Bibi. İstanbul Belediye Konservatuvarı, Türk Musikisi Klasiklerinden Mevlevî Ayinleri, c. VI-XVII, 1934-1939; Ergun, Antoloji I-ü; A. Gölpı-narlı, Mevlanâ'dan Sonra Mevlevîlik, ist., 1953; ay, Mevlevî Adap ve Erkânı, İst., 1963; H. Can,
Mevlevî musikisinde kullanılan neyler, rebab, kemence, kudüm ve zil. Can Kerametli, Galata Mevlevîhanesi, İst., 1977
"Mevlevilikte Musiki ve Musikide Mevlevilik", Mevtana Güldestesi. Konya, 1967; S. Heper, Mevlevî Ayinleri. Konya, 1974.
__, ÖMER TUĞRUL INANÇER
MEVLEVÎHAISIE KAPISI
bak. SURLAR
MEVLEVÎLİK
13. yy'ın sonlarında Konya'da, Mevlana Celaleddin Rumî (ö. 1273) adına oğlu Sultan Veled (ö. 1312) tarafından kurulan tarikat, istanbul'un fethiyle birlikte şehir hayatına ilk giren tarikatlar arasındadır.
Mevlevîlik, temelleri Anadolu'da atılan klasik tarikat tipi mistik örgütlenmeler içinde, tarihsel bakımdan öncelikli bir konuma sahiptir. Tarikatın 13-15. yy'lar arasındaki tarihi, Mevlana Celaleddin Rumî'nin felsefesi doğrultusunda örgütlenme, adap ve erkânını sistemleştirme dönemidir. Mevlevîlik bu süre zarfında idari yapılanmasını merkeziyetçi kurallar çerçevesinde gerçekleştirmiş ve kurduğu mevlevîhanelerde icra edilen tarikat ayinlerine kesin şeklini vermiştir. Aynı zamanda bu dönem, Mevlevîliğin Anadolu'daki heterodoks tasavvuf akımlarıyla yakın ilişkide bulunduğu, Kalenderîlik, Haydarîlik gibi seyyah dervişliğe bağlı mistik kurumları kendi bünyesine katarak İstanbul'un gündelik hayatına taşıdığı bir zaman kesiti olarak da dikkati çekmektedir. 15. yy'ın ikinci yarısından itibaren İstanbul'da faaliyet gösteren Mevlevî şeyhlerinin kişiliklerinde bu heterodoks etkilerin izlerini görmek mümkündür. Dolayısıyla Mevlevîliğin İstanbul'da bu şeyhler tarafından temsil edilen ve 16. yy'ın ortalarına kadar süren mistik ideolojisinin evrimleşme boyutlarını kavrayabilmek için, tarikatın 13-15. yy'lar arasındaki erken dönem kurumlaşma yapısını ana hatlarıyla belirlemek gerekmektedir.
Mevlana Celaleddin Rumî'nin vefatım izleyen Çelebi Hüsameddin dönemi (1273-1284) hariç tutulursa, tarikatı idari açıdan merkezileştiren ve bir toplumsal örgüt olarak inşa eden reformların Sultan Veled zamanında (1284-1312) başlatıldığı görülür. Bu reformlar arasında tarikatın yönetim piramidinde en üst noktayı temsil eden "çelebilik" makamının kurulması, Mevlevîliği idari bakımdan merkezileştiren başlıca düzenlemedir. Söz konusu bu düzenlemenin bir gereği olarak Sultan Veled ailesine mensup bulunan erkek üyeler, sırasıyla bu makama atanmışlar ve Mevlevîlik, tarihi boyunca idari tasarrufu dinde bulunduran bu ailenin kan bağına dayalı meşihat modeline göre yönetilmiştir. Diğer yandan Mevlevîliğin 13-15. yy' lar-daki gelişimi ise, Mevlana Âsitanesi post-nişini olan Mevlevî çelebisine bağlı iki ayrı zümre tarafından gerçekleştirilir. Bunlardan birinci grubu oluşturanlar, Mevlana soyuna mensup bulunmayan, fakat çelebilik makamından aldığı hilafeti yine bu makam adına kullanma yetkisine sahip Mevlevî şeyhleridir. İkinci gruptakiler ise, tarikat organizasyonunda "inas çelebileri" olarak bilinen ve Mevlana soyunu, Sul-
İstanbul mevlevîhanelerinin şeyh aileleri. Ekrem Işm
tan Veled'in k.zı Mutahhara Âbide Hatun kolundan_sürdüren_ailenin diğer kanadıdır. Tarikatın Konya dışında temellerini attığı ilk merkezlerden Karahisar ve Kütahya mevlevîhaneleri, bu kola mensup şeyhler tarafından kurulmuş olup Mevlevîliğin İstanbul'daki erken dönem örgütlenmesi de bu zümrenin eseridir.
Tarikatın İstanbul öncesi dönemde geçirdiği sosyokültürel dönüşüm, daha sonra imparatorluk merkezindeki faaliyetlerine de yansımıştır. İstanbul'daki ilk Mevlevî şeyhlerinin mistik öğretileri, bir bakıma bu dönemde tarikatın temsil ettiği kendi değerleri ile Anadolu'da yaygın olan heterodoks eğilimlerin sentezi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Tarihsel süreç boyunca bu sentez çözülerek ve tarikat kendi bünyesinde barındırdığı heterodoks etkilerden arınarak İstanbul'a özgü bir Mevlevîlik anlayışının temellerini atacaktır.
Sultan Veled'in 1312'de vefat etmesiyle çelebilik makamına sırasıyla oğulları Ulu Arif Çelebi (ö. 1320), Şemseddin Âbid Çelebi (ö. 1338) ve Hüsameddin Vâcid Çelebi (ö. 1342) geçmiştir. Bunlardan ilk iki çelebi ailesine mensup şeyhler, Mevlevîliğin İstanbul öncesi dönemdeki kültürel yapılanmasında büyük rol oynarlar. Diğer yandan yine bu dönemde inas çelebilerinden Celaleddin Ergun Çelebi (ö. 1373), tarikatın Konya dışındaki merkezlerinden Kütahya Mevlevîhanesi'ni, Âbâpûş-ı Velî lakabıyla tanınan Bâlî Mehmed Çelebi ise
Karahisar Mevlevîhanesi'ni faaliyete geçirmiş olup, oğlu Divâne Mehmed Çelebi de Galata Mevlevîhanesi'nin(->) ilk postnişin-liğini yapmıştır.
Ulu Arif Çelebi, Mevlevîliğin İstanbul öncesi dönemine damgasını vurmuş mutasavvıftır. Düşünceleri ve hayat tarzı Anadolu'daki Kalenden zümrelerinin etkisi altında şekillenmiş, heterodoks akımlara duyduğu yakınlık onu bu mistik oluşumlarla Mevlevîlik arasında bir sentez yapmaya yöneltmiştir. Hayatı boyunca bütün Anadolu'yu gezmiş olması, Irak ve Tebriz'e giderek bu bölgelerdeki tasavvuf anlayışlarını Mevlevîlik bünyesine katması onun dikkat çekici taraflarıdır. Ayrıca şarap içtiği ve rintmeşrep bir kişiliğe sahip bulunduğu bilinmektedir. Bütün bu özellikler onu Mevlevî kültürü içinde bir prototip haline getirmiş, daha sonra İstanbul'da faaliyet gösteren tarikat mensupları üzerindeki etkisi ise uzun yıllar canlı kalmıştır.
Kalenderîlik ile Mevlevîliğin Ulu Arif Çelebi'nin kişiliğinde bütünleşmesi ve bu kültürel oluşumun 15. yy'm ortalarından itibaren İstanbul Mevlevîliğine yansıması, bir yandan tarikatın erken dönem kimliği hakkında yeterli ipuçlarını verirken, diğer yandan da çelebilik makamını temsil eden II. Pir Âdil Çelebi'nin (ö. 1460), Mevlevî adap ve erkânını düzenlemesi, söz konusu kimliğin hangi kurallar bütünü içinde şekillendiğini göstermektedir. Ulu Arif Çe-
lebi'den sonra Mevlevîliğin erken dönem ., tarihinde en önemli rolü oynayan kişi, bu kurallar bütününü tarikat ideolojisi paralelinde ele alıp yeniden düzenleyen II. Pir Âdil Çelebi'dir. "Mevlevî mukabelesi" de ,. denilen sema ayini onun zamanında (1421-1460) kesin şeklini almış ve tarikat gele-
• neksel kimliği içinde taşıdığı Batınî eğilim
lerle birlikte fetihten hemen sonra İstan
bul'un gündelik hayatına girmiştir.
İstanbul'un gündelik hayatına giren ilk tarikatlar Mevlevîlik ve Zeynîliktir. II. Mehmed (Fatih) döneminde (1451-1481) etkili olan Zeynîliğin İstanbul'dan önceki yönetim merkezlerinden Bursa'nın hâkim tarikatı olması nedeniyle doğrudan doğruya şehir hayatına katılması dikkat çekicidir. Medrese kültürüne yakın bir tasavvuf anlayışına sahip bulunan Zeynîliğin daha sonra üstlendiği bu rolü Nakşibendîliğe^) terk ederek tarih sahnesinden çekildiği görülmektedir. Mevlevîlik ise âdeta bir devlet kurumunun yer değiştirmesine benzer bir şekilde Konya'dan İstanbul'a taşınmış, idari merkez Konya'da kalmak şartıyla tarikat mensuplarının şehir hayatındaki faaliyetlerine izin verilmiştir.
II. Mehmed döneminde, İstanbul'daki -tarikat faaliyetleri bugüne kadar henüz ye-, terince aydınlatılamamış bir konudur. Bunun iki nedeni vardır. Birincisi, II. Meh-med'in derviş zümrelerine karşı duyduğu
- siyasi kuşku ve bu grupları yerel güç odak
lan olarak değerlendirip yeniden yapılan-
MEVLEVÎLİK
424
425
MEVLEVÎLİK
dırmaya çalıştığı iktidar mekanizmasına karşı potansiyel bir tehlike şeklinde görmesidir. Devletin düşünsel temellerini tarikat ideolojilerine değil, medrese öğretisine ve dolayısıyla ulema zümresine dayandırması bu tavrının tipik bir göstergesidir, ikinci neden ise, tarikatların bu dönemde henüz tam anlamıyla geleneksel teşkilatlarını kuramamış olmaları, daha çok mistik etkiler altında şekillenen ve belli bir organizasyona sahip bulunmayan toplumsal zümreler niteliğini taşımalarıdır.
Mevlevîliğin İstanbul'daki ilk merkezi, Bizans dönemine ait Akataleptos Manastın Kilisesi'dir. Yapının adı hakkında henüz tam bir görüş birliğine varılamamıştır. Fetihten hemen sonra Mevlevi dervişlerine tahsis edilen bu kilise, daha sonra camiye çevrilerek Kalenderhane Camii(->) olarak da tanınmıştır. Mevlevî kaynaklarında Kalenderhane Zaviyesi şeklinde geçen bu merkezin, Fatih Mehmed II Vakfiyele-n'hdeki kayda göre kısa bir süre tarikat tarafından kullanıldığı anlaşılmaktadır. Vakfiye kayıtlarının verdiği bilgiler doğrultusunda Kalenderhane Zaviyesi'nde bir şeyhin idaresi altında cuma namazlarından sonra dört kişilik mutrıp heyetinin eşliğinde Mevlevî semai yapıldığı ve ardından Mesnevi okutulduğu bugün bilinmektedir. Ancak tam anlamıyla kesinlik kazanmayan nokta aynı zaviyenin adından ötürü başka kaynaklarda bir Kalenden merkezi sa-.yılmasıdır. Kalenderîlik ile Mevlevîliğin özellikle Ulu Arif Çelebi'nin kişiliğinde bütünleşen iki ayrı tasavvuf öğretisi olduğu dikkate alınırsa, İstanbul'daki erken dönem Mevlevîliğin Kalenden meşrep bir mistik akım olarak bu zaviyede temsil edildiğim kabul etmek gerekir. Nitekim bu tasavvuf sentezi, daha sonra Divâne Mehmed Çelebi aracılığıyla Galata Mevlevîha-nesi'nin ilk kuruluş yıllarında tekrar gündeme gelecektir. Kalenderhane Zaviye-si'ndeki Mevlevî faaliyetlerinin ne kadar süre devam ettiği ve kimler tarafından idare edildiği bilinmemektedir. Ancak bu merkezin tam teşekküllü bir mevlevîhane olmadığı ve geçici bir süre Mevlevîliğe hizmet ettiği kesindir.
II. Bayezid dönemi (1481-1512), diğer tarikatlar gibi Mevlevîliğin de İstanbul'un gündelik hayatında tam anlamıyla kurumlaştığı ve ilk tekkesi sayılan Galata Mevle-vîhanesi'ni faaliyete geçirdiği bir zaman dilimidir. Tarikatın Galata Mevlevîhane-si'ndeki ilk örgütlenme faaliyetlerine geçmeden önce, yine aynı dönemde Mevlevî kültürünü yaşatan Âb id Çelebi Tekke-si'ne(->) değinmek gerekmektedir. Kurulduğu semtten dolayı Fatih Mevlevîhane-si olarak da tanınan bu tekkenin temelleri, Mevlâna soyundan olup Nakşibendîliğe intisap ederek Abdullah İlahî'den(->) hilafet olan Âbid Çelebi (ö. 1497) tarafından atılmıştır. Tekkenin inşa tarihi belli değildir. Ancak vakfiyesinin 1494 tarihini taşıması, bu Mevlevî-NaKşî rnerkezinin Galata Mevlevîhanesi ile aynı yıllarda faaliyete geçtiği ihtimalini güçlendirmektedir. Âbid Çelebi'nin, aslen Mevlevî kültürü içinde yetişmekle birlikte Nakşibendîliği
İstanbul'a sokan Abdullah İlahî'ye intisap etmek suretiyle İstanbul'un gündelik hayatında her iki tarikatın tasavvuf kültürünü birleştiren bir merkez oluşturmayı amaçladığı anlaşılmaktadır. Nitekim Âbid Çelebi Tekkesi'ne ait vakfiyede bu özellikle belirtilmiş ve burada perşembe günleri Mevlevî ayini, cuma geceleri de Nakşî "hatm-i hâcegân"ı icra edilmiştir. 15. yy'ın sonlarında her iki tarikat arasında başlayan bu kültürel alışveriş, daha sonraki yüzyıllarda da devam etmiş, özellikle Nakşibendîler içinden Murad Molla ve Hoca Hüsameddin Efendi gibi tanınmış mes-nevihanlar yetişmiş ve Mesnevîhane adıyla Mesnevi okutan Nakşî tekkeleri kurulmuştur.
II. Bayezid dönemine kadar İstanbul'daki faaliyetlerini belli bir merkezde yoğunlaştırmayan Mevlevîlik, 15. yy'ın sonlarında tam teşekküllü ilk tekkesi sayılan Galata Mevlevîhanesi'nin temellerini atar. 1491'de İskender Paşa'nın Galata sırt-larındaki av çiftliğinde kurulan mevlevîha-nenin ilk postnişini Divanî ya da Divâne lakabıyla anılan Mehmed Dede'dir (ö. 1529). Divanî Mehmed Dede, Konya dışında tarikatın yayılmasını sağlayan inas'çelebilerinden olup Mutahhara Hatun'un torunu Bâlî Mehmed Çelebi'nin oğludur. Kalen-derî meşrep Mevlevîliğin Ulu Arif Çele-bi'den sonra en önemli temsilcisi sayılmaktadır. Sakıb Dede ve Şahidî gibi Mevlevî-lerin eserlerinde Mehmed Dede'nin portresi tam bir Kalenderi dervişi gibi çizilmiştir. Şarap içip esrar çekmekte, sırtında Kalenden abası ile şehir şehir dolaşmaktadır. Saçlarını, kaşlarını, sakal ve bıyıklarım Kalenden usulünce "çihar-darp" ettiren Mehmed Dede, İran'da Meşhed'e kadar giderek buradaki heterodoks zümrelerle yakın ilişki kurmuştur.'Babası Bâlî Mehmed Çelebi tarafından Karahisar Mev-levîhanesi'ne şeyh tayin edilen Mehmed Dede'nin tam olarak hangi tarihte İstanbul'a geldiği bilinmemektedir. Ancak geliş nedeni, Sakıb Dede'nin üstü örtük bir biçimde kaydettiği gibi, saray tarafından kuşkulu görülen faaliyetlerinin araştırılması amacıyladır. Nitekim bu dönemde II. Bayezid'e bir Kalenderi dervişi tarafından düzenlenen bir suikast son anda önlenmiş ve bunun sonucunda söz konusu zümre, siyasi otoritenin sürekli izlediği dini gruplardan olmuştur. Divanî Mehmed Dede'nin saray tarafından İstanbul'a sorgulanmak üzere getirilmesinde ise onun bu zümreyle olan ilişkisinin birinci derecede rol oynadığı açıktır: Ancak Mehmed Dede' nin Mevlâna soyuna mensup bulunması ve İskender Paşa gibi döneminin nüfuzlu bir devlet adamı tarafından himaye edilmesi, hakkındaki kuşkuların yersiz olduğu inancını doğurmuştur.
Divanî Mehmed Dede'nin temsil ettiği Batınî eğilimli tasavvuf anlayışı, İstanbul öncesi dönemde Ulu Arif Çelebi ile başlamış, Kalenderhane Zaviyesi'nde bir süre devam etmiş ve Galata Mevlevîhanesi'nin kuruluşuyla birlikte burada odaklanan heterodoks karakterli Mevlevî kültürünü şekillendirmiştir. İstanbul Mevlevîli-
ğinin daha başlangıçta bu tür bir özellik taşıması, şehir hayatındaki yaygınlığını belli ölçüde kısıtlayan nedenlerdendir. Kalen-derîliğin 16. yy'ın sonlarından itibaren etkinliğini kaybetmesi ve Bektaşîliğin mistik öğretiyle bütünleşmesi, Mevlevîlik içindeki şekillendirici rolünün azalmasına fakat 17. yy'ın başlarında bu defa Bekta-şî-Melamî kültürü olarak tekrar İstanbul Mevlevîliğine katılmasına neden olmuştur. Bu yeniden yapılanmanın izleri daha sonra Yenikapı Mevlevîhanesi Şeyhi Sabuhî Ahmed Dede'nin Mevlevîlik anlayışında çok net bir şekilde görülecektir.
Galata Mevlevîhanesi'nde çok kısa bir süre postnişinlik yapan Divanî Mehmed Dede, yerine halifesi Safaî Dede'yi (ö. 1533) bırakarak İstanbul'dan ayrılır. Gerek Safaî Dede, gerekse onun yerine geçen Mesnevîhan Mahmud Dede'nin (ö. 1548) ne ölçüde Divanî Mehmed Dede'nin tasavvuf anlayışını sürdürdükleri bilinmemektedir. Ancak Mevlevîliğin İstanbul'da Safaî Dede ile gerçek anlamda kurumlaşmaya başladığı açıktır. 16. yy'ın başlarındaki bu kurumlaşma faaliyetlerinin daha sonra Mahmud Dede ile Aşçıbaşı Velî Dede'nin çabalarına rağmen geçici bir dönem de olsa kesintiye uğradığı ve Galata Mevlevîhanesi'nin II. Bayezid'in siyasi desteğini kazanan Halvetîler tarafından denetim altına alındığı bilinmektedir. Tekkeyi yeniden Mevlevî meşihatına bağlayan Sırrı Abdî Dede (ö. 1631) ise İstanbul Mevlevîliğinde sosyokültürel açıdan önemli bir dönüm noktası kabul'edilen ve şeyh ailelerinin tarikat yönetiminde söz sahibi olmalarını sağlayan sürecin başlatıcısıdır. Ancak bu sürecin Mevlevîlik içindeki kültürel ve siyasi boyutlarını incelemeden önce, 16. yy'ın sonlarında faaliyete geçen Yenikapı Mevlevîhanesi'nin kuruluş yıllarına dönmek ve buradaki tarikat faaliyetlerini Galata Mevlevîhanesi'yle birlikte paralel bir şekilde incelemek gerekmektedir.
İstanbul Mevlevîliğinin kurduğu ikinci merkez, Yenikapı Mevlevîhanesi'dir(->). 1597'de faaliyete geçen bu tekke, tıpkı Galata Mevlevîhanesi'nin kuruluşunda olduğu gibi, Mevlevîliğin bürokrasi içindeki etkinliğini doğrulayacak bir şekilde, devlet ricalinin önde gelen isimlerinden yeniçeri başhalifesi Malkoç Mehmed Efendi tarafından Kemal Ahmed Dede (ö. 1601) için yaptırılmıştır. Taşıdığı "Malkoç" lakabından ötürü İstanbullu olmadığı ileri sürülen Mehmed Efendi'nin ayrıca Yeniçeri Ocağı'nda başhalifelik görevim yürütmesi ve bu nedenle kendisine "Kocabek-taş" denilmesi, onun Bektaşîlikle ilgisini kurmaya çalışan bir izlenim doğurmuştur. Oysa başhalifelik, Yeniçeri Ocağı'ndan yetişmeyen ve sadrazam tarafından bu askeri zümreyi kontrol etmek amacıyla saraya yakın kişiler arasından seçilerek atanan kişilerin üstlendikleri bir görevdir. Nitekim Kemal Ahmed Dede'ye intisap ederek Mevlevîliğe girmesi ve Yenikapı Mev-levîhanesi'ni kara surları dışındaki kendi arazisi üzerinde inşa ettirmesi, Bektaşîlikle bir ilgisinin bulunmadığını yeterince kanıtlamaktadır.
Mevlevîliğin İstanbul'daki ikinci merkezi Yenikapı Mevlevîhanesi'nin ilk postnişini, Eflakî'nin ünlü eseti'Menaktbü'l-Âri-fîn'den yaptığı manzum çeviriyle tanınan Kemal Ahmed Dede'dir. Konya'daki Mevlâna Âsitanesi Postnişini Ferruh Çelebi tarafından atanmış ve Yenikapı Mevlevîhanesi, 18. yy'ın ortalarına kadar merkezden yapılan bu atamalarla yönetilmiştir. İstanbul'daki diğer mevlevîhanelerde 17. yy'dan itibaren başlayan şeyh ailelerinin yönetim üzerindeki denetimleri bu tekkede daha geç bir dönemde ortaya çıkmakla birlikte, 18. yy'da bu köklü değişime Yenikapı Mevlevîhanesi'nin de ayak uydurduğu görülmektedir. Bu dönemde Ebubekir Dede ailesine mensup şeyhler meşihat görevini üstlenerek 1925'e kadar hem İstanbul Mevlevî kültürüne hem de Osmanlı siyasi hayatına damgalarını vurmuşlardır.
Yenikapı Mevlevîhanesi, tıpkı Galata Mevlevîhanesi g'ibi kuruluşundan itibaren Konya'daki çelebilik makamına bağlı bir merkez halinde gelişmiştir. Tarikatın bu merkeziyetçi niteliği, bir bakıma Osmanlı saray yönetiminin basit bir modeline benzemektedir. Bu model, çelebilik makamı dışında kan bağına dayalı şeyh ailelerinin oluşmasını önlemek ve böylece merkeziyetçi yapıyı zayıflatabilecek güç odaklarının ortaya çıkmasını engeleyebilecek bir programa dayanmakta, imparatorluktaki mevlevîhaneler arasında atama yöntemini esas kabul ederek idari tasarrufu kendi elinde tutmayı amaçlamaktadır. Bu yönetim modelinin erken dönem İstanbul Mevlevîliği üzerinde hiç değilse kültürel açıdan olumlu bir etki yarattığını belirtmek gerekir. İmparatorluğun birbirinden farklı kültür coğrafyalarında kurulan mevlevî-hanelerden İstanbul'a yapılan şeyh atamaları, aynı zamanda bu bölgelerin tasavvuf kültürlerini de şehir hayatına taşımış ve Mevlevîlik diğer mistik kurumlara oranla daha erken bir dönemde imparatorluk tarikatı olma özelliğini kazanmıştır. Ancak 17. yy'dan itibaren bu özellik, şeyh ailelerinin tekke yönetimlerinde söz sahibi olmalarıyla değişime uğramış, şehrin kendi kültürel oluşumları bu aile örgütlenmeleri tarafından temsil edilen mistisizmle karışarak İstanbul Mevlevîliğinin toplumsal hayatta hissedilen belirgin çizgileri ortaya çıkmaya başlamıştır.
löOl'de vefat eden Kemal Ahmed Dede'nin yerine Yenikapı Mevlevîhanesi meşihatına geçen Doğanî Ahmed Dede (ö. ,. 1630), Sabuhî Ahmed Dede (ö. 1644), Camî Ahmed Dede (ö. 1667) ve Kaarî Ahmed Dede (ö. 1679), hep atama suretiyle bu makama oturmuşlar ve doğrudan çelebilik makamına bağlı birer temsilci olarak görev yapmışlardır. Bu dönemde Galata Mevlevîhanesi'nde ise Mesnevîhan Mahmud Dede'nin meşihat yıllarında tekkenin bir süre Halveti denetimine geçtiği ve tekrar Sırrî Abdî Dede tarafından Mevlevîliğe bağlandığı kritik bir süreç yaşanmaktadır. Sırrî Abdî Dede'nin bu başarısına rağmen meşihatının çelebilik makamı tarafından kaldırılması ve yerine İsmail Rü-suhî Dede'nin (ö. 1631) getirilmesi bugün
Destarlı sikke içine istiflenmiş "Ya Hazret-i
Mevlâna" yazısı.
M. Aksel, ReligiousPicturesin Turkish Art, ist., 1967
için karanlıkta kalan bir konudur. Diğer yandan Abdî Dede'nin Galata Mevlevî-hanesi'nden kaldırılan meşihatı, tarikatın İstanbul'daki tarihinde son derece önemli bir oluşuma zemin hazırlar. Sırrî Abdî Dede, Galata Mevlevîhanesi'nden ayırıldıktan sonra İstanbul'daki üçüncü Mevlevî tekkesi sayılan Kasımpaşa Mevlevîhane-' si'ni(->) kurmuştur. Bu tekkenin İstanbul Mevlevîliğine getirdiği iki temel özellikten ilki, devlet yöneticileri tarafından değil, tarikatın kendi üyelerince inşa ettirilmesi ve ikincisi de bu merkezde, atanmış şeyhlerin yerine tarihi boyunca meşihat makamını birbirinden devralan üç ayrı şeyh ailesinin yönetimi üstlenerek İstanbul Mevlevîliğine özgü bir kültürel yapılanmayı gerçekleştirmiş olmalarıdır. Nitekim Sırrî Abdî Dede'den.sonra Kasımpaşa Mevlevîhanesi postuna oturan İbrahim Dede (ö. 1638) ve onu izleyen Kasım Dede (ö. 1641) hariç tutulursa, 1641-1722 arasında Sırrî Abdî Dede ailesine mensup Halil Fazıl Dede (ö. 1677), Mehmed Dede (ö. 1717) ve Halil Salih Dede (ö. 1722), bu tekkede meşihat makamını üstlenerek İstanbul'da kan bağına dayalı hilafet modelini ilk uygulayan Mevleviler olma özelliğini kazanmışlardır. Kasımpaşa Mevlevîhanesi'nde başlayan bu aile kökenli meşihat geleneği daha sonra Musa Safî Dede (ö. 1744) ve Mevlanazade Mehmed Dede'ye mensup şeyhler tarafından da sürdürülecektir.
Kasımpaşa Mevlevîhanesi ile aynı dönemde kurulan Beşiktaş Mevlevîhanesi(->) ise, tarikatın İstanbul'daki yaygınlığını sağlayan diğer bir merkez olarak 17. yy'ın başlarında Mevlevî organizasyonuna dahil olur. Gerek kuruluş mantığı, gerekse yönetim modeli bakımından kendisinden önceki Galata ve Yenikapı mevlevîhanelerini
izleyen Beşiktaş Mevlevîhanesi, 1622' de Sadrazam Ohrili Hüseyin Paşa tarafından yaptırılmıştır. İlk postnişini Ağazade Mehmed Hakikî Dede (ö. 1652), aynı zamanda Gelibolu Mevlevîhanesi Şeyhi olup tıpkı Divanî Mehmed Dede..ye Kemal Ahmed Dede gibi, Mevlevîliğin nüfuzunu Osmanlı bürokrasisi içinde kullanmayı bilmiş, Sadrazam Hüseyin Paşa'yı kendisine bağlamak suretiyle tarikata ayrıca siyasi açıdan güçlü bir destek de sağlamıştır. Ancak bu destek Sadrazam Hüseyin Paşa'nın II. Osman'a (hd 1618-1622) karşı düzenlenen yeniçeri ayaklanmasında katledilmesiyle son bulmuş ise de sonraki yıllarda meşihata geçen postnişinler saray çevresiyle kurdukları yakın ilişkiler sayesinde siyasi gücü tekrar Mevlevîliğe kazandırmışlardır. Mehmed Hakikî Dede'nin postnişinliği, Hüseyin Paşa'nın katledilmesi üzerine kısa sürmüş ve kendisi İstanbul' dan ayrılarak Gelibolu Mevlevîhanesi'ne dönmüştür. Yerine geçen Süleyman Dede (ö. 1654) ve Hüseyin Dede (ö. 1660), çelebilik makamının uyguladığı geleneksel politika gereğince tekke meşihatına atanmışlardır. Ancak Hüseyin Dede'nin vefatıyla posta geçen Naci Ahmed Dede'nin (ö. 1711), İstanbul Mevlevîlîğirlde ayrı bir önemi.yar-dır. Pendarî lakabıyla tanınan Naci Ahmed Dede, İstanbul mevlevîhaneleri arasında ilk defa dönüşümlü meşihat modelini uygulayan kişidir. Bursa Mevlevîhanesi Şeyhi Zihnî Salih Dede'ye intisap ederek çile çıkartmış ve 1660'ta Beşiktaş Mevlevîhanesi meşihatına atanmıştır. l663'e kadar kısa bir süre postnişinlik yapan Naci Ahmed Dede'nin meşihatı aynı yıl Kıratı seferine katılması nedeniyle Mevlâna Âsitanesi Şeyhi Hüseyin Çelebi tarafından kaldırılmış, yerine Galata Mevlevîhanesi ney-zenbaşısı Yusuf Dede (ö. 1669) getirilmiştir. Naci Ahmed Dede ise Kırım seferi dönüşü, bu defa Galata Mevlevîhanesi'ne a-tanmış ancak buradaki meşihatı l671'de kaldırılarak l679'da Karî Ahmed Dede'den boşalan Yenikapı Mevlevîhanesi posmişinliğine getirilmiştir. Böylece İstanbul'un üç mevlevîhanesinde birden şeyhlik yapan Naci Ahmed Dede, çelebilik makamının idari tasarrufuna uygun bir şekilde ilk dönüşümlü meşihat modelini gerçekleştirerek Mevlevîlik bünyesindeki kültürel dolaşımı kendi kişiliğinde temsil etmiştir.
17. yy boyunca İstanbul Mevlevîliği çift yönlü bir kültürel yapılanma süreci yaşar. Bir yandan erken dönem Mevlevî kültürü bünyesindeki Batınî kalıntılar tasviye edilmekte, diğer yandan da bu eğilimler Bektaşîlik çerçevesi içinde yeniden şekillenerek Mevlevîliğe katılmaktadır. Galata Mevlevîhanesi bu dönemde söz konusu kültürel arınmanın merkezi iken Yenikapı Mevlevîhanesi de tarikatın Bektaşîlikle ilişki kurduğu başlıca mekânlardan birisi durumuna gelmiştir. İstanbul Mevlevîliğin-deki erken döneme ait Batınî kalıntıları bilinçli şekilde tasfiye eden ilk kişi, Bostan Çelebi tarafından Sırrî Abdi Dede'nin yerine Galata Mevlevîhanesi posmişinliğine atanan İsmail Rüsuhî Dede'dir (1631). "Şâ-
MEVLEVÎLİK
426
427
MEVLEVÎLİK
Yüzyıl başında bir grup Mevlevî şeyhi. Galata Mevlevîhanesi Postnişini Ahmed Celaleddin Dede (solda oturan) ve Bahariye Mevlevîhanesi Postnişini Hüseyin Fahreddin Dede (ortada oturan).
İstanbul için Şebr-Engiz, ist., 1991
Yesarîzade Mustafa îzzet talik celisi ile "Ya Hazret-i Mevlana" yazılı levha, 1834. C. Kerametli, Galata Mevlevîhanesi, îst-, 1977
rih-i Mesnevî" olarak tanınan Rüsuhî Dede, güçlü tasavvuf kültüm ve karizmatik kişili-gi sayesinde İstanbul Mevlevîliğinin Divanî Mehmed Dede aracılığıyla Galata Mev-levîhanesi'nde odaklanan Batınî karakterini büyük ölçüde ortadan kaldırmış ve tarikatı Osmanlı üst tabakasında hızla yay-gınlaştırırken postnişinliğini yaptığı bu tekkeyi de şehrin başlıca ilgi merkezlerinden birisi durumuna getirmiştir. Fakat diğer yandan Rüsuhî Dede, Mevlevîlik bünyesinde Ibnü'l-Arabî etkisini sürdüren tasavvuf anlaşıyının da temsilcisidir. Bu özelliğinden dolayı istanbul'un medrese çevrelerinde odaklanan zahir ulemasının da şimşeklerini üzerine çekmiştir. Vl_. yy'da İstanbul Mevlevîliğinin diğer gelişim Boyutu ise, Yenikapı Mevlevîhanesi'nde ortaya çıkar. Bu gelişimi siyasi ve kültürel olmak üzere ikiye ayırmak gerekmektedir. Siyasi boyut, mevlevîhanenin ikinci post-nişini Doğanî Ahmed Dede'nin 1601-1630 arasındaki meşihat döneminde tam anlamıyla şekillenmiş ve Mevlevîlik ile Osmanlı yönetici kadrosu, karşılıklı çıkarlar doğrultusunda ortak bir zemin üzerinde birlikte hareket etmeye başlamışlardır.
Doğanî Ahmed Dede'nin meşihat dönemi, IV. Murad'm şehir hayatına getirdiği çeşitli sınırlamalar nedeniyle bir bakıma Mevlevîliğin temkinli hareket etmesini zorunlu kılmıştır. Bu dönem, Mevlevîlik kadar diğer tarikatların da İstanbul'da son derece güçlü mutasavvıflar tarafından temsil edildiği bir zaman kesiti olarak dikkati çekmektedir.
Doğanî Ahmed Dede'nin çağdaşı olan şeyhler arasında Celvetîliğin kumcusu Aziz Mahmud Hüdaî(->), Halvetîliğin önde gelen temsilcilerinden Abdülmecid Siyasî(->) ve Abdülahad Nurî(->), Kadirîliği İstanbul'a sokan İsmail Rumî, Melamî örgütlenmesini ilk defa şehir hayatında merkezden yöneten İdris-i Muhtefî(->) ile Hüseyin Lâmekânî de vardır. Tarikatlara birbirleriyle rekabet ortamı hazırlayan böyle bir dönemde Doğanî Ahmed Dede'nin faaliyetleri IV. Murad üzerinde büyük bir etki bırakmış ve Kadızadeliler olarak bilinen tasavvuf aleyhtarı medrese mensuplarının baskılarına rağmen saray halkını Yenikapı Mevlevîhanesi'ne bağlamıştır. Fakat bu başarının beraberinde getirdiği bazı olumsuzluklar da 17. yy'dan itibaren Mevlevîlik bünyesinde hissedilmeye başlanır. Bunlardan en önemlisi, bürokrasi içinde sivrilmeye çalışan devlet adamlarının Mevlevîliğe sığınarak tarikatın giderek artan nüfuzunu kendi kişisel çıkarları doğrultusunda kullanmalarıdır. Doğanî Ahmed Dede'ye intisap eden ve zamanım Yenikapı Mevlevîhanesi'nde geçirdiği için "Sûfî" lakabıyla anılan Sadrazam Mehmed Paşa, bu tür yönetici tipinin güzel bir örneği olup halka karşı son derece acımasız davranışları yüzünden hem Mevlevîliği hem de mensubu bulunduğu tekke çevresini büyük ölçüde rahatsız etmiştir. Bütün bu olumsuzluklara rağmen Mevlevîliğin siya-sileşmesi Yenikapı Mevlevîhanesi'nde başlamış ve bir miras olarak sürdürülmüştür. Nitekim bu mirası en iyi temsil edecek olan Halet Efendi bu tekkeden yetişmiş, 19. yy'da Yeni Osmanlılar hareketini de.stek-leyen Osman Salaheddin Dede, burada postnişinlik yapmıştır.
Mustafa Rakım'ın celi sülüs ile "Ya Hazret-i Mevlana Muhammed Celaleddin-i Rumi" yazılı levhası, 1843. C. Kerametli, Galata Mevlevîhanesi, ist.. 1977
Mevlevîliğin 17. yy'da Yenikapı Mevlevîhanesi'nde siyasi bir odak haline gelmesi ile Batınî tasavvuf anlayışlarını tekrar bünyesinde barındırmaya başlaması bu tekkenin İstanbul Mevlevîliği içindeki çok yönlü rolünü bütün açıklığıyla gözler önüne sermektedir. Doğanî Ahmed Dede'den sonra meşihat görevini üstlenen Sabuhî Ahmed Dede aslen Bektaşî olup Eyüplü
Kasım Baha'dan icazet almıştır. Konya'da-ki Mevlana Âsitanesi'nde çile çıkartan ve ardından Şam Mevlevîhanesi şeyhliği yaptıktan sonra Bostan Çelebi tarafından Yenikapı Mevlevîhanesi'ne atanan Sabuhî Ahmed D,ede, tam anlamıyla Bektaşî-Mela-mî meşrep bir Mevlevî şeyhidir. Sâkıb De-, de, onun kimliğini çizerken bu özelliğini de önemle vurgulamıştır. İstanbul Mevlevîliğinin Galata Mevlevîhanesi'nde İsmail Rüsuhî Dede ile başlayan Batınî eğilimleri tasfiye hareketi, Yenikapı Mevlevîhanesi'nde ilgi görmemiş ve tarikat gündelik hayat içinde çift kutuplu bir kültürel yapılanmayı bu dönemde gerçekleşmiştir. Nitekim Camî Ahmed Dede'nin (ö. 1667) Yenikapı Mevlevîhanesi'ne postnişin olmasıyla bu kutuplaşma giderek daha da kes-kinleşmiştir. Sabuhî Ahmed Dede ile başlayan Bektaşî-Melamî meşrep Mevlevîlik anlayışı, onun meşihat döneminde giderek yoğunlaşan bir şekilde sürer. Diğer yandan bu dönem, Kadızadeliler zümresinin tarikatlar üzerindeki baskılarını artırdıkları kritik yıllardır. Sadrazam Fazıl Ahmed Paşa'dan aldığı destekle hünkâr şeyhliğine kadar yükselen Vânî Mehmed Efen-di'nin kışkırtmalarıyla tekkeler basılmakta, dervişler katledilmektedir. Bu baskılar sonucu l666'da Mevlevîlerin sema yapmaları yasaklanır. Camî Ahmed Dede'nin tam bu sırada İstanbul'dan ayrılarak hacca gitmesi düşündürücüdür. Ayrıldığı Yenikapı Mevlevîhanesi'ne bir daha döne-memiş ve Medine'de -vefat ederek oraya, defnedilmiştir. İstanbul Mevlevîliği bu baskı döneminde Türk musikisinin ünlü ismi Buhûrîzade Mustafa Itrî Efendi'yi yetiştirir. Camî Ahmed Dede'nin dervişlerinden olan Itrî, Yenikapı Mevlevîhanesi'ne devam ederek tasavvuf musikisini öğrenmiş ve bütün mevlevîhanelerde mukabe-
Bir Mevlevî şeyhi.
Türkische Geuıânder und Osmanische Gesellschaft im
achtzebntenjahrhundert, Graz, 1966
Galata Mevlevîhanesi Postnişini Ahmed Celaleddin Dede. M. Baha Tanman arşivi
le öncesi okunan rast naatını burada bestelemiştir.
İstanbul Mevlevîliği 17. yy'ın sonuna kadar Galata, Yenikapı ve Beşiktaş mev-levîhanelerinde çelebilik makamı tarafından yapılan atamalarla yönetilmiştir. Atanan her şeyhin farklı bir meşrebe sahip bulunması, bu merkezlerde odaklanan Mevlevî kültürüne bir iç denge ve tutarlılık kazandırma yolunda bazı aksaklıkların ortaya çıkmasına neden olur. Nitekim Galata Mevlevîhanesi'nde İsmail Rüsuhî Dede'den sonra posta geçen Edhem Hüseyin Dede (ö. 1652), Arzî Mehmed Dede (ö. 1664), Mevlevîzade Derviş Çelebi ve Naci Ahmed Dede ile Yenikapı Mevlevîhanesi meşihatını üstlenen Kaarî Ahmed Dede (ö. 1679), yönetim mekanizmasının işleyiş mantığı bakımından bu iç tutarlılığı yeterince sağlayamamışlardır. Kaarî Ahmed Dede ilk defa İstanbul Mevlevîliğine Halvetî kültürünü sokmuş fakat bu mistik akım kendisinden sonra fazla rağbet görmemiştir. Galata Mevlevîhanesi ise Derviş Çelebi zamanında çelebilik makamının kendi içindeki idari hesaplaşmanın tam anlamıyla yansıtıldığı bir siyaset sahnesine dönüştürülmüştür. Mevlana Âsi-tanesi Postnişini Hüseyin Çelebi'ye muhalefet eden grubun sözcüsü olarak tanınan Derviş Çelebi'nin hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Ancak kendisini destekleyenler tarafından Konya'daki çelebilik makamına getirilmek istendiği, ama bu gerçekleşmeyince kısa bir süre Galata Mevlevîhanesi postnişinliğinde bulunduktan sonra meşihatının kaldırıldığı bilinmektedir. Naci Ahmed Dede'nin 17. yy'm sonlarına rastlayan ve Beşiktaş ile Galata mevlevîhanelerini kapsayan dönüşümlü meşihat yıllarını, Mevlevîliğin İstanbul'da atanmış şeyhlerle yönetildiği son tarih sınırı olarak kabul etmek gerekir. Naci Ahmed Dede'nin Yenikapı Mevlevîhane-
si'ndeki postnişinlik dönemini ise bir süre daha atanmış şeyhler devam ettirmiş ve 1746'dan itibaren bu tekke de kan bağına dayalı meşihat modeline geçmiştir. Ancak daha önce bu tekkede Naci Ahmed Dede' yi izleyen Yusuf Nesib Dede (ö. 1714), Ari-fî Ahmed Dede (ö. 1724) ve Keresteciza-de Mehmed Dede'nin (ö. 1732) geleneksel usule uygun şekilde çelebilik makamınca atanma suretiyle şeyhlik yaptıklarını belirtmek gerekir.
İstanbul Mevlevîliği 17. yy'ın sonlarında şehrin zengin kültür dokusuyla bütünleşmiş, kendi gelenekleri ile gündelik hayatın toplumsal oluşumları arasında şekillendirdiği tasavvuf anlayışını temsil eden şeyh ailelerini yetiştirmeye başlamıştır. Bu şeyh aileleri söz konusu dönemden itibaren İstanbul'a özgü Mevlevî kültürünü tarihsel süreklilik esasına bağlı olarak sağlam temeller üzerinde inşa edeceklerdir. Bu kültür, aile bünyesinde kuşaktan kuşağa aktarılarak gelişecek ve özellikle musiki gibi meşke dayalı sanatların gerektirdiği kesintisiz eğitim süreci bu yeni yapılanma içinde yaşanacaktır.
17. yy'ın son çeyreğinde Galata Mev-levîhanesi'nin ilk ve İstanbul Mevlevîli- . ğinin Sırrî Abdî Dede'den sonra ikinci önemli şeyh ailesi Gavsî Ahmed Dede (ö. 1697) tarafından kurulur. Gavsî Ahmed Dede, ünlü Bayramî halifesi Ahmed Bîcan Efendi'nin soyundan olup kurduğu aile 18. yy'ın ortalarına kadar Galata Mevlevîhanesi meşihatını elinde tutmuştur. Kendisinden sonra damadı Nâyî Osman * Dede (ö. 1729) posta geçmiş, onu da torunu Abdülbâki Sırrî Dede'nin (ö. 1750) meşihatı izlemiştir.
Gavsî Dede ailesinin Galata Mevlevîhanesi'nde 18. yy'ın ortalarında sona eren meşihat dönemini, Beşiktaş ve Kasımpaşa mevlevîhaneleri yönetimine gelen iki ayrı şeyh ailesi 18. yy'ın sonlarına kadar
devam ettirirler. Bunlardan birincisi, aynı zamanda Beşiktaş Mevlevîhanesi meşihatını üstlenen ilk şeyh ailesi sayılan Ey-yubî Mehmed Memiş Dede'ye (ö. 1723) bağlı gruptur. Yarım yüzyıldan fazla postnişinlik yapan Mehmed Dede'nin yerine oğlu Ahmed Dede (ö. 1763) geçmiş ve onu da torunu Mehmed Sâdık Dede'nin (ö. 1764) bir yıllık kısa meşihat dönemi izlemiştir.
Beşiktaş Mevlevîhanesi'nde Eyyubî Mehmed Memiş Dede ailesinin 1669-1764 arasındaki meşihat dönemini, Kasımpaşa Mevlevîhanesi'nde kurulan ve 1722-1787 arasını kapsayan Musa Safî Dede (ö. 1744) ailesinin meşihat dönemi takip etmektedir. Musa Safî Dede ailesi, istanbul Mevlevîliğinin en kapsayıcı meşihat organizasyonunu gerçekleştiren grup olarak tanınır.
Gerek aile üyelerinin çokluğu, gerekse Kasımpaşa, Yenikapı ve Galata mevlevîhaneleri gibi üç büyük tarikat merkezini denetimleri altına almaları, İstanbul Mevlevîliği üzerinde derin bir etki yaratmıştır. Musa Safî Dede, Trablusşamlıdır. Bu nedenle ailesi İstanbul Mevlevîleri arasında Arapzadeler olarak tanınır. Bir diğer - Trablusşamlı Mevlevî ailesi de Beşiktaş ve Galata mevlevîhanelerini 18. yy'ın sonlarından 19. yy'ın ortalarına kadar yöneten Ahmed Dede'ye mensup gruptur.
Musa Safî Dede önce 1708'de Halep Mevlevîhanesi şeyhliğini üstlenmiş, daha sonra Halil Sâlik Dede'nin vefatıyla boşalan Kasımpaşa Mevlevîhanesi'ne 1723'te atanmıştır. 1723-1732 döneminde yalnızca Kasımpaşa Mevlevîhanesi meşihatında bulunan Safî Dede, 1732'de Yenikapı Mevlevîhanesi Şeyhi Kerestecizade Mehmed Dede'nin vefatıyla bu tekkeye de postnişin olmuş ve her iki mevlevîhane-yi kendi ortak meşihatı altında birleştirmiştir. 1732-1744 arasını kapsayan bu or-
Dostları ilə paylaş: |