Kastamonu hayati



Yüklə 4,31 Mb.
səhifə79/112
tarix24.06.2018
ölçüsü4,31 Mb.
#54637
1   ...   75   76   77   78   79   80   81   82   ...   112

zaman, onu takib eden polis arabası gibi acib evhamlı titrek vaziyetlerle

Hazret-i Üstad hep taciz edilmiştir.

DP iktidarından bir müddet sonra dost ve müsbet bir Adliye Bakanının;

Risale-i Nurun müdafaa işlerini o sıra görmekte olan bir avukata söylediği

şu sözü: "Sizi bir şer kuvvet adım-adım takib ediyor" hükmü ve hakikatı

Hazret-i Üstad'ın vefatına kadar devam etmiştir. Vefatından sonrada 30 yıl

aynı durum yine devam etmiştir.

(29) Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no: 121

1949


(30) Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no: 121

1950


1912

Kimbilir belki de, Hazret-i Üstad'ın zaman zaman ifade buyurdukları gibi;

kader-i ilâhice o zulümlü ve evhamlı takib ve ta'cizlerin bir hikmeti: "Üstad

Bediüzzaman ve Nur şakirdleri tamamıyla Demokratların içindeki bir kısım

adamların esnek, batıcı ve bir derece dinden uzak olan durum ve halleriyle

angaje olmuşlar, onlar gibi asrîlik bid'atkârlıklarına kapılmışlar, ilmanîlik

mefhumunu tamamen kabullenmişler" diye İslâm Âleminin hüsn-ü takdirle

karşılamakta oldukları Risale-i Nur ve Nur talebelerinin kudsî hizmetleri

hakkında evham gelmemesi için idi.

Hülâsa-i kelam: DP iktidarı insanlık, hürriyet ve demokrasilik adına

Hazret-i Üstad'a, Risale-i Nura ve Nur talebelerine bazı iyilikleri dokunmuş

olmakla birlikte, onlardan istenen tam hürriyet, tam kanun-perestlik ve tam

demokrasilik hizmetleri tamamen değil, üçte birisini dahi ifa edemediler.

Çünki korktular, evhamlandılar ve bu halin neticesi olarak büyük zaafa

düştüler. CHP'nin şerrinden çekinmek yolunda, son yıllarında artık hiç bir

iş yapamıyacak duruma düştüler. İnönü'nün şerli saldırılarından kendilerini

muhafaza etmek yolunda ne kadar taviz verdilerse de, düşündükleri ve

evhamla çekindikleri iş ve hadise yine de başlarına gelmiş oldu.

Lâkin herşeye rağmen, DP içindeki mason olmıyan hamiyetkâr bir grubun

gayretleri ve hamiyetkârlıkları sayesinde, Türkiye'ye az da olsa, hürriyet

mefhumunun girmesine veya onun kapılarının açılmasına ve yirmi yedi

senelik zalim dikta rejiminin kırılmasına sebeb ve vesile oldukları da inkâr

edilemez. Bunun içindir ki, Hazret-i Üstad Bediüzzaman Demokratlardan

bir çok nâseza ve münasebetsiz tacizler gördüğü halde, onların Türkiye'ye

getirmeye vesile oldukları bazı iyiliklerinin hatırı için, onlardan tamamen

yüz çevirmedi, alâkayı kesmedi ve hayatının sonuna kadar da, düştükleri

girdaptan kurtulmalarına çalıştı ve çırpındı.

BİR İZAH


NUR TALEBELERİ GERÇEK MANASIYLA DEMOKRAT

OLAMAZLAR

Risale-i Nur talebeleri, her ne kadar partiler içinde bilhassa 1950 den

sonra, Demokrat partiyi tutmuş ve oylarını vermişlerse de, amma

Demokrat nizamının mevcud haliyle ve mahiyetiyle,olduğu gibi Nur

talebesinin kabulu ve akide itibarıyle tam inanacağı bir şey olamaz.

Evet, üst tarafta bir kaç nümunesini arz ettiğimiz vechiyle, Nur talebeleri

sadece zevahiri kurtarmak ve mevcut Demokrat iktidarının aleyhinde

1951

olmadıklarını göstermek için;Üstad Bediüzzamana karşı Demokrat iktidarı



döneminde, yapılan bed muameleler vesilesiyle makamata yazdıkları

istidalarda kendilerini Demokrat diye gösterenlerin hiç birisinin kaydu ve

kuyudu olmadığı gibi;kayıdları olmuş olsa da, sadece zahire göre olduğu

ve hakikî manasıyla mevcut Demokratlık nizamını olduğu gibi kabul ve

tasdik

1952


1913

etmek ise, dinin hassas akidesinin bazı köşelerine dokunan pek mühim

noktaları es geçmek demektir.O halde, Nur talebeleri sadece o zamanlar

CHP ye karşı ehvenüş-şer olan Demokratları, içlerine girmeden uzaktan

desteklemek gibi davranışta bulundular. Mesele bundan ibarettir.

Şimdi meselenin hakikat ve asliyetini Üstad Bediüzzamanın

değerlendirmelerinden okuyalım...İşte birinci değerlendirmesi: “Üstadımız

diyor ki:“Mahkemelerin te’hirinde hayır var. Şimdiye kadar nurculara

verilen zahmetler, rahmetlere dönmesi gösteriyor ki;bu te’hirde de hayırlar

varki, birisi bu olmak ihtimali var:

Hariç Alem-i İslamda nurun ehemmiyetli te’sire başlaması ve inkişaf ve

intişara başlaması.. Ve buranın siyasileri Avrupaya bir rüşvet olarak bir

derece Avrupalaşmak meylini göstermesi, hariçte

zannedilmekle;mahkemelerce Nurun serbestiyet-i tammesi için karar

vermek;hariç Alem-İslamda nurların hakikî ihlasına böyle bir şüphe

gelecekti ki:“Ya nurcular riyakarlığa macbur olmuşlar..Ve yahut böyle

medenileşmek fikrinde olanlara ilişmiyorlar,za’af gösteriyorlar ” diye nurun

kıymetine büyük zarar olduğu için,bu te’hir o evhamları izale eder ve ispat

ediyor ki:Otuz senedenberi İslamiyetin şiarına muhalif şeylere baş

eğmiyorlar.”(Emirdağ-2 S:107 )

Üstadın ikinci değerlendirmesi(Abdullah Yeğin Ağabeyin Berlinden faks ile

gönderdiği 9.04.1996 günkü mektubu ve hatırasında, Üstadımızdan

duyduğu sözlerini aynen naklediyoruz:)

“Bir zaman, üstadımızın son zamanlarında,zannederim 1958 senesi

idi.Türkiyede 16 yerde nurcular tevkif edilmişti. Ben de herhalde sen de

tevkif edilmiştin.(1) Hapisten çıktıktan sonra Üstadımızı ziyarete gitmiştim.

O zaman üstad dedi ki:“Halk partisi ve Demokrat partisi ikisi

kardeştir”.Ellerini iki parmağına işaret ederek:“Böyle iki kardeştirler”

Alem-i İslam Nurcuları takip ediyor..Bunlar hakikî şeriatçı mı, yoksa

siyasetçi mi? diye..Türkiyede sizlerin tevkifınız, bizim siyasetçi veya

Demokrat olmadığımızı gösterdi. Nurcuların şerefini kurtardınız. Demek,

biz Debmokrat değiliz. Halk partisi başımızı kesiyor..Demokrat kolumuzu

kesiyor. Başımızı kurtarmak için, biz kolumuzun kesilmesine razı olduk,

Demokratı destekledik“ Her ne ise..

(1) Abdulkadir Badıllı’yı kasdediyor Abdullah

YEĞİN ”


1953

1914


HADİSAT DEĞERLENDİRMELERİ BÖLÜMÜNÜN ÜÇÜNCÜ KISMI

Bu kısım, dünyada ve Türkiye'de inkişaf edip zuhur eden hadiseleri ve

bunların Hazret-i Üstad tarafından yapılan değerlendirmelerini ihtiva

edecektir.

Hazret-i Üstad son hayat faslının başlangıcı olan 1949 yılı sonlarından

itibaren, ta 1960'lara kadar çeşitli sahalarda zuhûr eden hadiseleri birer

vesile ile değerlendirmiş ve bu değerlendirmelerden bir kısmı vecîz ve öz

ifadelerle kaleme almıştır. Bu yazıları başta talebelerine, bir de DP'nin ileri

gelenlerine de bildirmek ve onları uyarmak için göndermiştir.

Mesela: Türkiye'nin siyasî işler sahasında, İslâm âlemiyle ittihad ve ittifak

sahasında, Batı dünyası ve Amerika ile ittifak sahasında, istiklal için ön

görülecek tedbirler sahasında vesaire bir çok değerlendirmelerde

bulunmuştur.

Üst taraflarda kaydettiğimiz gibi, 1923-1950 arasındaki zaman zarfında da

Hazret-i Üstad'ın benzeri değerlendirmeleri çokça olmuş. Fakat o zamanlar

bunları sadece kendi talebelerine bildirmiştir. Hükûmet ve idare

adamlarıyla bu noktalardan hiç münasebeti olmamış. Zaten o sıralar

münasebet de mümkün değildi.

Bu üçüncü kısım mezkûr noktalardan dolayı herhalde biraz uzayacaktır.

Çünki, içinde Hazret-i Üstad'ın çeşitli sahalardaki değerlendirmeleri ve

ikazları yer alacak. Hem Üstad'ın bu kabil değerlendirme ve ikazlarından

Üstad'ın vefatından sonra- bir çok yorumlar, teviller eklenerek fetvalar

alındığı ve siyaset heveslileri kendilerine me'haz ve mesned ittihaz ederek

ve sözde bunlara dayanarak hareket ettikleri için, bu değerlendirmelerin

gerçek mahiyetleri ve hakikatları ve vürûd sebebleri ve ayrıca öz

metinlerinin hâs manaları ele alınacaktır. Bu değerlendirmelerin de, üstteki

mevzular gibi sınıflandırılması mümkin ise de, ancak fazla uzama

korkusuyla müştereken kaydedilmesini münasib gördük.

DEĞERLENDİRMELER VE NÜMUNELERİ

1- 1950 yılı içinde bir hadise münasebetiyle Üstad'ın yaptığı ilk

değerlendirilme şöyledir:

1954


9.5.1950, genel seçimden bir hafta önce talebelerinin leyle-i mi'raçlarını

tebrik içinde, şöyle bir hususa işaret ediyor ve bu işarette Demokratların

iktidarı ele geçireceklerini ima ediyordu.

"...Salisen: Otuz seneden beri siyaseti bırakıp havadislerini merak

etmediğim halde; Mu'cizatlı Kur'anımızı iki buçuk sene müsadere edip

vermemek ile beraber, dünyada emsali vuku' bulmamış bir tarzda Afyon

1955

1915


mahkemesi bizi tazip ve kitaplarımızın neşrine mani' olmak cihetiyle ziyade

beni incitti. Ben de bu beş-on günde iki-üç defa siyaset dünyasına baktım,

acib bir hal gördüm:

Müdafaatımda dediğim gibi; istibdad-ı mutlak ve rüşvet-i mutlaka ile

hareket eden bir cereyan-ı zendaka; masonluk, komünistlik hesabına bizi

böyle işkencelerle ezmeye çalışmış. Şimdi o kuvveti kıracak başka bir

cereyan bu vatanda tezahüre başladığını gördüm. Fazla bakmak

mesleğimce iznim olmadığından daha bakmadım.

Elbaki Hüvelbaki

Hasta kardeşiniz

Said-i Nursi (31)"

2- Ezan-ı Muhammedi'nin i'lânına ilk teşehbüs hadisesini Hazret-i Üstad

şöyle bildiriyordu: (Bu mektup 1950 Ramazan başında yani 14.6.1950'de

yazılmıştır.)

"...Nurlar kemal-i ihtişamla İstanbul ve Ankara münevver gençlerinde

büyük bir iştiyakla kendi kendine intişar edip şâkirtlerine ders veriyor. Bu

manevî galebesinin bir neticesidir ki; Ezan-ı Muhammedînin okunmasına

çalışan Başvekile, yüzer imza ile genç münevverler teşekkür ve tebrik

yazıyorlar....(32)"

3- Demokrat Hükûmetinin 16.6.1950'de Ezan-ı Muhammediyi i'lân etmesi

üzerine, Hazret-i Üstad şu mektuptaki değerlendirmeyi kaydetmiş ve

neşrettirmiştir: (Bu mektup da 1950 yılı Ramazanı içinde yazılmıştır)

Aziz Sıddık kardeşlerim!

Evvelâ: Hem sizin, hem Âlem-i İslâmın mühim bayramlarının mukaddemesi

olan bu memlekette şeair-i İslâmiyenin yeniden parlamasının bir müjdecisi

olan Ezan-ı Muhammedînin kemal-i ferahla on binler minarelerde

okunmasını tebrik ediyoruz.. Ve seksen küsûr sene bir ibadet ömrünü

kazandıran Ramazan-ı şerifteki ibadet ve dualarınızın makbuliyetine âmin

diyerek, rahmet-i ilâhiyeden her bir gece-i Ramazan bir Leyle-i kadir

hükmünde sizlere sevab kazandırmasını niyaz ediyorum. Bu Ramazanda

şiddetli za'afiyet ve hastalığımdan çalışamadığımdan sizlerden manevî

yardım rica ediyoruz..."

(31) Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no: 11

1956


(32) Emirdağ- 2 S: 20

1957


1916

Bu mektubun devamında Isparta'nın mübarekiyetinden ve Isparta

hükûmetinin Nurlara karşı hep iyi davranmasından bahsetmesi

münasebetiyle; Ispartadaki ahrarların, yani Demokratların Nurları takdir

etmelerine ayrıca minnettar olduğunu yazmaktadır. Daha sonra bunun

devamında da Isparta'ya bir iki ay sonra gelmeyi düşündüğünü

yazmaktadır. Isparta ve Demokratlarından bahseden Üstad'ın mektubunun

devamı şöyledir:

"Saniyen: Benim son hayatımı Isparta ve havalisinde geçirmek büyük bir

arzumdur. Ve Nur efesinin dediği gibi demiştim: "Isparta taşıyla toprağıyla

benim için mübarektir diyor"

Hatta yirmibeş senedenberi beni işkence ile tazib eden eski hükûmete ne

vakit hiddet etmişsem, hiç bir zaman Isparta hükûmetine hiddet etmeyip, o

mübarek vatandaki hükûmetin hatırı için ötekileri de unutuyordum.

Hususan oradaki eski tahribatı tamirata başlıyan hakikî vatanperverler olan

Demokrat namında hamiyetli ahrarlar, yani Hürriyetperverler, Nurcuları

takdir etmelerine çok minnettarım. Onların muvaffakiyetine çok dua

ediyorum. İnşaallah o ahrarlar istibdad-ı mutlakı kaldırıp, tam bir hürriyet-i

şer'iyeye vesile olacaklar...(33)”

Bu mektupta Hazret-i Üstad Isparta'daki Hürriyetperverlere minnettar

olduğunu, dua ettiğini yazdıktan sonra, "İnşaallah o ahrarlar, istibdad-ı

mutlakı kaldırıp, tam bir hürriyet-i şer'iyeye vesile olacaklar." diyor.

Bu mektubun muhtevasında olduğu gibi, Hazret-i Üstad gerek Kastamonu

lahikasında, gerekse Emirdağ-1 lahikasında bir çok defalar Ispartadan

senakârane bahsetmiş, hem İslâm köyünden de senakâr bir çok ifadeleride

vardır. Ancak mevcut ve mahfuz hiç bir mektubunda; (Son zamanlarda

Hazret-i Üstad'a izafe edilen ve rivayeti de sadece İslam köylü Abdullah

Çavuş'a dayandırılan ve güya, Hazret-i Üstad bir mektubunda: "İslâm

köyünden bir adam çıkacak... Eğer Kur'an'a ve İslâmiyete hizmet

ederse...ilh" olacak.. cak.. cak...) gibi hâşâ bin kere hâşâ kehanetkâr sözleri

varid değildir ve yoktur. Ne hususî mektuplarında, ne umumilerinde, ne

neşredilmemişlerde, ne de edilmişlerde... Eğer vardır diyorlarsa

buyursunlar, göstersinler..

Bu manaya benzer bir rivayet şeklide İspartalı Rüştü Çakın Ağabeye izafe

edilmiştir.Ancak bunda Üstadın mektuplarından bahis yoktur.Hem sadece

bir rivayettir. Bizde bir şey demiyoruz.

1958

Şayet merhum Abdullah Çavuş bunu böyle söylemişse de, kendisinin



meczûbane bir içtihad ve istinbatı olabilir. Merhum Abdullah Çavuş

herkesçe bilindiği gibi, cezbeli bir zat idi. Her ne ise...

Bu gibi gayr-ı vârid rivayetlerin neşrinden maksad, İslam köylü Süle

(33) Emirdağ-2 Müntehab dosya sıra no: 16 ve Emirdağ-2 S: 20

1959

1917


man Demirel medar-ı nazar olduğu ma’lumdur. Bizde bu hususta hz.

Üstadın hizmetkârlarından Bayram Yüksel Ağabeyin bir rivayet ve

hatırasını nakletmek istiyoruz. Tâki hakikat vuzûha kavuşsun.

İşte Bayram Ağabey derki: “Bir gün Ispartada, Süleyman Demirelin

kayınbabası geldi, hz. Üstada bir müjde tarzında dediki: “Bizim damad

Devlet su işleri genel müdürü olmuş!.” Fakat Üstadımız hiç alaka duymadı

ve ses çıkarmadı. O zat, müjdevari olan haberini tekrarladı. Üstadımız yine

hiç ehemmiyet ve alaka göstermedi” (Bu rivayeti, bayram Ağabey

17/6/1992 Çarşamba günü İstanbuldaki Tevruz apartmanında Abdullah

Yeğin Ağabeynin yanında anlattı.)

Şimdi böyle hayalî bir mektuptan söz edip, âleme neşretmek ve onu siyasî

bir adama tatbik ederek, mukaddes olan Üstad'ın davasını ve sözlerini ve

mübarek şahsiyetini adeta iftiralı bir şekilde siyasetlere alet etmeye

çalışmak,bize göre büyük bir cinayet ve kabahat olduğu halde, siyaset

şarabının humarı insanları bu derekelere nasıl düşürdüğü hayret ve

taaccüble müşahede edilmiştir.

4- KORE'YE ASKERİMİZ GÖNDERİLDİĞİNDE

DP iktidarı başa gelince, Birleşmiş Milletler arasındaki yerini ve hür dünya

ile olan münasebetini ta'yin için, 25 Temmuz 1950'de Demokrat iktidarı,

Türk askerlerinin Kore'de komünistlere karşı savaşmak için, Birleşmiş

Milletler'in emrine ilk olarak dörtbin beşyüz kişilik bir Türk Tugayını verdi

ve Kore'ye gönderdi. Bu hadiseye haliyle CHP şefi İsmet İnönü şiddetle

karşı çıktı. Hatta o sıra bir çok dindar insanlar ve bazı din adamları da bu

hadiseye karşı çıkıyor ve DP iktidarına itiraz ediyordu. "Gâvurların

emrinde, başka bir gâvurla harb edilmez. Bu harpte ölen şehid değildir"

gibi dedikodular yapılmakta idi.

Fakat Hazret-i Üstad Bediüzzaman, DP iktidarının bu hareketini tasvib

ediyor Ve "Elbette inkâr-ı ulûhiyete karşı yapılan bu harbe katılmak

lâzımdır" diyordu. Hazret-i Üstad'ın bu ifadeleri her ne kadar yazılı

mektuplarında yoksa da, fakat onun en yakın talebeleri ve

hizmetkârlarından mevsûkan rivayet edilmiş, şahsen bir çok defalar

duymuşumdur.

Ayrıca aynı sene içinde yani 8 Şubat 1951'de Afyon'da münteşir

"Kocatepe" gazetesi, Hazret-i Üstad'ın ve Nur talebelerinin Kore

1960

meselesinde hükûmetin hareketini desteklediklerini abartarak: "Nurcular



Kore'ye gönüllü topluyorlar" diye yaygara koparmıştı. Nur talebeleri de o

gazetenin o abartmalı neşriyatına cevab vermişlerdi.(34)

(33) Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no: 16 ve Emirdağ-2 S: 20

(34) Afyon hapsinden kurtuluşundan sonra defter S: 55

1961

1918


Bu meseleyi, Kore'ye asker olarak giden Üstad'ın hizmetkârlarından

Bayram Yüksel şöyle ifade etmektedir:

"...Üstad'ımıza, Kore'ye kur'amın çıktığını anlattım. Üstad'ımız çok sevindi.

"Tamam, ben bir Nur talebesini Kore'ye göndermek istiyordum. Onu da, ya

seni veya Ceylan'ı düşünmüştüm. İnkâr-ı ulûhiyete karşı Kore'ye gitmek

lâzım.." dedi ve çok sevindi. Üstad'ımız NATO'yu da tasvib ediyordu.... (35)

Hazret-i Üstad'ın bu işteki kesin tavrı ve taraftarlığı bize Peygamberimizin

hayatında vuku' bulmuş ve Kur'andaki sure-i Rum'un başında çok

ehemmiyetli bir mevzu' olarak yer almış olan: O zamanki Mecusi olan İran

ile, ehl-i kitap olan Bizanslıların müteaddit defalar harpleri olmuş. Yine bu

harplerden birisinin başlangıcında Kureyş müşrikleri İranlıları kendilerinden

sayarak; bir harpte Bizanslıları mağlub etmeleriyle iftihar ediyor ve her

zaman İran'lıların kazanacaklarını söylüyorlardı.

Hatta Ubeyy ibni Halef ile, Ebu Bekir Sıddık (R.A.) arasında bir mübahase

olmuş. Ebu Bekir (R.A.) gelen ayete istinaden, bundan sonra İranlılar harbi

kazanamıyacak demiş. Nesine, demişler. On devesine.. hangi taraf

kaybederse, on deveyi öbürüne verecek diye kararlaştırmışlar. Hadise

Peygamberimize (A.S.M.) intikal etmiş.. Peygamber (A.S.M.) Ebu Bekr-i

Sıddıka demiş:

"Git şartnameyi yüz deveye çıkart!" ilh.." hadisesi...(36)

Bu meseledeki Hazret-i Üstad'ın tavrının şahidleri olarak bir iki zatın

hatıralarını da kaydetmek istiyoruz:

Birinci Şahid: Emirdağlı Ahmet Urfalı demişki: “Üstad hz.leri Kore

harbiyle çok alakadar oluyordu. Korede “Kunuri” Çemberi yarıldığının

haberi geldiğinde Üstad çok sevinmişti (Son Şahidler-4, sh.253)

İkinci Şahid: Eski Alay müftülerinden Nâci Erdönmez diyor ki: "Ben

Hazret-i Üstad'ı İstanbul'da 1952'de Reşadiye Otelinde ziyaret ettiğim

esnada, bir çok mevzulardan sonra, mevzuyu Kore'de ölen oğluma

getirerek; "Sen oğluna öldü deme, o şehiddir. Dualarımda o yetmiş birinci

sıradadır. Sen de Muhammed Naci olarak yetmiş ikinci sıradasın.(37)"

Üçüncü Şâhid: Bolvadinli İsmail Hakkı Ünlü der ki: "Kore'ye asker

gönderileceğini haber alınca, derhal gidip gönüllü olarak Kore'ye

gideceğimi bildirdim. Beni ilk Kore Türk tugayına gönüllü yazdılar.

1962


Kore'ye gitme zamanı gelince, bize üç gün izin vermişlerdi. Ben de

memleketim olan Bolvadin'e, ailemle vedalaşmaya gittim. Babam beni

alarak, o zaman Emir

(35) Son Şahitler-1 S: 396

(36) Tefsir-i Bagavi C: 3, S: 475

1963


1919

dağ'da bulunan Üstad Said-i Nursi'ye götürdü. Ondan hayır dua almamı

söyledi. Üstad bizi sevgi ve alâka ile karşıladı. Babamla birlikte ellerinden

öptük. Üstad'ın babama hitaben ilk sözleri şunlar oldu:

"Oğlun Kore'ye gidiyor, sen çok merak ediyorsun, üzülüyorsun. Hiç merak

etme, üzülme! İnşaallah oğlun gidip gelenlerden olacak. Hükûmet Kore'ye

dört bin beşyüz kişilik asker gönderiyormuş. Eğer bana da izin verseler,

beşbin genç Nur talebelerimle gönüllü olarak komünistlerle harp etmek için

ben de giderdim. Ben Ruslar'la eskiden de harbettim. Şimdi de onlarla

çarpışmaya hazırım. Hatta o harplerde yaralanıp esir düştüm" ve bana

dönerek:

"Kore'ye gitmekten korkma! İhlâsını muhafaza et!" dedi.

Ben de: "Üstad'ım bu harbe nasıl niyet edeyim?" dedim.

Üstad Cevaben:

"Din-i İslâm uğruna, Allah için cihada, şeklinde niyet et!" diye tavsi ye

etti...(38)"

5-ESKİ İKTİDARIN MANEVÎ VİCDAN AZAPLARI

Hazret-i Üstad CHP'nin 1950 seçimlerinde fahiş bir hezimetle

mağlubiyetlerini ve manevî vcdan azabı çektiklerini ve dünyada da Risale-i

Nur talebelerine verdikleri azab ve işkencelere mukabil, adalet-i ilâhiye ile

müstehak oldukları mağlubiyet içine yuvarlandıklarını bir mektubunda

şöyle izah ediyor: Bu mektup 14 Teşrin-i evvel, 27 Ekim 1950'de

yazılmıştır)

"...Salisen: Nurcuları yirmi senedenberi tazib eden ve hapislere sokan

bedbahtlardan, şimdi bazıları hergünde, bize bir ay verdikleri sıkıntılar

kadar manevi azap çekiyorlar. Biz o zalimleri cehenneme havale edip

sabrederdik. Fakat hizmet-i imaniye kudsiyeti, o bedbahtlar dünyada da bir

nevi cehennemi adalet-i ilâhiyeden istemiş ki; bazıları bir senede istibdad-ı

mutlaktan aldığı lezzeti, bir günde gördüğü tahkirat ve nefret- umumiyeden

gelen o menhus lezzeti hiçe indiriyor gördük, zaman göserdi. Demek

adalet-i ilâhiye ve inayet-i ilâhiyyenin himayeti bize kâfir...(39)

6-UMUMİ AF KANUNU

1964

DP hükümeti'nin 14 Temmuz 1950'de çıkarttıkları umumi bir af kanunu



üzerine Hazret-i Üstad o hadiseyi şöylece değerlendirmiştir:

"Hapsin lâtif bir hatırasıdır ki ;

Hapislerde, hususan Afyon hapsinde, eski zalim müstebitlerin aldat

(37) Son Şahitler-1 S: 70

(38) Son Şahitler-1 S: 74 a sıra no: 21

1965


1920

mak suretinde ara-sıra mahpuslar benden soruyorlardı: "Acaba af olacak

mı?"

Ben de derdim: "Bu zalimler aldatıyorlar. Fakat Nur şâkirtleri madem se



girdiler. Rahmet-i ilâhiyeden kuvvetli ümid ederim ki: Hapislrin tam bir af

ile çıkmasına bir alâmet olduğuna kuvvetle ümid ve müjde ediyordum. Çok

defa, çok adamlara bu teselliyi veriyordum."

Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun ki; kahraman Demokratlar o ümid ve

ihbarlarımı tasdik ettirip, keyfî tarafgirane bazı kanunların bahanesiyle ve

garazkâr bazı memurların tarafgirlik hesabına, bahanelerl ezilen çok

mahpusları azaptan kurtarmaya vesile oldular ve milletin cür'etkâr kısmını

kendine ve asayişe taraftar ettiler. O vesileyle pek çok mahpuslar Nurlara

ve Nurculara birden alâkadarlık sebebiyle, tamamıyla ıslâh-ı hal edip vatan

ve millete değil muzır, belki birer hizib ve uzv-u nâfi' hükmüne geçtiler.

Said-i Nursi (40)"

7-ATLANTİK PAKTI VE TÜRKİYE

16/Eylül/1950'de, Türkiye'nin Atlantik Paktı'na girmesine dair yaptığı

müracaatına, İngilizler karşı çıktı ve o defa müracaat kabul görmedi. Ertesi

sene 23 Temmuz 1951 tarihinde Amerikan filosu İstanbul'a geldi. Bu

hareket ile Amerikan Hükûmeti; Türkiye'yi İngiliz ve Fransızların karşı

olmalarına rağmen NATO'ya almaya dair bir kararı gibi idi... Ve nitekim 17

Ekim 1951'de Türkiye'nin Atlantik Paktı'na, NATO'ya iltihakına dair

protokol Londra'da imzalandı.

Bu tarihten önce, Üstad'ın Emirdağ'daki bazı talebeleri, İngilizlerin

Türkiye'nin müracaatına ihanetkârane karşı çıkmalarına üzüldüklerini

görmüş ve 26/6/1951'de şu gelecek değerlendirmeyi yaparak hakikat-ı hali

beyan etmiştir:

Demokratların içerisinde meb'us Gazi ve Gazi Yiğit gibi dindarlar ve

Isparta'da Rüştü ve akrabası ve Emirdağ'ında Mehmet Çalışkan ve Hamza

gibi Demokratların hatırı için yalnız bir saat dünyaya baktım.

Said-i Nursi

Aziz kardeşlerim, bu yazıyı Üstad'ımız yazdırdılar:

1966

İngiliz'lerin bizi Atlantik Paktı'na almadıklarına müteessir olmuştuk. Bilâkis



Üstad'ımızın bize beyan ettiği bu hakikatlar karşısında, alınmadığımıza ruh

u canımızla memnun olduk.

Mehmet, Hamza, Nuri

(40) Emirdağ- 2 S: 51

1967

1921


"İNGİLTERE'NİN İSLÂMİYETE KARŞI DÜŞMANLIĞI


Yüklə 4,31 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   75   76   77   78   79   80   81   82   ...   112




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin