1- Afyon'da yıllardan beri devam eden ve Hükûmet tarafından
önlenemeyen bir irtica' hareketi vardır.
2- Bu irtica hareketini Bediüzzaman'la Büyük Doğucular idare etmektedir.
3- Her zaman ve her vesileyle ifade ettiğinize göre; sol temayüller ve
komünistlik vatanın bekası için tehlike arzetmez. Fakat irtica' tehlike
arzeder.
Afyon'da senelerdenberi bir irtica' hareketinin bulunduğunu, Halk Partisi
hükûmetiyle DP hükûmetinin politik mülâhazalarla ehemmiyetsiz tedbirler
alarak ürküttüğünü, fakat söndüremediğini yazıyorsunuz.
Evvelâ: Afyon ilinde bulunmamız sebebiyle, bu fikirlerinizi şiddetle
reddederiz. Afyon'da imanlı Müslüman halk kitlesi vardır. İrtica ve mürteci'
yoktur. Laiklik perdesi arkasında dini senelerce baskı altında tutan, Allahü
Ekber diyenleri hapse atacak kadar vicdan ve din hürriyetine tecavüz eden
Halk Partisi hükûmetleri, varlığını iddia ettiğiniz irtica'ı görememiş, ceza
kanununda bir suç mevzuu olan irtica'ı hükûmetin emniyet ve adliye
teşkilâtları yakalıyamamış da, siz mi keşif buyurmuşsunuz!..
2033
Hakikatta mevhum ve kafanızın içinde mevcudiyetine inandığınız ve hatta
komünistlikten daha tehlikeli gördüğünüz ve Afyon'a yakıştırdığınız bu
evhamı Afyonlular reddeder ve sayın Başbakanın "İnkılâb softaları'' diye
vasıflandırdığı kadroya dahil bulunduğunuza inanmıyoruz.
(6) Kocatepe gazetesi Hz.Üstad'ın Afyon hapsi sırasında çok zırvalamış,
ipe sapa gelmeyen yalanlar yazmıştı.
2034
1957
İkincisi: Vehimlerinize göre Bediüzzaman'ı da bu işe karıştırıyorsunuz. Biz
Afyon'lu Nur talebeleri sizin hilâf-ı hakikat olan bu isnadınızı şiddet ve
nefretle reddederiz.
Bediüzzaman Said-i Nursi senelerden beri Afyon vilâyeti dahilinde ikamet
etmekte ve Emirdağ nüfusuna mukayyed bulunmaktadır. Bu yüksek ilim
adamının ismini yazdığınıza, karıştırdığınıza göre; bu zatın ne gibi bir
karakterde bulunduğunu, ne işle meşgul olduğunu ve şimdiye kadar ne
yapmış olduğunu ve şahsiyetini tetkik ettikten sonra, yazınıza, mevzu'
yapmanız icabederdi. Yazınızdan bunları bilmediğiniz anlaşılmaktadır.
Kısaca size anlatalım:
Bediüzzaman büyük bir İslâm âlimidir. Nur Risaleleri namı altında
toplanmış yüzotuzüç parça dinî ve ilmî eseri mevcuttur. Bu eserler Türk
diliyle yazılmış Kur'ânî itikadlardır. Bu eserleri Avrupa, Amerika ve bütün
İslâm Âlemi tanıyarak, zevkle okumakta ve her gün takdirlerini
bildirmektedirler. Pakistan âlimlerinden son zamanlarda memleketimizi
ziyaret eden milletvekili ve SİND ÜNİVERSİTESİ dekanı Ali Ekber Şah
Bediüzzaman'ı ziyaret için Emirdağ'a kadar gelmiş ve ziyarette
bulunmuştu. Eserlerinden birer nüsha alarak Urdu lisanıyla Pakistan'da
neşredeceğini söylemiş, birçok ilmî müşkillerinin Bediüzzaman tarafından
bir saat zarfında halledildiğini takdirle anlatmıştır.
Bediüzzaman Said-i Nursî bir vatanperverdir. Hürriyet mücadelelerine
katılşmış, birinci Harb-i umumide talebeleriyle birlikte gönüllü alay
kumandanı olarak Kafkas cephesinde harb etmiş, Bitlis'i kahramanca
müdafa etmiş, yaralanmış, esir olmuş ve esarette iken Rus başkumandanına
boyun eğmiyerek, ilmini, vakarını muhafaza etmiş, esaretten sonra
İstanbul'a dönüşünde İngiliz işgal kuvvetlerine karşı yazılarıyla hücuma
geçmiş muhterem vatanperver, cesur ve âlim bir zattır.
Otuzbeş senedenberi siyasetle alâkasını kesmiş, o zamandanberi gazete bile
mütalâa etmemiştir. Uzun seneler emniyet teşkilâtının gözü önünde
tutulmuş ve üç mahkemede bütün eserleri ve mektupları ehl-i vukuf ve
mahkemelerce tetkik edildiği halde, siyasetle hiç bir alâkası, cem'iyetçiliği
ve kanunen suç teşkil eden bir hareketi görülmemiştir. En son olarak
Afyon mahkemesinde gözünüz önünde, sizin yakıştırmak istediğiniz
suçlardan iki sene kadar mahkemesi cereyan etmiş, suç unsuru olacak delil
ve emare bulunmadan kanaat-ı vicdaniye ile mahkûm olmuşsa da, yüksek
yargıtay bu hükmü esasından bozmuştur. Bu kadar tedkikler ve tahkikler
2035
yıllarca süren mahkemeler böyle bir suç tesbit edememiş de, siz mi
bulmuşsunuz? Bu hareket garazkârlık ve iftiradan başka bir şey değildir.
2036
1958
Üçüncüsü: Sol cereyanların, vatanın bekası için bir zarar vermiyeceğini,
Türk kültür ve ahlâk anlayışının mütemayili tepemiyeceğine inanmanız bir
tezad değil midir? Matbuatta aylardan beri keşfedile edile bitirilemiyen ve
her gün yenisi bulunan komünistlik sol cereyan değil midir? Gazeteci
olmanız sıfatıyla matbuatı takib etmeniz ve günlük hadiselerden haberdar
çıkmanız icabetmez mi? Bu tecahül ve dolayısıyla sol temayüllü müdafaa,
komünistliğe hizmet değil midir? Komünistlikten daha tehlikeli
gördüğünüz mürteciler nerededir? Şimdiye kadar kaç tane yakalanmış ve
adliyelere teslim edilmiştir?
Bütün dünya komünistliğe karşı hep hürriyet cephesi kurarken ve
beşeriyeti bu harpten korumaya çalışırken, mevhum fikirlerle millet
içerisinde ikilik çıkarmaya çalışmak, kendi öz memleketine iftira etmek,
bilgili vatanperver bir Türk'e yakışır mı? Cenab-ı Hak'tan size akıl, fikir,
muhakeme, bilgi ve hidayet vermesini dileriz.
Afyon-Emirdağ Nur talebelerinden
Tahir (Doktor Tâhir) Nuri, Sadık (7)"
2- 1952 başlarında Demokrat Parti'den ayrılan Zonguldak Milletvekili
Abdurrahman Boyacıgiller, Millet Partisi içine katılmıştı. O sıra Millet
Partisi'nin bir organı durumundaki KUDRET gazetesinde DP aleyhinde ve
dolayısıyla Hazret-i Üstad Bediüzzaman aleyhinde yazılar neşretti. Bu
yazılarından birisinde, tarikat aleyhinde de bulundu. Üstad Bediüzzaman’ı
tarikatçı ve ”DP'nin himayesinde,” tarzında bir baş makale yazdı.
Abdurrahman Boyacıgiller'in bu iğrenç ve cahilane yazısına karşı bir çok
tepkiler, cevablar verildi. Nur talebeleri de cevablar yazdılar. Dindar
gazetelerde de cevablar yazıldı.
Nur talebeleri 13.7.1952 tarihli makalesine ezcümle şu cevabı vermişlerdir:
"... Saniyen: Bediüzzaman tarikatına gelince: Böyle bir tarikatı ilk defa bu
zatın yazısında okudum. Ben Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerini pek
yakından tanıyan bir kimseyim. Defalarca hususi sohbetlerinde bulundum.
Ben bu necib müslümanla ve milletimizin iyiliğine hizmet eden mübarek
talebeleriyle içten temas ettim. Böyle bir tarikat neşrettiklerini ne
ağızlarından işittim, ne de talebelerinden gördüm, ne de eserlerinde
okudum. Böyle bir tarikat varsa, ulu orta şahsî veya mensub olduğu parti
menfaatına yazmak olmaz. Delil göstermesi lâzım.
Bilakis Bediüzzaman bütün bu iftiralardan münezzehtir. O, bu günün pek
muhtaç olduğu dünya çapında bir allâmedir. Bir din adamıdır. Eğer bu
2037
(7) Gazetelere cevap dosyası No: 2
2038
1959
zavallı muharrir, bu mübarek vatanımıza Allah'ın bir hediyesi olan bu zat ile
yakından temas etseydi ve yüz otuz parça Risale-i Nur adlı eserlerinden bir
tekini okumuş olsaydı, bu iftirada bulunmazdı... Ve bu asil müellifin ne gibi
bir hizmet peşinde koştuğunu ve hiç bir menfaat gözetmeden nasıl ifna-i
vücud eylediğini anlar, bu zata hayretle, hürmetle ve minnetle bakardı.
Artık bize kat'î kanaat geldi ki: Esasen tezatlar içerisinde yuvarlanan Millet
Partisi, bu gibi tezahürlerle kendisini daha iyi gösteriyor. Bugün dahilde ve
hariçte milyonlarla Müslümanın ruhlarında yepyeni bir iman ve ahlâk dersi
veren bu mübarek zata karşı yalan söyleyen bir zavallıyı en ileri bir kimse
gibi bağrına basan bir partiden yarın için ne bekliyebiliriz.
Allah muhafaza etsin, beni de bu parti ile bugüne kadar konuştuğum için
afetsin!.. Bir başa geçseler, Müslümanları kendi iftira ve şenaetleriyle
boyayıp çeşitli ittihamlarla mahvedeceklerini şimdiden gösteriyorlar.(8)
Yirmi yedi yıldır Bediüzzaman ve eserleri mahkemelerden geçmiş,
tarikatçılık ve bozgunculuk ve iffetsizlik hakkında tek bir emare dahi
bulunamamıştır.
Zavallı, zu’munca DP'yi yaralamak istiyor... "Bediüzzaman tarikatı" diye
bir şey varsa, lütfen izah etsin. Madem tahkikat etmişler, memleketin
nabzını yoklamışlar; meydana vâzıh bir şekilde çıkarsınlar!.. Biz de ona
karşı şunu iddia ederiz ki: Dünyanın ender yetiştirdiği bu ilim ve fazilet
abidesi muhterem zat, “asrımız tarikat asrı değil, hakikat asrıdır" diye bir
çok eserlerine yazmış ve hakikatın ne olduğunu açıklamışlardır.
Bir kaç dinsiz ve sizin gibi mevki' hissi gözlerini bürümüş bir kaç zavallı
müstesna, Bediüzzaman bu necib ve asil milletin kalbinde lâyık olduğu yeri
işgal etmiştir. Çünkü o, yakınlarına iyilik, doğruluk, ahlâk ve faziletten
başka bir şey vermemiştir.
İstanbul A.Şeref İnanır (9)"
3- Yine Vatan gazetesinin 1 Ocak 1953 nüshasında CHP'nin oyunu ile,
belki de o oyunları kendisi tezgâhlayarak dinsizlik ve ilhad hesabına şeni'
yalan ve iftiralarda bulunması üzerine, Üstad'ın hizmetkârları şu cevabı
verdiler ve neşrettiler:
(8) Millet Partisi'nin ruhundaki Türk ırkçılığı gayet sabit şekilde bulunduğu
için, her şeyi bu mel'un hisse feda ediyorlardı. CHP ile birleşerek, dine
darbe vurmak için bile, kabih hareketleri görüldü. Hatta -şimdiki tevbe
etmiş, aklı başına gelmiş diye söylenen Türkeş milli birlik komitesi içinde
2039
önemli vazife alarak, icraa-ı hüküm ettiğ'i ve birçok hunharca zulümlere
şerik olduğu zamanlarında yazmış olduğ'u "Türkiye'nin Meseleleri"
kitabında dine ve İslamî an'anelere karşı aleni tecavüzkâr ifadeleri
kullanmaktan hiç çekinmemiştir,A.B.
(9) Gazetelere cevap dosyası No: 4
2040
1960
"... Vatan gazetesinin 1 Ocak 1953 tarihli nüshasında hasta olan Üstadımız
hakkında hiç münasebetsiz, sırf yalan ve garazla bahsetmesi, biz Nur
talebelerine çok sıkıntı verdi. Üstadımız otuzbeş senedenberi siyaseti
terkettiği ve çok hasta olduğu için, böyle sıkıntılı haberleri ona duyurmak
istemiyorduk.
O dönme gazete demiş ki: "Said-i Nursi İzmir'de İ'dadiye mektebinde
Arabiye muallimliği yapmış ve Mart hadisesinde Derviş Vahdeti'nin baş
yardakçılığını ve Mart hadisesinin ihtilâlini çıkarmış" diye beş vecihle yalan
ve iftiralarını okuduk.
Bu yalanlardan birincisi: Biz Üstad'ımıza sorduk: Hiç İzmir'e gittiniz mi?"
Dedi: "Bütün eski ve yeni dostlarım biliyorlar ki: Tek bir defa Şam'dan
gelirken(10) Vapur ile geçmişim."
İkinci Yalanı: Üstad'ımız hiç bir vakit mektep muallimliği yapmamış. Belki
Van'da Medresede müderrislik yapmış.
Üçüncü Yalan: Hiç bir vakit İ'dadiye mektebine ne girmiş, ne muallim
olmuş, ne de Arabi ders vermiştir.
Dördüncü Dehşetli Yalan: Otuz bir Mart hadisesinin baş yardakçısı namını
vermesi, ne kadar asılsız yalan ve iftiradır ki; kırkbeş sene evvel Divan-ı
Harb-i Örfi'de bir ay zarfında -Üstad'ımız memleketine gittikten sonra- "İki
Mekteb-i Musibet Şehadetnamesi"ni Ahmet Ramiz iki defa, rağbet-i
umumiyeye binaen tabettirmiş. O zaman o kadar şeriat aleyhinde desiseler
olduğu halde, Divan-ı Harb-i Örfi beraet kararı vererek; O iki mekteb-i
musibet şehadetnamesi, şimdiki bu dönme muharririn yalan ve iftirasını
esasiyla keser. Çünki, hem Divan-ı Harb-i Örfi hem Hareket ordusu
kuvvetli delillerle anlamış ki; ihtilâli çıkaranlar başkasıdır. Üstad ise, o
ihtilali kısmen bastırmış ve çok taburları itaate getirmiş ve itaat-i askeriyeye
çok hizmet etmiştir.
İşte böyle bir vatanperver ve asayiş temimine çalışan ve herkesin kalbinde
iman ve Kur’an dersiyle bir yasakçı bırakan, "Asayişe ilişmeyiniz!" diyen
Üstadımıza böyle siyasi iftira ile efkâr-ı umumiyeyi bulandırdığı için, efkâr-ı
umumiye namına protesto ederiz.
2041
Hatta Üstad'ımıza dedik: "Avukatınız vasıtasıyla bu yalancı ve iftiracı
muharriri mahkemeye verelim.”
Üstadımız dedi: "Ben böyle yalan ve iftiracılarla alâkadar olmak
istemem...”
(10) Bu tarih 1911 baharındadır. A.B.
2042
1961
4- Vatan gazetesi muhabiri Yılmaz Çetiner'in Üstad Bediüzzamanla
görüşmesi hikayesi, yalanları ve verilen cevablar:
Vatan gazetesi muhabiri Yılmaz Çetiner, 1953 yılında Vatan gazetesinde,
1963'de de Cumhuriyet gazetesinde muhabirlik yapmış bir adamdır. 1953
başlarında Vatan gazetesinde Nurculuk hakkındaki yazıları yayınladığı gibi,
1964'de Cumhuriyet gazetesinde "İnanç sömürücüleri" başlığı altında ve
fakat yazının ağırlık noktası Nurculuk hakkında olarak tefrika edilmeye
başlanmıştı. Bu adam 1953'de bir casus kılığında, masum Nur talebelerinin
içinde dolaşmış, Reyhan'lı da emniyete şikâyette bulunmuş, kendisini de
şikâyet ettiği kimselerle beraber yakalatmış bir insan...
Ve nihayet 1953 başında kendisini bir Üniversite talebesi olarak tanıtmış ve
diğer bazı ziyaretçilerin içine katılarak Üstad Bediüzzamanla görüştükten
sonra(11) 3 Ocak 1953 tarihinde Vatan gazetesinde yalanlarla karalamalar
yapmaya ve yaymaya başlamıştır.
Bu adamın o iftiralı yazıları üzerine, Üstad'ın hizmetkârları ve yanındaki
talebeleri, onun ziyaretinin şeklini ve yalanlarının cevablarını yazdılar.
Gayr-ı resmi lâhika şeklinde neşrettiler.
Bu cevabî yazı on sahifeden ibarettir. İçinden, Yılmaz Çetiner'in yalanlarına
cevablar kısmından bazı bölümler alabileceğiz:
"...Böyle bir allâme-i zamanı ve İslâmiyetin medar-ı iftiharı bulunan
kahraman Üstadımız Bediüzzaman'ı her gün biraz daha kesifleştirilen sun'î
sisin arkasından bulut çıkarmakla efkâr-ı umumiyeye tehlikeli bir adam
mıdır? Son hadiselerle (12) alâkası var mıdır? diye bir hakikat beyan
edeceğiz.
Şimdi İslâmiyet âleminde ve efkâr-ı umumiye muvacehesinde, vicdanları
yalanlarıyla titreten, kalbleri hile ve desisesiyle muazzeb eden bu dönme
gazetenin hususî muhabirinin Üstad'ımızla olan muhaveresini ve
muhaveredeki yalanlarını efkâr-ı umumiyeye arzetmeyi kendimizce bir borc
bildik. Şöyle ki:
Birinci Yalanı: Gazetede, "Emirdağ'a bir Nur talebesi namzedi olarak
gittim. Başımda kasket, elimde tesbih vardı ve kravatsızdım.Said-i
Nursi'nin yanına kabul edilmem için tanıdıklardan birinin tavsiyesi
icabediyordu. Binbir müşkilât ile bunu temin ettikten sonra, ikinci el beni
Bediüzzaman'ın kapısına götürüp, üçüncü ele teslim etti ve orada dediler
2043
ki: "Uzak yoldan gelmişsin, efendimiz hazretleri seni kabul edecekler,
yarım saatlik bir vakti vardır, fazla görüşemezsiniz...”
(11) Az ilerde, gazeteci İlhami Soysal'ın 1957'de Hazret-i Üstad'la
görüşmesi hikâyesinde, İnönü ve Avni Doğan'ın nasıl rol oynadıkları
meselesini kaydedeceğimiz gibi, bu Yılmaz Çetiner'in de aynı kaynaktan
hareket ettirildiği kesindir.A.B.
(12) Gazeteci Emin Yalman’a suikast münasebetiyle yapılan yaygaralar
muraddır. A.B.
2044
1962
Siyasetin bu kâzib muhabirini bir kaç noktadan tekzib edeceğiz:
1- Üstad'ın yanına yalnız olarak değil, kendisinden başka üç kişi daha
vardı ki, bunlardan biri Üstad'ımızın kırkbeş senelik bir dostu olmakla
beraber, ikisi de Üstad'ın tanıdıklarındandı. Bir ikindi vakti taksiyle
geldiler. Muhabir, o dostunun yanlarında bulunması, onların teklifsiz olarak
Üstad'ın yanına gelmelerine vesile olmuştur. Hem o muhabire, “yarım
saatten fazla görüşemezsin" diye birşey denilmemiştir.
İkinci Yalanı: “Nur talebesi kapıyı açtı, bomboş bir oda içinde idik.
Kenarda bir sandık, gaz tenekesi vesaire vardı. Nihayet buradan da başka
bir küçük odaya geçtik. Ortada bir odun sobası bütün şiddetiyle yanıyordu.
Tavan gayet alçaktı. Sol tarafta bir tel dolap üzerinde bir takım kavanozlar,
teneke kutular, kese kâğıdları vardı. Yerdeki kilimin üzerinde üç dört tane
minder gelişi güzel bırakılmıştı. Karşı köşede tahta bir kerevitin üzerinde
yatakta Bediüzzaman Said-i Nursi yatıyordu. Beni görünce yatağının
içinde doğruldu. "Hoş geldin evlâd" dedi.”
Şimdi dikkatli muhabirin görüşündeki hataları, -kusura bakmazsa tashih
edeceğiz:
Birinci odada gaz tenekesi ve sandık yok. testi ve ibrikler vardır. İkinci
odada soba yanıyordu, fakat tavanın yüksekliği üç metreden aşağı değildir.
Tel dolapta kavanozlar yoktur. Çaydanlık ve çay bardağı vardır. Yerde üç
dört minder olmayıp, Üstad'ın üzerinde namaz kıldığı kalınca bir namazlığı
vardır.
Üstad, tahtadan kerevit üzerinde değil, demirden bir karyola üzerinde
yatmaktadır.
"Hoş geldin evlâd" diye yalnız kâzib muhabire demiş değil, belki yanındaki
arkadaşlarına gösterdiği iltifata o da şerik olmuştur.
Üçüncü Yalanı: "Bediüzzaman'a göre siyaseti dine alet etmek lâzım imiş...”
Evet, Üstad'ımız dini bütün herşeyin fevkinde görmektedir. Çünki din
mukaddestir, hiç bir şeye alet edilmez. Siyaset ise, bilhassa o dönmelerin
2045
takib ettikleri siyasetki felâkettir. Çünki yalan ve iftiralar en büyük
düsturlarıdır, nerede karşı bir intibah görseler, hep bir ağızdan akla ve
hayale gelmedik yalan ve iftiralarıyla zehirlerini din ehline ve ahiretin
mübarek yolcularına püskürmekten asla çekinmezler Allah onların
şerlerinden bu vatanın mübarek nesillerini muhafaza eylesin amin.
Dördüncü Yalanı: "Dünyanın her tarafında şu’belerimiz var. Risale-i-Nur
bütün dillere tercüme ediliyor. Arapça'ya, İngilizce'ye, Almanca’ya ve
Japonca'ya tercüme edildi. Pakistan kültür ateşesi buraya gelerek elimi öp
2046
1963
tü ve teşekkür etti.”
Üstadımız "Dünyanın her tarafında şu'belerimiz var" demedi. Belki
"Dünyanın her tarafında nura rağbet ve iltifat çoğaldı" dedi. Nur yalnız
Arapça'ya tercüme edilmiştir. Dünyanın her tarafına ya Türkçe veya
Arapça olarak gitmiştir.
Pakistan Kültür ateşesi değil, Pakistan Maarif Vekili muavini Ali Ekber
Şah gelmiştir ve Ankara'da şu hitabede bulunmuştur:
"Kırk senedir Âlem-i İslâm'da aradığımı Türkiye'de buldum. Bediüzzaman
yalnız Türk milletinin değil, bütün İslâm âleminindir. Ondan Âlem-i
İslâm’ın mukadderatına dair soracaklarım vardı. Bütün bu müşkillerim
kendileriyle görüştüğüm bir saat içerisinde halledildi. Şimdi memleketime
büyük müjdelerle dönüyorum" demiştir.
Üstad'ımızın en çok kaçtığ-ı şey, şöhretfüruşluktur ki, "Elimi öptü" asla
dememiştir ve demez de...
Beşinci Yalanı: "Necib Fazıl'ı mağlub ettiler" Said-i Nursi,ye Necib Fazıl
hakkında ne düşündüğünü sorunca, başını iki yana salladı, dedi ki: "Yazık
oldu. Kendisine çok nasihat ettim, dinlemedi. Kamer, güneşden ayrılan bir
parçadır. Güneş kamere peyk olmaz, işte bunun gibi din de mukaddestir,
siyasete alet edilmez. Ancak siyaset dine alet edilebilir. Necib Fazıl hiç
nasihatımı dinlemedi. Yanlış yolda yürüdü. Dini siyasete alet etti. Sonunda
onu mağlub ettiler". Bediüzzaman daha bazı şeyler söyliyecekti. Fakat
birden sustuktan sonra, şu kelimeleri mırıldandı: "Bana bu suali keşke
sormasaydın.”
Bu muhabir kendi şahsî ve siyasî hissiyatının tesirine kapılarak burada çok
fazla ilaveler etmiştir. Üstada bu suali o muhabir değil, Ruşen isminde bir
genç "Necib Fazıl nasıl bir adamdır?" diye sordu. Üstadımız da çok
müteessir olmakla beraber, "Necib Fazıl ihtiyatsızlık etti, onu mağlub
ettiler. Kendisine biraz ihtiyat et, diye söylemiştim.” demiştir.
"Kamer güneşten bir parçadır. Nasıl güneş kamere peyk olmazsa, din de
mukaddestir, siyasete alet olmaz" dediği, Üstad’ımızın otuz beş sene evvel
siyasete baktığı zamana ait olan sözünü, Necib Fazıl'a vermesi ve "Hiç bir
nasihatımı dinlemedi, mağlub oldu.” demesi gösteriyor ki; O muhabir böyle
ilâveli sözleriyle Necib Fazıl’ın hatırını kırmak istiyor.
2047
O eski zamanda Üstad'ımız siyaseti dine alet etmekle; ta siyaseti dinsizliğe
alet edenlere mukabele için idi.
Altıncı yânlış ve Yalanı: "Rusya'da iki buçuk sene esir kaldım. Bir gün bana
fena muamele yapan kumandana hakaret edince, o yanıma yaklaştı ve
takdir etti. Burada ise, bana bir jandarma çavuşu ile hakaret ve küfür ettir
2048
1964
diler, sustum... İstanbul'daki genç talebelerime selâm söyle, onlar için
sustum, onlar için hakarete katlandım.”
Konuşmamız yarım saati geçmisti. Said-i Nursi talebesine bir anahtar
vererek, bir kitap getirmesini istedi ve bana: "Artık sen bir Nur talebesisin,
Nurcusun. Ben kimseye ne hediye veririm, ne de hediye alırım. Sana bir
başlangıç kitabı hediye ediyorum...”"
Efkâr-ı umumiyeyi böyle yanlış fikirleriyle bulandıran ve siyaseti her şeye
tercih etmekle, din ve imandan uzak düşen yalan ve iftiralarını gazete
sütunlarında, hatta baş makalelerinde yazarlarken, hiç vicdanları muazzeb
olmıyan o dönmelere bilâperva diyoruz ki:
Üstad'ımız Rusya'da esir iken, Rus'un başkumandanı üç defa önünden
geçtiği ve diğer esirler kıyam edip, Üstad'ımız İslâmiyetin şerefini, ilmin
izzetini, dinin azametini kırmamak için, o kumandana kıyam etmemiştir
"Neden kıyam etmiyorsun?" dediklerinde: "Ben bir Müslüman âlimiyim.
Müslüman olan kimse, kâfire kıyam etmez.” Demesiyle, Üstad'ımızı
i'damla cezalandırmışlar. Üstad'ı seven dostlar: "Aman efendim, bir parça
sühulet gösteriniz, sizi idam edecekler" diyenlere:
"Ben idam olmuyorum, terhis oluyorum. Âlem-i saadete gitmek için
bunların idamları bana bir pasaporttur" diyen İslâmın hakiki kahramanını,
burada kırda gezerken, "Sen neden başına şapka giymedin" diye keyfî bir
emirle bir jandarma başçavuşu ve iki silâhlı asker, o kırda, yalnız başına
gezen seksen yaşındaki ihtiyar ve zaif olan Üstad'ımızı karakola getirdiler
ve bir sürü eziyetlerden sonra bıraktılar. Bu tahammül edilmez harekete ve
şenî' muameleye karşı susması, masumlar ve çoluk çocuklar ve gençler
içindir Yalnız İstanbul'un Üniversitesi talebelerine mahsus değildir.
Said-i Nursî'nin genç talebeye anahtar vererek getirttiği kitap bir adet
değildir, üç adettir. Çünkü o muhabirden başka kendisi gibi iki genç daha
vardı.
Hatırımıza gelmişken şunu da kaydedelim ki; o muhabirin arkadaşları
bulunan iki genç, dinledikleri derslerden fevkalâde istifade etmişler ki;
semerelerini müsbet olarak gösterdiler ve gittikten sonra memnuniyetlerini
bildirir tebrikleri "Mücadele" gazetesinin sütunlarında intişar etmeye
başlamıştır.
2049
Vatan başmuharriri olan bu muhabirin sözlerinin arkasından şahsi kin ve
ihtirası ile, Otuzbir Mart hadisesini bahane ederek, Üstad'ımız aleyhinde
iftiralar etmiş. Bundan kırk sene evvel Divan-ı Harb-i Örfi'de Otuzbir Mart
hadisesi sebebiyle iki defa tab' ettirilen ve şimdi de aynı lüzuma ihtiyaç
hissedilen "İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi" adındaki Risale o
muhabi
2050
1965
rin bu iftiralarını esasıyla keser ve ona tam cevabtır.
Emirdağ Nur talebe ve hizmetkârlarından, Mehmet, Salih, Ahmet
Mustafa, Hamza(13)
Medar-ı hayret bir tevafuktur ki; Vatan gazetesinin iftirakâr şeni' yalanları
neşredildiği aynı günlerde, Bağdat'ta çıkan "EDDİFA' " gazetesi de
Dostları ilə paylaş: |