Üstte geçen hatıra vesilesiyle, bizzat Sungur Ağabeyden dinlediğim hapishaneye aid elim bir hadiseyi kaydetmek icab etti:
"Hapisde Kerim isminde genç bir mahpus vardı. Refet ağabeyden Kur'an-ı Kerim öğrenmiş ve Nur talebelerine muhabbet bağlamış ve Hazret-i Üstad'a gönül vermişti. Bu genç bir ara hastalığı dolayısıyla üç ay rapor almış, hapisten ayrılacağı zaman Hz. Üstad'ı ziyaretle ellerini öpmek isterken, birden adî bir gardiyan gelmiş, Üstad'ın yanında, yani kapıda tebdil-i hava için ayrılacak olan Kerim'i tokatlamış."
Hz. Üstad, bu hadiseyi zaman zaman anlatırken şöyle derdi: "Ben Rus'un cabbar kumandanına ehemmivet vermediğim, kıyam etmediğim ve ölüme gülerek gitmeye hazır olduğum halde, şurada bir adî gardiyan benim yanımda talebemi tokatlayıp hakaret etmesine seyirci kalmamın ve tahammül etmemin elbette sebebi vardır. Asayişi muhafaza..."
3- İnebolulu İbrahim Fakazlı Ağabeyin hatırası: (mealen)
“Afyon hapis hadisesinde (dışarıdan)hapisteki Nur kardeşlerime tesellici mektuplar yazmiştım.Bunlar Hapishane idaresini eline geçirmiş.Ayrıca benim Afyona gidip hapistekilerle görüşmem dahi tesbit edilmiş.Afyon mahkemesi 17 Ağustos 1948 Perşembe günü yapılan gizli bir celsede
1358
benim tevkifimede karar verilerek, İneboluya bildirilmişti. Bunu duydum ve 10 Eylül 1948 Cuma günü sabahı Afyon savcısına gittim ve teslim oldum.
(18) Son Şahitler-1 S: 381
1359
1578
Afyon hapsimde iken, gaz tenekelerinden mamul herkesin mangalları vardı.Benim birgün mangalım unutularak avluda kalmıştı.Bunun için bir gardiyan cezalandırmak için çağırdı.Mmanğalın benim olduğunu söyleyince,o gardiyan bana vurmak için elini kaldırdığı sırada,bir baktım, hz.üstadın sarmaşıklar ortasından bana bakan mubarek gözleri projektör gibi parlıyor.Aynı anda Baş gardiyanın bağıran sesi.. ve “vurma bırak gitsin” müdahalesi duyuldu.. öylece hz. üstadın yardımıyla dayaktan kurtuldum .”
(Son Şahitler-5 sh. 24-34)
4- Afyon hapsinde Nurcu olarak maznun bulunmuş ve Hazret-i Üstad'ın "Akrabam" diye talebeliğ'ine ve hizmetine kabul ettiği Emirdağlı merhum Hattat muhterem Mustafa Acet şunları söylüyor:
"Afyon hapsine Üstad'la birlikte girdiğimiz zaman yirmiüç yaşında idim. 1947'de askerden yeni gelmiştim. Ceylan Çalışkan benim akrabamdı. İlk defa Üstad Bediüzzaman'a beni o götürdü. Heyecanla bu görüşme gününü beklemiştim. Daha önce Üstad'ın kıymetli eserlerini biraz okumaya başlamıştım.
Afyon hapsine benim girişim, bir isim benzerliğinin neticesidir. Terzi Mustafa gidecekti, benim de adım Mustafa olduğu için, bu piyango bize isabet etti. Kader-i İlahinin bir rahmeti oldu. Hapishanede Kur'an harflerini öğrendim. Yazı yazmaya başladım. Kur'an okumayı ilerlettim. Afyon hapishanesi gerçekten benim için bir Yusufiye medresesi oldu. Hapishaneden çıktıktan sonra, on yıl Emirdağı'nda imamlık yaptım. On dört yıldır da, Diyanet İşleri'nde hattat olarak görev yapıyorum. İşte bunlar, Üstad'la beraber olmanın, ona gönül vermenin sadece dünyada görülen küçük bir meyvesidir....
Hapis hayatımız onbir ay sürdü. Üstad, gazetelerden bilhassa İslam Dünyası ile ilgili haberleri takib ederdi. Büyük Cihad, Hür Adam, Ehl-i Sünnet, Sebilür-Reşad ve Büyük Doğu mecmualarını takib ederdi, okuttururdu. Ben de bazen kendilerine okurdum....
Afyon mahkemesinde bir duruşma esnasında namaz vakti geçiyordu. Üstad çok hiddetlenmişti. Savcıya hitaben:
1360
"Biz namazın hukukunu müdafaa için burada bulunuyoruz. Başka bir suçumuz yoktur." dedi ve durmadan yürüyüp çıktı. Mübaşir de arkasından gitti. Kalem odasında namazını kıldı....(19)"
(19) Son Şahitler-1 S: 28
1361
1579
1362
1580
5- Merhum Albay Hacı Hulusi Bey'den Afyon hapis hadisesiyle ilgili bazı rivayetler: (Bu rivayetler Hazret-i Üstad'dan duyulmuştur.)
"1948 yılında Afyon'da, hapishaneye seni de yanıma almak istedim. Fakat sonra vazgeçtim" dedi.
İkinci rivayet: "Afyon'da savcının ısrarla Nur talebelerinin isim ve sayılarını sorması üzerine, Hazret-i Üstad:
"Afyonu hapishane yap, ben de talebelerimin hepsinin ismini söyliyeyim" diye cevab vermiş.(20)"
6- Afyon hapis hadisesinde müdafi' Avukat sıfatıyla mahkeme safahatını takib etmiş ve Hazret-i Üstad ve Nur talebeleriyle çok yakından alâkadar olmuş Afyonlu Avukat Ahmet Hikmet Gönen'in uzun hatıralarından bazı kısımlar:
"Bediüzzaman Emirdağ'ından Afyon'a getirildi. Kendisini daha evvelinden ziyaret edip görmek istediğim halde, maalesef imkân bulamadım. Afyona getirildiğinin haberini amcazadem Mehmet Erkoşar'dan öğrenince, adliyeye gittim. Saat on ikide umumî kapıdan içeri girerken, Bediüzzaman sorgu hâkimliğinden çıkıyordu. Beni gördü. bana doğru yöneldi. Ben de ona doğru gidiyordum.
- Hoş geldiniz! dedim.
Sen kimsin? dedi.
- Ben "Avukat Ahmet Hikmet Gönen.."dedim.
- O, çok güzel isabet oldu. Benim vekâletimi sen deruhde et! dedi.
- Hay hay efendim!.. dedim.
- Tamam! dedi.” Benim hakkımda açtıkları dava yersizdir. Bu davayı açtıkları için haksızlık yaptılar. Amma biz muvaffak olacağız. Teşekkür ederim. Otele gel, görüşürüz," dedi.
(20) Son Şahitler-1 S: 40-45
1363
1581
- Hay hay efendim, deyip kısaca ayaküstü bir görüşmemiz oldu. Otele gittim. Ankara Palas oteliydi.
Orada bana: "Ben Allah rızası için çalışıyorum. Benim zikrim, fikrim Allah'tır. Benim talebelerim de Allah yolunda, din, iman yolundadır. Başka bir maksadımız yoktur. Binaenaleyh bu dava yersizdir. Siz benim vekilliğimi yapın!" dedi.
- Pekâlâ efendim, dedim.
Tam yirmidört kişinin vekâletini aldık. Sonra dava açıldı. Tevkif ettiler. Yirmidört kişiyi içeri aldılar. (21)”
- Mahkeme safhatı
Bilâhare, mahkeme sırasında bazı olaylar cereyan etti. Mübarek Ramazan ayında idik. (1948 senesinin Ramazan ayı Temmuz ayı içindedir.) Millet dinlemeye gelmişti. Bediüzzaman'a soruyorlardı:
- Ne kadar talebeniz var?
Bediüzzaman:
- Bilmiyor musunuz!
- Bir de siz söyleyin.
(21)Bu yirmidört kişi, ilk tevkif edilen Emirdağ ve civarı kafilesiyle beraber olanlardır. Daha sonra bu sayı 49'a tamamIandı. A.B.
1364
1582
- Çok... Binlerce... dedi.
Bir gün mahkeme seyri sırasında boğazına bir şey takılmış olacak ki; hemen sol tarafındaki pencereye doğru "Tuh!.." diye tükürdü.
Müdde-i umumi: Hakaret ediyorsun! dedi.
- Neye hakaret edeyim? Ben size cevab verirken boğazıma birşey takıldı"
Bediüzzaman'ın tekrar tekrar mahkemeye verilmesinin sebebi, Cumhuriyete aykırı hareket ediyor demeleridir. Bu bahane ile mahkemelerde süründürdüler. Halbuki, Bediüzzaman ömrü boyunca hiçbir zaman Cumhuriyet düşüncesine ters düşmemiştir.(22)
- Afyon'da Nur talebelerinin mahkemedeki müdafaaları
Maznunların her birisi şifahi olarak birer müdafaada bulundular. Ayrıca istid'a da yazmışlardı. Onların müdafaalarını dinlemenizi isterdim. En hafif müdafaa yapacak diye beklediğimizin müdafaası şahâne oluyordu. Tam sekiz buçuk saat müdafaa oldu. Hele Ahmet Feyzi Kul'un müdafaası bir başka idi. Onun için Bediüzzaman Ona: "Nur'un Manevi Avukatı" derdi...
Biz usul bakımından vekil idik. Amma asıl vekil, ilmî ve meslekî bakımdan vekili olan talebeleriydi.
- Bizi tehdit edenler
O zamanlar Bediüzzaman'ın müdafaasını üzerimize aldığımız için bize çok gözdağı verdiler. Davayı bırakmamı söylediler. Ayrıca hususi olarak tehdit ettiler. Birkaç kişi beraber gelip tehdit ettiler. Hatta onlardan birisi bizim büroya hiç gelmezken, bir kış günü bir de baktık, bu adam odamıza geldi. Kendi kendime bu adam bizim odaya hiç gelmez diye düşündüm. Hemen hoş geldin deyip, yer gösterdim.
Adam: "Bediüzzaman'ın ve arkadaşlarının müdafaasına galiba bir hafta kaldı" diye sordu.
Ben, evet, dedim.
Adam: "Benim eğer yetkim olsa, onu müdafaa eden avukatları keserdim "
1365
(22) Evet, Amma gerçek Cumhuriyet manasına... ki hakikat olarak bir Müslüman halkın Müslümanca yaşamasının bir düşünce hâkimiyetidir. A.B.
1366
1583
Biz iki kişi idik. (Avukat olarak) Diğer arkadaş Halil Hilmi Bozcalı idi. Bu arkadaş, Afyon'un en ünlü avukatlarındandı. O "keserim" diyen adam, sözünü yine tekrarladı.
Evvelâ: "Onu müdafaa eden avukatları asmalı!" dedi.
Biz bir iki cevab verdikten sonra, kendisine neden bu mesele üzerinde durduğunu söyledik.
Efendim. "Sen de mi mürteci'sin?" Ne mürteci'i? ne irtica'ı? dedim.
"Görmedin mi bayramda?... Hem bu sene Arapça serbest bırakıldı diye iyice azıttılar. Nasıl da içten-içe tekbir alıyorlardı. Ramazan bayramında görmedin mi, içten tekbir almalarını?... Yoksa sen içinde yokmuydun?.. " dedi.
Evet, ben de vardım, dedim. İşte bu irtica' yoludur dedi.
Sabrım taşmıştı: "Yok!.. Din yolunda, dinin senede iki defa gelen bayramında müsaade edilmiş tekbirleri, özellikle içten gelen tekbir almayı siz irtica’ mı sayıyorsunuz? Eğer bu bir irtica ise. ben mürtecilerin de mürtecisiyim. Şimdi sen beni tehdit ediyorsun, ben vazife almışım.. Biz canilerin vekâletini de alıyoruz. Hepimiz aynı durumdayız. Bu davanın manevi tarafı da var. Şimdi ben doğrudan doğruya vazifemi ifa ediyorum. Tâ emr-i hak vaki' olur, müdafaaya giremem. Yahut da bu davayı mümkin olduğu kadarıyla müdafaa edeceğim. Ondan sonra isterseniz beni asın, ipi kendim boğazıma takarım... Var mı bir başka diyeceğin?.. deyip kapıyı çarptım, dışarı çıktım. Hamdolsun hiç kimse bir şey diyemedi.
Mahkemeden sonra (Yani mahkemenin neticelenmesinden sonra) onlara şunu dedim:
"Nasıl. nasıl?.. İşte böyle olur mahkeme. Dinî cemiyet kurmak cemiyyet rejimine muhalefet, derken netice ne oldu?.. Bunların ne gizli bir teşkilâtları var, ne de toplantı ve kararları... Bunların Allah'ın yolunda yürüyenleri irşad etmek arzusuna matuf hareketlerde bulunmaktan başka bir gayeleri yoktur.
- Harareti kırk dereceye çıkmıştı
Zaman zaman hapishaneye gider, Üstad'ı ziyarette bulunurdum. Bir seferki ziyaretimde harareti kırk dereceye çıkmıştı. Böylesi bir halde bile yine te'lif,
1367
tashih işiyle meşguldü. Talebeleri yanında idi. Zaten Üstad çok hastalık çekmişti...
Bediüzzaman Hazretlerine bir defasında bir hediye götürdüğümde, bana şunları söylemişti:
1368
1584
"Halkın bana gösterdiği alakadan dolayı sıkılıyorum. Ben de bu milletin bir ferdi. bu memleketin bir vatandaşıyım. Ben hem sıkılıyorum, hem de idarenin gözünde başka manalar aranıyor, bende üzülüyorum.
- Namazına savcı mani olmak istedi
Bir celsede namaz vakti girmişti. Müsaade istiyen Bediüzzaman'a savcı hemen:
"Olmaz efendim, usule aykırıdır" diyerek homurdandı. Ben yerimde duramadım:
"Ne usulü?" diye bağırdım. Sizden usul hakkında bir şey istemiyor. Sizden Allah'ın yolundan ayrılmama gayretinde olan bir şahıs, bu yoldan ayrılacağından endişe edip, sizden beş dakika müsaade istedi " dedim.
Hâkim izin verdi. Bediüzzaman Hazretleri dışarı çıkıp namazını kıldı.
-Ben Bediüzzaman'ı yirmibeş sene evvelinden tanıyorum.
Mahkemede, Ceza Hâkimi bir gün bana şöyle demişti: "Ben bundan yirmibeş sene evvel İstanbul'da talebe iken Bediüzzaman'ı duymuştum. "Doğudan bir âlim gelmiş" dediler."Her sorulan suale cevab veriyormuş.. Bir gün bir kalabalık gördüm, ne oluyor? diye sorduğızmda "Bediüzzaman gidiyor" dediler. Ben de yaklaştım, tam bir Şarklı kıyafetindeydi. Belinde hançeri vardı. Genç idi. İlmine o kadar güveniyorduki; kapısının üstüne "Her soruya cevab verilir" levhası astırmıştı "
- Allah Aşkına Durun
Afyon Ağır Ceza Reisi "Tevfik Onen" izne ayrılmıştı. Kendisi muhterem bir adamdı. Onun yerine bir hâkim vekâlet ediyordu. Mahkemede kalan kitapların alınması için müdafaada bulunmuştum. Hâkim "Ali Bayram" kızdı. Bütün Nur talebelerinin tevkifi için emir verecekti. Çok heyecanlanmıştım, yerimden fırlayıp:
"Durun, Allah aşkına durun!.. bu karda kışta, bayramdan etmeyin. Bir de bunların muhafazası için bir o kadar asker gerekecek, yazıktır. Mahkemenin ibtalini rica ediyorum" dedim.
1369
Çok heyacanlı konuşmanın ardından arkadaşlar, gidip yüzümü yıkamamı söylediler. Aynada rengimin bembeyaz kesildiğini gördüm.
Netice olarak şunu ifade edeyim ki:
1370
1585
Bediüzzaman denilince, aklıma Bediüzzaman için açılan mahkemelerin yersizliği gelir. Ne kadar çektirmişlerdi!. Allah yolunda ilim yapmış bir zat, bu yolun mensublarını geliştirmek ve yetiştirmek için gayret sarfetmiş, insanlığa hitab etmiş, vatan için, din için çalışıp ömrünü bu ulvi gayelerle geçirmiştir.
Bediüzzaman tamamen manevi yolda çalışmış bir şahsiyettir. "Sen bu yolda çalışıyorsun" diye rahatsız etmişlerdir. Halbuki anayasada "Kimse dini duygularından dolayı kınanamaz(23)" denmektedir.
Bediüzzaman'a bunca yapılan tahdit, tehdit ve eziyetlerden sonra, ona açılan davaların yersiz olduğunu anladım. Büyük adamdır.. Din için çekti, Allah için çekti. Allah gani gani rahmet eylesin...(24)"
7- Afyon hapis hadisesi sırasında. hapishane müdürü olarak bulunmuş Uşaklı Mehmet Kayhan, ibret verici şu hadiseyi anlattı:
"-Ben eskiden Uşak'ta savcılık başkâtibi idim. Daha sonra müracaat ederek Çorum Cezaevi müdürlüğüne tayinimi çıkarttım. Sonra Balıkesir ve 1947 senesinde de Afyon'a tayin oldum.
Bu yıllarda Emirdağ'da oturan Bediüzzaman Said-i Nursi isminde bir vatandaşımız vardı. Bu adamın din propagandası yaptığı hükûmetçe tesbit edildiği için, polis memuru Uşaklı Sabri Banazlı'yı ve diğer arkadaşlarını sivil elbiselerle Emirdağ'a göndermişlerdi.
Bir gün polis Sabri Banazlı Cezaevine gelerek bana: "Yakında sana Bediüzzaman isminde birisini getireceğiz" diye haber verdi.(25) Daha sonra da Said-i Nursi'yi hapishaneye getirdiler.(26)
(23)Anayasada mezkur hükmün mevcudiyeti ile beraber, bir de onun karşısına 163. madde diye lastikli ve dindar Müslüman halkı kıskıvrak bağlamak ve ezmek için tuzaklı bir maske de oraya konulmuştu. O hükmün manası da: "Namazını kıl, orucunu tut, fakat dinin ahkâmına, dinin kudsiyetine dair sakın hiç birşey konuşma!.. İmandan ve kur'an'dan hiç bahsetme, onları hiç methedme" şeklinde anlıyanlar çoktur. A.B.
(24) Son Şahitler-3 S: 176-185
(25)Müdürün polisten rivayet ettiği husus, çok önceden Bediüzzaman'ın hapsedileceğinin planlandığ'ını göstermektedir. Yoksa bir polis nereden
1371
bilir ki Bediüzzaman hapsedilecektir? Demek ki. Üstad hakkında hazırlanan plân son günlerde artık aleniyete çıkmıştı. Polisler, bile biliyorlardı. A.B.
(26) Son Şahitler-1 S: 15
1372
1586
8-Üstad Bediüzzaman'ın Afyon hapsinde bulunduğu sıralarda baş gardi yan yardımcısı Hasan Değirmenci'nin anlattıkları:
"Hapishane müdürü "Deli Müdür" adıyla ma'ruf Mehmet Kayhan'dı. Sert bir adamdı...
Bediüzzaman'ın hiçbir kimseye zararı yoktu. Kendi halinde, kendi âleminde bir din adamıydı...
Sabahlara kadar kendi halinde, kendi vicdanıyla kalır, başbaşa dua eder, ibadet eder, Allah'ı zikrederdi. Geceleri bir saat ya uyur ya uyumazdı. Biz haliyle görevli olduğumuz için onun bütün yaşayışına dikkat ederdik. Her halini rapor ederdik.
-İğne yaptırmak istemedi
Bir gün mahkûmlara iğne yapılacaktı. Kendisini iğne bahanesiyle birkaç defa zehirlemişlerdi. Bu sebebten haklı olarak iğne yaptırmak istemedi. Ben de
"Hocam önce bana yapsınlar, ondan sonra size yapsınlar" dedim. Bunun üzerine kabul etti. Aynı ilaç ve aynı iğneden önce kendime yaptırdım. Sonra da kendisine vurdular...
Biz o zatın hep iyiliğini, hep insaniyyetini gördük. Biz ondan kötülük görmedik. Duası, himmeti yetti bize gayrı...
Çeşitli hadiseler olmuştu. Hapishanede büyük kavgaların içine düşmüştük. Onun himmetiyle hiçbir şey olmadı. Burnumuz bile kanamadı. Yüzümüzün akıyla kurtulduk o meslekten...
Zaman zaman bazıları gelip onu rahatsız etmek isterlerdi. Aylarca yattı. Tahliye edildikten sonra, iki defa hapishaneye geldi. İçerdeki mahkûmları ziyaret edip görüşmek istedi. Fakat Deli Müdür razı olmadı, görüştürmedi.(27)"
9- Emirdağ hayatı bölümünde bir kısım hatıralarını kaydettiğimiz emekli komiser Abdurrahman Akgül, hapis hadisesiyle ilgili şu hatırasını kaydeder:
”-Ben namaz kılacağım
1373
”Mahkeme sırasında akşam namazı vakti girmişti. Bediüzzaman ayağa kalkarak: "Ben namaz kılacağım" dedi.
(27)Son Şahitler-1 S: 31
1374
1587
Hâkim: "Kaza edersin..." diye cevab verdi.
Bediüzzaman: "Hayır kaza olmaz, ben kılacağım" diye ısrar etti ve yürüdü. Sonra savcı bana işaret etti. Ben de koluna girdim. Kalemde namazını kıldı.
Mahkeme safahatı esnasında, hâkim kendisine:
”-Bizler sivil olduğumuz halde- Nasıl ve nereden polis olduğumuzu öğrendiğini sordu. O da: "Gece rü'yamda gördüm" diye cevab verdi.
Mahkemenin karar vereceği celsede, Bediüzzaman'ın son sözü nedir diye sorulduğunda:
"Eğer suç varsa bütünü benimdir. Diğer arkadaşlarımın hiçbir suçu yoktur. Biz Kur'an'ın hizmetkârıyız, asayişin manevi muhafızlarıyız..." dedi (28)"
10- Jandarma İbrahim Mengüver'in hatıralarından Afyon hapis hadisesiyle ilgili kısmı şöyledir:
"...Üstad'ın mahkemesi olacaktı. Şarktan garbtan insanlar Afyon'a akın ettiler. Sokaklar, caddeler mahşer gibiydi. Yol değiştirmek zorunda kalıyorlardı. Üstad'ı elli tane, yüz tane adamı öldürmüş, kâtilmiş gibi, bir mahkemeye götürüyorlardı. Ben de o zaman vazifeliydim. Bediüzzaman'la çarşıda karşı karşıya geldik. Hemen selâm çaktım. O sırada bizim süvari bölük kumandanı muavini geçiyormuş, Üstad'a selâm verdiğimi görmüş. Meydanda bana bağırdı çağırdı. "Yakalayın şunu askerler” dedi. Beni yakaladılar. Bölük kumandanının odasına soktular. Süvari muavini, olanı biteni anlattı. “Bu jandarma Bediüzzaman'a selâm vermiş" dedi.
Komutan. muavinden de betermiş.. Olduğu yerde deliriyor, tepiniyor.. saçını, başını yolacak oluyordu neredeyse...
"Sen hocaya selâm vermişsin!" dedi.
Ben de "Gâvur muvum yahu?.. Ben bir Müslümanım" dedim.
Falakaya yatırın, diye deli gibi bağırdı. Beni falakaya yatırdılar. Onlar kızılcık sopasıyla ayaklarıma vurdukça, ben "Üstad'la konuştum ya, ona selâm verdim ya, feda olsun herşeyim..." diyordum.
1375
Bu sefer Komutan daha da çıldırıyor ve bağırıyordu: "Asker hocaya selâm veremez."
Ben de: "Nasıl vermezmiş, asker gâvur mudur? Elbette verir." diyordum. Bölük komutanı öfkesini alamadı. Beni bir hafta hapsetti. Bir hafta
(28) Son Şahitler-1 S: 29
1376
1588 sonra hapisten çıktım. Bu defa yine dışarda Üstad'la karşılaştık.Bir yanımda alay kumandanı, bir yanımda da tabur komutanı olduğunu unutarak; Yine Üstad'a asker gibi selâm çaktım. Artık hiçbir şey umurumda değiIdi. Hocam nasılsın? dedim.
Üstad: "İyiyim evlâd, geçmiş olsun" dedi.
Hapishaneye bir hafta önce girdiğimi ve başıma gelen hadiseyi nereden öğrenmişti bilmiyorum. Üstad devam ederek: "Zalimler belâlarını bulacaklar. Hem bu dünyada, hem de ahirette."
Üstad hiç hediye kabul etmezdi. Pek az yemek yerdi. Saçı bıyığı süt beyazdı. Vücudu da bembeyazdı. Saçları arkaya doğru uzundu (29)"
11-Bolvadin’li Şahide yüksel demişki:
“1948 de Üstad Afyon hapsinde iken, bir gün mahkemeyi dinlemeye gitmiştim.Hakim, üstada:” Sanatın nedir?” diye sorunca, üstad: “Sanatım iman kurtarmaktır” diye cevap verdi.
Yine hâkim:”Neden Sakal bırakmadın, niçin evlenmedin” diye sordu.
Üstad:”Sakal bırakmadım, hapse girince siz kesmiyesiniz diye... Evlenmek ise, O Sünneti yerine getirenlerden bazıları, dokuz farzı terkettiler” dedi.
(Son Şahitler-4 sh. 234)
TEKRAR BAŞTAN ALIYORUZ
Burada, tekrar Afyon hapis hadisesinin başına dönerek. evvelâ Hazret-i Üstad'ın hapishanedeki tecridli,azaplı yürekler acısı hapis hayatına; ve mahkemenin gadirli, kanunsuz zulümlü safahatına.. ve bu arada Üstad'ın mahkemede yaptığı müdafaalarının geniş bölümüne, hem hapisteki talebeleriyle olan gizli muhabere mektuplarına ve eski mahpuslarla olan irşadkârane alâkalarına ve saireye bakacağız.
Evet, Hazret-i Üstad Bediüzzaman önceki hapislerinde -Özellikle Denizli hapsinde- olduğu gibi, Afyon hapsinde de tek başına, fakat bu defa küçük ve ısınabilen bir odaya değil, altmış kişilik köhne, yarık, dökük büyük bir koğuşa tek başına konulmuştur. Bunun yanında hiç kimseyle sûret-i kat'iyede görüştürmemek üzere çok sıkı bir kontrol altına alınmıştır. Üstad'ın tek başına konduğu bu büyük, soğuk, boş koğuşta, zemherîrin en
1377
soğuk günlerinde ve Afyon'un ünlü çok soğuk yakıcı, dondurucu kış günlerinde, ilk iki gün iki gece sobasız, ateşsiz, mangalsız bulundurulmuştur. Bundan maksad da, herhalde burada kendi kendine ölüp gitsin idi. Yoksa,
(29) Son Şahitler-1 S: 123
1378
1589 bu muameleye başka hiçbir mana verilemez.
Evet, yetmişbeş yaşında, çok zaif ve hasta haliyle Üstad'ın bu tarz zulümlü muameleye tâbi' tutulması, elbette hiç şüphesiz kasdî olarak en zalim ve en acı bir ihanet ve hıyanetin bâriz bir numunesi idi bu...
Hazret-i Üstad, konulduğu bu koğuşta tam on dört ay tecrid içinde bekletilmiştir. Halbuki Üstad, diğer tutuklular gibi maznun bir tutuklu idi, hem de siyasi tutuklu... O ise hapis usulünde tecrid hali, ilk mevkufiyet günlerinde azamî haddi onbeş gün idi. Üstad'a yapılan bu kanunsuz keyfi muamelelerin manası ne idi?..
Gerçi C.H.P. iktidarı hep böyle keyfî ve zorbalık üstünde duran bir iktidardı. Üstad hakkında bütün hapislerinde ona uygulanan bu bed muamelelerin başlıca üç hedefi vardı.
1- Talebe ve dostlarıyla görüşüp de, müdafâat vesair tedbirler hususunda onlara yol göstermesin, tedbirler almasın.
2- Görüşüp de yeni yeni Risaleler te'lifatıyla irşad ve ıslâh mümkin olmasın.
3- Kendisine müdafaât işlerinde yazı hususunda yardım edecek talebeleri yanına varmasın, müdafaasız ve çaresiz kalsın.. ta ki onu tecziye için ellerinde bir ipucu olsun.
Fakat bu plânlar, Üstad'ın bütün hapislerinde Allah'ın inayetiyle başarılamamış, tam aksiyle tezahür etmiştir. Müdafaalarını talebelerine zor ve çetin şartlar altında gönderme imkânını bulup yazdırma işini başardığı gibi, sair irşad ve ıslâh için yazılan Risale ve mektuplar da durmadan talebelerine ulaştırılmıştır.
Evet, bilhassa Afyon hapsinde savcı tarafından Üstad'ın talebeleriyle görüştürülmemesi için şiddetli tedbir ve emirleri var idi. Şayet mahkûmların traş gününde, Berberhanenin yanıbaşındaki Üstad'ın koğuşuna gizlice girip görüşebilen talebeler gardiyanlarca görülmüşse, mutlaka falakalara yatırılıp, ağır dayaklar attırılmıştır. Bu falakalara birkaç kere yatırılan bilhassa kahraman Zübeyr Gündüzalp ve Mustafa Sungur'dur. Özellikle Merhum Zübeyr Gündüzalp birkaç defa bu zulme maruz kalmıştır.
1379
Bizzat kendisinden birçok defa dinlemiş olduğumuz merhum Zübeyr Gündüzalp bir hadiseyi şöyle anlatıyordu:
"Üstadımızla görüştüğümüzde, beni falakaya yatırmak için yakalıyan iki gardiyana ilkin teslim olmadan bir müddet mücadele ettim. Fakat başıma dört beş kişi üşüşünce, beni yıkıp ayaklarıma sopa ile vurmaya başladılar. Onlar vurdukça. ben "Vurun, vurun!. Zalimler için yaşasın cehennem!" diye bağırırdım.
1380
1590
Mustafa Sungur Ağabey ise, bir macerasını şöyle anlattı:
"Bir defa bir fırsatta Üstad'ımızın koğuşuna girdim. Odasını, etrafını süpürüp temizledim. Yanında biraz oturdum. Üstadımız da yanındaki bisküvileri kendi mübarek elleriyle ceblerime dolduruverdi. Çok iltifat etti. Meğer gardiyanlar beni görmüş, gözetliyorlarmış. Üstad'ın odasından çıkınca beni yakaladılar ve falakaya yatırdılar. Çok vurdular. Ben ayaklarımın ağrısından çok, o vahşice zulmün şeklinden çok müteessir olarak; hapishanenin, Üstad'ın koğuşuna bakan kısmın üst katına çıktım. Tessürümden orada gezine gezine ağlıyor ve Üstad'ın ceblerime doldurduğu bisküvileri de yiyordum."
İşte bütün bunlar ve benzeri vahşice ve kanunsuz, keyfî zulümlü muamele ve tedbirlere rağmen, Üstad'ın fedaî talebeleri bu zulümleri, bu vahşilikleri gördükçe, daha çok Üstadlarına ve Risale-i Nur'a perçinleşiyorlardı. Hatta değil yalnız hapisteki Nur talebeleri, eski mahpuslar da bu gaddarca muamelelerden her gün biraz daha Hazret-i Üstad'a ve Nur talebelerine yaklaşıyorlardı. Bu hal öyle bir durum almıştı ki; Üstad bazen hapishane avlusuna bakan penceresini açtığında bütün mahpuslar pencerenin altına yığılıveriyor ve Üstad'ı görmek istiyorlardı. Hatta bir ara idarece Üstad'ın bu penceresi mıhlanarak kapattırılmıştı. Ta ki, mahpuslar onu görmesin, uzaktan da olsa selâmlaşmasın ve alâkadar olmasınlar diye...
Dostları ilə paylaş: |