etmesi,bilhassa havacı subay ve astsubaylardan çok samimî, ciddî ve yakın
ilgi ile Risale-i Nura ve Hazret-i Üstad'a talebe olmaları, Binbaşı Reşad
Bey, Yüzbaşı Ekrem Bey gibi zatların bilhassa çok fazla alâka ve
2066
samimiyet göstermeleri ve onu Eskişehir'e davet etmeleri de bu seyahatin
maddî sebebini teşkil edebilmiştir, denilebilir.
(21) Büyük Tarihçe-i Hayat'ta "1371 yılının Muharrem ayında Eskişehir’e
geldi" denilmektedir. Bu hesaba göre 1371 yılının sene başısı olan
Muharrem ayının birinici günü 16.11.1951,dir. Bu hesapla biz bu seyahati
tahminen 20.11.1951 diye kaydettik.
2067
1974
Hazret-i Üstad Eskişehir'de bir ay (22) kadar Yıldız otelinde ikamet ettiler.
Bu müddet zarfında müştak ve samimî bir çok talebesiyle görüşmüş,
Nurun taze meyveleri olan genç Nur talebeleriyle sohbet etmiş ve hayat-ı
içtimaiyeyi bir derece ilgilendiren bazı hakikatları, hizmet-i Kur'an ve iman
çerçevesinde anlatmış ve yazmıştır. Eskişehirde kaleme alınan bu hakikatlar
lahika mektupları tarzındadır. Bu mektuplardan birisi, 29.11.1951'de
yazılmış olan "Kaderin Adaleti" başlıklı yazı ile, Cin ve Ruh çağırma
meselesinin hakikatını anlatan yazıdır. Bilhassa kaderin adaleti namındaki
yazı çok mühim ve çok acibdir. İsterseniz Üstad'ın bu muazzam yazısını
biraz sonra beraberce okuyalım. Yazıda görüleceği üzere, Hazret-i Üstad
emsalsiz bir âlî-cenablık içinde, o ana kadar maruz kalmış olduğu bütün
zulümlerden hakkını helal ediyor ve bir çoğu da bilmiyerek o zulümlere
vasıta olduklarını söyliyerek affediyor. Üstad'ın bu yazısı daha sonraları
Eşref Edip tarafından gazete lisanına uydurularak neşredildi ve "Konuşan
Yalnız Hakikattır" cümlesi başlık yapıldı. Mektubun asıl metiniyle Eşref
Edib'in neşrettiği tarz ikisi de Emirdağ-2 lahika kitabında mevcuttur.
Hazret-i Üstad'ın Eskişehir'de kaleme aldığı mektuplarından en tevafuklusu
ve enteresanı, az üstte bahsini ettiğimiz Hutbe-i Şamiye'nin Türkçe
tercümesinin Isparta'da teksir edilip, Üstad Eskişehir'de iken ona gelen
teksir edilmiş sahifeleridir. Adeta dünyada ve Türkiye'de yeni başlıyan
devrenin kutlamasını Eskişehir'de yapmakta iken, Isparta'dan teksir edilip
kendisine Eskişehir'e gelen Hutbe-i Şamiye'nin teksir sahifeleri de bu
kutlamayı tebrik ediyordu. Hazret-i Üstad'a bu sahifeler geldiği zaman şu
mektubu yazmıştır: (Bu teksir sahifeler 23.11.1951'de Eskişehir'e geldi)
"Pek aziz ve kıymetli çok sevgili ve mübarek Hüsrev Ağabeyimiz!
Göndermiş olduğunuz Hutbe-i Şamiyeler mübarek Üstad'ımızın hastalığına
pek nâfi bir merhem oldu. Elmas kaleminizden çıkan bu pek kıymetli eser
inşaallah bütün İslâm âlemi için ayn-ı şifa olarak te'sirini gösterir.
(22) Tarihçe-i Hayat ve N.Şahiner, Üstad'ın bu ilk seyahati olan
Eskişehir'deki günleri için bir buçuk ay kadar kaldığını yazarlar.
Eskişehir'den sonra gittiği Isparta'da ise, yetmiş gün kadar kaldığını
kaydederler. Bu iki rakamın yekûnü yüzonbeş gün eder. Halbuki 22 Ocak
1952 günü İstanbul Gençlik Rehberi mahkemesinde hazır bulunmuştur.
Üstad'ın Eskişehir'e gittiği tarih. 20.11.1951 olduğu kesin gibi bir hesaptır.
Buna göre, bu tarihten İstanbul Gençlik Rehberi mahkemesi gününe kadar
sadece altmış üç gün vardır. Bu durumda Eskişehir ve Isparta'da Üstad’ın
kalış günleri hakkında verilen hesabta sehiv olsa gerekir. N. Şahiner hesabı
2068
yakıştırmak için Hazret-i Üstad'ın Eskişehir'e gidişini Eylül ayına bağlıyor.
Bu hesapta ise dört buçuk ayı içine alır ki o da çok fazla gelir ve hesaba
sığmaz. Netice olarak bizce Hazret-i Üstad'ın bu yerlerde kalışı 25 gün
veya birer aydan fazla olmaması lazımdır diye düşünüyoruz. Hakikatı yine
ancak Allah bilir. A.B.
2069
1975
Üstad'ımız tashihatını yaptı, manayı değiştirmiyen pek az hata buldu.
"Maşaallah, bin barekallah" dedi. "Kırk sene evvel yazılmış bir eserin bu
kadar dikkat ve itina ile yazılması cidden şayan-ı tebriktir" dedi. Ve bu
şekilde siz mübarek ağabeyimize yazmayı emir buyurdular...
Eskişehir Nur talebeleri namına
pek aciz ve dualarınıza muhtaç
Osman Toprak, Şükrü, Hafız Osman(23)"
ve 29.11.1951de yazılan Kader'in adaleti mektubu.
Aziz Sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: bütün ruh-u canımla hizmet-i Kur'aniye ve imaniyenizi tebrik
ediyorum. Bu mektupta bir ince meseleyi meşveret suretiyle reyinizi almak
için gönderdik. Münasib midir? Değilse ıslâh edersiniz.
Saniyen: Risale-i Nur'da ispat edilmiş ki; insanların aynı zulümleri içinde
kader-i ilâhî adalet eder. Yani: İnsanlar bazı sebeble haksız zulmeder,
birisini hapse atar.. fakat kader-i ilâhî aynı hapiste başka sebebe binaen
adalet ediyor ki; hakiki bir suça binaen o hapisle onu mahkûm ediyor. İşte
şimdi bu hakikatı gösteren, başıma gelen acib bir misali şudur:
Yirmisekiz senedir müteaddit vilâyetlerde ve mahkemelerde benim
mes'uliyetime ve mahkûmiyetime ve mahpusiyetim gibi zalimane işkence ve
cezalarına gösterdikleri sebeb; hiç bir emaresini bulamadıkları mevhum bir
suçum şudur, diyorlar:
"Said dini siyasete alet yapmak ister ve yapıyor." Halbuki bu davalarına
otuz senelik musibetli yeni hayatımda ve otuz büyük mecmualarımda bu
suça müsbet bir delil bulamadılar. Halbuki böyle mes'elelerde bir mahkeme
madem bulmadı ve mes'ul edemedi.. Başka mahkemelerin musırrane aynı
meseleyi esas tutmaları bütün bütün kanuna ve akla ve adete muhalif bir
halettir. Belki siyaseti dinsizliğe alet edenler kısmı, kendilerine bir perde
olarak bu ittihamı bizlere ediyorlar. Bununla beraber, dine hizmet itibarıyla
taalluk eden eski altmış senelik hayat-ı ilmiyem kat'î bir hüccet ve yakin bir
delildir ki; bütün hayatımda temas ettiğim siyaseti ve dünyayı ve bütün
içtimaî cereyanları, dine hizmetkâr ve alet ve tabi yapmak, düsturıyla
hareket etmişim. Mahkemelerde de hem dava,
2070
1976
hem ispat etmişim ki; değil dini siyasete alet yapmak. belki bir tek hakikat-ı
imaniyeyi dünya saltanatına değiştirmediğimi kat'î delillerle ispat ettiğim
halde; böyle yirmi vecihle hakikata muhalif ve divanecesine, büyük
makamları işgal eden bir kısım adliye memurları ve siyasî adamlar bu acib
hurafe gibi mes'eleyi hakikat zannedip yirmisekiz sene bana
zulmettiklerinin hakiki sebebini bu günlerde bildim. Sebebi bu ki:
Bu enaniyetli zamandaki hizmet-i imaniyede en büyük tehlike ve manevî en
büyük suçum ve cinayetim; bu zamanda hizmet-i Kur'aniyemi şahsıma ait
maddî ve manevî terakkiyatıma ve kemalâtıma alet yapmak imiş... Cenab-ı
Hakk'a hadsiz şükrediyorum ki, bu uzun zamanlarda ihtiyarım haricinde
hizmet-i imaniyemi, değil maddî ve manevî terakkiyatıma ve kemalâtıma ve
azaptan ve cehennemden kurtulmama ve hatta saadet-i ebediyeme vesile
yapmama, belki hiç bir maksada kat'iyen alet etmemekliğime gayet kuvvetli
manevî mani' görüyordum. Hayret, hayret içinde kalıyordum.
Acaba herkesin hoşlandığı manevî makamatı ve uhrevî saadetleri a'mal-i
saliha ile onları kazanmak ve müteveccih olmak; hem meşru', hem hiç bir
cihet-i zararı olmadığı halde, ne için böyle ruhen men'ediliyorum?. Rızay-ı
ilâhiden başka vazife-i fıtriye-i ilmiyenin sevkiyle, yalnız ve yalnız imana
hizmetin kendisi aynı ücret bana gösterilmiş?. Çünki şimdi bu zamanda
hiçbir şeye alet ve tabi' olmıyan ve her gayenin fevkinde olan hakaik-i
imaniyeyi fıtrî ubudiyet ile muhtaçlara te'sirli bir surette bildirmenin bu
dehşetli zamanda çare-i yegânesi; ve imanı kurtaracak ve kat'î kanaat
verecek bir tarzda, yani hiç bir şeye âlet olmıyan bir ders-i Kur'anî lâzımdır
ki; küfr-ü mutlakı ve mütemerrid ve inatçı dalâleti kırsın ve herkese
kanaât-ı kat'iye verebilsin. Böyle bir derse, bu zamanda bu şerâit dahilinde,
hiç bir şahsî ve uhrevî ve dünyevî, maddî ve manevî bir şeye âlet
edilmediğini bilmekle, kat'î kanaat gelebilir. Yoksa komitecilikten ve
cem'iyetçilikten tevellüd eden dehşetli dinsizlik şahsiyet-i maneviyesine
karşı mukabil çıkan bir şahsın en büyük bir mertebe-i maneviyesi de
bulunsa, yine vesveseleri bütün bütün izale edemez, çünki imana girmek
isteyen muannidin nefsi ve enesi diyebilir ki; "Bu kudsî şahıs dehasıyla ve
harika makamıyla bizi kandırdı" diye bir şüphesi kalır.
Cenab-ı Hakk'a şükür ki; yirmi sekiz sene, dini siyasete alet ittihamı altında
kader-i ilâhî bu zulm-ü beşerîde benim ruhumu ihtiyarım haricinde, dini hiç
bir şahsî şeyde alet etmemek için beni beşerin zalimane eliyle ayn-ı adalet
olarak tokadlıyor.. Yani: "Sakın, sakın!" diye îkaz ediyor; "İman hakikatını
kendi şahsına alet yapma, ta imana muhtaç olânlar
2071
1977
anlasınlar ki; yalnız hakikat konuşuyor". Nefsin evhamları, şeytanın
desiseleri kalmasın, sussun.
Hakikaten Risale-i Nurun bahsettiği hakikatların aynı mealinde milyonlar
kitap o hakikatları beliğane neşrettikleri halde ve binler hakiki âlimler ders
vermeleriyle; bu memlekette dehşetli küfr-ü mutlakı tam durduramadıkları
halde; Nurlar mezkûr sırra binaen bir cihette galebe ettiğini düşmanları dahi
tasdik ederler.
Evet, küfr-ü mutlaka karşı bu ağır şerâit içinde Nurlar bu işi görmüş
meydandadır. Demek Nurların kuvveti bu sırr-ı azimden geliyor. Ben de
bütün ruh-u canımla yirmi sekiz sene bu işkenceli musibetlerime razı
oldum. Hakkımı helâl ettim. Adil kadere de derim ki: Müstehak idim senin
bu şefkatli tokatlarına!..
Yoksa gayet meşru', zararsız, herkesin lillah için takib ettikleri mübarek
mesleğe girseydim, yani maddî ve manevî hislerimi bütün feda
etmeseydim, hizmet-i imaniyede bu acib manevî kuvveti kaybedecektim.
İşte bu kuvvetin bir acib nümunesi: bazı zatların -ki ben onların ancak edna
bir talebesi olabildiğim halde onların- hakaik-i imaniyeye dair bir kitabını
birisi okumuş. Risale-i Nurun da bir sahifesini okumuş. Risale-i Nurun bir
sahifesiyle daha ziyade imanını kurtardığını ikrar etmiş...
Elbaki Hüvelbaki
Duanıza muhtaç kardaşınız
Said-i Nursi (24)”
İKİNCİ SEYAHATİ ISPARTA'YA
Hazret-i Üstad, bu tarihte Isparta'dan ayrılalı tam on altı buçuk sene olmuş
oluyordu.O zamanlar on sene kadar Isparta ve Barlâ'da ikamet etmişlerdi.
Risale-i Nur eserlerinin yüzde seksen beşini orada te'lif etmişti. En sadık
dost ve talebeleride Isparta'da idi. Şüphesiz bütün kalbiyle Isparta'ya
gitmek, Isparta'yı görmek istiyordu.. 1943 sonlarında mevkuf olarak
Isparta hapsine getirilip, bir kaç gün burada kalması ve buradan Denizli
hapishanesine götürülmesi hesaptan hariçtir.
Hazret-i Üstad'ın 1951'in sonların’da yaptığı bu ilk seyahati olan Eskişehir'
de iken; bir ara işaret yoluyla Isparta'yı arzu ettiğini işiten, Isparta'lı Nur
2072
talebeleri, hemen harekete geçmişler ve Isparta'lı terzi Mehmet Sözer
ismindeki Üstad'ın eski sâdık bir talebesi, Isparta'dan bir otomobil kiralıya
(24) Emirdağ-2 S: 101
2073
1978
rak Eskişehir'e gelmiş ve sevgili Üstad'ını alıp Isparta'ya götürmüştü.(*) On
altı buçuk sene evvel zulmen tevkif edilerek Isparta'dan hükûmet eliyle
ayrılan Hazret-i Üstad, bu defa kendi ihtiyarıyla oraya gidiyordu. On altı
buçuk senenin iftirak hasreti içinde Isparta'ya giden Hazret-i Üstad,
şüphesiz bu gidişi ona bir bayramdı. Isparta halkı da sevgili üstadlarını
büyük bir tezahürle karşılamışlardı. Bunları söyliyen hayatta kalmış
Isparta'lı talebeleridir. Isparta çoluk çocuğu ile Üstadlarının gelişini
alkışlıyor, adeta bayram yapıyorlardı. Hatta Isparta'nın civar köylerinden
kadınlar bile kafile kafle Isparta'ya gelerek Üstad'ı dinlemek istemişlerdi.
Hazret-i Üstad'ın Eskişehir'den Isparta'ya gelişi, tarih olarak 18/12/1951
şeklinde kaydetmişlerse de, lâkin o sıra yazılıp neşredilen lahikalar da ve
bizim lahika müntehap dosyamızda ise(25), 5.12.1951'de Isparta'da yazmış
olduğu ilk mektubu mevcuttur. Buna göre ve "Hanımlar taifesiyle bir
muhaveredir" risaleciğinin yazılış tarihi 20.12.1951 olmasına nazaran(26)
herhalde Hazret-i Üstad 1951'in on ikinci ayının içerisinde Isparta'ya gitmiş
ve 15 Ocak 1952'de de Isparta'dan ayrılıp İstanbul'a Gençlik Rehberi
mahkemesine gitmiştir.
Hazret-i Üstad Isparta'da bulunduğu günlerde ara sıra şehir dışına çıkıp
döndüğü zamanlarda, Isparta'lı talebeleri ve Müslüman halk bir kaç kez
onu karşılamak tezahürlerini yapmışlar ki, Hazret-i Üstad talebelerine
hitaben şunu yazmıştır:
“Hakiki bir vatanım olan mübarek Isparta'ya misafir geldiğimden, siz
kardeşlerimiz beş defadır haddimden pek çok ziyade şefkatkârane
iltifatınıza karşı ruh-u canımla teşekkür ediyorum. Fakat bu tezahür yeter.
Çünki hem mesleğime, hem tarz-ı hayatıma, hem burada bir miktar
istirahat etmeme zarar gelmek ihtimali var. Onun için umumunuzu duama
dahil ediyorum. Siz de bana dua edersiniz. Ben sizlere hakiki akraba ve
kardaşlarım nazarıyla bakıyorum. Sizler de öyle göstermişsiniz... Daha
istikbal etmeyin, hoş geldin vakti kalmadı.
Kardaşınız Hasta
Said-i Nursi(27)"
(*)Ispartalı İsmet Gülcügil bu hadise hakkında şöyle demiş
:”Terzi Mehmed Babacan bana:”Arabanla gidip Üstadı Eskişehirden
getirebilirmiyiz?”dedi.Ben kabul ettim ve gittik.1951in ilk baharında Üstadı
Ispartaya getirdik.”(Son Şahitler -4.Sh.338)
(25) Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no: 74
(26) 1371'den başlar defter S: 18
(23) Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no: 77
2074
1979
Bu mektuptan başka Üstad'ın Isparta'da yazmış olduğu mektuplar ve
Risale makamındaki yazılar ise şunlardır:
1- 13.12.1951'de Mevlid-i Nebevi gecesinde, Tarihçe-i Hayatının
neşredilmesi münasebetiyle kaleme aldığı mektup...
2- 20.12.1951'de "Dindar hamiyetkâr milletvekillerine" başlıklı mektup...
3- Yine 20.12.1951'de "Hanımlar taifesiyle bir muhaveredir" adında Risale
makamındaki yazı...
Böylece Hazret-i Üstad'ın Emirdağ'dan Eskişehir'e yaptığı bu ilk seyahatini,
-eğer 20.11.1951 tarihinde ise- Eskişehir'de tahminen ancak 15 gün kadar
kalmıştır. Amma eğer bu tarihten daha önce Eskişehire gelmişse, o zaman
hesap değişir. Hem eğer 5 Aralıkta Isparta'ya gitmiş ve İstanbul'a Gençlik
Rehberi mahkemesi için 15 Ocak 1952'de ayrılmış ise, Isparta'da yalnız
kırk gün kadar kalmış demektir. ”yetmiş gün” kaldı hesabı sehivdir.
Hz ÜSTAD ÜÇÜNCÜ VE DÖRDÜNCÜ SEYAHATLARI
Evet, Üstad'in üçüncü ve dördüncü seyahatleri de şöyledir: Birisi: 1952
başlarında Gençlik Rehberi mahkemesi için İstanbul'a... ikincisi de, 1953
baharında Samsun Mahkemesine gitmek üzere yine İstanbul'a kadar geldiği
seyahatlerdir. Bu iki seyahat hadiseleri tafsilâtıyla yukarda kaydedildikleri
için tekrara hacet yoktur.
Beşinci Seyahati: Emirdağ'dan ayrılıp kendi ihtiyarıyla Isparta'ya yerleşmek
üzere oraya gitmesidir.
Bu seyahat 23 Ağustos 1953'de gerçekleşti. 1951'in son ayında
Eskişehir'den Isparta'ya ilk seyahati Isparta'lı Terzi Mehmed adı ile meşhur
Üstad'ın eski talebesi hususî bir taksi tutarak, gelip Üstad'ını götürdüğü
gibi; şu 1953'deki gidişinde de Merhum Tahiri Mutlu Ağabey hususi
surette gelmiş ve Üstad'ını alıp Isparta'ya götürmüştür. Bu her iki rivayet
ve haberi bizzat kendilerinden dinlemiştim.
Tahir Ağabeyinin refakat ettiği bu seyahatte: Üstad Hazretlerinin Dinar
kazası civarında öğle namazını nasıl kıldığını tarif ediyordu. Tahiyyatta
şehadet getirirken: şehadet parmağını kaldırdığını ve selâm verinceye kadar
da indirmediğini söylüyordu.
Hazret-i Üstad Isparta'ya bu defa gelişinde daimi ikamet etmek niyetiyle
kalmaya başladı. İlk önce bir hafta kadar bir otelde, daha sonra bir ev
kiralıyarak yerleşti. Yanında dört beş talebesi hizmetçi olarak
2075
bulunuyorlardı. Bunlar Üstad'ın hususi hizmetkârları kâtipleri, muhatapları
ve hizmet-i Kur'an ve imandaki hâs meşrebinin hameleleri idiler. İsimleri
şöyledir: Tahiri Mutlu, Zübeyr Gündüzalp, Ceylan Çalışkan, Mustafa
Sungur, Bayram
2076
1980
Yüksel,ve sonraları Hüsnü Bayramoğlu...
Üstad Isparta'da, bu tarihten itibaren mezkûr hizmetkârlarıyla birlikte
müstakil bir evde kalmayı uygun bulmuştu. Bu ev aynı zamanda bir
dershane-i Nuriye mahiyetinde idi.Şimdi, o evin mülkiyeti satin alındı ve
hizmet içın vakfedildi.. Elhamdûlillah!..
HZ.ÜSTADIN HÂS VE ÖZ MEŞREBİ
Bu tarihten itibaren, Hazret-i Üstad kendi yanındaki hususî hizmetkâr ve
kâtiplerine, Nurun umumî meslek ve meşrebi içindeki kendisinin hâs
tarzını öğrenmelerini, yaşamalarını, icra etmelerini ve bilhassa vefatından
sonra o tarzı devam ettirmelerini hususî şekilde telkin ediyordu. Hayatta
sağ kalmış Üstadın hizmetkârlarının hepsi de bu meseleyi böyle beyan
etmektedirler.
Merhum Zübeyr Ağabey, Üstad'ının bu hususî tarz-ı hizmetine çok âşina
olanlardan birincisiydi. Üstad'ın vefatından sonra o tarzı Nur talebeleri
içinde yerleştirmek, alıştırmak için elinden geldiğince çalıştı, çırpındı. Fakat
Allah'ın irade ve hikmeti iktizasıyla bu dünyada fazla kalamadı.
Anlatmak istediğimiz bu husus ve mevzu,tek başına büyük bir fasıldır. Hem
de pek mühimdir. Uzun ve tafsilâtlı yazılabilir. Misalleriyle, örnekleriyle
kaydedilebilir. Lâkin nâziktir, incedir. Belki bazı zararlara bâdi olabilir diye
sadece onun bazı hususiyetlerini ihtiva eden ve ona işaret eden
2077
1981
ufak bir köşesini göstermeye çalışarak tafsilâtından sarf-ı nazar edeceğiz.
Şöyle ki:
Risale-i Nur talebeleri camiasında bir çok büyük şahsiyetler, edipler,
âlimler olduğu gibi; meşrepleri, istidatları ayrı ayrı ehl-i kalb velîler de
vardır. Elbette her birisinin istidadına göre mahsus bir meşrebi ve hizmet
anlayışı da berabercedir. Bir de bütün bunların içinde ve hepsinin fevkide
üstünde Hz.Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi de vardır. Ebette onun da,
Risale-i Nurun hizmet-i Kur'aniyesi için sevk ve idare hususunda hâs bir
tarzı ve mahsus bir meşrebi olacaktır ve vardır. Elbette akılca, ilimce,
velayetçe, kârihaca, anlayışça, idrakça, ihlâsça mutlaka Hazret-i
Bediüzzaman derece-i kemâlde olacaktır ve hayatıyla bunu göstermiştir.
Lâkin diğer yüksek şahsiyetli âlim ve edip ve velî Nur talebeleri, tek tek
her birisi şahsen bu derece-i kemâle sahip olamadıkları için, hususî meşrep
ve hizmet anlayışlarının bazı eksiklikleri ve noksanlıkları olacaktır. Böyle
olunca da, elbette hizmetin sevk ve idaresi noktasından bazı kusurlara
menşe olabilirler. Öyle olunca, da Nur camiasının umumî ahengi o gibi
arızalarla bazı sadmeler geçirebilir. Vesaire!..
İşte Hazret-i Üstad. kanaatımızca bu hakikata işaret etmek istemiş
olacaktır ki, yanındaki hâs hizmetkâr ve kâtiplerinden kendi tarzının
muhafazasını istemiş ve arzulamıştır.
1948'de Afyon hapsinde, Hazret-i Üstad her ne kadar Nur talebelerinden
yek-vücud bir şahs-ı manevînin inkişafı ile bu tarz hizmetin tezahürünü
istemiş,
beklemiş, arzu etmiş.. ve bilfiil bir üçüncü Said haletiyle, her şeyi
talebelerine bırakarak çekilmek ve bütün bütün -Mevlânâ Celâleddin-i
Rumi'nin dediği gibi: "ender fena-i mutlak zevk-i beka çeşiden" ehl-i ahiret
olmak istemişse de: Lâkin arzu ettiği ve beklediği o kâmil olan şahs-ı
manevi tam tezahür etmediğini görünce de, kendi manevî ve ruhanî
âleminde o haleti yaşamakla birlikte; maddi âleminde Üçüncü Said'in o
haletini uygulamaya imkân bulamamıştır. Hatta 1951 ve sonra 1953'de
Isparta'ya iki defa gittiklerinde, madde âleminde Üçüncü Said haletinin
zemini henüz tekevvün etmediğini bazı hadiselerle çok yakından bir kere
daha müşahede etmiş ve ona düşen vazifenin yükünü kaldıracak ve
yüklenecek zatların henüz tam teşekkül etmediğinden, kendi vazifesinin
başında ve tarz-ı hizmetinde devam etmek zaruretini duymuştur.
ÜSTAD'IN BARLA'YI ZİYARETİ
2078
Hazret-i Üstad 1953 veya 54(*) Barla'yı ondokuz sene sonra ilk olarak
ziyaret ettiği tarihin, gün olarak hangi tarihe rastladığı hakkında kesin bir
bilgi mevcud değildir. Fakat eğer 1953 te olmuşsa herhalde, Isparta'ya
gitti
2079
1982
ği ilk günler içinde bu ziyaret vaki' olmuş olabilir. Oysa, 23 Ağustos 1953
günü Isparta'ya vardığına göre, bir hafta sonra Barla'yı ziyaret etmişse,
eylül başı olmuş olur.
Hazret-i Üstad tam on dokuz kûsr senedir Barla'dan ayrılmıştı. 1926-1934
arası sekiz buçuk seneye yakın zaman orada kalmıştı. Risale-i Nurların ana
ve kök Risaleleri hep burada te'lif edilmiş, burada neşredilmişti. Barla
sıddıkları ona ve Risale-i Nura çok sadıkane ve vefakârane hizmetler
etmişti. Hazret-i Üstad gerçekten Barla'yı unutmuyordu, unutması da
mümkin değildi. Çünki Barla Nurun ilk kürsi-i dersi idi. Risale-i Nur
suretinde nurun lemaanı, feyazânı burada başlamıştı, buradan yayılmıştı.
İşte Hazret-i Üstad bu kudsi his ve halet ile Barla'ya on dokuz küsûr sene
sonra kendi irade ve ihtiyarıyla serbest gidebiliyordu. Barla'ya gittiği gün,
güzel ve açık bir yaz günü idi. Belediye binasının bulunduğu yoldan
Barla'ya girdi. Barla'da mevcud olan talebelerinin bir çoğu Üstadlarını
hürmet ve hasretle karşıladılar. Üstadın beraberinde hususî hizmetkârları da
vardı.
Kalın kilidi görünce
Rivayet edildiğine göre, Hazret-i Üstad Barla'nın içine girdikten sonra;
1937 Şubatında vefat eden Barla'lı eski talebesi ve hizmetkârı Mustafa
Çavuş'un hanesinin önünden geçerken, onun kapısının üzerindeki kalın
demir Kilide gözleri ilişince, kendini tutamıyarak hüngür hüngür ağlamaya
başlamıştır.
Menzilgâhına gelince
Daha sonra. sekiz buçuk sene kalmış olduğu menzilgâhı olan eski evine.
Tahiri Mutlu ve Zübeyr Gündüzalp'ın kolları arasında gelirken, evinin
altına geldiğinde. kendini tutamıyarak ağlamaya başlamıştı. On dokuz
buçuk senelik bir müfarakat hissiyatının hasret dalgalarıyla ağlıya ağlıya
mübarek asırlık Çınar ağacına sarılmış, göz yaşlarını dökmüştü. Daha sonra
odasına çekilmiş, iki saat kadar yalnız kalmıştı. Odası içinde ağlamasının
sesi dışardan duyulmaktaydı.(28)
Hazret-i Üstad bu hazin halet içinde iken, sıddık ve sadık hizmetkârı olan
Sıddık Süleyman gelmiş, Üstad'ına elyazma bir risalesini getirip vermişti.
Bu risale 1925-1926 yıllarında Burdur'da yazılmış ve Küçük Sözlerdeki
hakikatları daha ağır ve ilmî bir üslupla beyan eden on iki dersten ibaret bir
risale idi. Hazret-i Üstad bu risaleye çok memnun olmuş, hazin halet-i
ruhiyesi ferahlı ve neşeli bir halete inkılâb etmişti.
2080
(28) hesaba göre ondokuz veya yirmi senedir. Çünkü Üstad 1934
Ağustos'unda Barla'dan ayrılmış, Hazret-i Üstad Barla'ya bu gelişi için
"Yirmibeş senelik müfarakattan sonra" diyor. Herhalde ortalama ve
yuvarlak bir hesapla, bir çeyrek asır demek istiyor. Tam hesap ise,sabit
1953 veya 54 Ağustos'unda da bu ziyareti yapmıştı.
Dostları ilə paylaş: |