Kelamda iman problemi İmanin tanimi ve kapsami



Yüklə 85,49 Kb.
səhifə5/11
tarix04.01.2022
ölçüsü85,49 Kb.
#57787
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11
Küfr-i İnâdî: Kişinin kalben hakikati bilmesi, dil ile de zaman zaman itiraf etmesine rağmen, haset, sapıklık, şan, şöhret ya da başka sebeplerden dolayıİslâm’ı bir din olarak kabul etmemesidir. Bu çeşit küfre, fikir arkadaşlarından ar edip guruna yediremediği için “küfr-i ârî” de denir. Hz. Muhammed’in amcası Ebu Talib’in küfrü bu türden bir küfür olarak kabul edilmiştir19.

Küfr-i Nifak: Kişinin inanılması gereken şeyleri diliyle ikrar ettiği halde kalbiyle tasdik etmemesidir. Münafıkların küfrü böyledir.

Hanefi fıkıhçıların eserlerin de bir küfür çeşidinden daha bahsedilir. Kendi iradesiyle küfür olduğunu bilmediği, fakat gerçekte küfür olan sözü söyleyen kişi çoğu fıkıhçıya göre kâfir olur. İşte bu tip küfre “küfr-i cehlî” denir. Ancak bilmeden küfür olan sözü söyleyenin cehaleti dolayısıyla kâfir denilemeyeceğini iddia edenler de vardır20. Bize göre de küfrün gerçekleşmesi için bir tercih ve irade söz konusu ise, bilmemek mazeret sayılabilir. Ancak kişi, kâfir olarak nitelendirilemese de kişinin bilgisizliği ayrı bir sorumluluk doğurur.



  1. Müşrik

Sözlükte, “ortak kabul etmek”, terim olarak ise, “Allah Teâlâ’nın tanrılığında, isim, sıfat ve fiillerinde eşi, dengi ve ortağı bulunduğunu kabul etmek” demek olan şirk ile küfür birbirine yakın iki kavramdır. Aralarındaki fark küfrün daha genel, şirkin ise daha özel olmasıdır. Bu anlamda, her şirk küfürdür, buna karşın her küfür şirk değildir. Her müşrik kâfirdir, fakat her kâfir müşrik değildir. Çünkü şirk Allah’a, zât, isim ve sıfatlarına ortak kabul etme sonucu meydana gelir. Buna karşın küfür ise, küfür olduğu bilinen bir takım inançların kabulüyle gerçekleşir. Küfür olan inançlardan biri de Allah’a şirk koşmaktır. Mesela, Mecusilik’te olduğu gibi iki ilah kabul etmek şirk olduğu gibi küfürdür de. Hâlbuki ahiret gününe inanmamak küfürdür ama şirk değildir21.

F. İMAN-BİLGİ İLİŞKİSİ

İmanın içtenlikle kabul ve tasdike bağlı olması onun bilgiyle, bilmeyle alakalı olduğunu göstermektedir. Şöyle ki, iman en özlü olarak “kalben tasdik” şeklinde tanımlanmaktadır. İmanın tanımında yer alan tasdik; bir hakikati tanıma ve bilmeyi, kendine mal etmeyi yani benimsemeyi, doğrulama, teyit etme ve ispat etmeyi dile getiren bir kavramdır. Tasdik kavramının bilgiyle, bilmeyle alakalı bu anlam içeriği göstermektedir ki, doğrulanıp gerçekliği kabul edilecek bir şey hakkında bilgi sahibi olunmadan onu tasdik etmek mümkün değildir. Bu anlamda iman, “bilgiye dayalı tasdik” olarak karşımıza çıkmaktadır. Nasıl ki, doğrulanıp gerçekliği kabul edilecek bir şey hakkında bilgi sahibi olunmadan onu tasdik etmek mümkün olmuyorsa; imanda da inanılması gereken doğrulanıp kabul edilmesi gereken konularda bilgi sahibi olunmadan onları hüküm haline getirip tasdik etmek mümkün değildir. O halde, tasdik için bilginin, tasdike götüren sebep olması açısından ayrı bir yeri ve önemi vardır. Bilgi olmadan tasdikin, dolayısıyla da imanın gerçekleşmesi mümkün olmamaktadır.

Nasıl ki bilgi tasdike götüren bir sebepse, bilgisizlik de tekzip ve inkâra götüren bir sebeptir. Onun için bilgi olmadan tasdikin bir anlamı olmaz. Zira insan neye, niçin ve nasıl iman ettiğini ancak akletme yoluyla elde ettiği bilgiler sonucunda ulaşır. Bundan dolayı, bilgiye dayanmayan bir iman, gerçek bir iman anlamına gelmez22. Kısacası bilgi tasdikten önce gelir. Çünkü insan bilmediği bir şeye inanmaz. Başka bir ifadeyle “tasdikin bilgiye dayanmaması, bir şeyin bilinmeden kabullenilmesi anlamına gelir ki, bu bir anlamda cehalete iman etmek demektir. Bu ise imanın mahiyetiyle çelişir.”23

İman-bilgi ilişkisi açısından, putperest bir kültür içerisinde yaşayan Hz. İbrahim’in akl-ı selimi ile tanrıyı araması ve bulması oldukça dikkat çekicidir. Hz. İbrahim’in bu arayışının kaynağı fıtratından gelen inanma ihtiyacı ile onu yönlendiren aklı ve sağduyusudur. Aklı onu kendilerine bile faydası olmayan putları reddetmeye yöneltmiştir. Yine o karşısındakilerin anlayışını boşa çıkarırken muhatabının aklına ve gönlüne hitap etmektedir. Kısacası o, inancında da reddettiklerinde de bilgiye dayanmaktadır. Bu ve başka örneklerde bilgi inanca giden yolun başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Buna bağlı olarak, Kur’an’ın tebliğ anlayışında öncelikle bilgilendirme ve delillendirme söz konusudur.

İman için bilgi, tasdikin oluşması açısından önemli bir işleve sahip olsa da imanın özdeşi olarak görülmemelidir. Nitekim Mâturîdî’nin de dediği gibi salt bilgiye sahip birinin iman etmiş sayılması düşünülemeyeceği gibi, bilgisizliği dolayısıyla bir kimsenin imanı yok sayılamaz. Kaldı ki, imanın zıddı küfür ve tekzib iken bilginin zıddı cehalettir24. Kısacası bilgi iman için yalnızca tasdikin temeli olarak işlev görmektedir. Bu yönüyle bilgi imanın hakikati olmayıp sebebidir25.

İman, bilgiye dayalı bir tasdik olarak kabul edildiğinde zihinsel bazı aşamalardan geçmesi gerekir. Hanifi Özcan Epistemolojik Açıdan İman adlı eserinde bu aşamaları ilgi, şüphe, zan, inanç, bilgi ve iman şeklinde sıralanmaktadır. Ona göre bu unsurlar bilginin oluşumunda var olan çeşitli bilişsel basamaklardır. Özcan, ilgi ile başlayıp iman ile sonlanan bu zihinsel aşamaları sırasıyla şu şekilde değerlendirmektedir:

İlgi: Kişinin bilgiye ulaşabilmesi için öncelikle o şeye ilgi göstermesi gerekir. İlgi olmadan bilgi hasıl olmaz. Mesela Kur’an’da öncelikle âlemin düzeninden, gecenin gündüzü takip etmesinden, baharda yağmurlarla tabiatın canlanmasından bahsedilerek dikkat çekilir, insanda ilgi uyandırmak hedeflenir.

Şüphe: Bundan sonraki basamak şüphedir. Şüphenin bireyi psikolojik olarak rahatsız eden biri yönü vardır. Şüphenin bu yönü insanı daha fazla araştırmaya sürekler. Bu sayede daha fazla bilgi sahibi olan insan bir sonraki aşamaya geçer.

Zan: Bu aşama zihnin, tereddütlü ve ihtimalli de olsa bir karar aşamasına ulaşan durumunu ifade etmektedir. Zihnin bu hali kesin olmayan bir karar hali olup farklı ihtimalleri barındırır. Buna karşın zihin bu aşamada da hala rahatsızdır, durgun değildir.

İnanç: Zan, hakkında herhangi bir inceleme yapılmadan benimsenir ve zıt kanaatlerin de aynı geçerlilikte olabileceğine imkân vermezse, bu durumda bu kanaat zan olmasının ötesine geçerek inanç halini alır. Ancak, inanç iman değildir. İman bir süreci ifade ettiğinden, inanç, imana giden yol üzerinde bulunan önemli bir kavram olarak görülmektedir. İnanç imandan önceki adımlardan biri olarak görüldüğünde o olmadan imandan bahsetmek doğru görülmemektedir. Nitekim insanların pek çok şeye inandıklarını, buna karşın bunların pek azına iman ettiklerini görmekteyiz.


Yüklə 85,49 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin