Elli beş sene önce, İngilterenin Hindistan Müstemlekât Nazırı matbuatta
intişar eden bir makalesinde: "Müslümanların elinde Kur'an durdukça,
İngiltere'nin İslâmlara tamamıyla hâkim olamıyacağını, tam hâkimiyetinin
te'sisi için Kur'anın sukut ettirilmesi icabettiğini" yazmak suretiyle;
Hükûmet-i İslâmiye hakkındaki gizli siyasetini açığa vurmuştu.
İngiltere Hükûmeti İslâmlar hakkında iki türlü hatt-ı hareket takib
etmektedir:
Birisi: O zamanın, İslâmların önderliğini yapan Türklere karşı olup,
Türkiye'de gizli bir ifsad komitesi kurarak, Türkleri İslâmiyetten
uzaklaştırmaya ve Kur'anı Türkiye'de sukut ettirmeye çalışmaktaydılar.
Diğeri de: Türkiye'den başka memleketlerdeki Müslümanlara tatbik edilen
siyaset idi ki; Bu siyasete göre de, din hususunda Müslümanlara geniş
müsamaha gösteriyorlar ve onları okşuyorlardı. Türkiye'deki
faaliyetlerinden,Türkleri İslâmiyetten uzaklaştırmak ve bu gayede muvaffak
oldukları takdirde, Türkleri diğer Müslümanların gözünden düşürerek,
Türklerin önderliğini bertaraf etmek amacını güdüyorlardı.
Lozan Muahedesi'nde, İngilizler İslâmiyet ve Kur'an aleyhine olan
siyasetlerine devam ederek, o zamanki Türk Hükûmetiyle, İslâmiyeti
Türkiye'den kaldırmak esasında anlaşmaya varmışlardı. Eski İngiliz
Başvekili Loid Corc, ölünceye kadar bu siyaseti izhar etmiştir.
Lozan Antlaşması'na göre, o zamanın hükûmeti İngilizlere İslâmiyeti
peşkeş çekmişler (41) Ve Türkiye'den İslâmiyeti otuz sene zarfında
kaldıracaklarını tahmin ederek, ona göre teşkilâtlar vücuda
getirerek,
çalışmaya başlamışlardı. Otuz sene geçince, bu müddetin kâfi gelmediğini
görerek, tekrar otuz sene daha çalışmak icabettiğini, o zamanın Başvekili
Mecliste (42)açıklamıştı.
(41) 1923'de Türk Hükümeti Lozan Antlaşması gereğ'ince hilâfeti ilga
etmesi üzerine, Hindistan Müslümanları işin İngilizlerin oyunundan
geldiğini bildikleri için, çok sert tepki göstererek Türk hükûmetin reislerine
mektuplar yazdılar. İstanbul Baro Başkanı Lütfi Fikri Bey de hilâfetin
1968
ilgasına dair bir makale yazdı. Tanin gibi bazı gazeteler bu yazıyı neşretti.
Bu yüzden İstanbul'da İstiklal mahkemesi kuruldu. Fikri Bey idam talebiyle
yargılandı.
24 kasım 1923 Hint Müslüman Iiderlerinden Ağa Han ile Emir Ali İsmet
İnönü'nün hilâfeti koruması için ve hilâfetin muhafaza içinde bırakılması
hususunda mektuplar yazdılar. Bu mektuplar 5 Aralık 1923'de bazı
İstanbul gazetelerinde neşredildiği için. İstanbul'da kurulu İstiklal
mahkemesi bu gazetecileri de yargıladı... Ve bu haberi yayınlayan
gazeteciler tutuklandı ve tâ Aralık 1923'de İstiklal Mahkemesi bu
gazetecileri yargılamaya başladı. Bazı gazeteler kapatıldı. Bazıları hüküm
giydi vesaire (Bkz. Elli Yılın Tutanağı S:13-15).
(42)1946 yılı içinde, BBM si Kürsüsünde Başbakan Şükrü Saraçoğlu:
“Din zehirdir. Türkiyeden dini tamamen ata bilmek için bize 30 zene daha
lazım” diyordu. 1948 de
Adliye vekili Ş.Fuad Sirmenin meclisteki konuşmasıda benzeri şeyleri
söylüyordu. Hz. Üstad bunlara işaret ediyor. (Bkz. Sebilur Reşad
Sayı:103, Mayıs 1951) A.B (43)
1969
1922
Şimdiki Demokratların bazı dindarları, eski İttihad-ı İslâm ve İttihad-ı
Muhammedî gayesini tahakkuk ettirmek için çalışanlarla birlikteydiler.
Demokratların, eski Hükûmet gibi dini ve Şeair-i İslâmiyeyi İngilizlere
rüşvet vermeye kalkmamaları icabeder. Zira artık buna lüzum kalmamıştır.
İngilizler son reami beyanlarında: Türklerin Asyalı ve Müslüman
bulunmalarından dolayı onlarla işbirliği yapılamıyacağını açıklamışlardır.
Halen ehl-i salib fikrini devam ettirdiklerine bu âşikâr bir delildir.
İngilizler de, zaten İkinci Cihan Harbi'nden sonra, Amerika'nın gölgesinde
kalarak talî derecede bir devlet olmuştur. Bu yüzden kendilerine fazla
ehemmiyet verip, dostluğunu temin için dini rüşvet vermeye ve onlara
yaranmaya çalışmanın lüzumu kalmamıştır. İngiliz'in kendisi de bugün
Amerika'nın yardımına muhtaç bir haldedir. Demokratlar dörtyüz milyon
Müslümanın nefretini kazanmış olan İngilizlerin dostluğu yerin,bil'akis
Müslümanları intibaha getirip onlarla kardaşlık ittifakı yaparak, onların
eskide olduğu gibi önderliğini yapmaya çalışmalıdırlar. Elbette bu daha çok
hayırlıdır. Bu hayırlı nokta-i istinadı kazanmak için de, Ezan-ı Muhammedî
gibi dinin diğer şeairini de yerine getirmek yeni hükûmetin en büyük
vazifesi olmalıdır. Yeni hükûmet İngiliz dostluğundan ziyade; Amerikan'ın
dostluğuna ehemmiyet vermelidir. Çünki Amerika ile Amerikan halkının
Âlem-i İslâmla dost olmaları daima menfaatleri icabıdır ve İngilizler gibi
İslâmiyet aleyhine bir siyasetleri yoktur.
İşte ben elli beş senedenberi İngilizlerin bu gizli çalışan düşmanlarına karşı
Risale-i Nuru ikameye çalıştım. Cenab-ı Hakk'a yüzbin şükür olsun ki,
Risale-i Nur onların bu sinsi siyasetine karşı geldi ve onları mağlub etti.
Eski İttihad-ı İslâm ve İttihad-ı Muhammedi'nin arkadaşı Demokratların
bazı dindarları, herşeyden önce elmas bir kılınç gibi Kur'an hakikatları olan
Risale-i Nuru ellerinde tutarak Âlem-i İslâmın kardaşlığını kazanmaya.. Ve
aynı zamanda İngilizlerin son beyanatlarıyla bize karşı takib ettikleri
siyaset, ellibeş sene önceki siyasetin aynısı olduğu anlaşıldığına nazaran;
içimizde bulundurdukları ifsad komitesini yok etmeye çalışmalıdırlar.
(Haşiye)
(Haşiye): Otuzbeş senedenberi Euzübillahi mineşşeytani ves-siyaseti diyen
ve siyasetle hiç alâkadar olmıyan Üstad'ımız Bediüzzaman yalnız bugün
1970
20.6.951 bir saat için dünya ile meşgul olmuş ve bu hakikatları
yazdırmıştır.
Hamza, Mehmet, Nuri (43)"
Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no: 53
1971
1923
Hazret-i Üstad'ın üstteki acib açıklaması yapıldığı o günlerde, "BÜYÜK
DOĞU" mecmuasının da 25.9.1950 ve 29. sayısında "LOZAN'IN İÇ
YÜZÜ" yazısında Lozan Antlaşması'nda İngilizler
tarafından ileri sürülmüş şartlarını, İnönü'nün bilerek kabullendiğini
yazıyordu. Ayrıca, bu mesele bu kitabın ilgili bölümünde de genişçe izah
edilmiştir.
8-İRTİCA' MESELESİ
1951 Şubatında bilhassa bazı sol basının kopardıkları irtica' yaygaraları ve
İnönü'nün, yani CHP'nin bu hususta DP'lilere karşı taarruza geçmesi
üzerine Nur talebeleri bir çok tekzib yazılarını yazdılar ve neşrettiler.
Bunlar çoktur. Bilhassa CHP yanlısı Afyon'da münteşir "Kocatepe"
gazetesi 7 Şubat 1951 tarihli nüshasında bu mevzu'da çok şenî' ve küfrî
iftiralar yaymıştı. Bu iftiraların asıl merkezi Hazret-i Üstad Bediüzzaman
ve Nur talebeleriydi. O günlerde Hazret-i Üstad da bu meseleye eğilerek
bir değerlendirme yaptı ve o çeşit neşriyat yapan gazeteleri muhatap alarak
değil, DP iktidarına hitab eden ilmî tahlilli bir yazı neşretti. Yazı aynen
şöyledir:
"Kardeşlerim!
Sizce münasib ise Başvekile ve dindar meb'uslara verilmek üzere ihtara
binaen yazdırılmış gayet ehemmiyetli bir hakikattır.
MUKADDEME: Kırk seneye yakın siyaseti terkettiğimden ve ekser
hayatım bir nevi inzivada geçtiğinden; hayat-ı içtimaiye ve siyasiye ile
meşgul olmadığımdan büyük bir tehlikeyi göremiyordum. Bu günlerde o
tehlikenin hem millet-i İslâmiyeye ve hem de bu memleket ve Hükûmet-i
İslâmiyeye büyük bir zarar vermeye zemin hazırlanmakta olduğunu
hissettim. Mecburiyetle İslâmiyet milliyeti ve hâkimiyeti ve memleketin
selâmeti için çalışan ehl-i siyaset ve cemiyet-i beşeriyeye hamiyet ile
çalışanlar için bana manevî bir ihtar edildiğinden üç noktayı beyan
edeceğim:
Birinci Nokta: Gazeteleri dinlemediğim halde, bir iki senedir "İrtica ile
ittiham" kelimesi mütemadiyen tekrar edildiğini işitiyordum. Eski Said
kafasıyla dikkat ettim, kat'iyen gördüm ki:
1972
Siyaseti dinsizliğe alet yapan ve beşerdeki en dehşetli vahşet ve Bedeviliğin
bir kanun-u esasisine irtica'a çalışan ve hamiyet maskesini başına geçiren
gizli İslâmiyet düşmanları, gaddarane bir ittiham ile ehl-i İslâmiyet ve
hamiyet-i diniye ve kuvvet-i imaniye cihetiyle, değil siyasete alet yapmak,
belki de siyaseti dine alet ve tabi’ yapmakla; ta İslâmiyetin kuvvet-i
maneviyesinden bu hükûmet-i İslâmiyeyi tam kuvvetlendirmek ve dörtyüz
milyon hakikî kardaşı arkasında ihtiyat kuvveti bulundurmak ve bir kısım
zalim Avrupa'nın dilenciliğinden kurtulmak için çalı
1973
1924
şanlara, pek haksız olarak İRTİCA damgasını vurup, onları memlekete
zararlı tevehhüm etmeleri, yerden göğe kadar hadsiz bir haksızlıktır.
Nümunelerinden birinci nümunesi: Bu asrın dehşetli zulmüne karşı bir sed
olarak,( ikinci noktada beyan etmek zamanı geldi.) Menşe'leri iki kanun-u
esasiye istinad eden iki irtica' var:
Biri: Siyasî ve içtimaî ki hakikî irtica’dır. onun kanun-u esasisi çok su-i
isti'male ve zulme medar olmuştur.
İkincisi: İrtica' namı verilen hakiki bir terakki ve adaletin esasıdır.
İkinci Nokta: Beşerin vahşet ve bedevilik zamanlarındaki bir kanun-u
esasîsine, medeniyet namına dine hücum edenler irtica' ile o vahşete ve
bedeviliğe dönüyorlar. Beşerin selâmet, adalet ve sulh-ü umumisini
mahveden o dehşetli vahşiyane kanun-u esasî, şimdi bizim bu biçare
memleketimize girmek istiyor. Garazkârane ve anûdane particilik gibi bazı
cereyanları aşılamaya başlaması gibi bir ihtilâf görünüyor. O kanun-u esasî
de budur:
Bir taifeden, bir cereyandan, bir aşiretten bir ferdin hatasıyla; o taifenin, o
cereyanın, o aşiretin bütün ferdleri mahkûm ve düşman ve mes'ul tevehhüm
ediliyor. Bir hata, binler hata hükmüne geçiriliyor. İttifak ve ittihadın temel
taşı olan kardeşlik ve vatandaşlık, muhabbet ve uhuvveti zir ü zeber
oluyor.
Evet, birbirine karşı gelen muannid ve muarız kuvvetler, kuvvetsiz
oluyorlar. Bu kuvvetsizlikle zaiflendiği için, millete ve memlekete ve
vatana adilâne hizmete muvaffak olunamadığından, maddî ve manevî bir
nevi rüşvet vermeye mecbur oluyorlar ki: dinsizleri kendilerine taraftar
yapmak için, o gaddar engizisyonane ve bedeviyane ve vahşiyane bu
mezkûr kanun-u esasiye karşı, aynı adalet olan bu semavî ve kudsî
nass-ı kat'îsiyle Kur'anın bir kanun-u esasîsi muhabbet ve uhuvvet-i
hakikiyeyi temin eden ve bu millet-i İslamiyeyi ve memleketi büyük
tehlikeden kurtaran bu kanun-u esasî ki, "Birisinin hatasıyla başkası mes'ul
olamaz, kardaşı da olsa.. Aşireti ve taifesi de olsa.. Partisi de olsa o
cinayete şerik sayılmaz... "Olsa olsa, o cinayete bir nevi tarafgirlikle yalnız
manevî günahkâr olup, ahirette mesul olur, dünya da değil. Eğer bu kanun
u esasî çabuk düstur-u esasî yapılmazsa hayat-ı içtimaiye-i beşeriye, iki
1974
harb-i umumînin gösterdiği tahribatın emsaliyle esfel-i safilin olan irtica'a
düşecek.
İşte Kur'anın bu gibi kudsî kanun-u esasîsine irtica’ namını veren
bedbahtlar, vahşet ve bedevîliğin dehşetli bir kanun-u esasîsi olarak kabul
ettikleri, şimdiki öylelerinin siyasetinin bir nokta-i istinadı şudur ki:
1975
1925
"Cemaâtın selameti için ferd feda edilir. Vatanın selâmeti için eşhasın
hukuku nazara alınmaz. Devletin siyasetinin selâmeti için cüz'î zulümler
nazara alınmaz" diye bir tek cânî yüzünden bir köyü mahvetmekle, bin
masumun hakkını nazara almaz. Bir tek cânînin yüzünden bin adamın
kılınçtan geçmesini caiz görür. Bir adamın yaralanmasıyla binler masumu
sıkıntıya verdirir ve ikiyüz adamı kurşuna dizilmesini(*) o bahane ile nazara
almaz.
Birinci Harb-i Umumi'de üç bin adamın caniyane siyaset hatasıyla; otuz
milyon biçare nev-i beşer aynı harpte mahvedildiği gibi, binler misaller var.
İşte bu vahşiyane irtica'ın bu dehşetli zulümlerine karşı gelen Kur'an
şâkirtlerinin Kur'anın yüzer kanun-u esasisinden
ayetinin ders verdiği kanun-u esasî ile adalet-i hakikiyi ve ittihadı ve
uhuvveti temin etmeye çalışan ehl-i iman fedakârlarına "Mürteci" namını
verip, onları müttehem etmek; mel’ûn Yezid'in zulmünü adalet-i
Ömeriyeye tercih etmek misillü, en vahşî ve zalimane bir engizisyon
kanunu beşerin en yüksek terakkiyatına ve adaletine medar olan Kur'anın
mezkûr kanun-u esasisine tercih etmek hükmündedir. Hükûmet-i İslâmiye
ile bu memleketin selâmetine çalışan ehl-i siyasetin mezkûr hakikatı nazara
alması lâzımdır. Yoksa üç veya
dört cereyanın muannidane muaraza etmesiyle; O kuvvetler, muaraza
sebebiyle zaifler. Memleketin menfaatine ve asayişine sarfedilecek o zaif
kuvvetle; hâkimiyetini -hatta istibdat ile de olsa- asayiş ve emniyet-i
umumiyeyi muhafazaya kâfi gelmediğinden, Fransız ihtilâl-i kebirinin
tohumlarının bu mübarek memleket-i İslâmiyeye ekilmesine yol vermektir
diye telâş edilebilir.
Madem bu ittifaksızlıktan gelen za'afiyet ve kuvvetsizlik sebebiyle, ecanibin
politikasına, o ehemmiyetsiz muvakkat yardımlarına karşı bu acib manevî
rüşvetler veriliyor.Dörtyüz milyon kardeşin uhuvvetine, milyarlar ecdadın
mesleğine ehemmiyet verilmiyor gibi bir mana hükmediyor.. Ve asayiş ve
siyasete zarar gelmemek için bu kadar israfat ile bol maaşlar suretinde
kuvvet teminine kendilerini mecbur zannederek rüşvetler veriliyor, milletin
fakr-ı hali nazara alınmıyor. Elbette ve elbette ve kat'î olarak şimdi bu
memleketteki ehl-i siyaset, garba ve ecnebiye verdiği siyasî ve manevî
rüşvetin on mislini Âlem-i İslâmın ilerde cemahir-i müttefikası hükmünde
olacak olan dörtyüz milyon Müslüman kardeşlere memleket ve milletin ve
bu devlet-i İslâmiyenin selâmeti için gayet azim bir bahşiş ve zararsız
rüşvet vermesi lâzım ve elzemdir.
1976
(*) 1946 de, Rusyadan Türkiye iltica eden 200 müslüman insanı Ruslar
tehdidkârane geri istemesi üzerine onlara tesliminde, hemen hudut başında’
Ruslar tarafından kurşuna dizmelerine işarettir. A.B.
1977
1926
İşte, o makbul, lâzım ve çok menfaatli, caiz ve vacib rüşvet ise: Teavün-ü
İslâmın esası ve hediye-i Kur'anın semavî bir düsturu ve rabıtası ve kudsî
kanun-u esasîsi olan kudsî, esasî kanunlarını düstur-u hareket etmektir.
Üçüncü Nokta: Şimdilik te'hir edildi...
Said-i Nursi (44)"
Aynı günlerde ve aynı noktadan, Üstad'ın aziz şahsiyetine iftiralı
saldırılarda bulunan bazı kiralık vicdanlı gazetelere cevab olarak da;
yanındaki talebeleri imzasıyla şu aşağıdaki yazıyı kaleme aldırdı.
"1- Şimdi bazı dönme gazetelerin yalanlarıyla yaygaraları, hususiyle hasta
olan Üstad'ımız Bediüzzaman hakkında irtica’ lideri demeleri.. ve "Ege
vilâyetlerinde propaganda yaparak geziyor ve Kütahya'da taharrî etmişler
ve kendine tevkif emri verilmiş" diye hak ve hakikattan pek uzak olan
yalan ve iftiralarını okuduk.
Otuzbeş senedenberi -bir iki ay müstesna- hiç gazeteleri okumuyan ve
dinlemesini merak etmiyen ve yeni yazının bir harfini dahi bilmiyen
Üstad'ımızın yalnız gazetelerdeki kendine ait kısmını okuduk.
Üstadımız buyurdular ki:
"Onların irtica' dedikleri İslâmiyet ve hakikat-ı Kur'aniyedir. Çünki ben ve
bütün Nur talebeleri arkadaşlarımız, bu hakikatın hizmetine fedakârâne
çalışıyoruz. Bu hakikat-ı Kur'aniyenin hâricinde ve o hakikata mukabele ve
muaraza ise, bir nevi irtidattır. Mürted olmaktır.
Dönme ve yaygaracı gazetelerden birisi, makalesinde Üstadımız hakkında
"Otuz bir Mart mes'ulu ve irtica lideri" demiş. Buna karşı Üstad'ımız dedi
ki:
"Kırk sene evvel, Divan-ı Harb-i Örfi'de paşalar bana: "Sen mürtccisin!.."
demelerine karşı, ben de dedim ki: "Eğer Meşrutiyet, hilâf-ı şerriât ise;
bütün dünya şahid olsun ki, ben mürteciim. Çünki İslâmiyeti terketmek,
mürted olmaktır."
O zaman on günde iki defa tab edilen Divan-ı Harp'teki müdafaatında,
yalnız ahirindeki "Mürted" kelimesi tayedilip şimdiye kadar daima ellerde
1978
gezmiş, kimse itiraz etmemiş ve o şiddetli Divan-ı Harb-i Örfi'de beraet
vermişlerdir.
Demek şimdiki yaygaracılar, irtica'ı hakikat-ı Kur'aniyeye perde ve inkılâbı
da dinsizliğe maske ve irtidada teşvik suretinde ortalığı karıştırıyorlar.
(44) Emirdağ- 2 S: 81
1979
1927
2- Bütün Emirdağ halkı biliyorlar ki; altı aydır Emirdağ'da hem hasta, hem
iki aydır şiddetli bir zehirlenmekle yatağında yatan, ve otuz beş seneden
beri siyaseti terkedip dostlarına ve talebelerine: “ız ve asayişe ilişmeyiniz!."
diye ders veren Üstadımıza; ve hiç ömründe Kütahya'ya gitmemiş ve başka
yerlerde de hiç bir evi bulunmıyan Üstad'ımıza, şimdiki o yaygaracı
gazeteler neşrediyorlar ki, Vilâyetlerde gezerek şebekeler kuruyor ve
Kütahya'daki evini taharri etmişler, tevkif emri verilmiş..."
İşte onların bu sözleri bir yalan, bir iftira değil; yirmi vecihle yalan ve iftira
olmakla beraber, efkâr-ı umumiyeyi ve asayişi bozmaya bir vesiledir.
3- Bir adamın yaralanmasıyla (45) yirmi bin adamın, taharri edilerek
hücumlarını celbetmeye teşvik etmek ve yaygaralarla adliyenin ve zabıtanın
resmi hafif bir alâkadarlıklarını pek büyük bir hadise-i vataniye ve
taharriyat-ı umumiye şeklinde neşretmek ve i'zam etmek, elbette asayiş ve
vatan ve millet aleyhinde bir su-i kasd olduğuna şüphe kalmıyor.
İslâmiyete ve dine çalışanların aleyhinde haksız olarak taarruz eden bir
adamın, bir iki hiddetli adam tarafından yaralanmasıyla; yüzbin Müslüman
vatandaşları taharriyatla incitmek ve mahzun etmek için neşriyatla zabıtayı
şaşırtmak; Kur'anın ayetindeki kanun-u esasisine
zıd ve muhaliftir. Hem zabıta ve adliye aleyhinde böyle yaygara etmekle,
doğrudan doğruya bu vatan ve millete eşedd-i zulümle bir su-i kasd
yapılmış olur.
Emirdağı Nur talebeleri namına
Tahiri, Nuri, Halil, Sadık, Mehmet,
Hamza, Mustafa, Halil (46)"
9-DP HÜKÛMETİNİN MÜSBET İCRAATLARINA KARARI
Demokrat iktidarının ilk başlardaki müsbet icraatlarını, iyiye doğru giden
bir müsbet icraata hamlederek, bu hususta daha iyi ve doğruya gitmesi
temenni ve arzusuyla onları ikaz eden irşad ve değerlendirmeler yazdı ve
talebelerine de bildirdi. Bu kabilden 1951 başlarında bazı hadiseler
vesilesiyle Hazret-i Üstad'ın kaleme almış olduğu bir iki mektuplarını
kaydetmek münasibdir:
Birincisi: 17.1.1951'de yazılan bir mektubunun bir parçası şöyledir:
1980
"Hamisen: Şimdi bu zamanda en büyük tehlike olan zendeka ve dinsizlik ve
anarşilik ve maddiyunluğa karşı yalnız ve yalnız tek bir çare
(45) O adam Ahmet Emin Yalman'dır ki 22 Kasım 1952'de Malatya'da
yaralanmıştı. A.B.
(46) Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no: 53/1
1981
1928
var. O da Kur'anın hakikatlarına sarılmaktır. Yoksa koca Çin'i az bir
zamanda komünistliğe çeviren müsibet-i beşeriye; siyasî, maddî kuvvetler
ile susmaz. Yalnız onu susturan hakikat-ı Kur'aniyedir.
Rehber Risalesindeki "Leyle-i kadir meselesi" şimdi Amerika hem
Avrupa'da eseri görünüyor. Onun için şimdiki bu hükûmetimizin hakikî
kuvveti, Hakaik-i Kur'aniyeye dayanmak ve hizmet etmektir. Bununla
ihtiyat kuvveti olan üç yüz elli milyon uhuvvet-i İslâmiye ile, ittihad-ı İslâm
dairesinde kardeşleri kazanır.
Eskiden Hıristiyan devletleri bu ittihad-ı İslâma tarafdar değildiler. Fakat
şimdi komünistlik ve anarşilik çıktığı için, hem Amerika, hem Avrupa
devletleri Kur'ana ve İttihad-ı İslâma tarafdar olmaya mecburdurlar.
Sadisen: Yanıma Nur talebesi bir meb'us geldi, dedi ki: "Ben adliye
bakanlığına gittim. Afyon'da Nurların müsadere kararını söyledim. Adliye
vekili Özyörük dedi ki: "Ben Afyon mahkemesine Nurların tamamen
verilmesine emir verdim. Hatta bendeki Asa-yı Musa'yı da müellifine iade
edeceğim" diye bana söyledi.
Halil Özyörük'ün bu sözü, Demokratlara ve nurlara tarafdarlığını
gösteriyor...(47)"
10-SAĞ-SOL TABİRİ YERİNE
Hazret-i Üstad, 19.2.1951'de kaleme almış olduğu bir yazısında pek mühim
ve vatan ve memleketin içtimaî ve siyasî ve idarî meselesinde can damarı
hükmünde olan bir değerlendirmesini şu şekilde izah ederek talebelerine ve
bilvesile hükûmet erkânına göndermişlerdir:
"Saniyen: Yeni ehl-i hükûmet yavaş yavaş anlıyor ki; Hakikî kuvvet
Kur'andadır.. ve İslâmiyet uhuvvetiyle ve imanın hakaikiyle tahribatçı
düşmanlara karşı dayanabilirler.
Evet, bir tahribçi, yirmi tamirciyi telâşa düşürür. Bazen mağlub edebilir.
Koca Çin'i kendine tabî yapan bir kuvveti, buradaki yirmi milyon
Müslümana karşa adeta mağlub bir vaziyette tecavüzden durduran; maddî
kuvvetler, haricî dahilî tedbirler, ittifaklar değil.. Belki yalnız Kur'an ve
imanın hakikatları, onların büyük kuvveti olan maneviyat-ı kalbiyeyi,
tahribatlarına karşı sed çekmesi ve manevî yaralarını tedavi etmesidir.. Ve
1982
yeni hükûmetin maarif vekili bu hakikatı hissetmiş ki; seleflerine muhalif
olarak; en ziyade iman hakikatlarının neşrine ve din derslerine ehemmiyet
veriyor. Hatta büyük bir ehemmiyetle şimdi de Şark darülfünunu
(Tabirlerince Doğu Üniversitesi) için yüzbin lira tahsis edildiğini gazeteler
yazmış.
(47) Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no: 37 ve Emirdağ-2 S: 56
1983
1929
Hem mezkûr hâkikatı hem Ankara, hem İstanbul Üniversiteleri o dehşetli
tahribatçı kuvvete karşı, hem vatanı hem gençliği kurtaracak
hakaik-i Kur'aniye ve imaniye olduğunu kat’iyen bildiler ki; Ankara’daki
Üniversiteliler, bin dörtyüz imza ile, maarif vekilinin din derslerini cebrî
mekteplere koymasını(48) tebrik etmişler.. Ve İstanbul Üniversitesinde, yeni
hükûmetin en mühim bir rüknüne... demiş ki: Eğer sen Anadolu'da din
lehinde kuvvetli bir cereyan var, "onlara da solcular gibi bir derece meydan
vermiyeceğiz diyerek..."
Ona mukabil o Üniversitenin mümessili, din neşriyatı yapanlar aleyhinde
olduğu halde, o reise demiş ki: Eğer dediğin o cereyan Risale-i Nur ise, ne
siz ve ne de Avrupa onu mağlub edemez.
Bu mesele münasebetiyle; meslek ve meşrebime muhalif olarak, eski
Said'in bir iki dakika kafasını başıma alarak diyorum ki:
Küfür ile iman ortası yoktur. Bu memlekette İslâmiyete karşı komünistlik
mücadelesi ortası olamaz. Sağ ve Sol, ortası; üç meslek icabettirir. Eğer
İngiliz, Fransız deseler hakları var. Sağ İslâmiyet, sol komünistlik, ortası da
Nasraniyet diyebilirler. Fakat bu vatanda küfr-ü mutlaka karşı, iman ve
İslâmiyetten başka bir din, bir mezhep olamaz. Olsa, dini bırakıp
komünistliğe girmektir. Çünki hakikî bir Müslüman hiç bir zaman Yahudî
ve Nasranî olamıyor. Olsa olsa dinsiz olup, tam anarşist olur.
İnşaallah maarif ve adliye vekilleri gibi, sair erkânlar da bu ehemmiyetli
hakikatı anlıyacaklar. Sağ ve Sol tabiri yerine; Hak ve hakikat ve Kur'an ve
iman kuvvetine dayanıp bu vatanı küfr-ü mutlaktan, anarşilikten,
zendekadan ve onların dehşetli tahribatlarından kurtarmaya çalışmalarını
rahmet-i ilâhiyyeden bütün ruh-u canımızla niyaz ve rica ediyoruz.
Dostları ilə paylaş: |