazı kaldırılmışdır, 1960 yılında temel harabesi duruyordu. Yanında tekkenin banisi ile ailesinden bâzı kimselerin medfur bulunduğu türbe ve yıkık dergâhın iki katlı ahşab bir ev olan harem kısmı duruyordu.
Tekkenin banisi Şeyh Seyyid Said Efendi olub rivayete göre aslı Suriyelidir; ölümünde büyük oğlu Nesib Efendi, onun ölümünde de Said Efendinin ikinci oğlu Meh-med Efendi şeyh oldular; Mehmed Efendi 1960 yılında hayatda idi, bu dergâhın üçüncü ve son şeyhidir.
Türbe kagir binadır, üç basamak taş merdivenle çıkılır; türbenin sağ tarafı sımâ-hâne idi, yalnız mihrabı kalmışdır, dergâh çökdüğünde o tarafa bir duvar örülmüşdür. Haremde Şeyh Nesib Efendinin kızı otur-makda ve aile türbesine bakmakda idi (ekim 1960).
Hakkı Göktürk
BEDEVÎ TOPU — Bedevi tarikati men-sublarınm toplu olarak zikirlerinde en cez-beli anlarındaki hallerine bu tarikata men-sub olmayanların takdığı isimdir. Mehmed Zeki Pakalın «Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri» adındaki eserinde bu sahneyi şöyle tarif ediyor: «Bedevi tarikati mensubları-nın ayakda yapdıkları zikrin eri ateşli sıralarında birbirlerine sarılarak ortalığı sarsan bir heyecanla yapdıkları âyin hakkında kullanılır bir tâbirdir. Tarikat mensubları sım-
sıkı bir küme hâline geldikleri için zikrin . bu kısmına o ad verilmiştir».
Bedevi âyinleri yalın ayak, baş açık, belden kuşakla sıkılmış bir entari ile soyunuk yapılırdı. Top hâline geldiklerinde de birbirlerine arkadan ve belden sarılırlardı. Târikatlerin aleyhinde bulunanlar, «mecazî aşk» adı altında avâmî aşkın alâka yoluna pervasızca sapdıklarmı söyliyenler bedevileri de bu bedevi topu ile ittiham ederlerdi, olgun çağlardaki dervişlerin taze genç dervişlere sarıldığını, en güzel bir delikanlının da topun ortasına geçirildiğini söylerlerdi. Bu yönden bu tâbir Istanbulun eski tulumbacı ağzına, külhâni argosuna da girmişdir, meselâ: «Ulan o ne biçim şakalaşma öyle be-devî topu gibi!», «Arife gecesi hamama gidilmez, bedevi topuna girersin!» denilirdi. Ali Çâmiç Ağanın (B.: Çamiç Ağa, Ali) da 1901 yılında Topkapusu civarında bir evde sık sık yapılan garib toplantıları tehzil yollu bir kıt'ası vardır:
Hânei mâhûdun semti Topkapu
Açılmaz top ile dövülse kapu
İçerde cem idüb taze rûleri
Kalenderler olmuş bedevî topu
BEDÎA — Ahmed Rasimin bir uzun hikâyesi ve bu hikâyenin kahramanı olan kibar fahişenin adı; muharrir bu hikâyesini «Güzel Eleni» adında diğer bir hikâye ile, beraber «İki güzel -günahkâr» adını verdiği kitabda neşretmişdir.
Bedîada vak'anm ne zaman, hangi devirde geçdiği hiç' belirtilmemiştir, biz ikinci Sultan Abdülhamidin son yıllarına yakışdır-dık; fakat yakın geçmisde istanbul hayatını bilenler Rasimin Bedîasmı ancak İkinci Abdülhamidin son devri ile meşrûtiyetin ilk yıllarında yaşatabilirler.
Hikâyenin başında Bedîayı kirli hayatının yirmi yedinci yılında, müstesna güzelli-. ğinin sönmeğe başladığı devirde buluyoruz. Bu hayata, sefihâne yaşayan varlıklı bir ailenin bahtsız kızı olarak düşmüştür. İlk tanıdığı erkek mahallesinin gençlerinden biridir, büyük suçlu olan anası kaza karşısında -susmağa mecbur olmuştur ve kız bu yoldaki öbür adımlarını tam bir hürriyet içinde atmış, İstanbulun namlı bir yosması olmuştur. Aile serveti sefâhet yolunda tükenince
konak yavrusunda ana kız kalmışlardır. Be-dîanın eline düşen erkekler «hokkabazların adam soydukları hücreye girer gibi kızın âşi-yânı visaline devam edenler çırıl çıplak çıkıyordu». Fakat yirmi yedi yıl boyunca Bedîa aşk nedir bilmez, zira aşk, bu yoldaki kadınlar için tehlikelidir, işe kesadlık verir. Yalnız bir erkek sevmişdir, «Nazım»ı, ondan da bir aile ocağı yıkarak ayrılmışdır.
Ahmed Râsim bu uzun hikâyede yakın geçmişdeki İstanbuldan çok canlı ve renkli sahneler çizmişdir; bu satırlar târih ve cemiyet ilmi için kıymetli vesikalardır.
1908 - 1910 arasında bir yosma evi — İbrahimpaşa Hamamını geçin (saraçhâneba-şında), bir az daha ilerleyin, sağ taraf muzdaki viraneye nazır köhne bir ev görürsünüz, isterseniz çat kapu içeri girin.
«Bir az harab olmakla beraber oldukça geniş toprak avlusu loş, alt odaları karanlık, tezyinatdan mahrum. Orta kapudan sonra malta döşeli bir avlusu daha var. Merdivenleri her adımda gıcırdayor, korkulukları oy-nayor. Sofada şayanı dikkat bir şey yok-Yalnız bir amerika saati tik tak idüb duru-
yor.
«Yukarı kat da bunun aynıdır.
«Çıt yok. sakinleri ekseriya susar, hattâ
Bedîa (Romanın resimlerinden)
BEDÎA
— 2366 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 236T
BID't BESMELE
Bedîanm son evi (Romanın resimlerinden)
îtiyad hâline gelmiş, her zaman yavaş yavaş yürürler.
«Sofaya açılan şu üç odanın hiç biri diğerine benzemez, fakat hepsi temiz, topludur.
«Bâzı geceler bir şulenin (lâmba yamud şamdan) birbirini müteâkib odalardan bir kaçma girip çıktığı pencerelerinin aydınlanıp kararmasından anlaşılır.
«Her oda başka bir hizmete tahsis edil-mişdir. Evvelâ (yosmanın erkeği beklediği) odaya girelim:
Epeyice geniş, duvarı kâğıd kaplı; ötesinden, berisinden -üzül, büzülmüş. Sağda bir konsol, üstünde mustatilî, ceviz çerciveli bir ayna önünde bir kaç bardak, tepesin bir dal şap. Yan tarafında mavi tül örtülü bir çiçeklik, ortada idi, yüksek bir bakır mangal. Kadifesinin havı dökülmüş yan yana iki koltuk. Bir hasır iskemle. Pencerelerin kenarın-ca minder, kumaşının rengi, nev'i, çiçekleri sakız gibi beyaz patiska örtü altında nihan. Tavana asılmış çift lâmbanın biri söndürülmüş, gaz kokuyor.
«Kadın (Bedîa) köşe penceresinin önüne oturmuş, yanında annesi.
«Üst katda yatak odası: Eski ceviz bir karyola en büyük eşyasındandır. Bir tarafı
azıcık çökmüş, pek çok yıpranmış olduğuna delâlet idecek sûretde kirli bir manzara almış, fakat yorgan, yasdık gibi teferruatı son derecede temiz. Ortada aşağı mangalın ayni bir mangal. Köşede ufak bir lavmana. Yine pencerelerin hizasında bir minder. Duvarda zincirli bir saat, Rusyada kurt avını musavver basma bir tablo. Karyolanın dayandığı duvarda sâde bir çerçeve içinde bir fotoğrafı.
1908 - 1910 arasında bir yosmanın erkeği evine kabulü şekli — Pendere önündeki (Bedîa) kımıldadı, titrek bir ses ile:
— Anne! galiba o?..
«Bir daha sokağa dikkatlice bâkdıkdan sonra yerinden fırladı, iki kadın sofaya b,e-râber çıkdılar. (Anne) sol tarafda ta ucda bulunan odaya doğru yürüdü. (Bedîa) elinde hiç bir ışık olmadığı halde bîr haritaci zihniye ile merdivenleri inerek, orta kapudan küçük bir idare lâmbası ile aydınlık duran toprak avluya geçdi, kapuya doğru yavaş yavaş sokularak açılacak kanadı tarafına gecdi. Hâricden hafif bir ayak patırdısı yaklaşa yaklaşa gelirken durdu. Kesik bir öksürüğü müteâkib fiske gibi üç darbe işidildi. Kapu yavaş yavaş açıldı. İçeriye helecan ve teneffüsü bir birine karışmış bir vücud zorla sigar
gibi girdi. Girer girmez yere kadar eğilerek kandilli bir temenna kondurdu: — iki gözüm sizi tasdî ettim!...
— Estağfurullah efendim, ihya buyurdunuz...
İkinci Abdülhamid devri sonlarında varlıklı bir ailenin kızlarını fuhşa sürükleyecek sefih hayatı — Bedîa kibar bir aileye men-subdur. Pederi zengin, o nisbetde de zevk ve sefahate düşkündü. Konakda avazı tarab, türlü türlü âhenkler ...
«Kız o zaman henüz dokuz yaşlarında. Haremden selâmlığa geçer. Salon şuleler içinde, ortada sofra, kalabalık, genç, ihtiyar, sazende, mukallid bir takım halk.. Salona çıkar çıkmaz ayakları yerden kesilir, kucak-dan kucağa intikal eder. Bütün hararetli ağızlar kendini öper, sıkar, bâzan gıcıklar, güldürür, o sevildiğini gördükçe bayılır, pederi hareme çekilinceye kadar hâyi hûyi mes-tâne içinde eğlenirdi.
«Harem de selâmlığın mâkesi: Orada da ayni cemiyet, sevici alayları, eğlenceli velveleler. Anası, kız kardeşi, Çinili Hamam natırı, usta kadın, Hanende Zeyneb, Sıracı Leylâ, Kartopu Behiye, Ömrüm Mahbub, Ebe Şâhende gibi o zamanın zürefasından sayılan kadınlar. Kız bu cemiyetden pek haz etmiyordu, zira burada çimdik, meme sıkmak gibi can yakıcı şakalar vardı. Fakat âhenk-den, hele rakısdan pek ziyâde haz ediyordu. Anası o cemiyetin reisi makaammda idi. Arkadaşları ile mülâtefesinde kızına da saldırır, üzer, utandırırdı.
İkinci Abdülhamid devri sonlarında kibar bir yosmanın şöhret oluşu — (Bedîa) çabucak serpildi. Baharı hayat o nakli müzeyyenin turrelerinde sünbüller, yanaklarında güller, gözlerinde rengin in'itaflar, gönüller alıcı nazarlar, dudaklarında iki katmerli gon-celer vücûda getirdi, dimağında da heves denilen hissi uyandırmışdı. Durup dinlenmek onun için değildi, bir istical, bir telâş., gönlü bir şey istiyordu. Yaşmak ferace ile ilk defa sokağa çıkdığı zaman anasının bile nazarı dikkatini celbetti. Bu bir kız değil, çiçekli bir servi hirâman idi.
«Veli Efendi Mesiresi zamanı kırlarda böyle bir perîzâde letafetin görünüşü halkı çıldırttı. Arabada kurulup oturuşu, yumuk
pamuk elleri ile yelpaze sallayışı câlilei dikkatti. Avdetde arabalar sıra ile dizilerek ona bir resmi geçid yapdılar. Bir sıra kafa, bir alay laf o arabayı tâ hanenin kapusu önüne kadar teşyî etti. Kız muvaffak olmuşdu».
Ahmed Rasimin «iki güzel günahkâr» adındaki eserinin bu ilk hikâyesi ceb kitabla-rı boyunda 80 sayfadır.
BED1 BESMELE — Çocuğun okumaya başlatıldığı gün yapılan bir dua töreni idi; bu vesile ile çocuğun babası, velîsi tarafından kudretinin yetdiği kadar sabiyi okutacak hoca efendiye münâsib bir hediye, akrabaySj ahbaba, konu komşuya da bir ziyafet verilirdi ; sabiye de, o günün hâtırası olarak kıymetini ancak büyüdüğünde takdir edeceği bir hediye verilirdi. Bilhassa erkek evlâd sâhib-leri için «Bed'i Besmele», sünnet düğünü gibi bir aile mürüveti bilinirdi. Çocuk, yeni esvablar giydirilmiş, başında, nazarlıklı, elmaslı bir nefes, veya külah, takke, münsâsib bir serpuş ile getirilir, evvelâ hocası olacak zâtin, sonra babasının ve diğer davetlilerin ellerini öper, hocanın önünde diz çöküb oturur; hoca efendi tarafından, sabiye, zihin açıklığı dileyen kısa bir duadan sonra bir besmele çektirilir ve törene son verilirdi. Zamanımızda tamamen terkedilmiş masum bir gelenek idi. «Bed'i Besmele», yâhud «Bed'i Besmelei Şerife» töreni çocuğun evinde yapılırdı; çocuğun okula gönderilmesi ile ayrı bir törene tâbi idi, ve halk ağzında «Âmin Alayı» denilir idi (B.: Âmin Alayı).
Lügat mânâsı ile «Besmeleye Başlama» demek olan «Bed'i Besmele» töreni, bu mürüvveti gören ailenin içtimaî mevkiinin ve servetinin yüksekliğine denk parlaklıkda olurdu. Şehzadelerin Bed'i Besmele cemiyetinde ise Şeyhül islâm Efendi, Anadolu ve Rumeli Kadıaskerleri Efendiler ve Nâkibül eşşâf Efendi, caray protokolü ve Osmanlı Hanedanı an'anesi gereğince hazır bulunurlardı. Şehzadelerin Bed'i Besmele Cemiyetleri sarayda yapıla gelirken İkinci Sultan Mahmud oğlu Abdülmecidin Cemiyetini Haydarpaşa-da îbrahimağa Çayırında bir meydan düğünü hâlinde yapdırtmışdı. Vak'anüvis Lütfi Efendi hicrî 1247 senesi vak'aları arasında ve on satırla şöylece anlatıyor, sekiz sene sonra Osmanlı imparatorluğu tahtına oturacak olan
— 2368 —
— 2869—
BEDİÎ PAK
prens o târihde 9 yaşındadır;
«Şehzâdei civanbaht Abdülmecid Efendi Hazretlerinin 1247- senesi rebîülâhirinin onyedinci günü (milâdî 25 eylül 1831 pazar günü) Bed'i Besmele Cemiyeti münasebeti ile Üsküdarda İbrahim Ağa Çayırındaki kasrı, hümâyûn önünde bulunan sahraya on sekiz direkli gaayet zarif ve müzeyyen bir otak ile şâir çadırlar kuruldu. Devlet erkânı, ulemâ, askerler, mekteb çocukları ve şâir davetlilerle halka bu çadırlarda ziyafetler çekildi».
Bibi..- Lütfi Tarihi, ni; m. Z. Pakalın, Osmanlı Tarih Deyim ve Terimleri.
Bediî Faik (Resim: B. Seren)
BEDİÎ FAiK — Zamanımızda İstanbul Basınının en seçkin kalem sâhiblerinden ve günlük «Dünya» gazetesinin iki sahibinden biri (B.: Atay, Falih Rıfkı); hür vicdan ile selîm aklın ışığında humorist münekkid; babası İstanbullu avukat Faik Bey, annesi Balıkesirli Faika Hanımdır; kendi nüktesidir, «ilk poletikayı doğarken yapmışım, gözlerimi dünyâya, l mayıs 1921 de Balıkesir ile îstanbulun tam ortasında, Bandırmada aç-dım» diyen Bediî Faik ilk okulu îzmirde, Liseyi İstanbulda okudu, tıp tahsilini doktor olmasına ramak kala terkederek bir müddet tütün ticâreti ile meşgul oldu, tam muvaffak olacağı sıra gazeteciliği tütüncülüğe tercih etti. 1945-1946 yıllarında ilk yazıları «Tasvir» ve «Son Saat» gazetelerinde çıkdi; her iki gazeteye de her gün birer fıkra ve haftada ikişer sohbet yazmağa başladı. 1946 da «Demirkırat» adlı siyasî bir halk gazetesi çıkardı; büyük boyda ve haftada iki defa yayınlanan bu gazetenin hemen dörtte üçünü sendi kalemi ile doldurdu; bir taraftan da bâzı dergilere fıkralar, sohbet makaa-leleri yazdı 1948 de Ali Naci Karacan Is-viçreden dönüp «Tan» gazetesini yeniden çıkarmaya baş ladığinda mesaî arkadaşı olarak Bediî Faiki seçdi ve Tan'ı birlikde yürüttüler, fakat gazetenin adı,
İSTANBUL
Zekeriya Sertelin çıkardığı «Tan» gazetesinin macerası dolayısı ile sevimsizdi, Bediî Faik'in teklifi ile «Milliyet»'e çevrildi. O tarihlerde «Milliyet» Demokrat Partiyi destekliyordu. 1950 seçimlerinde Demokrat Parti iktidara geçince, yeni hükümetin ilk işlerinden biri arabca ezanın tekrar kabulü oldu; D. P. iktidarının dini siyâsete âlet etme yolunda ilk tâvizi olan bu mesele karşısında Bediî Faik D. P. hükümetini tutmakda kararlı görünen Milliyet gazetesinden ayrıldı ve D. P. erkânının teklif ettikleri vazifeleri red ederek «Yeni İstanbul» gazetesine intisab etti. Bu sıralarda da, İstanbul Radyosunda yapa gelmekde olduğu soh- , betlere, tamamen gayrî siyasî olduğu halde, gazetedeki tenkid yazılarından ötürü son verildi. D. P. iktidarı ile muharrir arasında amansız mücâdele de bu suretle baeladı, 27 mayıs 1960 ihtilâline kadar devam etti.
1951 de, iki yıldanberi âzası bulunduğu radyo danışma kurulundan çıkarıldı; bunları da 1960 yılına kadar devam edecek olan ve sayısı yüze yaklaşan basın dâvaları tâkib etti. 1952 de Falih Rıfkı Atay «Dünya» gazetesini kurunca, Bediî Faik bu gazeteye evvelâ bir yazar olarak intisab etti, sonra gazetenin yarı yarıya ortağı oldu. 1954 de, kanunlarımızda yeri olmayan Karakuuşî bir hükümle, «fazla suç işlemesine mâni olmak için» tevkif edildi; yine basın tarihinde görülmemiş hâdisedir, «Tekelonya Cumhuriyeti» adlı bir romanının neşri, sâdece gazetedeki ilânları üzerine tefrika başlamadan yasak edildi.
Evlidir; bir oğlu ve ikiz kızları olmak üzere üç evlâd sahibidir. En aşırı merakı giyinmekle evini tanzim ve tertibidir, kazancının büyük kısmı pek cömertçe bu iki yer-da harcanır; öylesine ki evinin iki odası es-vab dolabı olmuşdur.
Siyasî partilere girmemişdir, «gazetecilik biraz da muhalefet anlamına gelir» diyor; «Yazılarına bayılırım» dediği muharrirler Falih Rıfkı Atay, Mantaigne, Steinbeck, Oscar Wiîde, Bernard Shaw'dır; «hayatımda iki şeyden de nefret ederim diyor; Bl Vitamininin kokusu, ve lâubalîlik». Ciddiyeti zarafeti ve nüktedamlığı ile süslediği, samimiyeti de lâubalîliğe düşürmediği bütün yazı-
ANSÎKLOFEDİSÎ
larında görülür.
Kitab hâlinde yayınlanmış eserleri: «Efendime söyliyeyim» (Fıkralar, 1953); «Yalancı» (Roman, 1954); «Bir garib ada» (İngiltere seyahati notları, 1955); Sam Amı-canın Evinde» (Amerika seyahati notları, 1956); «Hitler anlatıyor», «Ay Bizimdir».
Dostları ilə paylaş: |