LEVANTENLER
204
205
LEVANTENLER
da Drapoza (Draperi) Lankaşko, Daryovas, Luis, Operta gibi zengin aileler görülüyor. Mandarina gibi bir zengin, zımni statüde Osmanlı uyruğuna geçmişti. Bu arada şehri terk edenler de vardı.
Galata'da Latin milletinin St. Anne, St. Benedict, St. Giovani Ospedale, St. Sebas-tiano, St. Antonio, San Giorgio, St. Maria, San Nicolo, St. Pietro et Paulo gibi kiliseleri vardı. Bu kiliseler pratikte yabancı elçiliklerin ve misyonların himayesinde idi.
Latin cemaati veya Latin milleti imparatorluğun Rum-Ortodoks, Ermeni, Erme-ni-Katolik ve Yahudi millet teşkilatı gibi değildir, istanbul'da yaşayan Levantenler (yani Latin cemaati) yabancı diplomatik misyonlara ve dini gruplara ait kiliselere devam eder ve dini hizmet ve hakları yabancı tebaalı ruhban tarafından yerine getirilirdi. Bu nedenle tebaa-i şahaneden cilan gayrimüslimlerin aksine bunların günlük işleri için gereğinde vekilleri aracılığıyla hükümetle temas edilirdi. Latin vekâleti bu bakımdan hukuki bir temsil ve bir mahalle idaresinden, muhtarlıktan farklı bir şey değildi.
Levantenlerin içinde ticaretle zengin olanlar kadar özellikle sefaret tercümanlığı, dragomanlıkla diplomatik muhitlere girenler, Testa ailesi gibi bu sayede unvan ve rütbe sahibi olanlar vardır. Levanten denilen sosyal grup içinde bu rekabet, rütbe farkının getirdiği tavırlar, gelen ecnebilerin
Letâifname (1268'de istanbul'da basılmış nüshanın ilk sayfası). Nün Akbayar koleksiyonu
sadüf edilememiştir. 1268/1851-52'de taş-baskısı olarak bir defa basılan hikâyenin özeti şöyledir:
Yusuf, Sultan Murad dönemi zenginlerinden Hoca Dursun'un oğludur. Babasının ölümü üzerine, Yusuf'un etrafını kuşatan serseriler, güzelliği dillere destan olan delikanlıya önce hikâyeler anlatarak, sonra da Galata Mevlevîhanesi'ne götürerek ona yaklaşırlar; daha sonra da Aynalı Meyhane'ye düşürüp bütün malını ve parasını bitirirler. Sağlığında oğlunu dostu Bekir Odabaşı'na emanet eden baba, oğlunun durumunun kötüleşmesi halinde bir kışlaya götürüp karakullukçu etmesini söylediği için Yusuf, karakullukçu edilir. Gördüğü Letâif adlı bir cariyeye âşık olan delikanlı, kızın hanımının tstinye'de-ki yalısına davet edilir. O, hem hanımla, hem de cariyeyle murat alıp vermektedir. Bu durumu öğrenen Raiye Hanım, Letâif i dövdürtüp denize atılmasını emrederse de kıza kıyamayan kayıkçılar ormana bırakırlar. Durumu öğrenen Yusuf, kızı kurtarır.
Yusuf u da ortadan kaldırmak isteyen Raiye, o, konağa gelince duruma uygun bir hikâye anlatarak kızı kaçırdığını söyler. Yusuf böyle bir şey olmadığım inkâr ederse de kâhya kadının yardımıyla Letâif'in evde olduğunu öğrenir. Öfkeli hanım, Yusuf'un boğularak denize atılmasını emrederse de kâhya kadın ipi çıkarıp suyolu-na attırtır.
Tıflî, Miriâlem adlı birisinin yalısında hikâye anlatarak eğlenmektedir. Lağımdan çıkan Yusuf u dinleyen Tıflî, onun derdini sultana anlatacaktır. Ertesi gün anlattığı hikâyede sözü Yusuf un macerasına getiren Tıflî, böylelikle olayı sultana arz etmiş o-
lur. Sultan, mirasyedi serserilerle Raiye'yi cezalandırır; kimisi sürülür, kimisi öldürülür. Kadının mallan Yusuf a verilir; o, Letâif ile evlendirilir. Yusuf a mansıp verilirken yalı da yaktırılır. Yusuf ile Letâif in çocuklarından söz edilmesi de hikâyenin ileriye doğru devamını göstermektedir.
"Letâifname", benzeri hikâyelerden Han-çerli Hanım Hikâyesi'nin(->), M. N. Özön'e göre, bazı değişiklikler gösteren diğer bir nüshasıdır. Ozon, Türkçe'de Roman'da "Letâifname"nin özetim verirken, bir yerden sonra devam eden olayların "Hançer-li Hamm"la aynı olduğunu, ortak olan o-layları sıralayarak belirtir. Bunlar, her iki hikâyede de yer alan güzel delikanlıya âşık olan zengin bir hanımın ev alması, annesinin oraya taşınması, hanımın delikanlıdan şüphelenmesi, kızın cezalandırılması hep ortak olan olaylardır.
"Letâifname", benzer hikâyelerin yapısına büyük ölçüde bağlılık gösterir. Mirasyedi oğulun etrafındaki serseriler, iflas e-den bir mirasyedi, işe yerleştirme, bir görüşte âşık olan delikanlı, batakhaneye düşme, ev, konak alma gibi motifler, dönemin beklentilerinin hikâyemize yansımış izleridir. "Hançerli Hanım" Hikâyesi'ndeki Gü-müşhalkalı Meyhaneci'nin, benzeri "Letâif-nâme"de Ayvalı Meyhane olarak geçmektedir.
1957'de "Hâce Azizoğlu Hasanşah Hikâyesinin baş tarafını yayımlayan 1. H. Danişmend'e göre hikâye, 1194'ten önce telif edilmiştir. Ona göre, "Bir Alay Hikâ-yât-ı Garibe" başlığı altında verilen bu hikâye, incelenen ilk epizodundan anlaşıldığına göre "Hançerli Hanım" ve "Letâifname" hikâyelerinden başka bir hikâye olmamalıdır.
"Tıflî hikâyeler çemberi" olarak adlan-dırılabilen bu hikâyelerin tamamına yakınında anılan Tıflî ile Sultan Murad, hikâyelerin sonunda, duruma uygun bir şekilde anlatılan hikâyeyle olayları sonuçlandırırlar. Hikâye, daha önce de, yakışıklı delikanlıyı konağında alıkoyan yaşı geçmiş, fakat gözü civanlarda olan kadınlar tarafından da anlattırılır.
"Letâifname"de, bütün bunlardan başka, mirasyedi delikanlıyı baştan çıkarmak isteyen serseriler, onu eğlendirmek için hikâyeler anlatırlar. Boratav, "Letâifname" nin de içinde bulunduğu bu hikâyelerin kitaba geçmeden önce, tıpkı diğer halk hikâyelerimizde olduğu gibi, sözlü gelenekte yaşadığı görüşündedir.
Hikâyedeki bütün olaylar istanbul'da geçmektedir. Şehir semtleriyle, meyhane-leriyle, iskeleleriyle, burunlarıyla dikkatimizi çekmekte, devrin eğlence ve sefahat hayatının örneklerini vermektedir.
Bibi. M. N. (Ozon), Türkçede Roman Hakkında Bir Deneme, ist., 1936, s. 104-106; P. N. Boratav, Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği, Ankara, 1946; I. H. Danişmend, "Küçük Hikâye Çığırı", Türk Ruhu, S. l (Aralık 1957); Ş. Elçin, "Kitabî, Mensur, Realist .istanbul Halk Hikâyeleri", Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, S. l (Mart 1969), s. 74-106; ay, Halk Edebiyatı Araştırmaları, II, Ankara, 1988, s. 56-80; Nutku, Meddahlık.
SAİM SAKAOĞLU
Dostları ilə paylaş: |