geldiğini zaman ihtar etmiş.
İslâmiyetin ikinci bir kanun-u esasisi şu hadis-i şerifdir:
hakikatıyla, memuriyet bir
hizmetkârlıktır. Bir hâkimiyet ve benlik için tahakküm aleti değil...
Bu zamanda terbiye-i İslâmiyenin noksaniyetiyle ve ubudiyetin zaafiyetiyle,
benlik ve enaniyet kuvvet bulmuş. Memuriyeti hizmetkârlıktan çıkarıp, bir
hâkimiyet ve müstebidane bir mertebe tarzına getirdiğinden; abdestsiz,
kıblesiz namaz kılmak gibi adalet olmaz, esasiyle de bozulur ve hukuk-u
ibad da zir ü zeber olur.Hukuk-u ibad, hukukullah hükmüne geçemiyor ki
hak olabilsin. Belki nefsâni haksızlıklara vesile olur.
Şimdi Adnan Menderes gibi "İslâmiyetin ve dinin icablarını yerine
getireceğiz" diye ve mezkûr iki kanun-u esasiye karşı muhalefet edip, tam
zıddına olarak iki dehşetli cereyan(7) gayet büyük rüşvet ile halkları
aldatmak ve ecnebilerin müdahalesine yol açmak vaziyetinde hücum etmek
ihtimali kuvvetlidir.
Birisi: Birinci Kanun-u esasiye muhalif olarak, bir cani yüzünden kırk
masumu kesmiş, bir köyü de yakmış.(*) Bu derecede bir istibdat-ı mutlak,
her nefsin zevkine geçecek memuriyete bir hâkimiyet suretinde rüşvet
vererek dindar hürriyetperverlere hücum ediliyor.
İkinci hücum da: İslâmiyet milliyet-i kudsiyesini bırakıp -evvelkisi gibi- bir
canî yüzünden yüz masumun hakkını çiğneyebilen, zahiren bir milliyetçilik
ve hakikatta ırkçılık damarıyla hem hürriyetperver dindar Demokratlara,
hem bütün bu vatandaki yüzde yetmişi sair unsurlardan bulunanlara, hem
hükumet aleyhine, hem biçare Türkler aleyhine, hem de Demokratın takib
ettiği siyaset aleyhine çalışarak bir ırkçılık kardeşliği veriyor. O zevkli
kardeşliğin içinde, o zevkli faydadan bin defa daha ziyade hakikî kardeşleri
düşmanlığa çevirmek gibi acib bir tehlikeyi o sarhoşluğu ile hissedemiyor.
(7) Bu iki dehşetli cereyan ile birlikte, üçüncü cereyanın mahiyet ve
hakikatleri üstteki yazılarda geçmiştir. A.B.
1900
(*) Hz. Üstad işaretettiği hadise,1943 yılında,3. Ordu Komutanı General
Mustafa Muğlalı Van’ın Özalp Kazasna bağlı iki köyden 33 adamı, İranla
kaçakçılık yaptılar diye kurşuna dizdiriyor..Köylerinide tarumar ediyor ve
uzun zaman o iki köyün yerini askeri yasak saha olarak bulunduruyor...
Lâkin 1990 lı türkiyesi doğuda ikibinden fazla Köy ve Kasaba yakıp
yıktırıyor..hiç kimseninde kılı bile kıpırdamıyor.A.B.
1901
1886
Meselâ, İslâmiyet milliyetiyle dörtyüzmilyon hakikî kardeşin her gün dua-i
umumisiyle manevî yardım görmek yerine; ırkçılık, dörtyüz milyon
mübarek kardeşleri, dörtyüz serseriye ve laubalilere yalnız dünyevî ve pek
cüz'i bir menfaatı için terkettiriyor. Bu tehlike hem vatana, hem hükûmete,
hem de dindar Demokratlara ve Türklere büyük bir tehlikedir ve öyle
yapanlar da hakiki Türk değillerdir. Necib Türkler böyle hatadan çekinirler.
Bu iki taife(8) her şeyden istifadeye çalışıp, dindar Demokratları devirmeye
çalıştıkları ve çalıştırdıkları meydandaki âsar ile tahakkuk ediyor. Bu acip
tahribata ve bu iki kuvvetli muarızlara karşı, kırk sahabe ile dünyanın kırk
devletine karşı meydan-ı muarazaya çıkan ve galebe eden ve bin dörtyüz
sene zarfında ve her asırda üç yüz-dörtyüz milyon şâkirdi bulunan hakikat-ı
Kur'aniyenin sarsılmaz kuvvetine dayanmak ve onun içindeki dünyevî ve
uhrevî saadet-i ebediyenin zevklerine, o cazibedar hakikatla beraber nokta
i istinad vapmak, o mezkûr muarızlarınıza ve hem dahil ve hariçteki
düşmanlarınıza karşı en lâzım ve elzem ve zarurî bir çare-i yegânedir.
Yoksa o insafsız dahilî ve haricî düşmanlarınız, sizin bir cinayetinizi binler
yapıp ve eskilerin de cinayetlerini ilâve ederek başkaların başına
yükledikleri gibi, size de yükliyecekler. Hem size, hem vatana, hem millete
telâfi edilmiyecek bir tehlike olur. Cenab-ı Hak sizleri İslâmiyet lehindeki
hizmetlerinizde muvaffak ve mezkûr tehlikelerden muhafaza eylesin diye,
ben ve Nurcu kardeşlerimiz; sizin yapacağınız ve mezkûr hakikatı kabul
etmenize mukabil dua etmeye karar vereceğiz.
Üçüncüsü: İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyeye dair bir kanun-u esasisi dahi bu
hadis-i şerifin hakikatıdır.
Yani: Hariçteki düşmanların tecavüzlerine karşı, dahildeki adaveti
terketmek ve tam tesanüd etmektir. Hatta en bedevî taifeler dahi bu kanun
u esasînin menfaatını anlamışlar ki, hariçte bir düşman çıktığı vakit, o taife
birbirinin babasını, kardeşini öldürdükleri halde; o dahildeki düşmanlığı
unutup, hariçteki düşman def’ oluncaya kadar tesanüd ettikleri halde;
binler teessüflerle deriz ki: Benlikten, hodfuruşluktan,gururdan ve gaddar
siyasetten gelen dahildeki tarafgirane fikirle, kendi tarafına şeytan yardım
etse, rahmet okutacak.. Muhalifine melek yardım etse, lânet edecek gibi
hadisatlar görünüyor
(8) Hazret-i Bediüzzaman kudsi dehasının ferasetiyle bir kaç sene sonra
tahakkuk edecek olan meş'um altmış ihtilal hadisesini haber vermesi içinde,
1902
onun tahakkukuna vasıta ve alet olanların ve o günden başlıyarak hazırlık
içinde olanların içinde CHP'nin müfrit altı tokçuları ve bunlarla beraber
sözde milliyetçi ırkçılar da olacağını beyan buyuruyor. A.B.
1903
1887
Hatta bir salih alim, fikr-i siyasisine muhalif bir büyük salih alimi tekfir
derecesinde gıybet ettiğini ve İslâmiyet aleyhinde bir zındıkı, onun fikrine
uygun ve taraftar olduğu için hararetle sena ettiğini gördüm.. ve şeytandan
kaçar gibi otuz beş seneden beri siyaseti terkettim.
Hem şimdi, birisi hem Ramazan-ı Şerifte, hem şeair-i İslâmiyeye, hem bu
dindar millete büyük bir cinayeti yaptığı vakit, muhaliflerinin onun o
vaziyeti hoşlarına gittiği görüldü. Halbuki küfre rıza, küfür olduğu gibi;
dalâlete, fıska, zulme rıza da fısktır, zulümdür, dalâlettir.
Bu acib halin sırrını gördüm ki, kendilerini millet nazarında ettikleri
cinayetlerinden ma'zur göstermek damarıyla, muhaliflerini kendilerinden
daha dinsiz, daha cânî görmek ve göstermek istiyorlar. İşte bu çeşit
dehşetli haksızlıkların neticeleri pek tehlikeli olduğu gibi, içtimaî ahlâkı da
zir ü zeber edip, bu vatan ve millete ve hâkimiyet-i İslâmiyeye büyük bir
su-i kasıd hükmündedir.
Daha yazacaktım, bu üç nokta-ı esasiyeyi şimdilik dindar
hürriyetperverlere beyan etmekle iktifa ediyorum.
Said-i Nursi(9)"
Bu mektupla ve içindeki hakikatla çok alâkadar ve münasebettar olan,
Emirdağ-2 sahife 81'deki irtica' meselesi mektubunu da bu makamda
dercetmek icabederdi. Ancak ilerde diğer kısımlarda kaydedileceğinden,
mezkûr mektubun hakikatlarını da bu makamda düşünerek ve oraya havale
ederek kısa kestik.
Demokratları re'sen ikaz bölümünün hususî bir nümuneciği de 1952
baharında başlayıp, 10 Temmuz 952'de sonuçlanan Ticanî davası ve 1
Ağustos 1952'de kurulup, altı ay sonra mahkeme kararıyla kapatılan "İslam
Demokrat Partisi" hadiseleri üzerine, Hazret-i Üstad'ın yine Demokratlara
hitaben ve onları uyarmak tarzında kaleme almış olduğu "Kalbe ihtar edilen
içtimaî hayatımıza dair bir hakikat" başlığı altındaki yazısinın haşiyesini
kaydediyoruz. Asıl yazıyı sırasında ve yerinde kaydetmekle beraber, bu
haşiyenin üstteki mektupla ilgisi fazla olduğu için burada dercediyoruz:
"Haşiye: Eskilerin lüzumsuz keyfî kanunları ve su-i isti'malleri neticesinde,
belki de tahrikleriyle(10) zuhur eden Ticanî meselesini dindar Demokratlara
yüklememek ve Âlem-i İslâmın nazarında da Demokratları düşürmemenin
çare-i yegânesi, kendimce böyle düşünüyorum:
1904
(9) Emirdağ- 2 S:172
(10) Ticanî Şeyhi Kemal Pilavoğlu 1950 seçimlerinde CHP Ankara
Milletvekili adayı idi çünki...A.B.
1905
1888
Ezan-ı Muhammedi'nin (A.S.M.) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet
bulduğu gibi; Ayasofya'yı, beşyüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine
çevirmek; ve halen Alem-i İslâmda çok hüsn-ü tesir yapan ve bu vatan
ahalisine âlem-i İslâmın hüsn-ü teveccühünü kazandıran, yirmisekiz sene
mahkemelerin muzır cihetini bulamadıkları ve beş mahkeme de beraetine
karar verdikleri Risale-i Nurun resmen serbestisini dindar Demokratlar ilân
etmeli ve bu yaraya bir nevi merhem vurmalıdırlar. O vakit Âlem-i İslâmın
teveccühünü kazandıkları gibi, başkalarının zalimane kabahatları onlara
yüklenmez fikrindeyim.
Dindar Demokratlar, hususan Adnan Menderes gibi zatların hatırları için,
otuzbeş senedenberi terkettiğim siyasete bir iki saat baktım ve bunu
yazdım.
Said-i Nursi(11)"
Hazret-i Üstad'ın bu çok acib ve çok harika olan teşhisine ve DP'lilerin
girdikleri tuzaktan kurtulma çaresini harika dehasıyla bulup göstermesine
dikkat edilsin ki: Ticaniler Ankara’da CHP'nin geriden geriye tahrikleriyle
heykeli kırmışlardır. Bununla beraber CHP bütün kuvvetiyle suçu, DP'nin
ta'vizine, hatta teşvikine müfteriyane şekilde vermeye çalışarak ilân
ederlerken; DP iktidarı ise, Ticanîleri mahkemelerce hapislere doldurtmuş
ve ağır hükümler vermiştir. CHP'nin sinsî tahrikiyle olduğu kesin olan
Ticanî hadisesinde hapislerde mahkûmiyetlerinden tedirgin olarak saldırıya
geçen dindar çevreler ise, ayrı bir cepheden DP'ye karşı hücuma geçmiş,
hatta bunun neticesi olarak da, İslam Demokrat Partisini kurmuşlardır.
Âlem-i İslâmdan da bu hadiseye büyük tepkiye ve tedirginlik alâmetleri
belirmekteydi. İşte DP'liler böyle bir girdap ve tuzağın içinde iken, Hazret-i
Üstad üstteki yazısıyla onlara çıkış yolu gösteriyordu.
Ve nihayet, DP hükûmeti Başbakanı Adnan Menderes'i ikaz ve irşad eden
Üstad'ın yazılarından beşinci nümune:
Bu yazı, Hazret-i Üstad tarafından söylenmiş, talebeleri kaleme almışlardır.
Gönderenler olarak da, bazı Nur talebeleri kendi imzalarını atmışlardır.
Yazı 23/Temmuz/1955 yılında kaleme alınmıştır. Yazı; Demokratlar
akıllarını başlarına getirmeleri ve hazırlanmış veya hazırlanmakta olan
komplolu hadiseleri idrak edip öğrenmeleri için, benzeri şikâyet yollu
istid'a ve dilekçelerde de(12) bir çok zaman olduğu gibi, bunda da Nur
talebeleri kendilerini DP mensubu diye takdim etmişlerdir. Lâkin
araştırmalarımızda elde ettiğimiz hakikat ise, bazı hizmetler ve Nur
neşriyatının engel
1906
(11) Emirdağ - 2
(12) Mevzubahis hadiseler ve o vesile ile yazılan istid'ali yazılar ailerde
bakılacaktır.
1907
1889
lenmemesi için hususî şekilde Emirdağlı Hamza Emek ve bir iki kişi daha
hariç, imzalarını atanların hiç birisi ne DP'lidir, ne de herhangi bir kayıt ve
kuyudları mevcuttur.
Yazı aynen şöyledir:
Sayın Adnan Menderes!
........................................
"... Üstad'ımızdan ne için DP'yi muhafazaya çalıştığını sorduk
Cevaben:
"Eğer DP düşse, ya Hâlk Partisi veya Millet Partisi iktidara gelecek.
Halbuki Halk Partisi İttihadcıların bozuk kısmının cinayetleri ve hem
Cumhuriyyetin birinci reisinin Sevr Muahedesiyle ve çok siyasî desiselerin
icbarıyla, onbeş senede yaptığı icraatının kısm-ı azamı tamamıyla eski
pârtiye yüklendiği için; bu asil Türk milleti, ihtiyarıyla o partiyi kat'iyen
iktidara getirmeyecek. Çünki Halk Partisi iktidara gelecek olursa, komünist
kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır. Halbuki bir
Müslüman kat'iyen komünist olamaz, anarşist olur. Bir Müslüman hiç bir
zaman ecnebilere mukayese edilmez.
İşte bunun için, hayat-ı içtimaiyeye ve vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil
eden bu partinin iktidara gelmemesi için Demokrat Partiyi, Kur'an ve vatan
ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum." dedi.
"Milletçilere gelince:
Eğer bu partide sırf İslâmiyet esas olsa, Demokrat Parti've yardım ettiği
gibi, muhalif ve muarız olmıyarak iktidara gelmesine çalışmaz.
Eğer bu partide ırkçılık ve Türkçülük fikri esas ise: birden hakikî Türk
olmıyan; -bu vatandaki ekseriyetin ancak onda üçü Türktür kalan kısmı da
başka milletlerle karışmıştır- O zaman hürriyetin başında olduğu gibi, bu
asil ve masum Türk milleti aleyhine bir milliyetçilik tarafgirliği meydana
gelecek.O vakit hakikî Türkleri, ecnebiler boyunduruğu altına girmeye
mecbur edecek.. Veya Türkleşmiş sair unsurdan olan ve bu vatanda
mevcut ırkçılık ve unsurculuk damarıyla bir ecnebiye istinad ile, masum
Türk milletini tahakkümleri altına alacaklar. Bu durum ise, dehşetli tehlikeli
olduğundan; Kur'an ve vatan ve millet hesabına, dindar ve dine hürmetkâr
Demokratların iktidarda kalmasını temin etmeleri için ders veriyorum"
dedi."
1908
1890
Hazret-i Üstad'ın bizzat ifadeleri olarak kaydedilen ve o sıra DP iktidarı
ileri gelenlerine gönderilen ve aynı zamanda hususî şekilde neşredilen bu
yazının yazılış sebebini ve tabiri caiz ise, vurûd sebebini gösteren onun
sonuna eklenmiş şu son satırlardır.
"Sizin gibi, "dinin icablarını yerine getireceğiz. Din bu memleket için hiç bir
tehlike teşkil etmez" diyen bir Başvekilden: vatan, millet, İslâmiyet adına
Partimize maddî ve manevi büyük yardımları dokunan bu mübarek
Üstad'ımızın kitaplarının ve kendisinin tamamen serbest bırakılarak bir
daha rahatsız edilmemesinin teminini saygı ve hürmetlerimizle rica
ediyoruz.
DP azalarından Nur talebeleri
Mustafa, Nuri. Nuri, Süleyman, Hasan, Seyda, Recep, İbrahim, Faruk
Muzaffer, Tahir, Sadık, Mehmet(13)"
Hazret-i Üstad'ın DP'lileri ikazkâr yazıları daha da vardır. İrtica'
yaygarasına karşı Üstad'ın kaleme alıp gönderdiği ve neşrettirdiği yazısı da
son derece mühim ve pek çok kıymetlidir. Bu yazıların tamamına yakın
kısmı, Emirdağ-2 lahikası kitabında müteferrikan dercedilmişlerdir. Lâkin
Hazret-i Üstad'ın gerek re'sen Demokratları ikaz sadedinde yazdığı
hakikatlar, gerekse Nur talebelerinin imzalarıyla ve fakat Üstad'ın sözleri
olarak gönderilen şikâyetnamelerin ekserisi, hatta hepsi Nur davasının
tebliği içindirler. Bilhassa kendilerini Demokrat Partili göstererek(14)
imzalarını atan Nur talebelerinin yazılarında mutlaka bir hadisenin vukuu
söz konusudur ve o hadise üzerine o yazılar yazılıp gönderilmiştir. Nasıl ki
1957'de Emirdağ ve Eğridır de,1958'de Eskişehir'de ve nihayet 1959'da
Ankara ve Konya'da hükûmetin evhamlı ve titrek davranışlarına karşı,
onları ikaz için bir çeşit rüşvet-i kelâmlı yazılar yazılmıştır. Yoksa Nur
talebesi iken, bilhassa Üstad'ın hususî hizmetinde bulunurlarken, kendilerini
hakikatta DP mensubu şeklinde ilân etme kaziyesi değildir ve bizlere bir
ders de değildir.
Evet, Nur talebeleri; Hazret-i Üstad'ın büyük tehlikelerine parmak basıp
işaret ettiği hususlardan dolayı DP'yi ehven-üş şer görüp reyleriyle yardım
etmişlerdir. Lâkin mukaddes davalarını onlara peşkeş çekercesine onların
siyasetlerinin iç işlerine girmemişler ve tâbi' olmamışlardır. Hem de
Müslüman halk arasında Nur talebeliğinin şerif ve kudsi şahsiyetini siyaset
çirkefiyle bulaştırmak suretinde hiçbir zaman siyasetçi görünmemişlerdir.
Bilâkis Hazret-i Üstad'ın daima yaptığı gibi, ellerinden geldiğince, DP'lileri,
1909
(13) Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no: 87/7 ve Emirdağ-2 175
(14) Bayram Yüksel Ağabey, Hamza Emek'in bir ara Emirdağ DP
başkanlığını yapması, sadece Üstad Hazretlerine karşı yapılan keyfi
tacizlerin önüne bir derece sed olma niyeti idi diyor. (Son Şahitler ·1 S:
452)
1910
1891
davası olan Kur'an ve iman hizmetinde yardımcı yapmaya ve vasıtalarıyla
büyük şerleri def'etmeye çalışmışlardır. İlerde bu hususa ayrıca temas
edilecektir.
ÖZEL BİR FASIL
Doğu Üniversitesi
DP hükûmetinin müsbet ve menfaatlı ve mühim icraatlarından birisi olan o
sırada Doğu Üniversitesini vücuda getirmeleridir. Hazret-i Üstad bu
meseleyle çok yakından ilgilenmeye ve takip etmeye başladı. İlk önceleri
bu üniversitenin Van'da kurulması plânlanmışken ve Reis-i Cumhur Celâl
Bayar onun Van'da kurulacağını, Van'da yaptığı konuşmayla vaad ve söz
vermişken CHP cenahı ve yandaşı basın buna karşı taarruza geçmesi ve DP
hükûmetini, "Said-i Nursi'nin medresesini inşa ediyorlar" şeklinde
hücumları karşısında, Demokratlar za’fa düştü ve plânı değiştirdi. Onu
Van'dan Erzurum'a naklettikleri gibi, ismini de Doğu Üniversitesi değil,
Atatürk Üniversitesi olarak değiştirdi.
İlk teşebbüs:
Şark Üniversitesi fikrini evvelâ Celâl Bayar başlattı. 1951'de Van'daki
konuşmasında bu meseleyi açtı. Daha sonra 1952'de Meclisteki
konuşmasıyla onun ehemmiyetini dile getiriyordu. 4 Ağustos 1951'de
Van'da yaptığı konuşmayla; orada bir üniversitenin kurulacağını vaâd
ederek söylemesi ve sonra meclisteki konuşmasıyla onun ehemmiyetini dile
getirmesi üzerine; Üstad Hazretleri Celâl Bayar'ın Meclis konuşmasının,
Şark Üniversitesi bölümünden bir parçasını bir lâhika mektubu gibi
neşrettirdi. Konuşma metninde, ilgili bölümün bir kısmı aynen şöyledir:
"Bu günki iktidarın siyasî proğramında, Doğu'da yüksek bir kültür merkezi
tesisinin yer aldığı malûmdur. Geçen senelerde maruzatım arasında,
"Doğuda bir üniversite" tesisi lüzumuna ben de temas etmiştim. Yüksek
meclisinizce kabul buyurulan ödenekle, mütehassıs bir ilim heyetine
icabeden tetkikler yaptırılmış ve neticede Doğu'da bir üniversite kurulması
için lâzım gelen şartların mevcut olduğunu ve böyle bir müessesenin,
Doğ'unun yükselmesine, maddî ve manevî bakımdan kalkınmasına hizmet
edeceği kanaatı te'yid edilmiştir. Müstakil Doğu Üniversitesinin kuruluş
kanunu tasarısı hazırlanarak yüksek tasvibinize arzolunmuştur..."
Reis Celâl Bayar'ın bu konuşmasının altında, bir kaç Nur talebesi imzasıyla
neşredilen yazı da aynen şöyledir: (Bu yazının ifadesi Hazret-i Üstad'a
aittir)
1911
“Reis-i Cumhurun birbuçuk saat devam eden nutkunda; Devletin büyük ve
küllî umurları içinde bu hususî meseleyi küllî bir vazife-i hü
1912
1892
kûmet şeklinde göstermesi; Ve bir iki sene evvel maarif vekili ile beraber
Van'a gidip yalnız bu meseleye büyük bir ehemmiyet verip, "Her şeyden
evvel bu üniversiteyi açacağız" diye va'detmesi; bu, Şark'ın Cami-ül Ezher'i
hükmünde olan "Medreset-üz Zehra" manasıyla "Doğu Üniversitesi"
namındaki Darül-Fünuna Üstad'ımız elli senedenberi o meseleye çalışması
ve otuz sene evvel mevcut ikiyüz meb'ustan yüzaltmış üç meb'usun
imzasıyla yüzelli bin lira tahsisatına dair imza ile kabul etmeleri; ve Sultan
Reşad da aynı darül-fünuna yirmi bin altın lira tahsisat vermesi gösteriyor
ki; Şark'ın ve Âlem-i İslâmın şimdi en büyük bir vazifesi bu darül-fünûnu;
İran, Hindistan, Türkistan ile manevî bir meclis-i şurası ve küllî ve umumî
bir medrese-i âliyesi ve ikinci bir Camiül Ezher'i yapmaktır.
Emirdağ Nur talebeleri namına
Mehmet, Nuri, Tahir, Mustafa, Ahmet,
Sadık, Hâlim(15)"
Üstte geçen Celâl Bayar'la ilgili mektubun neşrinden önce de Reis-i
Cumhur Celâl Bayar'la Milli Eğitim Bakanı 'Tevfik İleri'nin 4 Ağustos
1951'de Van seyahatlerinde, Şark Üniversitesi mevzuunda yaptıkları
konuşma üzerine, 20 Ağustos 1951'de Hazret-i Üstad bakanlar kuruluna
ve hususan Milli Eğitim Bakanına şu aşağıdaki mektubu yazıp
göndermiştir:
"Hey'et-i Vekilleye ve Tevfik İleri'ye arzediyoruz ki:
Şark Üniversitesi hakkında çok kıymettar hizmetinizi Üstad'ımıza söyledik.
O da dedi: "Ben hasta olmasaydım, ben de o mesele için Vilâyât-ı
Şarkiyeye gidecektim. Ben bütün ruh-u canımla maarif vekilini tebrik
ediyorum.
Hem elli beş senedenberi Medreset-üz Zehra namında Şark Üniversitesinin
te'sisine çalışmak ve o üniversiteyi biri Van'da, biri Diyarbekir'de, biri
Bitlis'te olmak üzere üç tane veya hiç olmazsa bir tane Van'da te'sis etmek
için hürriyetten evvel İstanbul'a geldim. Hürriyet çıktı, o
mesele geri kaldı. Sonra İttihadçılar zamanında Sultan Reşad'ın Rumeli'ye
seyahati münasebetiyle Kosova'ya gittim. O vakit Kosova'da büyük bir
İslâmî Darül-fûnunun tesisine teşebbüs edilmişti. Ben orada hem
İttihatçılara ve hem Sultan Reşad'a dedim ki: "Şark böyle bir Darül-fünuna
daha ziyade muhtaç ve Âlem-i İslâmın merkezi hükmündedir..."
1913
O vakit bana va'dettiler. Sonra Balkan Harbi çıktı. O medrese yeri istilâ
edildi. Ben de dedim ki: "Öyle ise, o yirmi bin altun lirayı Şark Da
(15) Emirdağ-2 Müntehab dosya sıra no: 4
1914
1893
rül-fünununa veriniz!."Kabul ettiler... Ben de Van'a gittim ve bin lira ile
Van gölü kenarında Artemit'de temelini attıktan sonra Harb-i Umumi çıktı.
Tekrar geri kaldı.
Esaretten kurtulduktan sonra İstanbul'a geldim. Harekât-i Milliyeye
hizmetimden dolayı beni Ankara'ya çağırdılar. Ben de gittim. Sonra dedim:
"Bütün hayatımda bu Darül-fünunu takib ediyorum. Sultan Reşad ve
İttihadçılar yirmi bin altun lirayı verdiler. Siz de o kadar ilâve ediniz. Onlar
yüzelli bin banknotu vermeye karar verdiler.
Ben dedim: "Bunu bütün meb'uslar imza etmelidirler." Bazı meb'uslar
dediler: "Sen yalnız medrese usulü ile sırf İslâmiyet noktasında gidiyorsun.
Halbuki şimdi Garplılara benzemek lâzım!.."
Dedim: "O Vilâyât-ı Şarkiye Âlem-i İslâmın merkezi hükmünde fünun-u
cedide yanında ulûm-u diniye lâzım ve elzemdir. Çünkü ekser enbiya
Şark'ta ve ekser hükema Garpta gelmesi gösteriyor ki, Şark'ın terakkiyatı
dinle kaimdir. (Haşiye)
(Haşiye): Hatta o zamandan evvel, Türk olmıyan bir talebem var idi. Eski
medresemde hamiyetli ve gayet zeki o talebem ulum-u diniyeden aldığı
hamiyet dersiyle her vakit derdi: "Salih bir Türk, elbette fasık kardeşimden
ve babamdan bana daha ziyade kardeş ve akrabadır."
Sonra aynı talebe, tali’sizliğinden sırf maddî fünun-u cedide okumuş..
Sonra ben dört sene sonra onunla görüştüm, hamiyet-i milliye bahsi oldu.
O dedi ki: "Ben şimdi Rafizî bir Kürdü, salih bir Türk hocaaına tercih
ederim."
Ben de eyvah dedim: "Sen ne kadar bozulmuşsun!.." Bir hafta çalıştım,
onu kurtardım. Eski hamiyetli hakikata çevirdim.
Sonra, Meclis-i Meb'usanda bana muhalefet eden meb'uslara dedim: O
talebenin evvelki hali Türk milletine ne kadar lüzumu var?. ve ikinci halinin
ne kadar vatan menfaatına uygun olmadığını fikrinize havale ediyorum.
Demek farz-ı muhal olarak siz başka yerde dünyayı tercih edip, siyasetçe
dine ehemmiyet vermezseniz de, herhalde Şark Vilâyetlerinde din
tedrisatına azamî ehemmiyet vermek lâzım...
1915
O vakit, bana muhalif meb'uslar da çıkıp o layihamı 163 meb'us ile imza
ettiler. Bu kadar imzayı taşıyan bir istid'ayı elbette yirmiyedi sene istibdad-ı
mutlak onu bozamamış.
Başka vilâyetlerde sırf fûnun-u cedide okuttursanız da, Şark'ta herhalde
millet ve vatan maslahatı namına ulum-u diniye esas olmalıdır. Yoksa Türk
olmıyan Müslümanlar, Türk'e hakikî kardeşliğini hissedemiyecek. Şimdi bu
Dostları ilə paylaş: |